Paylaş
Ahirette sevap ve günahlarımızı tartılacağı adalet terazisi
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
ALLAH HAK İLE HÜKMEDER VE HİÇ KİMSEYE (ZERRE KADAR) ZULMEDİLMEZ
Ahirette insanların dünyada yaptığı iyilik ve kötülüklerin tartılacağı manevi terazi
Vahyi ölçülerin hâkim olmadığı kalplerde ve bu ölçülerin nüfuz etmediği yerlerde adalet değil, zulüm vardır. İşte bu türverler değer ölçülerinin altüst edildiği, her şeyin hakkaniyet ölçüleri içerisinde karşılıksız kaldığı yerlerdir.
Kafirlere göre, hayatın lezzetlerinden yararlanan ve toplum da güç, iktidar ve etki sahibi olan kişiler başarılı kişilerdir. Bu na karşılık bu tür şeylerden yoksun olanlar başarısız sayılırlar. Bu yanlış anlayış, kâfirleri bir diğer ciddi yanılgıya sürüklemiştir. Şöyle ki; kendilerince başarılı olanın doğruda olduğu ve Allah tarafından sevildiği düşüncesindedirler. Öte yandan, “başarısız” olmuş, hayatın lezzetlerinden yoksun kalmış kişiler ise inanç ve davranışta yanlış yolda giden ve Allah’ın (veya ilahların ) gazabını çekmiş kişilerdir…
İnsanın değer yargılarını inandığı akidenin mahiyeti belirler. Her ne kadar Allahu Teâlâ insanoğlunu fitrat itibariyle iyiliğe ve kötülüğe müsait tabiatta yaratmışsa da yani kendi isteğiyle iyiyi veya kötüyü seçebilirse de dengeli bir şekilde yaratılan insanın) (yani eli, ayağı, gözü, kulağı, kısacası bütün organları birbirine denk gelecek şekilde; tam bir denge üzerinde yaratılan insanın yeryüzünde de adalet üzere davranmasını, yani her zaman koyduğu mizana (ölçü) uygun hareket etmesini ister. “Allah adale. ti emreder.” (Nahl: 90) “İnsanlar arasında karar verdiğiniz zaman adâletle karar vermenizi emreder.” (Nisa: 58) Adl’in başı ise tevhiddir; çünkü ancak tevhid üzere olunduğu zaman adâleti gerçekleştirmek mümkün olabilir; madem ki kâinattaki mizanı belirleyen ve insanın hayatı için bir mizan koyan Allah’tır; o halde insan, tevhid üzere yaşayıp Allah’ın mizanına uyarak adaletli davranabilir.
Ya insanın kendi elleriyle bozduğu ve şirkin (zulm) egemen olduğu yerler… Ölçülerin yerli yerine konmadığı, az olsun çok ol sun çizilen çizgilere tecavüz edildiği: İlah, Rabb, Melik olma hakkı Allah’a ait iken; insanın yalnızca Allah’ı Rabb, İlah, Melik olarak tanıması; bu birinci derecedeki hakkı (ulûhiyet, rububiyet) hak sahibine vermemesi ve buna inanan insanlık toplulukları… Şüp hesiz bütün bunlar ve benzerleri karşılıksız kalmayacaktır.
“Kıyâmet günü için adalet terazileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık (zulm) edilmez. (İnsanın yaptığı iş), bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesap gören olarak biz yeteriz.” (Enbiya: 47)
Nitekim Lokman (aleyhisselam) da oğluna yaptığı nasihatte: “Yavrum, (yaptığın iyilik veya kötülük), hardal tanesi ağırlığınca bir şey de olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerde bulunsa Allah mutlaka onu getirir. Çünkü Al lah latiftir, her şeyden haberdardır.” (Lokman: 16)
“Allah zerre kadar haksızlık (zulm) etmez, zerre miktarı bir iyilik olsa onu kat kat yapar ve kendi katın dan büyük mükâfat verir.” (Nisa: 40)
“..Size kıl kadar haksızlık (zulm) edilmez.” (Nisa: 77) Allah mutlak adil olandır.
“O gün onlar, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. (Allah sorar:) Bugün mülk kimin dir? Bir olan, Kahhar olan Allah’ındır. Bugün her bir ne fis kendi kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yok tur. Hiç şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.” (Mü’min: 16,17)
Yani, “Hiçbir surette adaletsizlik olmayacaktır.” Adaletsizlik çok farklı şekillerde olabilir.
Birincisi; bir kimse hak ettiği mükafatı asla alamaz.
İkincisi; bir kimse hakettiği mükâfatı tam olarak alamaz.
Üçüncüsü; kişi hak etmediği halde haksız yere cezalandırılır.
Dördüncüsü; kişi cezayı hak ettiği halde ceza görmekten kurtulur.
Beşincisi; bir kimseye hak ettiği cezadan daha azı verilir.
Altıncısı; zulmeden beraat ederken, mazlum öylece bakakalır.
Yedincisi; kişinin günahı bir başkasına yüklenir vs. Allahu Teâlâ ise mahkemesinde (kil kadar) adaletsizlikler yapılmayacağını ve herkesin yaptıklarının karşılığını tam olarak alacağını beyan etmiştir. 26)
Bir hadisi şerifte bu durum; “Kiyâmet gününde haklar sa hiplerine verilecektir. Şöyle ki, boynuzsuz davarın boynuzlu da vardan kısası alınacaktır.” 27) şeklinde izah buyurulmuştur.
Bu kısas karşılığını bu dünyada görmese de, varlığı hak olan o din gününde (âhiret ve ceza günü ) mutlak olarak görecektir.
“O gün tartı tam doğrudur, (mizan). (Herkesin yap tığı tartılır) kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır. Kimin (sevap) tartıları hafif gelirse, işte onlar da ayetlerimize haksızlık (zulm) etmelerinden ötü rü kendilerini ziyana sokanlardır.” (Araf: 8, 9)
Şüphesiz ki bu dünyada insanın iyi bir davranışta bulundu ğunu ve buna karşılık bu dünyada hiçbir şey elde etmediğini gör mekteyiz. Bunun yanında kötü davranışta bulunan ve bu sebep le dünyada cezalandırılmayan başka bir insan da görmekteyiz. Bir kimsenin kötü işler yapmak suretiyle yeryüzünde bozguncu luk (fesat) yapması ve sonunda hiçbir ceza görmemesi veya salih ameller yapıp, bunlara karşı bir mükâfat elde etmemesi akla da, mantığa da aykırıdır. Böyle bir düşünce eğer, yanlış ise akıl sahibi her insan hesap gününün olmamasını yanlış bulacaktır. Çünkü hesap gününün olmaması demek, iyilik yapanlarla kötülük ya panların sonlarının aynı olması demektir. Bu düşünceyi kabul ettiğimiz takdirde, ahlâk denen kavram ortadan kalkar. Çünkü takdirde kötülük yapanlar, bu dünyada diledikleri şekilde ya- o şadıkları için akıllı sayılacaklardır. Onlar hiç çekinmeden başka larının haklarını çiğnerler ve nasıl işlerine geliyorsa hiçbir sinir tanımadan öyle hareket ederler. Salih kimseler ise, aptal olmuş olurlar. Çünkü onlar, sırf iyilik yapmak için birçok zorluğa katlanilar, fedakarlıklar yaparlar ve ahlaka aylan pek çok sevi, kendi çıkarları söz konusu olsa dahi yapmazlar,
“Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, kendilerini, inanıp salih ameller işleyenler gibi yapacağımızı mı zan nettiler? Yaşamaları ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı, ta ki her can, kazandığı ile cezalandırıl sin. Onlara haksızlık (zulüm) da edilmez.” (Casiye: 21.22)
“Biz, müslümanları, mücrimler gibi yapar mıyız hiç? Neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz (öyle)? Yoksa bir kitabınız var da onda mı (bu hükümleri) okuyorsunuz? Onda beğendiğiniz her şeyi buluyorsunuz! Yoksa sizin istediğiniz hükmü verebileceğinize dair kıyamete kadar sürecek andlarınız mi var üzerimizde? (size; kıyâmete kadar istediğiniz biçimde hükmedin, her hükmünüzde serbestsiniz, diye and içip söz mü verdik?)” (Kalem: 35 -39)
Allahu Teâla başka bir sahnede ise mü’minlere şöyle hitap ediyor:
* Rabbimiz Allah’tır’ deyip, sonra doğru hareket edenler yok mu? melekler onların üzerine iner: ‘Korkma- yın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin.’ (der- ler) ‘Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostları nızız. Orada sizin canlarınızın çektiği herşey var. Orada size istediğiniz her şey var. (Fussilet: 30-31)
Yani onlar. “Rabbimiz Allah’tır” demekle kalmayıp,
O’na ortak koşmamışlar, tevhidi kabul ettikten sonra başka bir akideye iltifat etmeyerek, başka şeyleri tevhid akidesine karış tırmamış ve böylece hayatlarını tevhide göre düzenlemişlerdir. İşte ancak bunlar “vaadolunan cennetle” sevineceklerdir. Bu, Allah’tan mü’minlere, dünyadan åhirete kadar her safha boyun ca, emniyet içerisinde olduklarını bildiren bir mesajdır. Islam için mücadele edenlere, “Bu dünyada kâfirler ne kadar güçlü olurlar. sa olsunlar korkmayın ve hak adına ne kadar büyük zahmetlere ve mahrumiyetlere maruz kalırsanız kalın, üzülmeyin. Zira sizleri istikbalde öyle büyük nimetler beklemektedir ki, dünyadaki ni metler onların yanında bir hiç konumundadır.” denilmektedir. Meleklerin aynı kelimeleri bir müslümana ölüm anında söyle mesi şu anlama gelir: “Gittiğin yerde korkacağın bir şey yoktur. Çünkü cennet seni beklemektedir. Dünyada bıraktığın dostlarına üzülmene gerek yok. Çünkü burada bizler sana dost ve arkadaş olacağız.” Yine aynı sözler berzah âleminde ve mahşer meyda ninda şöyle anlaşılabilir: “Dünyada çektiğiniz gam ve keder artik bitti. Burada sizler için hep rahatlık vardır. Ahirette sizlere hiçbir surette korku ve zahmet yoktur. Biz size, vaadedilen cennete gi receğinizi müjdeliyoruz.” (29)
“Hiç mü’min kimse, fâsık gibi olur mu? Bunlar bir olmazlar (elbet). İman edip salih amel işleyenlere gelince, yaptıklarına karşılık bir ağırlama olarak, onlara barınma cennetleri vardır. Fâsıkların barınacakları yer de ateştir…” (Secde: 18 – 20)
Müminler ümitle korku arasında yaşayan kimselerdir. “Kor- karak ve umarak Rablerine dua ederler…” (Secde: 16)
“Onlar ki, din gününü tasdik ederler. Rablerinin azabından korkarlar. Çünkü Rablerinin azabından emin olunmaz.” (Mearic: 26 – 28)
“Biz suratsız, çok katı bir günün azabından ötürü Rabbimizden korkarız. (derler)” (İnsan: 10)
“(Onlar) yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters dö neceği günden korkarlar.” (Nur: 37)
Aşağıdaki hadisenin (hadisin) dehşetini ve hassasiyetini iyi ce düşünelim!
Âişe radıyallahu anha rivayet etmiştir. “Adamın biri Rasullullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in huzurunda oturdu ve: ‘Ya Rasúlallah dedi. ‘Benim iki kölem var, bana yalan söylüyorlar, bana hıyanet ediyorlar, emirlerime karşı geliyorlar. Ben de onlara sö- vüp sayıyor ve dayak atıyorum. Bunlar yüzünden benim halim ne olacaktır?’ Rasûl-i Ekrem buyurdu ki: Sana ne kadar hıyanet ettikleri, emirlerine ne kadar karşı geldikleri ve sana ne kadar yalan söyledikleri ile senin onlara verdiğin ceza hesap edilecektir. Şayet senin onlara verdiğin ceza onların suçları kadar ise başa baş gelecektir. Ne alacağın, ne de vereceğin vardır. Eğer onlara verdiğin ceza suçlarının altında ise, senin için (onların zimmetin de) bakiye (alacak ) kalmıştır. Eğer onlara verdiğin ceza suçlarınin üstünde ise fazlası, onlar için senden kısas olarak alınacaktır. Bunun üzerine adam bir kenara çekilerek hıçkıra hıçkıra ağlama ya başladı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona şöyle bu yurdu: ‘Allah’ın kitabını okumuyor musun?” Kıyamet gününde (amellerin tartılması) için adâlet terazileri kuracağız ve hiçbir kimse hiçbir şekilde haksızlık görmeyecektir.’ (Enbiya: 47) Bunun üzerine adam: ‘Vallahi ya Rasûlallah’ dedi. Benim için de, onlar için de kendilerinden ayrılmaktan daha hayırlı bir şey göremiyorum. Şahid olunuz ki, onların hepsi hürdürler.’”
Ahiret, berzah âlemi, kıyamet, ba’s, mahşer mizan kavramlarının anlamlarını araştırın
Answer ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
birgün hepimizin öleceği ve evrendeki yaşamın son bulacağı haktır. bütün müslümanlar dünyada iken yaptığı iyilikler ve kötülükler kiramen katibin diye anılan iki melek tarafından yazılır müslümanlar öldükten sonra mahşerde toplanır mizan ( iyilikve kötülüğün tartılacağı tartı) kurulur iyilikler bir tarafa kötülükler bir tarafa konulur hangisi ağır gelirse gideceği yer belli olur.( cennet yada cehennem)