Paylaş
Ahzap suresi son iki ayetin meali ve tefsiri
Question
Ahzap suresi son iki ayetin arapça metni
- اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاًۙ
﴿٧٢﴾ - لِيُعَذِّبَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
﴿٧٣﴾
Meali
72— Şüphesiz ki biz emâneti göklere, yere ve dağlara sunduk, onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korkup titrediler; insan onu yüklendi; şüphesiz ki o, çok zâlim ve çok câhildir.
73— Şunun için ki, Allah, ikiyüzlü dönek erkeklerle, ikiyüzlü dönek kadınlara; Allah’a ortak koşan erkeklere, Allah’a ortak koşan kadınlara azap edecek ve imân eden erkeklerin, imân eden kadınların tevbesini kabul edecek. Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
İniş Sebebi
Münafıklar ile Yahudiler durmadan Hz. Muhammed’in (A.S.) yaşayış tarzını, aile hayatını, evine bizzat öte beri alıp taşımasmı tenkîd ediyor; gizli-açık, dolaylı dolaysız ona eziyet ediyorlardı. Cenâb-ı Hak, içinde kin ve haset, nifak ve şikak hastalığı bulunanların tarih boyunca gönderilen peygamberlerin karşısına çıkıp eziyette bulunduklarını hatırlatarak, Musa Pey-gamber’e {A.S.) yapılan eziyeti buna misâl göstermekte ve böylece yahudi milletinin karakter yapısı hakkında bilgi vermektedir.
İlgili Hadîsler
«Doğrusu Musa (A.S.) edepli, terbiyeli, vücudunu örten, utanıp haya duyduğu İçin de teninden bir yer açık tutmayan bir kimse idi. O yüzden İsrail oğulları’ndan bir kısmı, «Musa’nın kendini bu kadar örtmesi, sırf te-nindeki alacalıktan veya debelikten, ya da bir dertten dolayıdır» diyerek ona eziyet ediyorlardı.»
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir gün ganimet malını taksim etmiş bulunuyordu ki, imânı zayıf olan bir adam, «bu taksimde Allah rızası göze-tilmemiştir» diyerek Hz. Peygamberi gayr-i âdil olarak suçlamış oldu. Onun bu ölçüsüz sözünü işiten bir sahabi, «ey Allah düşmanı, senin bu sözünü mutlaka Hz. Peygamber’e haber vereceğim» diyerek gelip durumu Resulü Han’a (A.S.) arzetti. Resûlüllah (A.S.)ın yüzü kızardı ve şöyle buyurdu:
«Allah, Musa’ya rahmet eylesin; o bundan daha çok eziyete uğradı da sabretti.»
Ebû Musa el-Eş’ârî (R.A.) anlatıyor:
— Resûlüllah (A.S.) Efendimiz öğle namazını kıldırdıktan sonra eliyle işaret edip oturmamızı emretti ve şöyle buyurdu: «Şüphesiz ki Rabbım bana, Allah’tan saygı ile korkmanızı ve doğru söz söylemenizi emretmemi buyurdu.» Sonra kalkıp zevcelerine uğrayarak onlara da: «Rabbım bana, Allah’tan saygı ile korkmanızı ve doğru söz söylemenizi emretmemi buyurdu» diyerek tebliğde bulundu.
«En şiddetli belâ (sıkıcı, üzücü sınav) peygamberler üzerinedir; sonra derece derece sürüp gider; adam dinine bağlı bulunduğu ölçüde belâ ile karşılaşır. Dinine çok bağlı ise belâsı o nisbette şiddetli olun az bağlı ise ona göre belâ başına gelir. O kadar ki, kul yeryüzünde hatasız (günahsız) yürüyünceye kadar belâ onun peşini bırakmaz.»
«İnsanlardan en şiddetli belâya uğrayan peygamberlerdir, sonra sâ-lihler, sonra da derece derece farklı olanlardır.»
Tefsiri / Açıklaması
Yükümlülükler Ve Bunlarla Sorumlu İnsanların Sınıflandırılması
72- Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik. Onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve korktular. Onu insan yüklendi. Şüphesiz ki insan çok zalim ve çok cahildir.
73- Bunun neticesi olarak Allah mü- nafık erkeklere ve münafık kadınara müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, mümin er- keklerin ve mümin kadınların da tevbelerini kabul edecektir. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Belagat:
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik.” temsilî istiaredir. Emanet ve emanetin içindeki ağırlık ve sonsuz şiddet göklere, yere ve dağlara teklif edilse, bunların taşımaktan kaçınacakları ve korkacakları çok çok ağır bir şeyle temsil edilmiştir.
“Allah münafık erkeklere ve münafık kadınlara … azap edecek.” ayeti ile “Mümin erkeklerin ve mümin kadınların da tevbelerini kabul edecektir.” ayetleri arasında mukabele denilen sanat yapılmıştır.
Surenin “kâfirlere ve münafıklara itaat etme.” şeklindeki başlangıcı ile “Allah münafık erkek ve münafık kadınlara … azap edecek” şeklindeki sonucu ile bedi’ ilminde “Reddü’l-acüzi ales-sadr” diye adlandırılan sanat yapılmıştır. Başlangıç, münafıkların kötülenmesi; sonuç, münafıkların kötü akıbeti hakkındadır.
Açıklaması
Allah Tealâ şer’î yükümlülüklerin önemi ve ağırlığını ve bu yükümlülüklerin göklerin ve yerin bile yüklenmekten kaçındıkları büyük bir yük olduğunu beyan etmek üzere şöyle buyurdu:
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik. Onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve korktular. Onu insan yüklendi. Şüphesiz ki insan çok zalim ve çok cahildir.”
Biz farzlar ve taatler gibi şer’î yükümlülükleri bu büyük varlıklara teklif ettik. Bu varlıklar buna güç getiremediler, şuur ve idrak sahibi oldukları farz edilerek bu emanet kendilerine teklif edildi; ama bu varlıklar bu emanetin sorumluluğunu taşımayı reddettiler ve bunu taşımaktan korktular. Fakat insan bu emanetle mükellef kılındı. İnsan zayıflığına rağmen bu emaneti yüklendi. İnsanoğlu bu konuda nefsine çok zulümkârdır ve taşıdığı emanetin değerini bilme hususunda çok cahildir.
İbni Abbas diyor ki Cenab-ı Hak “emanet” ile taat ve farzları kastetmektedir. Bunları Âdem’e arzetmeden önce, bu varlıklara arzetti. Onlar bunu taşıyamadılar. Bunun üzerine Cenab-ı Hak Âdem’e şöyle dedi:
– Ben emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettim. Onlar buna güç getiremediler. Peki, sen bu emanetin içinde olanları alır mısın?
– Ya Rabbi! Bunun içinde ne var? dedi. Cenab-ı Hak:
– Eğer iyi amel işlersen, mükâfata nail olursun. Kötü amel işlersen, cezalandırılırsın, buyurdu. Bunun üzerine Hz. Âdem bu emaneti alıp yüklendi. Bu, ayette işaret edilen husustur: “Bu emaneti insan yüklendi. Şüphesiz ki insan çok zalim ve çok cahildir.” Bundan murad insan cinsinin genel durumudur.
“Emanet”, eda edilmesi sevaba, zayi edilmesi cezaya sebep olacak taat ve farzları ihtiva etmektedir. Bu ifade, üzerinde hiçbir delil olmayan mal emanetlerini de ihtiva etmektedir. Cünüp kimsenin gusletmesi emanettir, namus emanettir, kulak emanettir, göz emanettir, dil emanettir, karın emanettir, el emanettir, ayak emanettir.
İnsan, içinde olanları bilmemesi sebebiyle bu emaneti yüklendi, bu varlıklar ise bu emaneti gayet iyi takdir ettiler. İnsanoğlu bununla beraber nefsî infialler ve şahsî arzulardan etkilenmektedir, işlerin sonuçlarını düşünmemektedir. Bu yükümlülükler şehvet hakimiyetini engellemek ve içgüdüleri ve içindeki dahilî güçlerin tesirini engellemek için bir vesiledir.
Cenab-ı Hak bu yükümlülüklerin mükellefler arasındaki neticelerini beyan etmek üzere şöyle buyurdu:
“Bunun neticesi olarak Allah münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, mümin erkeklerin ve mümin kadınların da tevbelerini kabul edecektir. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.”
İnsanoğlunun bu emaneti -şer’î yükümlülükleri- yüklenmesi neticesi olarak insanlar iki gruba ayrılmıştır:
1- Münafık erkekler ve münafık kadınlar: Bunlar iman ehlinden korkarak iman ettiğini ortaya koyan ve küfür ehline tâbi olarak içinde küfrü gizleyen kimselerle; müşrik erkekler ve müşrik kadınlar, içi-dışı Allah’a şirk koşma ve peygamberlere aykırı davranma içinde olanlar birinci grubu teşkil etmektedir.
2- İkinci grup ise mümin erkekler ve mümin kadınlar, yani Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve Allah’a itaatle amel edenler olup bunlar tevbe ettiklerinde Allah’ın tevbelerini kabul ettiği, ibadet ve benzeri taşıdıkları emanetleri eda eden kimselerdir. Zira Allah müminlerin günahlarını çok bağışlayan ve onlara çok merhamet edendir.
Bu ayet Allah’ın insana çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici olduğunu bildirdiğine ve bizzat ona bakıp onu çok zalim ve çok cahil olduğunu gördüğüne delildir. Cenab-ı Hak daha sonra ona bu emaneti teklif etti. İnsanoğlu da mağfiret ve rahmetle takviye edildiğini bildiği için, zulümkâr olduğundan ve bilgisizliğinden bu emaneti kabul etti. Bunun manası şudur: İnsanın fıtrî hastalığı vardır. Bu hastalığın ilâcı ve tedavisi ise insanın tevbe etmesi, Allah’a yönelişi ve taati sebebiyle Cenab-ı Hakkın vereceği mağfiretin genişliği ve rahmetin çokluğudur. [139]
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Bu ayetler aşağıdaki hususlara delâlet etmektedir:
1- Çeşitli hükümleri ihtiva eden bu sure ilâhî emirlere, yüce şer’î âdaba ve eşsiz öğütlere sarılmanın vacip oluşu şeklindeki genel bir hükümle sona ermiştir.
2- Emanet sahih görüşe göre dinî vazifelerin tamamını ihtiva etmektedir. Bu cumhurun görüşüdür. Allah’ın kullarına emanet olarak yüklediği farzlar bu emanetin bir parçasıdır. Şer’î yükümlülükler kolay ve basit değildir. Bunlar göklerin, yerin ve dağların taşımaktan kaçındığı büyük emanetin ta kendisidir.
Hakim et-Tirmizî’nin İbni Abbas’tan rivayet ettiği hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurdu: Allah Tealâ Adem’e:
– Ya Âdem! Ben emaneti göklere ve yere teklif ettim. Onlar bunu taşıyamadılar. Sen içindekilerle birlikte bu emaneti taşır mısın? Âdem:
– Ya Rabbi! Bunun içinde ne vardır? Cenab-ı Hak:
– Bunu taşırsan, ecre lâyık olursun. Zayi edersen, azaba lâyık olursun, dedi. Âdem bu emaneti içindekilerle birlikte aldı. Cennette sadece ilk namaz ile ikindi arasındaki vakit kadar bekledi. Nihayet şeytan onu cennetten çıkardı.
3- Gökler, yer ve dağlara teklifte bulunmak ya mecaz yahut hakikattir, veyahut bir misal getirmedir.
a) Bir grup âlim şöyle demiştir: Ayetin manası şudur: Biz emaneti göklerin ve yerin ahalisi olan meleklere ve cinlere teklif ettik. Onlar bunun yükünü taşımaktan kaçındılar. Bunun benzeri: “Köye sor” (Yusuf, 12/81) ayeti köy halkına sor, anlamındadır. Bu mecaz-i mürseldir.
b) Bir başka âlim grubu ise şöyle demiştir: Bu ayet bir başka çeşit mecazdır. Yani biz emanetin ağırlığını göklerin, yerin ve dağların gücüyle karşılaştırdığımızda bu emanete onların güç getiremeyeceklerini ve eğer konuşsalar bundan kaçınacaklarını ve korkacaklarını görürüz. Bu aynen: Bu yükü deveye teklif ettim, kabul etmedi, sözü gibidir. Yani sen devenin kuvvetini yükün ağırlığıyla karşılaştırıyorsun ve onun bundan âciz kalacağını görüyorsun.
c) Hasan el-Basrî ve bir grup âlim ise şöyle demişlerdir: Bu teklif hakikidir. Yani Cenab-ı Hak gökler, yer ve dağlara bu emaneti taşımalarını yani sevap veya cezayı teklif etti. Onlara bunu gösterdi. Onlar da bunun yükünü taşıyamayıp korktular. Biz ne sevap, ne de ceza isteriz, dediler. Her biri: “Bu taşıyamacağımız bir iştir. Bizler bize tevdi edilmiş olan emro-lunduğumuz işleri kabul edip itaat etmeye devam ederiz” dediler. Fakat âlimler diyor ki: Bilindiği gibi cansız varlıklar sözü anlamaz ve cevap veremezler. Dolayısıyla bu son görüşte bu varlıklara hayat verilmesi takdir edilmelidir. Buradaki teklif zorunlu değil, tercih hakkı bulunan tekliftir.
d) Kaffal ve diğer bazı âlimler ise şöyle demişlerdir: Bu ayetteki teklif bir misal vermedir. Yani gökler, yer ve dağlar kendilerinin mükellef olmaları caiz olsaydı, cisimlerinin büyüklüklerine rağmen onların şer’î hükümlere bağlanmaları bu hükümlerdeki sevap ve ceza sebebiyle kendilerine ağır gelirdi. Yani bu mükellefiyet göklerin, yerin ve dağların bile âciz kalacakları bir iştir. Halbuki insan bu mükellefiyetin altına girmiştir. İnsanoğlu çok zalim ve çok cahildir. Bir düşünebilse! Bu aynen şu ayet gibidir: “Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik…” (Haşr, 59/21). Sonra da “Bu misalleri insanlara anlatıyoruz…” buyurulmuştur. Kaffal diyor ki: Allah Tealâ’nın misal verdiği sabit olduğuna göre ve bize ancak misal şeklinde bazı haberler geldiğine göre bu ayetin de bu şekilde kabul edilmesi vacip olmuştur.
Ayetten maksat bu şer’î yükümlülüklerin büyüklüğünü ve ağırlığını beyan etmek, insanın bu yükümlülükler karşısındaki sorumluluğuna ve bu konuda ihmalkâr olmamasına dikkat çekmektir. İnsanoğlu iki tercih arasındadır: Ya isyan edip azaba, yahut itaat edip sevaba nail olacaktır. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
4- İnsan emanetin sorumluluğunu yüklenmeyi üstlenmiştir. Bunun hakkını yerine getirmeyi kabul etmiştir. O bu konuda kendi nefsine veya emanete karşı çok zulümkâr, altına girdiği bu yükü takdir edemeyecek kadar da çok cahildir, ya da Rabbine karşı çok cahildir.
Emanetin genel oluşuna binaen insan denince bütün insan cinsi kastedilmektedir. Dolayısıyla kâfiri de, münafığı da, isyankârı da, mümini de içine alır. Bir başka görüşe göre: İnsandan murad emaneti yüklenen Âdem aleyhisselâmdır.
5- “Li-yüazzibe: azap etmek için” kelimesindeki lâm, sayrûret (netice bildiren) lamı desek de ta’lîl (sebep bildiren) lâm desek de, ya “arazan” kelimesine, ya da “hameleha” kelimesine mütealliktir. Çünkü sonuç insanların yükümlülük karşısında isyankârlar ve itaatkârlar olarak iki kısma ayrılmalarıdır. Zira insan emaneti yüklenmiştir. Elbette onun bu emanet karşısındaki durumu tek olmayacaktır. Burada emanetin hakkına riayet eden kimseler olacak, Allah da bunları cennetle mükâfatlandıracaktır. Ayrıca bunun hakkına riayet etmeyen kimseler olacaktır. Allah da bunlara cehennemle azap edecektir.
Lâm, “arazna” fiiline müteallik olup sebebiyet lamı olunca ayetin manası şu şekilde olmaktadır: Biz emaneti herkese arzettik. Sonra da Allah’ın müşriğin şirkinin, münafığın nifakının artaya çıkıp da Allah’ın kendilerine azap etmesi için, müminin imanının da ortaya çıkıp Allah’ın kendisine sevap vermesi için biz bu emaneti insanın boynuna yükledik.
Lâm, “hameleha” fiiline müteallik olup sebebiyet lamı olunca mana şu şekilde olmaktadır: İsyankârın azap görmesi, itaatkârın sevap alması için insan bu emaneti yüklendi. Zira azap, emaneti yüklenmenin sonucudur.
Lâm, sayrûret (netice bildiren) lâm olunca ayetin manası şu şekilde olacaktır: İnsan bu emaneti yüklendi. Sonunda Allah, emanete ihanet edene azap edecek, emaneti hakkıyla eda edenlerin tevbelerini kabul edecektir.
Kaynak: Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/233.
BENZER KONULAR:
Cevapla