Allah İnancının Fert ve Toplum Hayatı Üzerindeki Etkileri

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Allah inancının birey ve toplum üzerindeki etkisi

Ahiret inancinin birey ve toplum uzerindeki etkisi

Allah inancı insanın içindeki/kalbindeki bir tasdikten ibaret olsa da, bu inanan insan üzerinde pek çok olumlu etkisi vardır. Şüphesiz insan için esas gaye ebedi saadete ulaşmaktır. Ebedi saadet yurdu ise şu âyette haber verildiği üzere âhirettir: “Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve bir oyundan ibarettir. Oysa ahiret yurdu, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilselerdi!” (el-Ankebût 29/64). Bu ebedi saadeti kazanmak ise öncelikle Allah’a inanmakla mümkündür. Dolayısıyla Allah inancının en temel işlevi ve faydası insana ebedi saadet yolunu açmasıdır.
Ancak Allah inancı insanın bütün duygularını ve düşüncelerini, söz ve eylemlerini olumlu yönde etkileyeceğinden, aynı zamanda insanın dünya hayatındaki iyilik ve mutluluğunun da kaynağıdır. Zaten İslam’a göre dünya hayatı, âhiret hayatının kazanılacağı ve şekilleneceği yerdir. Bu yönüyle Allah inancının bu dünyadan başlayarak insana maddi ve manevi anlamda fayda sağladığı, insanın birtakım ihtiyaçlarını karşıladığı açıktır.

Allah inancı her şeyden önce insanın yaratılış amacına uygun olarak inanıp yaşamasını ve bu dünya hayatındaki sınavı başarmasını sağlar. İnsan düşünen bir varlık olarak çevresinde gördüğü olguların ve bir bütün olarak kâinatın varlığını ve mahiyetini, bunların niçin var olduğunu sorgular, sürekli olarak varlığı ve hayatı anlamlandırmaya çalışır. “Ben kimim?”, “Niçin yaşıyorum?”, “Kâinat niçin var?” gibi sorulara cevap arar. Allah inancı, bütün bu soruların cevabını içinde taşır. Kur’an-ı Kerim’de “Biz göğü, yeri ve bu ikisi arasındakileri eğlenmek için yaratmadık” (el-Enbiya 21/16) buyurularak yaratmanın bir amacı olduğu belirtilir. Bu evrende hiçbir şey boşuna yaratılmamışken düşünen tek varlık olan insanın boş yere yaratıldığı düşünülemez. “İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (el-Kıyâme 75/36) ayeti buna işaret etmekte, “Ben cinleri ve insanları yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım” (ez-Zâriyât 51/56) âyeti de insanın yaratılış amacını dile getirmektedir.

Allah’a inanmanın pratik bir sonucu da kişinin diğer insanlar ve varlıklar hakkında daha olumlu, merhametli ve anlayışlı bir tutum benimsemesine yol açmasıdır. İnsanın çevresindeki diğer insanlarla, canlı-cansız varlıklarla ilişkisinin sağlıklı olabilmesi, insanın varlık hakkında, kendisi ve içinde yaşadığı evrenin niçin yaratıldığı ve sonunun ne olacağı hakkında doğru ve sağlam bir inanç ve tasavvura sahip olmasıyla mümkündür. Bunun ilk şartı da Allah inancıdır. Zira Islam’ın haber verdigi şekilde Allah’a inanan kimse, her şeyi goren, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir yaratıcısının bulunduğunu, kendisinin boş yere yaratılmadığını, yaratılışının bir amacının bulunduğunu düşünerek sorumluluk bilinci geliştirir ve davranışlarına dikkat eder; güzel ve hayırlı işlere yönelir, kötülüklerden, suç işlemekten, insan onuruna yakışmayan ahlaki düşüklüklerden kaçınır. Hiçbir beşeri kanun yahut ideoloji Allah inana kadar insanların vicdanı üzerinde bağlayıcı ve etkileyici degildir. İnsanlar beşeri kanunlardan ve müeyyidelerden kaçabilse de Allah’a inanan bir insan her şeyi gören ve her şeyi bilen yaratıcısından asla kaçamayacağını bilir. Kur’ân-1 Kerim’de sıklıkla tekrar edilen “iman edenler ve salih amel işleyenler” hitabı (mesela bk. el-Bakara 2/277; Yünus 10/9; Hud 11/23), imanın sadece soyut bir düşünceden ibaret olmadığını, inanan kişiyi bu inanç doğrultusunda güzel davranışlara sevketmesi gerektiğini hatırlatarak iman ve güzel davranışlar (salih amel) arasındaki bağlantıya dikkat çeker. Hz. Peygamber’in şu hadisleri de Allah’a iman ile salih amel arasındaki bu sıka irtibatı farklı örneklerle ifade etmektedir: “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kişi misafirine ikram etsin, Allah’a ve âhiret gününe iman eden kişi komşusuna rahatsızlık vermesin, Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişi ya iyilik söylesin ya da sussun!” (Buhari, “Edeb”, 31; Ebû Davud, “Edeb”, 123); “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişi asla içki içilen sofrada oturmasın!” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 339); “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir erkek (aralarında evlenme engeli bulunmayan) bir kadınla yanında mahremi olmaksızın yalnız kalmasın” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 108-109).

İmanın kazandırdığı sorumluluk bilincine sahip, bu bilinç gereği güzel davranışlara yönelen bireylerden oluşmuş bir toplum, doğal olarak iyiliğin hâkim olduğu, kötülüğün azaldığı, yaşanabilir, sağlıklı bir toplum olacaktır. Diğer taraftan kişinin güzel amellere yönelerek kötü amellerden olabildiğince kaçınması, kötü amellere sevkeden duyguların ve düşüncelerin kalbinden silinmesiyle mümkündür. Allah’a imanın yerleştigi bir kalpte hurs, gurur, kibir, azgınlık, haset gibi insana yakışmayan eğilimler bulunmaz. Bu balamdan Allah’a iman kişide ahlaki erdemlere kaynaklık eden ve onları geliştiren bir işleve de sahiptir (bk. AMEL).

Allah inancı, kişinin bireysel ve toplumsal hayatında davranışlarını düzelten bir işlev taşımasının yanında ona sabır, metanet, cesaret gibi birtakım meziyetler de kazandırır. Nitekim Allah’a iman eden bir kişi zorlukları, musibetleri metanetle karşılar ve onlar karşısında yıkılmaz. Çünkü bütün bunların ancak Allah’ın izniyle başına geldiğini (bk. et-Tegabun 64/11), Allah’ın kendisini imtihan etmek için yarattığı gelip geçici olaylar olduğunu bilir, şu ayette belirtildiği gibi bunları sabır ve metanetle karşılar: “Sabreden müminler, başlarına bir felaket gelince, “Bizim bütün varlığımız Allah’ındır ve sonunda yine O’na döneceğiz’ (Inna lillah ve inna ileyhi raciun) derler” (el-Bakara 2/156).

Allah inancına sahip bir kimse zorluklar karşısında yılmadığı gibi bunlara cesaret ve azimle karşı koyar. Nitekim Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretten sonra Mekkeli müşriklerle ikinci defa karşı karşıya geldiği Uhud Gazvesi öncesi müşriklerin savaş hazırlığı karşısında müslümanların ruh halini anlatan şu âyet bunu çok iyi ifade eder: “Bazı insanlar müminlere, “Düşmanlarınız sizinle savaşmak için ordular topladı; onlardan korkun!’ demişti, ancak bu onların imanlarını bir kat daha arttırmış ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!’ demişlerdi” (Al-i İmrân 3/173). Allah’ı dost edinen müminlerin bu tür zorluklar karşısındaki temel tavrı Allah’a güvenip O’na tevekkül etmektir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “De ki: Allah bizim için ne yazdıysa başımıza ancak o gelir. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnız Allah’a dayanıp O’na tevekkül etsinler” (et-Tevbe 9/51; ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/122; el-Mâide 5/11; İbrâhim 14/12; el-Mücâdile 58/10); “Şunu iyi bilin ki, Allah dostlarına ne korku vardır ne de keder” (Yûnus 10/62; ayrıca bk. el-En’âm 6/48). Böylelikle mümin karşılaştığı zorlukları Allah’a dayanmanın verdiği güçle aşacağını bilir ve iç huzuruna kavuşur (ayrıca bk. TEVEKKÜL).

İnanma ihtiyacı insanın tabiatında var olduğu için, insan Allah’a inanmak suretiyle rahata ve huzura kavuşur; inançsızlığın yol açacağı psikolojik hastalıklardan ve bunalımlardan korunur. “Onlar iman eden ve Allah’ın zikriyle huzura kavuşan kimselerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” (er-Ra’d 13/28) âyeti, Allah inancının ve her an O’na yakın olma duygusunun insana sağladığı bu “itminan” haline yani gönül huzuruna ve dinginlige işaret eder.

Allah inancı aynı zamanda insan yalnızlık psikolojisinden de korur. İnsan hastalık, sevdiklerini kaybetmek, uzak yolculuklara çıkmak ve benzeri durumlarda derin bir yalnızlık hisseder. Bu psikoloji zaman zaman onu korku ve endişelere sevkeder, kötümserliğe iter ve olaylar karşısında çaresiz bırakır. İnsan Allah’a inanmak suretiyle her şeyi bilen, her şeye hükmeden yüce yaratıcının daima kendisiyle birlikte olduğunu, kendisini görüp duyduğunu, duasını kabul ederek kendisini içinde bulunduğu halden kurtaracağını düşünerek yalnızlık ve çaresizlik duygusundan uzaklaşır, kendisini güvende hisseder. Allah Teâlâ insanın bu durumunu bildiğinden Kur’ân-ı Kerim’de sürekli insanın yalnız olmadığını, manevi anlamda her an kendisiyle birlikte olduğunu vurgular: “Kullarım sana beni sorarlarsa, ben onlara çok yakınım. Bana dua ettiğinde dua edenin duasına karşılık veririm” (el-Bakara 2/186); “Andolsun, biz insanı yarattık; içinden geçenleri de çok iyi biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız” (Kāf 50/16).

Kaynak: Temel İslam Ansiklopedisi

BENZER KONULAR:

Answers ( 2 )

    2
    2021-09-19T23:49:52+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Allah inancının fert ve toplum üzerindeki etkilerini söyleyecek olursak; fert olarak Allah inancının etkisi, ebedi saadet yurdu olan cennet ile ödüllendirilmesine sebeptir Allah’a olsan inanç. Allah inancının fert üzeindeki etkisinin bir başka faydası; inanan insanın bu dünyada bir sınavda olduğunu bilmesi ve Allah’ın razı olacağı işler yapmasının sonucunda cennete gideceğini bilmesidir. Allah inancı kişinin psikolojik olarak yalnız başına kalmadığını bilmesidir.

    İmanın kazandırdığı sorumluluk bilincine sahip, bu bilinç gereği güzel davranışlara yönelen bireylerden oluşmuş bir toplum, doğal olarak iyiliğin hâkim olduğu, kötülüğün azaldığı, yaşanabilir, sağlıklı bir toplum olacaktır.

    En iyi cevap
  1. Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Allah inancının insan hayatına kazandırdığı faydaların özeti güzel bir şekilde dile getirilmiş. Huzur, güven ve teslimiyet gibi temel duyguların yanı sıra dürüstlük, güvenilirlik, saygı ve merhamet gibi değerler de bu inançla birlikte gelir. Bu değerler, hem kişinin bireysel yaşamını hem de toplumsal ilişkilerini olumlu yönde etkiler. Ayrıca, Allah’a olan inanç insanın manevi olarak da beslenmesini sağlar ve günahlardan kaçınarak sevaplarla dolu bir yaşam sürmesine yardımcı olur.

Cevapla