Allah her topluma peygamber göndermiş midir

Question

Allah tüm toplumlara peygamber göndermiş midir?

And olsun ki, her ümmete, «Allah’a kulluk edip tapın, azdırıp saptırıcılardan kaçının!» diyerek (uyarıda bulunan) bir peygamber gönder­dik. Onlardan kimini Allah doğru yola eriştirdi; kiminin de üzerine sapıklık (damgası vurulması) hak olmuştu. O halde siz yeryüzünde gezip dolaşın da (Hakk’a karşı gelip peygamberleri) yalanlayanların sonunun ne olduğu­nu görün.

Nahl Suresi 36. ayet


 

Her Ümmete Bir Peygamber Gönderilmiştir

 

<<And olsun ki, her ümmete, Allah’a kul­luk edip tapın; azdırıp saptırıcılardan kaçının! diyerek (uyarıda bulunan) bir peygamber gönderdik.»

Peygamberleri genel olcu ve anlamda üc grupta toplamak mümkün­dür ;

1— Kendilerine semavî kitap verilen ve onu tebliğ ve yürütme ile gö­revlendirilenler.

2— Kendilerinden önceki peygambere   indirilen     kitabın   hükümlerini teblîğ etmekle görevli olanlar.

3— İnen vahiy ile kendilerine ahlâki kurallar, düzenli hayat ve âhiret ilgili bilgiler verilen ve gönderildikleri ümmeti irşatla görevlendirilen­ler. Bunlara kitap indirilmediği gibi, kendilerinden önceki kitapları teblîğ etme görevi de verilmemiştir. Bunlar daha çok uzak ülkelerde olup, daha önce indirilen kitabı ele geçirme imkânlarından mahrum olanlardır,

Yukarıdaki âyetle bu üç gruba da işaret edilmektedir. Ancak her ka­saba ve millete daha çok üçüncü gruba dahil olan peygamberlerden gön­derildiğinde şüphe yoktur.

Ayrıca yeryüzünde bugünkü imkânların ve seri vasıtaların eski çağ­larda bulunmadığını dikkate alırsak, az yukarıda belirttiğim gibi, yeryü­zündeki kavim, ümmet ve milletlere devamlı peygamber gönderildiği hal­de, çoğunun birbirleriyle temas kurma, zahirî bir haberleşme sağlama im­kânları olmamış ve böylece uzak bir ülkede bulunan peygambere indirilen kitabı diğer bütün ülkelerde teblîğ etme görevi verilmemiştir. Böylece her peygamber bulunduğu yerde, ilâhî vahye göre, insanları Allah’ın varlığını, birliğini tasdîka çağırmış ve birtakım ahlâki kurallarla helâl ve haramla ilgili hükümleri tebliğ etmekle yetinmiştir.

Fâtır sûresinde bu konuya biraz daha açıklık getirilerek şöyle buyu­ru I uyor: «Hiçbir ümmet millet yoktur ki, içlerinden, (gelecek felâkete, in­kâr ve sapıklıklarındaki inatlarına karşı) uyarıcı bir peygamber gelip geç­miş olmasın.»

Haberleşme imkânları doğup gelişmeğe başlayınca, Cenâb-ı Hak ar­tık her kavim ve ümmete, kabile ve millete ayrı ayrı peygamber gönder-meyip bütün insanlara ve milletlere Allah’ın son mesajını tebliğ edecek bir tek peygamber göndermeyi irâde etmiştir. Kur’ân’da bu husus şöyle belir­tilmektedir: «(Ey Peygamber!) Biz seni bütün insanlara ancak (rahmetin) müjdecisi, (azabın) uyarıcısı olarak gönderdik. Ama insanların çoğu bil­mezler. »

Ne var ki, her kasaba halkı veya millet ve ümmet kendilerine gönderi­len bu uyarıcı elcilere kendi dil ve kültürlerine göre ayrı ayrı isimler ver­mişlerdir. Kimi öğretici, kimi uyarıcı, kimi filozof, kimi peygamber, kimi mürşit demiştir, Kur’ân bu elciler hakkında daha çok şu iki ismi kullanmış­tır: Nebi – Resul.. Peygamber ismi ise, Farsçadan bize geçmiştir, Nebî is­mine karşılık kullanılır ki, haber getiren demektir.

Böylece her kavim ve ümmete peygamber gönderilmişse de, çoğu onların tebliğ ettiği ahlâkî kuralları, helâl ve haramla ilgili hükümleri ve her şeyin başında Allah’ın varlığını ve birliğini, kendi inançlarına, âdet ve geleneklerine, sefih yaşayışlarına ters görerek reddetmiştir. Çünkü pey­gamberlerin getirip teblîğ ettikleri esas ve prensipler insan ruhunun yü-celiğiyle eşdeğerde olup, akıl yoluyla kalp ve kafalara işlenmek özelliğini taşıyordu. Halkın yaşayışı ise, nefis doğrultusunda olup duygu ve şehvete yönelik idi.

Bu düzeyde olan toplumların ilâhî buyruklarla uyum sağlayabilmeleri için yıllarca irşat edilip eğitilmelerine ihtiyaç vardır. O da inkârları önyargı haline gelmemiş, kafalarında köklü bir karanlık oluşmamışsa, o takdirde olumlu sonuç alınabilir. Aksi halde Nuh Peygamber’in (A.S.) kavmi ile Fir’-avn ve yandaşları gibi her gecen gün küfür ve inatları artabilir.

Tabii bu arada Cenâb-ı Hakk’ın hidâyet yoiunu açması başta gelen olumlu tesirdir ki, dilediği hakkında tecelli ettirir. Şu demektir ki, az-çok aklını, idrâkini kullanıp kendini hidâyetin tecelli edeceği çizgiye getirenler, Allah’ın bu lütfundan nasiplerini alabilirler. Aksine bir yol izleyip ileri çiz­giye değil, gerideki çizgiye kendilerini itenler o lütufdan mahrum kalırlar.

Kur’ân-ı Kerîm, peygamberlerle ilgili açıklamada bulunduktan sonra yaşamakta olan insanlara sesleniyor: İbret ve öğüt almak istiyorsanız, yeryüzünde gezip dolaşın da Cenâb-ı Hakk’a karşı gelip peygamberleri ve mürşitleri yalanlayan donuk kalpli, silik vicdanlı, karanlık kafalı kavim ve milletlerin sonlarının ne olduğunu tarihî harabelere bakıp görün. Onların çoğu insanlıklarına yakışmayanı, ruhlarının taşıdığı fıtrat cevherine ters düşeni yapmışlar, hayat kanunlarını çiğneyip sünnetullaha uymamışlardı. Bu yüzden Allah’ın câri kanunu onlar hakkında hükmünü yürütmüştür. Ge­ride sadece kötü bir isim ve yıkılan medeniyetlerinin (!) kalıntıları kalmış­tır

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Answers ( 2 )

    1
    2024-05-15T13:04:27+03:00

    Peygamber
    Peygamber gelmemiş kavimler Allahtan haberi olmayanlar cennete gidiyor diye biliyorum.Ama haberi olmayipta puta tapsalar v.s yine cennete giderler mi ? Sonucta haberleri yok.

    0
    2024-05-15T13:05:41+03:00

    Bu konuda itikadi mezhepler arasında ihtilaf bulunmaktadır.
    Eş’ari’ye göre, Allah’ın vahiy mesajını alamayan, peygamberlerin tebliğlerine muhatap olamayan bir kimsenin sorumluluğu yoktur.
    Maturidi’ye göre ise, Allah’ın varlığına inanmak, -peygamber gönderilmeden de- gereken bir görevdir. Buna göre, bu insanlar da Allah’a iman etmekle imtihan edilmektedir.

Cevapla