Allah’ın bilgisi

Question

Allah’ın bilgisi Nedir?

Allahin bilgisi

ALLAH, HER ŞEYİ GÖRÜR ve İŞİTİR

“Namazı kılın, zekâtı verin. Önceden kendiniz için ne hayır yaparsanız onu Allah katında bulursunuz. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı eksiksiz görür.”
(Bakara 2/110)

وَأَقِيمُوا الصَّلوةَ وَأتُوا الرَّكُوةً وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (١٠)

Kur’ân’da Allah Teâlâ’nın isimleri çoğu zaman âyet sonlarında bulunur. Allah’ı niteleyen bu kelimeleri, âyetin konusunu göz önüne alarak okumak gerekir. Örneğin, “Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Eğer yüz çevirdilerse, sana düşen yalnızca bildirimde bulunmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.” âyetinin son cümlesi, Allah’ın görmesini ifade etmenin ötesinde, İslâm’a girenlere ödül vaadi ve yüz çevirenleri cezalandırma tehdidi içermektedir. Beyzávî (ö. 685/1286), “… O en ince şeyleri bilir (latif) ve her şeyden haberdardır (habîr).” meâlindeki âyete şu yorumu getirmiştir: O, bakışların görüp ulaşamadıklarına ulaşır, onları görür. Bakışlar O’na ulaşamaz ve O’nu göremez, çünkü O, latiftir. Allah, duyularla algılanamaz ve O’na dokunulamaz. Ancak, O, bakışlara ulaşır ve onları görür, çünkü O, her şeyi bilendir, habîrdir.
Kur’ân’da Allah’ın en yetkin şekliyle bilen bir varlık olması (ålim, alim, allam), görmesi (basîr) ve işitmesi (semi) sıklıkla ifade edilir. Allah için kullanıldığında basir kelimesi, “Allah’ın işleri ve oluşları, tüm gizli kısımlarıyla birlikte bilmesi”, semi kelimesi ise “işitilmeye konu olan her şeyi bilmesi ve karşılığını vermesi” anlamına gelir. Kur’ân’da sıkça geçen bu sıfatlar, âyetlerde hangi konu ele alınıyorsa, Allah’ın o konu ile ilgili, bilgi ve hakimiyetini anlatır. Meselâ, “… O vasiyeti işittikten sonra kim değiştirirse günahı, yalnızca onu değiştirene ait olur. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir. şeklinde tercüme edilen âyette, vasiyeti, Allah’ın emrettiğinin dışında değiştirip doğrudan sapanı Allah’ın işittiği ve yine doğrudan ayrılıp sapanın içinde gizlediğini de Allah’ın bildiği anlatılmaktadır.”
“Görme veya bilme yoluyla tanık olan” anlamındaki eş-Şehîd ismi de birçok âyette yer alır. Kur’ân’ın ifadesiyle, “Allah her şeye şahittir. ” ve “Şahit olarak da Allah yeter.” “Aziz, övgüye layık, göklerin ve yerin mâliki olan Allah her şeye şahittir.” âyetinde de Allah’ın, kulların bütün yaptıklarını bildiği, O’na hiçbir şeyin gizli kalmayacağı anlatılmaktadır.
Allah, el-Müheymin’dir, yani hiçbir şey O’na gizli kalmaz, O her şeye bizzat tanıklık eder. Olup biten her şeye hâkimdir, yarattıklarını korur ve onların ihtiyaçlarını karşılar, onları gözetler. O, her zaman, onları koruyan, nerede olurlarsa olsunlar onların her şeyini bilen (Ka’im) bir rabdir. Oysa Müşriklerin taptığı şeyler, duymaz, işitmez, hiçbir şeyi anlamaz: “Herkesi hak ettiğine göre yönetip gözeten, hiç başkalarıyla bir olur mu? Bir de tutup Allah’a, ortaklar koşuyorlar. Allah gizli ve açık, büyük ve küçük her şeyi bilir. Allah’ın bilgisi o kadar kapsayıcıdır ki, var olanı da olmayanı da kapsar: “Allah her şeye şahittir.
“Olup bitenleri görüp gözeten” anlamındaki er-Rakib ismi de Kur’ân’da yer alır: “Allah her şeyi görüp gözetmektedir. Meselâ, Allah hesap gününde Hz. İsa’yı ve annesini ilåh edinen Hıristiyanlar hakkında Hz. İsa’ya şunu soracaktır: “… Ey Meryem oğlu İså! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin.” dedin? Hz. Îsă şöyle cevap verecektir: “Háşă! Sen çok yücesin. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim şüphesiz sen onu bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, ama ben sende olanı bilmem. Gizli olanları tam olarak bilen yalnız sensin. Ben onlara ancak senin bana emrettiklerini söyledim; ‘Benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ dedim. İçlerinde bulunduğum sūrece onların yaptıklarına tanık idim. Fakat sen beni vefat ettirdikten sonra onların hảlini bilip gören (er-Rakib) sadece sensin. Sen her şeye şahitsin. ”
Kur’ân’daki Allah’ın görmesi ve işitmesiyle ilgili ifadelerin O’nun engin bilgisiyle yakından ilişkili olduğu görülmektedir. Kur’ân’ın bu husustaki ifadelerinde ayrıca şu hususa dikkat etmek gerekir: “Allah onlarda (inkârcılarda) bir hayır görseydi elbette kendilerine işittirirdi, eğer işittirseydi yine reddederek yüz çevirirlerdi.” âyetinde olduğu gibi, ilk bakışta, inkâr edenlerin Allah öyle karar verdiği için inkâr ettiği şeklinde anlaşılabilecek âyetler vardır. Ancak, âyet dikkatlice okunduğunda bu insanların inkârı bilerek seçtiklerinin kastedildiği görülür. İnkâr eden bu insanlar, Allah’ın öğütlerini, delillerini ve kanıtlarını görmüşler ve sonra iman etmenin doğru olduğunu bile bile inkâr etmişlerdir. Onlar doğru olanı gördükten sonra gerçeğe karşı inatla direnmişler, inkârcı olmuşlardır. Böyle yapmasalardı Allah da onlara âyetlerini, öğütlerini işittirmiş olacak, onlar da Allah’tan gelen bu kanıtları işitip anlayacaklardı. Onlar bu seçimleri sonucunda da hak ettikleri karşılığı alacaklardır: “Bu, kendi ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır. Allah, kullara asla zulmedici değildir.” anlamındaki âyetler de, yukarıdaki åyete verilen anlamı destekler. Yoksa Allah kullarını yanlışa yöneltmediği gibi, onları haksız yere de cezalandırmaz.

ALLAH’IN BİLGİSİ HER ŞEYİ KUŞATIR

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَوَاتٍ وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ يَتَنَزَّلُ الْأَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَأَنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا (۱۳)
“Yedi göğü ve yerden de onların benzerlerini yaratan Allah’tır. Allah’ın gücünün her şeye yettiğini ve yine Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını bilesiniz diye O’nun buyruğu gelip, bunlar arasında (bütün evrende) sürekli gerçekleşir.” (Talak 65/12)
Kur’ân’da, Allah’ın bilgili oluşu ile gerçek ilâh oluşu arasında sıkı bir bağ kurulmuştur. O, her şeye kâdir, her şeyi bilen yegâne ilâhtır. Müşriklerin Allah dışında kulluk ettiği şeyler ise bilgi edinme yetisi bile olmayan varlıklardır. Onlar duymaz, işitmez ve bilmez, dolayısıyla onlar ilâh olamazlar. Oysa Allah her şeyi bilir. Kulluk ise yalnız her şeyi bilen ve gören yegâne yaratıcı Allah’a yapılır. Bilmeyen, görmeyen ve hiçbir şey yapamayan aciz varlıklara kulluk yapılmaz. Müşriklerin taptığı sahte ilâhlar hakkında Kur’ân şöyle buyurur: “Onlara yalvarsanız duanızı işitmezler, işitseler bile size karşılık veremezler. Kıyamet günü de onları (Allah’a) ortak koşmanızı kabullenmezler. Hiç kimse sana, her şeyden haberdar olan Allah gibi bilgi veremez. “Onların, Allah’ın dışında taptıkları varlıklar hiçbir şey yaratamazlar, onların kendileri yaratılmıştır. Onlar canlı değil ölüdürler; insanların ne zaman diriltileceklerini bilmezler.” Gözlerinin önündekini fark edemeyen şeyler nasıl ilâh olabilirler?
Müşriklerin taptığı ilâhlar hiçbir şey bilemeyen ve hiçbir şeye güç yetiremeyen nesnelerdir. Allah ise, evrende sonsuz bilgisiyle mükemmel bir düzeni yaratmıştır. Kainattaki düzene işaret eden âyetlerde geçen “Bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.” ifadesi, bu güce ve bilgiye işaret eder: “O, yere giren ve ondan çıkan, gökten inen ve ona yükselen her şeyi bilir. O, engin merhamet sahibidir, bağışlaması boldur. Bunlar, çok güçlü ve her şeyi bütün ayrıntılarıyla bilen Yüce Allah tarafından belirlenmiştir. Yarattıkları ile ilgili her konu Allah’ın bilgisi dahilindedir: “Allah her dişinin karnında neyi taşıdığını, rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını bilir. O’nun katında her şey bir ölçüye bağlıdır. Ayrıca Allah her şeyi eksiksiz olarak bir kitapta yazmıştır. Hiç kimse, bilgisi her şeyi kapsayan Yüce Allah’ın ilmine erişemez. O’nun ilmi kuşatılamaz: “O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesnakimse bilgisi içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.” Ibn Abbas’tan (ö. 68/687-88) gelen bir rivayete göre, “O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kuşatmıştır.” ifadesindeki el-kürsiden maksat da Allah’ın ilmidir.35 Meleklerin bir duasında da O’nun her şeyi bilmesi şöyle dile getirilir: “… Ey Rabbimiz! Sen, rahmetin ve ilminle her şeyi kuşattın… Allah’ın isimlerinden birçoğu O’nun bilgisinin kuşatıcılığını anlatır. el-Muhit ismi bunlardan biridir. Muhit kelimesi, bilmek bağlamında kullanıldığında, bir şeyin varlığını, cinsini, miktarını, niteliğini, amacını, sebep ve sonucunu, kısaca onunla ilgili her şeyi bütün detaylarıyla kavramak mânasına gelir. Bu şekilde bir bilgi ise yalnızca Allah için söz konusu edilebilir. Nitekim Kur’ân’da “Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” buyurulmaktadır. Ayetin öncesinde Münafıkların, Müminlerin yararına bir durum olduğunda üzüldükleri, ancak onların zarar gördüğü bir duruma da sevindikleri belirtilmektedir. Bu cümleyle Münafıkların bütün bu düşmanlıklarının Allah tarafından her yönüyle bilindiği, yaptıkları her şeyin kayıt altına alındığı ve karşılığının da eksiksiz verileceği bildirilmektedir. el-Muhît kelimesi, Taberî (ö. 310/923) tarafından hafiz kelimesiyle açıklanmıştır ki Allah’ın el-Hafiz ismi de O’nun bilgisini anlatır: “Oysa onlar üzerinde onun hiçbir zorlayıcı gücü yoktu. (Şeytana, kendine uyanları ayartma fırsatı vermemiz ise) sadece, âhirete inananı ona şüpheyle bakandan ayırt etmemiz içindir. Rabbin her şeyi görüp gözetir. Bu âyet, hiçbir şeyin O’nun bilgisi ve kudreti dışına çıkamayacağını bildirmektedir. Kullarının yaptığı hiçbir şey Allah’ın bilgisi dışında kalmaz ve O, bu bilgiye göre onlara yaptıklarının karşılığı olarak hak ettiklerini eksiksiz verir.
Kur’ân’da Yüce Allah’ın, bütün ayrıntı ve incelikleriyle her şeyi bildiğini ve her şeyi tek tek saydığını ifade etmek için el-Muhsî ismi de kullanılır. Kelimenin geçtiği bir âyetin meâli şöyledir: “O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yapıp ettiklerini kendilerine haber verecektir. Allah bunları bir bir saymış, onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye tanıktır. Ayette, buyruklara karşı gelen kulların bütün yaptıklarını Allah’ın tüm ayrıntılarıyla bildiği anlatılır. Allah olup biten her şeyi kayda geçirir. Kullarının bilmediği ve asla ulaşamadığı şeyleri Allah bilir: “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır. Firavun, Hz. Mûsa’nın çağrısından haberi olmayan ve putlara tapan önceki halkların durumunun ne olacağını sorduğunda, Hz. Mûsâ “Onlar hakkındaki bilgi Rabbimin katındaki bir kitaptadır; Rabbim ne yanılır ne unutur…” şeklinde cevap vermiştir.
Kur’ân’daki bazı ifadeler ilk bakışta, Allah’ın bilgisinin olaylara bağlı olarak meydana geldiği anlamını çağrıştırabilir. Ancak bu âyetlerde olayların oluşmasına bağlı olarak gerçekleşen bilme (li a’leme/hatta na’leme), Allah için değildir. Çünkü Yüce Allah, olmuş ve olacak her şeyi bilmektedir. Bu âyetlerin işaret ettiği mana, söz konusu olayların oluşmasıyla, Müminler için gerçeklerin ortaya çıkacağı ve onların da gerçekleri bilecekleridir. Meselâ, “Biz bu yöneldiğin kıbleyi özellikle Resûl’e uyanlarla sırt çevirenleri açıkça ayırt edelim diye belirledik.” âyetinde muhatapların kıblenin değişmesi emrine karşı tutumları sonucunda gerçek Müminlerin bilinip tanınacağı anlatılmaktadır. Müminler, gerçek inananların kimler olduğunu bu sayede görmüş olacaklardır. Yani bu sınamalar, Allah’ın bilmesi için değil, Müminlerin aralarında bulunan gerçek inananları, inanmayanlardan ayırt edebilmeleri içindir. Aynı şekilde, “Sizi deneyeceğiz ki, içinizden cihad edenleri, zorluklara göğüs gerenleri ortaya çıkaralım ve size ait haberleri de (söz ve iddiaları) deneyerek açıklığa kavuşturalım. âyetinde de, cihad gibi zorlu bir görevle sınanma söz konusudur. Gerçek inananların bu sınamayla ortaya çıkacağı belirtilmektedir. Bu sınama sonunda Müminler, aralarındaki gerçek inananlarla, inanmış gibi görünenleri ve kalbinde hâlâ şüphe taşıyanları ayırt etmiş olacaklardır.
Kur’ân’da Allah’ın bilgisinin kuşatıcılığı ile ilgili önemli bir husus, O’nun gaybı bilmesidir. Gayb, insanın duyu organlarının ve bilgi edinebilme sınırının dışında olan demektir. Oysa gaybı da, her şeyi kuşatan Allah bilir: “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez”, “De ki: “Allah’tan başka göklerde olsun yerde olsun hiç kimse gaybı bilemez. Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. Geçmiş tarihî olaylar,5% gelecekte olacaklar ve tabii ki kıyamet vakti ve insanların görüp duyamadıkları şeyler, Kur’ân’da gayb kapsamında zikredilir. “Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir…” Allah’ın yerin ve göklerin gaybını bilmesi, gizli ve açık olan her şeyi bilmesi demektir. Yine, Kur’ân’da çokça geçen “O, görüneni de görünmeyeni de bilir (‘Alimü’l-gaybi ve’ş-şehade)” ifadesi, Allah’ın insanların birbirlerinden gizlediğini ve aralarında paylaştığını, gelecekte meydana gelecek şeyleri ve geçmişte olmuş şeyleri bildiğini ve neticede bilgisinin her şeyi kapsadığını ifade eder. Yalnız insanlar değil, melekler de O’nun bilgisine ulaşamazlar. Meleklerin, insanın yaratılışı kıssasında geçen şu ifadeleri bunun bir kanıtıdır: “Sen çok yücesin!
Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin.
Allah’ın bilgisi sadece ânı kapsamaz, geçmişi ve geleceği de kapsar. Bu, evrenin tamamı için geçerli olduğu gibi, insanın geçmişi ve geleceği için de geçerlidir: “Onların önlerinde (geleceğinde) ve arkalarında (geçmişlerinde) olanları O bilir. Gelecekte gerçekleşecek ve insan için gayb kapsamında olan hadiselerin, Allah tarafından bilindiğini açıklayan âyetler vardır: Nitekim Hz. Nûh’a kendisine iman edecek kimsenin kalmayacağı önceden vahyedilerek Allah tarafından bildirilmişti. Peygamberimiz zamanında da Kur’ân, Sâsânîler’e yenilen Bizans İmparatorluğu’nun kısa bir zaman sonra tekrar galip geleceğini, Hz. Peygamber’in Müminlerin Mescid-i Harâm’a gireceklerine yönelik rüyasının gerçekleşeceğini ve Ebû Leheb’in akıbetini önceden bildirmişti. Bu örneklerde görüldüğü üzere her şeyi bilen ve her şeye kadir olan Allah, dilerse bu bilgisinden dilediği kadarını elçilerine bildirir. Ancak kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi, Allah’ın kendine saklayıp peygamberlerine bile bildirmediği bir bilgidir. O, kıyametin ne zaman kopacağını, herkes yaptığının karşılığını görsün diye gizlediğini beyan etmektedir.
Gayb konusu ile alakalı başka bir konu da müteşâbih âyetlerdir. Al-i İmrån sûresinin yedinci âyeti Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetleri muhkem ve müteşâbih olmak üzere ikiye ayırır. Muhkem ve müteşâbih kelimeleri için farklı tanımlar olsa da, yaygın kabule göre, tek bir anlama gelen âyetler muhkem, birden fazla anlama gelebilenler ise müteşâbihtir. Müteşâbih âyetlerde gayb ile ilgili konuların işlendiği kabul edilir. Allah’ın özellikleri, kıyametin vakti vb. konular bunlardandır. Bilgili insanlar, bunlara Allah’ın bildirdiği gibi inanır ve onları kabul eder. Zira Kur’ân’da gayb konularını ele alan mütaşâbih âyetlerin asıl manaları sadece Allah tarafından bilinir.
Allah, insanın dışa vurduğu söz ve davranışlarını bilmenin yanında, içinden geçirdiklerini de bilir: “Sözünüzü ister gizleyin isterse açığa vurun; unutmayın ki O, kalplerin içindekini bilmektedir. Yüce Allah insanların kalplerinde bulunan iyiyi ve kötüyü, iman ve küfrü, onların yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. İnsan, küçük-büyük, iyi-kötü âhirette mükâfat veya cezalandırmayı gerektiren her ne yaparsa yapsın Allah bütün bunlardan haberdardır. Bütün insanlığı bir gün tekrar canlandırıp bir araya toplayacak, herkese iyi ve kötü olarak neler yaptığını gösterecek, hükmünü verecektir.
Allah’ın evrene ilişkin bilgisi, devam eden olayları da kapsar. Meselá, Münafıkların gizlice yaptıklarını düşündükleri pek çok iş vahiy yoluyla ifşa edilmiştir. Medine’de Yahudilerin gizli toplantılar yaparak bilgi kaçırma çabaları boşunadır. Çünkü “Gizli gizli konuşan üç kişi yoktur ki dördüncüleri O olmasın, beş kişi yoktur ki altıncıları O olmasın. Bundan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka Allah onların yanındadır, nihayet kıyamet günü onlara yapıp ettiklerini bildirecektir. Çünkü Allah her şeyi bilmektedir.
Allah evreni kuşatıcı bilgisiyle yaratıp yönetmektedir. Allah’ın buyruk ve yasaklarına dair birçok âyettet onun el-Alim ve el-Hakîm isimleriyle bu gerçeğe işaret edilmektedir. İnsanların kazancının farklı olması ile ilgili âyetlerde, Allah’ın kulların hållerini bildiği ve gördüğü belirtilir. Hz. Yûsuf’un kıssası bu manada güzel bir örnektir. Geçirdiği çileli yıllar içerisinde Hz. Yûsuf birçok sınamadan geçmiş ve hepsinde de başarılı olmuştu. Sonunda o, annesine, babasına ve kardeşlerine kavuştu. Bu kavuşmada, Hz. Yûsuf, anne ve babasını tahtına çıkardı. Kardeşleriyse başlarını eğerek Yûsuf’u selâmlayarak ona saygılarını gösterdiler. O anda Hz. Yûsuf’un dilinden şu cümle döküldü: “Şüphesiz Rabbim dilediğine çok lütufkardır. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” Hz. Yûsuf un bu cümlesinde şu ifade edilmektedir: Allah kulların yararına olan şeyleri bilir, O, yaptıklarında, buyruklarında, kararlarında
ve seçiminde en doğrusunu yapar. Zekâtın dağıtım yerlerinin açıklandığı âyetin sonunda yer alan “Allah bilmekte ve hikmetle yönetmektedir.” cümlesi de bu gerçeği ifade eder. O, kulların iyiliğini en iyi bilen ve yerli yerince kanun koyandır.

ALLAH, İNSANA ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINDIR

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ (١٦) إِذْ يَتَلَقَّ الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ (۱۷)
“İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki alıcı (yaptığını) alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16-17)
Her şeyi bilen Allah, kullarının ihtiyaç ve isteklerini en iyi bilendir. O, kullarına yakınlığını ve onların dualarını işittiğini şöyle beyan eder: “Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin dileğine karşılık veririm. Şu hâlde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulalar. Yapacağı bir duaya Allah’ın mutlaka cevap vereceğini kulun bilmesi ne büyük mutluluktur. Evrenin yaratıcısı, sınırsız güce, merhamete ve bilgiye sahip olan Allah, “Ben kulumun çağrısını kabul buyuruyorum, o hâlde o da çağrıma uysun, bana inansın.” buyurmaktadır. Dolayısıyla duada kulun Rabbiyle arasındaki her türlü araç kaldırılmış, Allah’ın kuluna yakınlığı da duanın kabul edilmesiyle açıklanmıştır.
Allah’ın dualara nasıl karşılık verdiğinin güzel bir örneği şu olayda görülmektedir: Ensar’dan Evs b. Samit, bir keresinde hanımı Havle’ye “Sırtın bana anamın
sırtı gibidir.” diyerek zıhar yapmıştı. Arap geleneğinde bu, bir çeşit boşama yoluydu. Evs bunu yaptığı için pişman olmuştu ama Havle, buna razı olmadı. Bir çare bulması için Hz. Peygamber’e (sas) geldi. Gençliğini, kocası uğruna tükettiğini, ona çocuklar verdiğini, yaşlanınca da kapı dışarı edildiğini anlattı. Peygamberimiz de henüz bu konuda bir vahyin olmadığını, bilinen hükümden (kocasına haram oluşundan) başka bir şey söyleyemeyeceğini belirtti. Kadın, durumunu Allah’a arz ederek şöyle yakardı: “Allah’ım! Çok yalnızım. Bu ayrılık bana çok acı verecek. Küçük çocuklarım var; onları babalarına bıraksam perişan olacaklar, kendim alsam aç kalacaklar. Halimi sana arz ediyorum, beni sıkıntıdan kurtar; Resûl’üne bir vahiy indir!” Bu olay üzerine şu âyetler inmişti: “Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a yakınan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin karşılıklı konuşmanızı işitiyordu. Çünkü Allah her şeyi işitmekte ve görmektedir. Hz. Aişe, Hz. Peygamber’e (sas) şikâyete gelen Havle’nin çok sessiz ve fısıltılı bir hâlde derdini açtığını ve onun sözlerinin bir kısmını Peygamberimizin bile işitmediğini belirtmiştir. Her şeyi bilen ve kullarını gözeten Allah, bu sözleri duymuş ve kadının yalvarışını kabul edip onun derdine derman olacak vahyi göndermişti.

Allah insana şah damarından da yakındır: “İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki melek (yaptığını) alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız.” “… Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer… Bu âyetler, insanın hissettiği, zihninden ve kalbinden geçirdiği her şeyi Allah’ın bilmesi anlamındadır. Meselâ melekler, insanların yalnızca görünen eylemlerini kaydedebilirler. İnsanın iç dünyasında olan biteni ise sadece Allah bilir. Allah insanın her davranışına ve eylemine yakındır, onu bilir ve onu gözetir. O her yerdedir. Allah’ın bize şah damarımızdan daha yakın olması, aynı zamanda O’nun bilgisinin mükemmel oluşunu da ifade eder. Allah, bilgisi ile insana, kendisinden daha yakındır. “Şah damarı” olarak tercüme edilen, âyetteki “verid” kelimesi, içinden kanın geçtiği ve bedenin her yerine ulaştığı damarı ifade eder. Allah’ın bilgisi, tıpkı insanın kanının damarlarında dolaşması gibi ona nüfuz etmiştir.

Yüce Allah, daima bizlerle beraberdir: “Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istivâ eden O’dur. Toprağa giren ve ondan çıkan, gökten inen ve ona yükselen
her şeyi bilir. Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. Allah’ın yanımızda bulunması, bizi yakından bildiği anlamına gelir. Allah bizleri her yerde ve her hâlimizle bilmektedir. O’nun bilgisi ve izni dışında hiçbir şey olmaz. O, öldükten sonra mezarlarına gömülen insanları, toprağın onların bedeninden neyi eksilttiğini bilir.

Allah’ın, insanın içinden geçirdiklerini bildiğinin vurgulanması sadece bilgisinin nerelere uzandığını haber vermek için değildir. Aynı zamanda bu durum, insanın dünya hayatındaki imtihanı ve âhiretteki hesabı ile de yakından ilgilidir: “İçinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan sizi hesaba çeker.” Allah’ın bütün bunları bilmesi, inanan insanın hayatını yönlendirir ve ona bilinç kazandırır. Birçok âyette Allah’ın, kullarının yaptığı iyiliği gördüğünün ve bildiğinin vurgulanması, 100 inanan insanları iyiye yönlendirir. Çünkü Yüce Allah, yaptıkları iyi işlerinden ötürü insanları fazlasıyla ödüllendirecektir. Diğer taraftan Allah’ın Kâfirlerin yaptıklarını bildiğinin hatırlatılması da onlar için uyarı olmaktadır. Çünkü onların inkârının ve kötü işlerinin de tam bir karşılığı olacaktır.

Allah’ın bilgisinin her şeyi kuşatması, yaratıcı olması ve yarattıklarının idaresini devam ettirmesi anlamına gelmektedir. O geçmişi de geleceği de bilir. Allah, insanlığa indirdiği vahyi de engin bilgisiyle gerçekleştirmiştir. O’nun insanların yararına olan emir ve yasakları, sınırsız bilgisine dayanır ve yerli yerincedir. Ayetlerde, insanların yaptıklarının, hatta zihinlerinden ve kalplerinden geçirdiklerinin bile Allah tarafından bilindiğine yönelik vurgunun özendirici ve uyarıcı bir yönünün olduğu açıktır.

Sonuç olarak, âlemlerin yaratıcısı olan Allah’ın her şeyi bildiği gerçeği karşısında insana düşen, bu bilinç çerçevesinde bir hayat yaşaması; bütün niyet, düşünce, söz ve eylemlerine dikkat etmesidir.

Kaynak: Hayat Rehberi Kuran Diyanet

https://www.arapcadua.com/

BENZER KONULAR:

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Answer ( 1 )

    1
    2024-08-04T16:20:43+03:00

    Allah’ın bilgisi, İslamda merkezi bir yer tutar ve Kur’an’da çeşitli şekillerde ifade edilir. Bu bilgi, Allah’ın her şeyi eksiksiz ve tam olarak bilmesi anlamına gelir. İşte Allah’ın bilgisinin bazı yönleri:

    Allah’ın Bilgisi

    Her Şeyi Bilmesi:
    Allah, geçmişi, şu anı ve geleceği tam anlamıyla bilir. Her şeyin detayları, her olayın sebebi ve sonucu, Allah’ın bilgisindedir. Örneğin, Bakara Suresi 110. ayette, “Allah yaptıklarınızı eksiksiz görür” ifadesi, Allah’ın her eylemi ve hareketi gözlemlediğini ve bilgisini buna göre şekillendirdiğini anlatır.

    Görme ve İşitme:
    Allah, her şeyi görür ve işitir. Bu özellik, O’nun her şeyin ayrıntısına hâkim olduğunu gösterir. Örneğin, “Allah her şeyi görüp gözetmektedir” (Nisa 58) ve “Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir” (Bakara 281) ayetleri bu noktayı vurgular.

    Bilginin Kapsayıcılığı:
    Allah’ın bilgisi, tüm varlıkları, olayları ve hatta insanların iç dünyalarını kapsar. “Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır” (Talak 12) ayeti, Allah’ın her şeyin bilgisiyle kuşatıldığını ifade eder. Ayrıca, “Allah her şeyi eksiksiz olarak bir kitapta yazmıştır” (Hud 6) ifadesi, her şeyin kayıtlı olduğunu ve detaylarının eksiksiz olduğunu belirtir.

    Şah Damardan Daha Yakın Olması:
    Allah, insanın şah damarından daha yakındır (Kaf 16). Bu, Allah’ın insanın iç düşüncelerini, niyetlerini ve hislerini bildiğini gösterir. Her an insanın yanında olan ve onu gözeten bir varlık olarak tasvir edilir.

    Gayb Bilgisi:
    Allah, gaybı yani görülemeyen, bilinemeyen her şeyi bilir. “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez” (En’am 59) ayeti, Allah’ın gaybı bilme yetkisini vurgular. Gelecekte olacak olaylardan, insanların kalplerindeki düşüncelere kadar her şey Allah’ın bilgisindedir.

    Şahit ve Gözetleyici:
    Allah, her şeyin üzerinde olan ve her şeyin tanığıdır. Kur’an’da “Şahit olarak da Allah yeter” (Müminun 26) ifadesi, Allah’ın her şeyi tam anlamıyla gözlemlediğini ve her şeyin hesabını göreceğini ifade eder.

    Sonuç
    Allah’ın bilgisi, İslam inancında mutlak, eksiksiz ve her şeyi kapsayan bir bilgi olarak görülür. Bu bilgi, Allah’ın her şeyi kuşatan gücünün ve hikmetinin bir yansımasıdır. Kullarının yaptıklarını, niyetlerini ve içsel dünyalarını bilmesi, Allah’ın her şeyin en iyi şekilde yönetici ve denetleyici olduğunu gösterir. Allah’ın bilgi ve hikmeti, evrendeki her şeyin düzenini ve adaletini sağlar.

    En iyi cevap

Cevapla