Paylaş
Allah’ın Birliği
Question
Allah’ın Birliği ve Tekliği
Allah’ın varlığının delilleri örnekler
İslam dininin temelini Allah inana oluşturduğu gibi, Allah inancının temelini de Allah’ın bir ve tek olduğu ilkesi yani tevhit inancı oluşturur. Tevhit, “Allah’ın zatında, sıfatlarında, fiillerinde, tapınılacak varlık (mábud) oluşunda eși, benzeri bulunmayan bir ve tek varlık olduğuna inanmaktır. Tevhidin zıddı şirktir. Şirk bu hususların herhangi birinde Allah’ın dengi, benzeri olduğuna inanarak O’na ortak koşmaktır. Allah’ın “bir” olması, herhangi bir sayı dizisinin başlangıcı olması anlamında “bir” olmak değildir. O’nun bir olması, diğer varlıklardan bütünüyle farklı ve yaratılmışlara mahsus her türlü nitelikten arınmış yegâne varlık olduğu anlamına gelir. Tevhit inancı, Allah’ın insanlara ulaştırdığı vahyin ana mesajı, bütün ilahi dinlerin ortak temelidir. “Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, ‘Şüphesiz benden başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin’ diye vahyetmişizdir” (el-Enbiya 21/25) âyetinde de buyurulduğu üzere, tevhit Hz. Adem’den itibaren bütün peygamberlerin ortak çağrısıdır.
İslam’da Allah’a inanmak kadar önemli olan bir husus da bu inancın Allah’a yaraşır ve O’nun istediği şekilde doğru bir esasa dayanması ve doğru bir muhtevaya sahip olmasıdır. Tevhit bu inancın temelidir. İslam inananın özlü ifadeleri olan kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet cümlelerinde de söylendiği üzere, mümin olabilmek için Allah’ın varlığını kabul etmek yetmemekte, aynı zamanda Allah’tan başka bir ilah olmadığını, O’nun her açıdan bir ve tek olduğunu kabul etmek de gerekmektedir. Bu sebeple Allah’ın bir ve tek oluşu Kur’ân-ı Kerim’de üzerinde en çok durulan konuların başında gelir. Hatta Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın birliği konusuna, Allah’ın varlığı konusundan daha fazla önem verildiği söylenebilir. Çünkü tarih boyunca insanların yaratılışlarındaki eğilim doğrultusunda genellikle şu veya bu şekilde bir tanrı inancına sahip oldukları bilinmektedir. Fakat bu inanç çoğu toplumda bozulmuş, asli niteliğini ve muhtevasını kaybetmiş, şirk denilen birden fazla ilahi güce inanma şekline dönüşmüştür. Bu yönüyle Allah’ın birliği inancını korumanın, bu inanca hem düşünce planında hem de ibadet ve duygularda sadık kalmanın Allah’ın varlığını kabul etmekten daha zor olduğu; Kur’ân-1 Kerim’in tevhit inancına sadık kalıp şirkten uzak durmaya yönelik israrlı uyarısının da bu sebeple olduğu söylenebilir.
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın birliğinden bahseden âyetler iki grup halinde düşünülebilir: a) Doğrudan tevhit ilkesini öğreten ve buna yönlendiren âyetler. b) Tevhidin zıddı olan şirki reddeden âyetler. Kur’an’da Allah’tan başka ilah olmadığı sürekli tekrar edilmekte, ayrıca “vähid” ve “ahad” isimleri kullanılarak Allah’ın tek ilah olduğu
vurgulanmaktadır: “De ki: Allah her şeyi yaratandır. O tektir (vähid), her şeyi kudretine boyun eğdirendir (kahhar)” (er-Ra’d 13/16); “De ki: O Allah birdir (ahad)” (el-İhlas 112/1). “Hiçbir şey O’na benzemez” (eş-Şurâ 42/11) âyeti de Allah’ın asla bir benzerinin olamayacağını ortaya koymak suretiyle O’nun eşsiz, bir ve tek olduğunu vurgulamaktadır. Kur’ân-1 Kerim’de Allah’ın isimleri olarak zikredilen ve Hz. Peygamber tarafından da Allah’ın isimleri (esma-yi hüsnä) arasında sayılan, O’nun bir ve tek olduğunu ifade eden “vahid” (bk. Tirmizi, “Daavât”, 82; İbn Mâce, “Duâ”, 10) ve “ahad” (İbn Mâce, “Duâ”, 10) isimlerinin yanında, yine Hz. Peygamber tarafından Allah’ın isimleri arasında sayılan “vitr” ismi de (bk. İbn Mâce, “Dua”, 10) Allah’ın tek olduğunu ifade eden isimlerdendir (ayrıca bk. AHAD).
Kur’an-ı Kerim tevhidi vurgulamasının dışında, tevhidin zıddı olan şirk (Allah’a ortak koşma) anlayışını da şiddetle eleştirmiş ve yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim her şeyden önce şirkin apaçık bir sapkınlık (en-Nisâ 4/48, 116) ve büyük bir zulüm olduğunu (Lokmân 31/13) belirtmiş, Hz. Peygamber de şirkin en büyük günah olduğunu söylemiştir (Buhâri, “Edeb”, 6; Müslim, “iman”, 141-145; Nesai, “Tahrîmü’d-dem”, 4). Buna bağlı olarak muhtelif âyetlerde doğrudan ve net bir biçimde Allah’a şirk koşulmaması (mesela bk. en-Nisa 4/36; el-En’âm 6/151; el-Hac 22/26), sadece Allah’a ibadet edilmesi, ancak O’ndan yardım istenilmesi ve O’na sığınılması emredilmiş (mesela bk. er-Ra’d 13/36; el-Kehf 18/110; el-Cin 72/20), Allah’ın kendisine ortak koşulan şeylerden münezzeh (yüce ve uzak) olduğu belirtilmiştir (mesela el-A’raf 7/190; et-Tevbe 9/31; Yunus 10/18; en-Neml 27/63). Allah’ın bir ortağı (serik) olmadığı (el-En’âm 6/163; el-İsra 17/111; el Furkan 25/2), denginin (küfüv) bulunmadığı (el-i 112/4), Allah’tan başka gerçek anlamda bir dost (veli) olamayacağı (mesela bk. el-Bakara 2/107; et-Tevbe 9/74; el-Ankebût 29/22), O’ndan başka bir şefaatçi ve yardımcı (şefi) bulunamayacağı (el-En’am
6/51, 70; es-Secde 32/4) belirtilerek şirk anlayışına yol açan kavramlar reddedilmiştir. Şirkin en yaygın çeşidi olan ve Allah’tan başka nesnelere tapmayı ifade eden putperestlik şiddetle yerilerek apaçık bir sapkınlık olduğu belirtilmiştir (el-Hac 22/12). Ayrıca Allah’a şirk koşmak Allah’ı inkar etmekde
(küfür) bir tutulmuş (Al-i İmrân 3/151); bunun örneği olarak “Allah üç ilahtan/unsurdan biridir” diyerek şirke düşenlerin bu sözleri (el-Mâide 5/73), yine bir kısım yahudilerin Üzeyr’i ve hıristiyanların mesihi Allah’ın oğlu kabul etmeleri Allah’ı inkâr olarak nitelendirilmiştir (et-Tevbe 9/30). Nihayetinde Allah’ın şirki asla affetmeyeceği (en-Nisa 4/48, 116), şirk koşana cennetin haram kılındığı (el-Mâide 5/72) vurgulanarak insanlar şirkten sakındırılmış; böylelikle şirk anlayışı çeşitli açılardan eleştirilerek tevhit vurgulanmıştır (bk. ŞİRK).
İslam âlimleri tevhit inancını iki başlık altında açıklarlar:
a. İlah olması açısından tevhit (tevhid-i ulûhiyyet).
Allah’ın zatı, sıfatları ve fiilleri açısından bir, tek ve benzersiz olmasıdır. Bu anlamda tevhidin temelini zatta tevhit oluşturur. Allah’ın zatı kendisi demektir. Buna göre öncelikle Allah’ın kendisini tek ve yegâne kabul etmek gerekir. Sıfatlarda tevhit ise Allah’ın sıfatlarının mutlak bir yetkinlik içerdiğini kabul etmek, Allah’ın mutlak yetkinlik ve mükemmellik ifade eden sıfatlarını yaratılmış varlıklara atfetmemek, yaratılmış varlıkların noksanlık ve kusur içeren sıfatlarını da Allah’a atfetmemektir. Allah hakkında, O’nun yüceliğine yakışan saygılı ve ölçülü ifadeler kullanmak, bașta insan olmak üzere yaratılmış hiçbir varlığa insan üstü ve olağanüstü vasıflar nispet etmemek, hiçbir nesneye kutsallık atfetmemek sıfatlarda tevhidin bir gereğidir. Fiillerde tevhit ise Allah’ın kâinatın işleyişinde tek etkin varlık olduğunu, hiçbir varlık tarafından O’nun fiillerinin benzerinin ortaya konulamayacağını kabul etmektir.
b. Rab olması açısından tevhit (tevhid-i
rubûbiyyet). Allah’ın tapınılacak tek varlık olduğuna inanmaktır. Dolayısıyla Allah’tan başkasına kulluk etmemek, O’ndan başkasına sığınmamak, ibadetleri sadece Allah için yapmak, dünya menfaati ve gösteriş için yapmamak rubûbiyette tevhidin birer gereğidir. Nitekim Hz. Peygamber’in buyurduğuna göre, Allah Teâla’nın kulları üzerindeki hakkı, şirke düşmeden sadece O’na ibadet etmeleridir (Müslim, “iman”, 49-50). Allah’ın rab olması açısından tevhidi ifade etmek üzere “ibadette tevhit” veya “ameli tevhit” tabirleri de kullanılır. Kendisine ibadet edilmeye layık
ve insanlara yardım edebilecek vasıflara sahip tek varlığın Allah olduğunu gösteren “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” (el-Fatiha 1/5) âyeti, tevhidin özellikle bu türünü vurgular. Hakiki iman bu iki tevhidin (tevhid-i uluhiyyet ve tevhid rubùbiyyet) birleşmesinden meydana gelir.
Tevhit inancı Kur’an-ı Kerim’de, İhlas sûresinde hemen hemen bütün yönleriyle özlü bir biçimde dile getirilmiştir: “De ki: O Allah birdir. Allah her şeyden müstağni, fakat her şey O’na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk olmamıştır” (el-İhlas 112/1-4). İçerdiği konular ve mesajının önemi sebebiyle Hz. Peygamber’in Kur’ân-1 Kerim’in üçte birine denk tuttuğu (İbn Mâce, “Edeb”, 52; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 18; Tirmizi, “Fezâilü’l- Kur’ân”, 10, 11) thlas süresinin ilk âyetinde, Allah’ın birliği doğrudan doğruya ifade edildikten sonra, sıfatlarıyla birlikte zatının varlığı ve devamlılığı, aynca fiillerini yürütmesi açısından kimseye muhtaç bulunmadığı, aksine her şeyin kendisine muhtaç olduğu vurgulanmıştır. Ardından gerek nesep yoluyla gerekse dengi ve benzeri bulunmak gibi yollarla uluhiyet ve rubûbiyette çokluğun mümkün olmadığı açık ve güçlü ifadelerle dile getirilmiştir (ayrıca bk. İHLAS SÚRESİ).
Tevhit inancı sadece ilahi vahiy yoluyla bilinen bir gerçek değil, aynı zamanda ön yargılardan uzak, sağlıklı ve mantıklı bir şekilde düşünen aklın da ulaşabileceği bir sonuçtur. Kainatın içinde bulunduğu düzen ve uyum, kâinat üzerindeki hâkimiyet ve yönetimin tek bir kudret ve iradenin elinde olduğunu gösterir. Bunun aksini düşünmek ve böyle bir ihtimalin olabileceğine inanmak saçmadır. Çünkü böyle bir durumda kâinata hükmeden farklı iradeler arasında mutlaka bir çatışma çıkacak, sonuçta bu kainatın düzeninde büyük bir kaosa yol açacak ve kainat varlığını devam ettiremeyecektir. Kur’ân-1 Kerim’de bu gerçek şöyle dile getirilmiştir: “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisinin de düzeni bozulurdu. Arşın sahibi olan Allah, onların yalaştırdığı sıfatlardan münezzehtir, yücedir” (el-Enbiya 21/22; ayrıca bk. el-İsra 17/42; el-Mu’minun 23/91). Allah Teála’nın Hz. Yusuf’un ağzından dile getirdiği “Çeşit çeşit ilahlara inanmak mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan tek bir Allah’a inanmak mı?” (Yüsuf 12/39) âyeti
de tevhit inancının mantıklı ve makul bir anlayış olduğuna dikkat çekmektedir.
İslam, tevhit inancı konusunda asla taviz vermez. Bu sebeple dindeki konumu ne olursa olsun Allah dışında herhangi bir varlığa ilahi bir özellik atfedilmesine müsaade edilmez. İslam inancına göre Allah’tan başka en çok hürmet edilecek olan varlık, O’nun insanlara gönderdiği son elçisi Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed’in dindeki konumu o kadar yüksektir ki Kur’ân-1 Kerim’e göre Allah’ı sevmenin belirtisi, O’nun lütfuna ve affına erişmenin yolu Hz. Peygamber’e uymaktır (Âl-i İmrân 3/31); diğer bir ifadeyle Hz. Peygamber’e itaat etmek Allah’a itaat anlamına gelmektedir (en-Nisa 4/80). Bununla birlikte Allah’ın ve resulünün konumu kesin ve net çizgilerle birbirinden ayrılmış, Hz. Peygamber’in diğer insanlar gibi bir insan olduğu; onlar arasından seçilmiş, vahiy alan bir elçi olmanın ötesinde ilahi bir özelliğinin bulunmadığı vurgulanarak (mesela bk. el-Kehf 18/110; Fussilet 41/6) ona tevhit inancını zedeleyecek bir özelliğin atfedilmesinin önüne geçilmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber kendisine secde etmek isteyenlere karşı, Allah’tan başkasına secde edilemeyeceğini söyleyerek bu tür davranışları kesin olarak yasaklamış (Ebû Dâvůd, “Nikâh”, 40), “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı insan üstü özelliklerle övdüğü gibi siz de beni övmeyin. Ben sadece Allah’ın bir kuluyum. Benim için ‘Allah’ın kulu ve resulü’ deyin” (Buhârî, “Enbiya”, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1, 23-24, 47, 55) buyurarak ümmetini tevhit ilkesinden ayrılmamaları yönünde uyarmıştır.
Bu yönüyle tevhit inana aynı zamanda İslam’ın insana verdiği değerin bir göstergesidir. Bütün kâinatın hâkimi olan Allah, insanı en güzel şekilde yaratmış (et-Tin 95/4), onu yarattığı birçok şeyden üstün kılmış (el-İsrâ 17/70), kendisinin yeryüzündeki temsilcisi (halife) olarak kabul etmiş (bk. el-Bakara 2/30) ve doğrudan insanı muhatap alarak ilahi mesajlarını vahiy yoluyla ona göndermiştir. Buna karşılık insanın tevhit inancından saparak kendisi gibi yaratılmış bir nesneyi tanrı kabul etmesi veya yaratılmış herhangi bir varlığa insan üstü özellikler vererek onu tanrı yerine koyması, her şeyden önce insanlık değerleriyle bağdaşmaz. Nitekim bazı âyetlerde tevhit inancından sapılarak çok tanrıcı
anlayışa yönelme olan şirk anlayışının “zulüm” olarak nitelendirilmesi (mesela bk. el-Bakara 2/54, 57; Lokmân 31/13), insanın kendi şahsiyetini, hürriyetini, şerefini ve dolayısıyla insanlık değerini kendi davranışlarıyla yok etmesi anlamına gelir (ayrıca bk. TEVHİT).
Kaynak: Temel İslam Ansiklopedisi
Cevapla