Paylaş
Allah’ın isimlerinden el Vehhab ne demek
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
VEHHÂB
Arapça vehhab yazılışı: الوهاب
el-Vehhab, Allah’ın isimlerinden (esma-yi hüsnâ) biridir.
“Vehhâb” ismi “her çeşit nimeti hiçbir karşılık beklemeden bol bol bağışlayıp veren” anlamına gelir. Bu isim Kur’ân-ı Kerim’de sadece Allah Teâlâ için kullanılır ve üç âyette geçer. Bu âyetlerden birinde, ilimde yüksek mertebeye erişenlerin Allah’a “vehhâb” ismiyle dua ederek O’ndan hidayet ve rahmet istedikleri bildirilmiştir: “(İlimde derinleşmiş olan kimseler şöyle derler:) Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi inkâra meylettirme ve bize yüce katından bir rahmet bağışla. Hiç şüphe yok ki, lütfu en bol ve devamlı olan (vehhab) yalnız sensin” (Âl-i İmrân 3/8). Diğer bir âyette, Hz. Süleyman’ın Allah’tan bağışlanma ve daha önce hiç kimseye verilmemiş bir hükümranlık isterken “vehhâb” ismiyle dua ettiği (Sâd 38/35) ve bu duasının akabinde kendisine pek çok özel nimet verildiği anlatılmaktadır (Sâd 38/36-40). Bir başka âyette ise “vehhâb” ismi, “daima üstün olan ve karşı konulamaz derecede güçlü” anlamındaki “aziz” ismiyle birlikte zikredilmiştir (Sâd 38/9). Öte yandan Kur’ân-ı Kerim bazı peygamberler ve salih kimselerin Allah’a dua ederken yahut kendilerine verilen nimetleri anarken “vehhâb” ismine işaret eden ifadeler kullandıklarını, Allah’ın da onlara istedikleri şeyleri verdiğini bildirmektedir. Allah ilerleyen yaşına rağmen Hz. İbrâhim’e evlat nasip etmiş ve ona bilgelik (hikmet) vermiş (İbrâhim 14/39; eş-Şuarâ 26/83), Hz. Meryem’i de evli olmadığı halde çocuk ile müjdelemiştir (Meryem 19/19). Bütün bu âyetler Allah’ın kullarına ihsan ettiği evlat, mal, mülk ve hükümranlık gibi maddi nimetlerin yanı sıra iman, hidayet, zekâ, feraset ve ilim gibi manevi nimetlerin de “vehhâb” isminin tecellisi olduğunu göstermektedir.
Hz. Peygamber de “vehhåb” ismini Allah’ın isimleri arasında saymış (Tirmizî, “Daavât”, 82; İbn Mâce, “Dua”, 10), dualarında da pek çok defa “vehhâb” ismini zikrederek Allah’a yakarmıştır (bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 302). Mesela uykudan uyandığında şöyle dua ederdi: “Ey Allahım! İlmimi arttır. Doğru yola ulaştırdıktan sonra kalbimi saptırma. Tarafından bana rahmet bağışla. Şüphesiz sen vehhâbsın” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 98, 99).
İnsanların sahip olduğu bütün iyilik ve güzellikler, imkân ve fırsatlar, her türlü iyilik ve güzelliğin kaynağı olan (berr) ve mahlukatına iyilikle muamele edip onlara hesapsızca veren (vehhâb) Allah’ın kullarına karşı lütfunun ve cömertliğinin bir eseridir. İnsanlar bu nimetleri tamamen kendileri hak edip kazanmadıkları gibi, Allah’a kulluk ve ibadet ederek bunların karşılığını eksiksiz biçimde verebilmeleri de mümkün değildir. Kur’ân-1 Kerim’de bu gerçeğe şöyle işaret edilir: “Allah’ın verdiği nimetleri saymaya kalksanız saymakla bitiremezsiniz”
(İbrahim 14/34). Allah’ın maddi ve manevi anlamda kullarına lütufta bulunması ve karşılıksız vermesi sürekli ve devamhdır. O, insanlar yoktan yaratmış, rızıklandırmış, görünür görünmez birçok nimetle kuşatmış ve gönüllerini tatmin edecek, onları hem dünyada hem de âhirette mutluluga ulaştıracak olan dinini peygamberler aracılığıyla göndermiştir. O bütün bu ihsanlarına âhirette de devam edecek, bu nimetlerin kıymetini bilen müminleri sonsuz cennetle mükafatlandıracak ve bazı günahkârları affedecektir. Bu bakımdan gerçek anlamda cömertlik ve lütufkårlık yalnızca Allah’a mahsustur.
İnsanlar da birbirlerinin çeşitli ihtiyaçlarını karşılamakta, birbirlerine ikramda bulunmakta ve iyilik etmektedirler. Ancak insanların bu davranışlarıyla Allah’ın “vehhab” ismi arasında mukayese edilemez farklar bulunmaktadır. En önemli fark, Allah’ın bütün nimet ve ihsanlarının tamamen karşılıksız olmasıdır. Oysa insanların birbirlerine yönelik iyiliklerinin altında başkalarının övgüsünü ve sevgisini kazanmak, kınanmaktan kurtulmak ya da şeref, ün ve maddi menfaat kazanmak gibi dünyevi amaçlar bulunabilmektedir. Hiçbir dünyevi ve maddi karşılık beklentisi olmasa bile en azından cehennemden kurtulma veya cennete kavuşma gibi bir karşılık beklentisi söz konusudur. Oysa vehhâb olan Allah hiçbir karşılık beklemeden, sürekli olarak kullarına lütufta bulunur. Ayrıca çaresiz bir hastalığa yakalanana şifa vermek; kısır bir anneye çocuk, yoldan çıkmış kimseye hidayet, belalara gömülmüş insana kurtuluş lütfetmek gibi sadece vehhâb olan Allah’ın sağlayacağı birtakım lütuf ve ihsanlara insanlar asla güç yetiremezler.
“Vehhab” ismi, ifade ettiği anlamlar itibariyle Allah’ın diğer bazı isimleriyle anlam yakınlığı taşır. Bu isimlerin başında Allah’ın her türlü iyilik ve güzelliğin kaynağı olduğunu, mahlukatına her zaman merhametle muamele ettiğini, onlara karşılık gözetmeksizin bol bol ihsanda bulunduğunu ifade eden ve bu yönüyle de esmâ-yi hüsnådan birçoğunun mánasını içinde barındıran “berr” ismi gelir. Ayrıca Allah’ın “ilmi, rahmeti ve kudreti her şeyi kuşatan ve nzka bütün mahlukatı kapsayan” anlamındaki “väsi”, “cömert ve affedici olan” anlamındaki “kerim”, “bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren” anlamındaki “rezzäk”, “lütfunu esirgemeyen, rızkı bol bol veren” anlamındaki “bâsıt”, “kötü şeylere engel olan” anlamındaki “mâni”, “yaratılmışların ihtiyaçlarını en ince noktasına kadar bilen ve karşılayan” anlamındaki “latîf”, “zenginlik verip tatmin eden” anlamındaki “muğni” isimleri de “vehhâb” ismiyle anlam yakınlığı içerisinde olan isimlerdir (bk. BÂSIT; BERR; KERÎM; LATÎF; MÂNİ’; MUĞNÎ; REZZÂK; VÂSİ’).
Allah’ın “vehhâb” ismini tam olarak kavrayan bir mümin, O’nun cömertliğinin, lütuf ve ihsanının son derece geniş olduğunu anlar. Allah’ın eğer isterse ömür, mal, evlat, ilim, saygınlık gibi pek çok şeyi hesaba gelmez bollukta verebileceğini bilir ve bu nimetlere kavuştuğunda Allah’a olan minnet ve şükranını ifade etmeye gayret gösterir. Her varlığın O’nun hibesi ve bağışı olduğunu, O izin vermedikçe başka birinin kendisine bir fayda sağlayamayacağını idrak eder. Dolayısıyla bütün ihtiyaçlarını yalnızca Allah’a iletir ve O’ndan başkasına dayanıp güvenmez. Allah Teâlâ’yı “vehhâb” ismiyle tanıyıp O’nun kullarına lütufkâr olduğunu özümseyen bir mümin, karşılık beklemeden sadece Allah’ın rızasını elde etmek için insanlara yardım eder. O’nun kendisine verdiği mal, mülk ve ilim gibi nimetlerden başkalarını da faydalandırır ve cimrilikten kaçınır. Kaynak: İslam ansiklopedisi Diyanet
Cevapla