Paylaş
Allah’ın isimlerinden en Nafi ne demek
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
NAFI
النافع
Allah’ın isimlerinden (esma-yi hüsna) biri.
“Nafi'” ismi “fayda veren, faydalı şeyler yaratan” anlamına gelir. “Nafi’ isminin anlam açısından karşıtı olan “dar” (zár) ismi ise “zarar veren, elem ve zarar verici şeyleri yaratan” anlamına gelir. Bu isimler Kur’an-ı Kerim’de geçmeseler de, isimlerin kökünü oluşturan nef (fayda) ve darr (zarar) kavramları çeşitli şekillerde, doğrudan ve dolaylı olarak Allah’a atfedilir. “Allah sizin için bir zarar veya bir yarar murad etse, O’ndan size gelecek olan şeyi kim engelleyebilir” (el-Fetih 48/11) âyetinde doğrudan Allah’a atfedilen fayda ve zarar kavramları, Allah’ın dışında tapınılan varlıkların hiç kimseye fayda ve zarar veremeyeceklerini anlatan, böylelikle de gerçek fayda ve zarar verenin Allah olduğunu vurgulayan pek çok ayette dolaylı olarak Allah’a atfedilmektedir (mesela bk. el-Maide 5/76; Yunus 10/18; el-Enbiya 21/66; el-Hac 22/12; el-Furkan 25/55). Ayrıca insana gelen zaran sadece Allah’ın kaldıracağını çeşitli şekillerde ifade eden ayetler de Allah’ın “nafi’ ismine işaret etmektedir (mesela bk. el-En’âm 6/17; Yunus 10/12, 107; el-İsrå 17/56, 67; el-Enbiya 21/84).
“Nafi” ve “dar” isimleri Hz. Peygamber tarafından Allah’ın isimleri arasında sayılmıştır (Tirmizi, “Daavat”, 82; İbn Mâce, “Duâ”, 10). Bunun yanında hadislerde fayda ve zarar kavramları da Allah’a izafe edilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber bir gün devesinin terkisine bindirdiği ve beraber seyahat ettikleri bir esnada genç sahabi İbn Abbas’a, “Allah’ın, sayesinde seni faydalandıracağı öğütler vereyim mi, ey genç!” dedikten sonra şöyle buyurmuştur: “Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederek yaşa ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın rizasını her işte önde tut ki, O’nu her an karşında bulasın. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste; yardım dileyeceksen Allah’tan dile. Bil ki, bütün insanlar (ümmet) toplanıp sana fayda sağlamaya çalışsalar ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün
insanlar sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zarar verebilirler” (Tirmizi, “Sıfatü’l-kıyâme”, 59). Hz. Peygamber ayrıca şu şekilde dua ederek faydanın yalnız Allah’tan geleceğini vurgulamıştır: “Allahım! Öğrettiğin şeylerden beni faydalandır, bana fayda verecek şeyleri öğret ve ilmimi arttır!” (İbn Mâce, “Dua”, 2; Tirmizi, “Daavat”, 128)
“Nåfi” ve “dar” isimleri kulların başına gelen bütün fayda ve zararların, hayır ve şerrin gerçek failinin Allah olduğunu ifade eder. Nitekim insanın başına gelen bütün iyi (hayır, fayda) ve kötü (şer, zarar) şeylerin Allah’tan olduğu ilkesi İslam’ın inanç esaslarını özlü bir şekilde dile getiren âmentünün bir parçasıdır. Zira Kur’an-ı Kerim bütün iyilik ve kötülüklerin Allah’tan geldiğini bildirdiği gibi (en-Nisa 4/78), Hz. Peygamber de kaderin hayır ve şerri kapsadığını belirtmiştir (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 317; Buhâri, “Tevhid”, 10; Müslim, “Iman”, 1).
İnsanları dünya hayatında imtihan eden Allah Teâlâ onlar için her türlü faydayı temin etmiştir. İnsana en başta akıl, bilgi ve kuvvet vermiş, kâinattaki her şeyi onun emrine amade kalmıştır. Yani kâinat, mikro düzeyden makro düzeye kadar her yönüyle insana fayda verecek şekilde düzenlenmiştir. Ancak imtihanın bir gereği olarak Allah Teala insana irade de vererek onu fiillerinde özgür bırakmıştır. İnsan bu iradesini Allah’ın razı olmadığı bir yönde kullanarak, temelde kendisine fayda sağlamak için yaratılmış şeyleri zarar verecek bir hale getirebilmektedir. Dolayısıyla insanın bir zarara uğraması, Allah’ın O’na bir zarar vermeyi amaçlaması sebebiyle değil, kendi özgür iradesi ile yaptığı seçimlerin bir sonucudur. Yoksa Allah Teâlâ kullarına zulmetmekten ve onlara haksız yere zarar vermekten uzaktır. Zaten Allah’ın insana, nihayetinde onun için zarar ifade eden bir şeyi vermesi de zulüm amaçlı olmayıp adaletin gereğidir. Söz gelimi inkârcılar ve günahkarların cehennem azabına çarptırılması onlar için bir zarardır, fakat bunu hak ettikleri için zulüm değil, adalettir. Yani Allah’ın “dâr” ismi gereği yarattıklarına verdiği zarar, onların hak ettiği bir zarardır. Dolayısıyla Allah bütün kullarına karşı nåfi’ iken, nimetlerine nankörlük edip iradesiyle yanlış yola sapan, böylelikle de zararı hak eden
kullarına karşı dârdır. Bununla birlikte İslam alimleri “dâr” isminin tek başına kullanılması durumunda zihinlerde olumsuz bir anlam ifade edebileceği tehlikesinden hareketle “där” isminin tek başına kullanılmasının sakıncah olduğunu, mutlaka “nafi ismiyle birlikte kullanılması gerektiğini belirtmişler ve bunun edebe daha uygun oldugunu söylemişlerdir.
“Näfi” ve “dår” isimleri, insanın başına gelen her seyi ifade etmeleri hasebiyle, Allah Teâla’nın gerçek ve hak ilah oluşunu vurgulayan isimlerin başında gelmektedir. Nitekim Kur’ân-1 Kerim’de gaflet ve dalalet içinde bulunan müşriklerin inançlarının yanışığı ve mantıksızlığı anlatılırken taptıkları sahte ilahların fayda veya zarar vermek gibi bir kudrete sahip olmadıklar, dolayısıyla hürmete layık olmadıkları vurgulanır: “Allah’ı bırakır da, kendisine zaran ve yararı dokunmayacak şeylere yalvarıp durur. İçinden çıkılmaz sapıklık işte budur” (el-Hac 22/12), “İbrahim, ‘Siz, kendilerine dua ettiğinizde, onlar sizi duyuyor mu? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?’ dedi” (eş-Şuara 26/72-73). O halde gerçek ilah ancak insanın ve varlıkların yaşamı üzerinde etkin bir varlık olabilir ve bu etkinliğin en belirgin bir şekilde tezahürü ise varlıklara fayda yahut zarar verebilecek güce, bilgiye sahip olmaktır. Dolayısıyla gerçek ilah hakiki anlamda nâfi’ ve dâr olandır.
Birbirine zıt anlam ve içeriğe sahip olan “nafi ve “dar” isimleri, esasında birbirinin karşıtı ve alternatifi durumundaki varlık ve olaylardan teşekkül eden kâinatın Allah tarafından nasıl bir düzen ve ähenk içinde yönetildiğini dile getiren isimlerdir. Bu yönüyle “nafi'” ve “dar” isimleri aynı mefhuma işaret eden muiz”-“müzil” (yücelten, güçlü ve değerli lalan – dilediği kimseyi alçaltan, hor ve hakir duruma düşüren), “råfi”-“häfid” (yükselten, değerini arttıran, izzetli ve şerefli kalan – değerini azaltan, zillete düşüren), “bâsıt”-“käbız” (lütfunu ve keremini esirgemeyen, rızka bol bol veren – rızkı ölçülü veren ve gerektiğinde kasan) isimleriyle fonksiyon birlikteliğine sahiptir. Bunun yanında “nafi’ ismi “bol rızık veren” anlamındaki “rezzâk”, “zenginlik veren” anlamındaki “mugni”, “yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan” anlamındaki “latif”, “bedenlerin ve ruhların gıdasını veren, gücü yetip koruyan”
anlamındaki “mukit” ve “her çeşit nimeti hiçbir karşılık beklemeden bol bol bağışlayıp veren” anlamındaki “vehhâb” ismiyle de anlam yakınlığına sahiptir. Ancak “nâfi” ve “dar” isimleri, fayda ve zarar kapsamına giren maddi ve manevi bütün unsurları kuşatmaları bakımından, bu isimlerden daha geniş kapsamlıdır (bk. BÂSIT; LATÎF; MUĞNÎ; MUİZ; MUKĪT; RÂFİ’; REZZÂK; VEHHÂB).
Allah’ın “nâfi” ve “dar” isimlerinin anlamını kavrayan bir mümin, hayatının idaresinin Allah’ın elinde olduğunu, her türlü faydanın ve zararın O’ndan geldiğini bilir. Kendi adına faydalı işler yapmaya, zararlı olanlardan ise kaçınmaya çalışır. Ona fayda veren bir neticeye ulaştığında şükreder; bir zararla karşılaştığında da sabrederek bundan ders çıkarmaya ve onu hemen gidermeye çalışır. “Nâfi” ve “dâr” isimlerinin anlamını özümseyen bir mümin, faydalı veya zararlı görünen her hadisenin birer imtihan vesilesi olabileceğinin ve gerçek faydanın âhirette elde edecekleri olduğunun bilincinde olur. Her şeyden önemlisi faydanın ve zararın gerçek sahibinin Allah olduğu bilinciyle Allah’tan başkasına güvenmez, O’ndan başkasından da korkmaz. Zira sunu bilir: “Allah sana bir sıkıntı verirse, onu O’ndan başkası gideremez. Senin için bir hayır dilerse, O’nun nimetini kimse engelleyemez. O lütfunu kullarından dilediğine verir. Günahları çok bağışlayan, çok merhamet eden yalnız O’dur” (Yûnus 10/107).
Kaynak: İslam ansiklopedisi Diyanet
Cevapla