Paylaş
Allah’ın özel olarak seçtiği veya görevlendirdiği bir cemaat var mıdır?
Question
Allah seçkin ve görevlendirilmiş bir cemaati var mıdır?
İslâm inancına göre peygamberler dışında özel olarak seçilmiş ve görevlendirilmiş kişi, grup ya da cemaat yoktur. Kişi merkezli oluşturulan ve İslâm’ın temel öğretilerine aykırı şekilde sistemleşen kimi gruplar zamanla Kur’ân, Sünnet, dinî gelenek ve değerleri istismar ederek onları kendi çıkar ve amaçları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu yapılar; seçilmişlik, ma‘sûmiyet, masûniyet, mehdilik, mesihlik, kutsilik, rabbânîlik, ikinciler, fırka-i nâciye gibi kavramları kullanarak bağlılarını bir arada tutmayı amaçlarlar. Kullandıkları bu kavramlarla da kendilerine “seçkin bir cemaat” görüntüsü vermek isterler. Mutlak anlamda itaatin benimsendiği bu tarz yapılarda akletme, sorgulama ve muhâkeme büyük ölçüde devre dışı kalmaktadır. Diğer taraftan bu tür yapıların; birtakım dünyevi çıkarlar ve uhrevî vaadler başta olmak üzere pek çok olumsuz yönlerinden bahsedilebilir. Bunlar arasında ekonomik, siyasî ve sosyal nüfuz elde etme ve güç devşirme sayılabilir.
Allah’ın bizzat seçerek risâlet görevini vermiş olduğu peygamberler dışında hiç kimse kul olarak özel bir seçilmişlik konumuna sahip değildir. Her mü’min, bizzat kendi inandığı değerlerin taşıyıcısı, tebliğcisi ve sorumlusudur. Zira insanı yeryüzünün “halife”si46 olarak yaratan Yüce Allah, hakikati tüm açıklığıyla ortaya koymuştur.47 Ayrıca Yüce Allah ona hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan, helâli haramdan ayıracak48 akıl, irade, iz’an ve vicdan vermiştir. İnsan, bu fıtrî kabiliyetler yanında dinin iki temel kaynağı olan Kur’ân ve Sünnet ışığında kendi iradesini kullanarak yaşamakla sorumlu kılınmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah tarafından özel olarak seçilmiş ve ilahi mesajları insanlara tebliğ etmekle görevlendirilmiş kimseler olarak sadece peygamberlerden ve onlara verilen kitaplardan bahsedilir. Hz. Âdem ile başlayan Peygamberler zinciri Hz. Muhammed (s.a.s.) ile son bulmuştur. Dolayısıyla peygamberler dışında herhangi bir kimsenin seçildiği ve özel olarak görevlendirildiği iddiası bu gerçekle bağdaşmaz.
Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) ile vahyin tamamlanmasından sonra mü’min için dinî konularda Kur’ân ve
Sünnet’in rehberliğinde içtihat etmek ya da içtihat edenlere (âlimlere) tabi olmak dışında bir yol yoktur. Nitekim bir hadis-i şerifte âlimlerin bu yönü hakkında şöyle buyurulmuştur:
“ … Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur.” Burada Hz.Peygamber’den (s.a.s.) sonra özel olarak herhangi bir kişi, grup veya cemaate yer verilmemiş; mü’minlerin, nebevî mirasa sahip çıkmaları teşvik edilmiştir.
Diğer bazı dinî geleneklerin aksine İslâm’da ruhaniler/rahipler sınıfı yoktur; dinî konularda topluma rehberlik eden
âlimler vardır. Bunların görevi, dini doğru ve tam olarak öğrenmek, onu insanlara tebliğ etmek, dinî hayata örneklik ve rehberlik etmek, dini bidatlerden korumaktır. Diğer bir görevleri ise hakkında Kur’ân ve Sünnet’te hükmü bulunmayan konularda içtihat yolu ile hüküm belirlemektir. Ancak belirlenen bu hüküm ve yapılan açıklamalar beşerî yorumlar olarak değerlendirilir ve kabul edilir. Dolayısıyla âlimlerin ortaya koydukları yorumlar, kesin ilahî hükümler olmayıp, Allah’ın hükmünü bulma çabası olarak değerlendirilebilir.
Allah-kul ilişkisinde Müslüman âlimlerin konumu Hristiyanlık’ta olduğu şekliyle bir “aracılık” tarzında gerçekleşmez. Diğer bir ifadeyle İslâm’da ruhaniler adı altında bazı insanları ya da grupları kutsallaştırma ve bu yolla vicdanlara baskı yapma söz konusu değildir. Aksine İslâm âlimleri, insanlara sadece ilahî buyrukları hatırlatırlar ve hür iradeleriyle hakikati bulmaları konusunda kendilerine yardımcı olurlar.
Kur’ân’da Ehl-i Kitab’ın, kendi din adamlarını rab edindiklerinden bahsedilir.51 Rab edinme; inanç, ibâdet, haram ve helaller konusunda din adamlarının Allah’ın buyruklarında değişiklik yapmaları, insanların da doğru olup olmadığına bakmaksızın yapılan bu değişikliklerde onlara tabi olmaları anlamına gelir. İslâm’da ise böyle bir durum söz konusu değildir.
Kur’ân-ı Kerîm’de “seçilmiş” olma iddiasının temelde Ehl-i Kitab tarafından dile getirildiği belirtilmekte ve onların bu tutumu şu âyet-i kerimelerde yerilmektedir: “De ki: Ey Yahudiler! Başka insanlar değil de yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız ve şayet sözünüze sadıksanız haydi ölümü temenni edin!”52, “Yahudiler ve Hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” dediler. De ki: “Öyleyse Allah günahlarınızdan dolayı sizi niçin cezalandırıyor? Doğrusu siz de O’nun yarattığı sıradan insanlarsınız. O, dilediğini bağışlar, dilediğini de cezalandırır”.
Öte yandan kendilerini “diğer”lerinden farklı ve üstün gören yapıların en başta istismar ettiği rivâyetlerden birisi Enes b. Mâlik’in Hz. Peygamber’den (s.a.s.) naklettiği şu hadis-i şeriftir:
Resulullah (s.a.s.) “Kardeşlerimizi görmeyi isterdim.” buyurdu.
Bunun üzerine sahabîler “Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” diye sordular. Hz. Peygamber (s.a.s.) de “Sizler benim ashabımsınız.
Kardeşlerim ise beni görmeden bana iman edenlerdir.” buyurdu.
54 Bazı kişi veya gruplar hadiste geçen “beni görmeden bana iman edenler” ifadesini kendilerine işaret sayıp Resulullah’ın özel ilgisine konu oldukları görüntüsü vermeye çalışırlar.
Oysaki hadis-i şerifin değişik rivâyetleri göz önüne alındığında burada “kardeşlerim” diye kastedilen kimselerin, imanı özümsemiş bulunan sonraki kuşaklardaki Müslümanların tamamı olduğu anlaşılmaktadır. Bu ve benzeri hadislerde belli bir grubun veya cemaatin işaret edildiğine hükmetmek, Yahudilerin yaptığı gibi seçkincilik kuruntusuyla Allah Resûlü’nün sözlerini çarpıtmaktan başka bir şey değildir.
Kur’ân ayetlerini ve hadis-i şerifleri bir şahsa veya gruba hasretmek suretiyle yapılan yorumlar tamamıyla birer sapmadır.
Kur’ân’ın evrenselliğini görmezden gelmek, onun bazı âyetlerini kişisel çıkar veya grup menfaatleri için kullanmak, ilahî emanete karşı büyük bir ihanettir.
Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ortaya koyduğu bir hakikat vardır ki o da mü’minin akibeti hakkında kendisini ayrıcalıklı ve güvende görmemesi, bu yolda çaba sarf ederken korku ile ümit arasında olmasıdır. Yani mü’min, çok iyi ameller yapsa da cenneti kazanacağına emin olamadığı gibi çok günah işlemiş de olsa Allah’ın rahmetinden bağışlanma ümidini kesmez.
Bu ilke, sırf bir topluluğa dâhil olmakla ebedî kurtuluşa erişilemeyeceğini veya birisinin bir başkasını Allah katında ayrıcalıklı olarak nitelemesiyle de böyle olunamayacağını açıkça ortaya koyar. Çünkü herkes dünyada yapmış olduğu davranışlardan sorgulanacaktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) sevgili kızına, “Ey Peygamber’in kızı Fatıma! Allah’ın (azabından) kendini koru! Senin için ben bir şey yapamam.”55 diyerek bu gerçeğe işaret etmiştir.
Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.s.) cennette kendisiyle buluşmak isteyen bir sahabîye, “Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek, kendin için bana yardımcı ol!” buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s.), kurtuluşa erenlerin kimler olacağı sorusuna “el-Cemâa,”57 başka bir rivâyette de “Benim ve ashabımın yolundan gidenler.” cevabını vermiştir. Buradan kurtuluşa eren kimselerin (fırka-i nâciye) Hz. Peygamber’in Sünnetine tabi olup ashabının izinden giden diğer bir deyişle İslâm’ın ana yolundan ayrılmayan büyük çoğunluk olduğu anlaşılır. İslâm âlimleri bu büyük çoğunluğu “sevâd-ı a’zam” nitelemesiyle ifade etmişlerdir.
Bu tanım; şu veya bu yapıya dâhil olan değil, İslâm’ın temel inanç esaslarına gönülden inanan bütün Müslümanları kapsamaktadır.
Yukarıda bahsedildiği gibi İslâm inanç sisteminde peygamberler dışında özel olarak seçilmiş ve görevlendirilmiş kişi, grup ya da cemaat yoktur. Bununla birlikte Yüce Allah: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun.
İşte kurtuluşa erenler onlardır.”59 buyurmuştur. Hz. Peygamber ise “Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülüğe engel olursunuz ve zalimin iki elini tutup onu hakka çevirir, doğruluğa zorlarsınız veya (bunu yapmazsanız) Allah, sizin iyilerinizin kalplerini de kötülerinkine benzetir…”60 buyurarak Kur’ân, Sünnet ve tarihî tecrübe ışığında istikamet üzere olan ve İslâm geleneğinde “Ehl-i Sünnet” olarak karşılık bulan bir anlayışı ortaya koyar.
Âl-i İmrân Suresinin 104. âyeti, iyilik yolunda insanlığa önder ve örnek olmayı hak eden Müslümanların başlıca niteliklerini göstermektedir. Buna göre onlar “Allah’a iman ederler. Bunun gereği olarak peygamberlere, kitaplara, âhiret gününde hesap vereceklerine ve diğer iman esaslarına inanırlar. İslâm’ın öğrettiği güzel ahlâka sahiptirler; iyiliği emreder kötülüğü engellerler ve imanlarının gereğini yerine getirirler. Onlar iyi amel sahibi olmaları, aşırılık ve sapkınlıktan uzak, dosdoğru, adaletli, ölçülü, mûtedil ve dengeli tutum ve davranışları sebebiyle insanlığa örnek ve rehber olmaya hak kazanmışlardır.” Nitekim bu ümmet hakkında: “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık.”61 buyurulmuştur. Hz. Peygamber güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş bir peygamber olduğu gibi62 ümmeti de bu ahlâkı yaşamak ve insanlığa öğretmek için görevlendirilmiş en hayırlı ümmettir. Nitekim Hz. Peygamber de ümmetinin “en hayırlı ümmet” olduğunu vurgulamıştır.63 Kur’ân ve Sünnet’te anlatılan vasıfların hayırlı ümmetin belirgin özellikleri olduğunda şüphe yoktur. Gerçek müminler de bu sıfatları taşımaktadırlar.
Bu sebeple Allah, insanlığı hakka davet gibi önemli ve şerefli bir görevi onlara vermiştir. Ayrıca Yüce Allah kimlerle beraber olup hangi toplulukları desteklediğini Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyan buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerin yanındadır.”65; “Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!”; “Allah takvâ ile hareket edip iyiliği seçenlerin yanındadır.”
Gerçek böyleyken, herhangi bir kişi ya da grubun hakikati tekeline alıp tek doğru olarak kendini görmesi, kendi cemaatinin dışındakileri dışlaması ve kendi müntesiplerini diğer bütün Müslümanlardan üstün görmesi Kur’ân ve Sünnet’in ilkelerine aykırıdır. Diğer taraftan böyle bir yaklaşım, İslâm dinine hizmet etmiş ve etmekte olan samimi Müslümanlara karşı vefasızlık, haksızlık ve saygısızlıktır.
Sonuç olarak Allah’ın özel olarak seçtiği ve görevlendirdiği kişi, grup ya da cemaat yoktur. Bütün Müslümanlar iman ehli olmaları sebebiyle şereflidirler ve her mü’min, inandığı değerler manzumesinden bizzat sorumludur.
GÜNDEMDEKİ DINÎ SORULAR DİYANET
Answers ( 2 )
Rabbimiz (cc)’un özel olarak seçtiği bir topluluk, bir cemaat yoktur. Rabbimiz (cc)’un razı olduğu kulları vardır. Kim Rabbimiz’e iman eder, emrettiklerini yerine getirir, nehyettiklerinden, yasakladıklarından da sakınırsa Allah (cc)’un izni ile Rabbimiz (cc) o kişiden razı olur.
İslam inancında Allah’ın tarih boyunca çeşitli grupları veya kişileri belirli amaçlar için seçip görevlendirdiğine inanılır. Bu seçilmiş gruplar veya kişiler, peygamberler veya haberciler olarak bilinir. Peygamberlerin Allah tarafından O’nun rehberliğini iletmek, O’nun mesajını insanlığa ulaştırmak ve insanları doğruya yönlendirmek için seçildiğine inanılır.
İslami öğretilere göre, tanınmış peygamberlerden bazıları Hz.Adem, Hz.Nuh, Hz.İbrahim, Hz.Musa, Hz.İsa ve Hz.Muhammed’dir (onların üzerine barış olsun). Onlar, Allah tarafından kendi toplumlarına örnek ve lider olmaları, ilahi vahiyleri iletmeleri ve insanları Allah’a ibadet etmeleri ve doğru hayatlar yaşamaları için yönlendirmeleri için seçilmiştir.
İslam inancı, Allah’ın tarih boyunca insanları doğru yola ve tevhid yoluna yönlendirmek amacıyla farklı milletlere ve topluluklara elçiler gönderdiğini kabul eder. İslam’ın merkezi dini metni olan Kuran, birçok peygamber ve elçiden ve bunların Allah’ın mesajını iletmedeki rollerinden bahseder.
Müslümanlar, Hz. Muhammed’in (sav) son ve en büyük peygamber olduğuna ve Kuran’ın Allah’tan gelen son ve en kapsamlı vahiy olduğuna inanırlar. Müslümanlar, Kuran’ı hayatın tüm yönlerini kapsayan, insanlık için nihai ve eksiksiz rehber olarak kabul ederler.
İslami öğretilerde bahsedilen Allah tarafından seçilen veya görevlendirilen belirli cemaatler bulunmamakla birlikte, ümmet veya Müslüman topluluk kavramına büyük saygı duyulur. Müslümanlar cemaatle namaz kılmaya, birbirlerini desteklemeye ve İslam’ın ilke ve öğretilerini korurken toplumun iyiliği için birlikte çalışmaya teşvik edilirler.
İslami öğretilere ve geleneklere dayalı daha derin içgörüler ve yorumlar sağlayabilecekleri için, bu konunun daha kapsamlı bir şekilde anlaşılması için İslam alimlerine veya referanslarına başvurmak önemlidir.