Allah’ın varlığının delilleri nelerdir?

Question

Allah’ın varlığını ispatlamaya çalışan deliller nelerdir?

Allahin varliginin delilleri nelerdir

ALLAH TEÂLA’NIN VARLIĞINI ISBAT

Kur’an’ı okuyan kişi orada yaratıcının inkârı ve ispatıyla ilgili bir tartışma göremez. Bunun bir kaç sebebi var, arz edelim;

1- Kâinatın yaratıcısının mevcudiyetine inanmak zaruri bir durumdur. Aklın bunu inkâr etmesi mümkün değildir. Bu, delile ihtiyaç duyan nazari bir teori değildir. Çünkü her eser bir müessire delalet eder. Akıl bunu düşünmeksizin bilir. Müessiri olmayan bir eser kesinlikle düşünülemez. Çok basit bir şey için bile müessir aranırken şu uçsuz bucaksız kâinat için müessir aranmaz mı? İşte bu sebeple Kur’an-ı Kerim bu meseleyi münakaşa konusu edinmemiştir. Hatta Firavun alemlerin Rabbini inkar edip,

“Alemlerin Rabbi de nedir?”

“Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum.”

“Haman! Benim için bir kule inşa et. Umarım ki böylece yükselebilir, göklere yol bulur da Musa’nın ilahına ulaşırım. Gerçi ben onun yalancı olduğunu zannediyorum ya, neyse!” dediğinde Hz. Musa onun bu inkarına önem vermedi ve onun Allah Teala’nın varlığını kabul ettiği esası üzerine onunla mücadele etti. Ona, “Andolsun, bunları görülecek-belgeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini sen de biliyorsun; gerçekten ben de seni yıkılmış-harap olmuş sanıyorum.” dedi. Kur’an-ı Kerim bu inkâr, tekebbür ve inadı şöyle açıklamaktadır,

“Sonra da Musa ile kardeşi Harun’u ayetlerimizle ve apaçık delille Firavun ile ileri gelen yardımcılarına gönderdik. Onlar da hakkı kabulden kibirlendiler. Zaten onlar kendilerini çok büyük gören bir zümre idi. “Kavimleri bize ibadet (kölelik) ederken bizim gibi iki beşere mi inanalım?” dediler.” Kur’an-ı Kerim meseleyi biraz daha açıklığa kavuşturmuş ve,

“Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkâr et tiler buyurmuştur.

2- Kur’an-ı Kerim’in indirildiği çevre çoğunlukla putperestti. Bazı köylerde ehli kitaba mensup olanlar vardı. Ehli kitaba mensup olanlar yaratıcıyı inkar etmiyorlardı. Putperestlere gelince; onlar, putlara tapınmalarına rağmen yaratıcıyı kabul ediyorlardı. Kur’an-ı Kerim bunu bir çok yerde ifade etmiştir.
“Andolsun onlara; “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, hiç tartış masız; “Allah” diyecekler. De ki; “Hamd Allah’ındır.” Hayır, onların çoğu bilmezler.” “Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na halis kılan gönülden bağlılar’ olarak Allah’a yalvarıp-yakarırlar (dua ederler).”

İşte bu sebeple Kur’an bu insanlara bu mevzuyu açmaya ihtiyaç duymamıştır. Hatta bu çevrenin dışındaki çevrelerin de Allah’ı inkar ettiği bilinmemektedir. Şehristani şöyle diyor, Bu âlemin, ilim, kudret ve hikmet sahibi bir yaratıcı tarafından yaratıldığını inkâr eden birini görmedim. Sadece dehrilerden küçük bir toplumun bu iddiada olduğu nakledildi. Aslında onların da yaratıcıyı inkar etmedikleri, bilakis itiraf ettikleri görülmektedir.” Kur’an-ı Kerim yaratıcının inkârı ve ispatıyla ilgili tartışma açmasa da yaratıcının varlığını ispat etme hususunda çok sayıda delil getirmiştir. Bunların çoğu vahdaniyyet, nübuvvet ve yeniden diriliş gibi başka me seleleri ispat sadedinde zikredilmiştir. Kur’anda zikri geçen bu delillerden bir kısmını arz edelim;

İllet Delili

Bu delilin özü; Bütün bu yaratılanlar yüce ve kudretli bir yaratıcının varlığı na şehadet etmektedir. Bu delil üzerinde uzun uzadıya konuşmak istemiyoruz, ancak şunları zikretmeden de geçemeyeceğiz. Allah Teala şöyle buyurmaktadır;

“Yoksa bir şey olmaksızın mı yaratıldılar, yoksa yaratıcılar onlar mı? Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır. Onlar yakinen bilmezler.”

Allah Teala burada onlara şöyle demektedir; Sizler varsınız. Bu inkâr edemeyeceğiniz bir hakikattir. Aynı şekilde gökler ve yer de mevcuttur. Şüphesiz her akıl bilir ki; her var olanın bir sebebi mevcudiyeti vardır. Bunu çöldeki çoban da bilir. “Deve pisliği deveye delalet eder, ayak izi buradan geçip giden birini gösterir.” der. Dolayısıyla burçlarıyla birlikte şu gökler ve yollarıyla birlikte şu yeryüzü de ilim sahibi Allah’a delalet etmektedir. Araştırmacı büyük bilginler O’nu hayatın her alanında idrak etmektedirler. Onlardan biri “Allah ezelidir, yücedir, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter. Bana sanatının ihtişamıyla tecelli etti. Hayretten hayrete düştüm, şaşırdım kaldım. Bu ne kudret, bu ne hikmet ve bu ne yaratma. Küçük büyük her bir şey yerli yerinde.” demek mecburiyetinde kalmıştır.” Ayetin işaret ettiği bu mana, alimler nezdinde “illet delili” olarak bilinen şeydir. Bu delile göre mümkinattan olan hiç bir şey kendi kendine meydana gelmez. Zira onun tabiatında böyle bir kabiliyet yoktur. Dolayısıyla var olabilmek için bir var edene ihtiyaç duyar. Yine aynı şekilde başka şeyleri var etmede de mutlak güç sahibi değildir. Kendisinde ol mayan bir şeyi bir başkasına veremez.” İslam âlimleri inkârcılara karşı hala bu delili kullanmaktadır. İmam Ebu Hanife’nin yanına yaratıcıyı inkâr eden birileri getirilmişti de o onlara,

“Size biri gelse de “Çeşitli mallarla yüklü bir gemi gördüm, ne kaptanı ne de bir başka sevk edicisi vardı. Engin denizlerde yol alıyor, koca koca dalgaların ve büyük fırtınaların arasından geçiyordu ama ona bir şey olmuyordu, düzgün bir kilde yola devam ediyordu.” dese ona inanır mısınız?” diye sordu. Onlar,

“Bu aklın kabul edebileceği bir şey değildir.” dediler. Bunun üzerine Ebu Hanife hazretleri, “Kaptansız bir geminin denizlerde düzgün bir şekilde yol alabileceğini akıl kabul etmiyor da çeşitli hallerine rağmen bu büyüklükteki bir dünyanın kendi kendine var olacağını ve kendi kendine düzgün bir şekilde yol alabileceğini nasıl kabul ediyor?!” dedi. Ebu Hanife hazretlerinin bu cevabı üzerine onlar ağladılar ve,

“Doğru söylüyorsun.” diyerek tevbe ettiler.” “Yoksa bir şey olmaksızın mı yaratıldılar, yoksa yaratıcılar onlar mı?” ayetinin işaret ettiği ve akılların kabul ettiği bu delil, akıl sahiplerini yaratıcıyı kabul etmeye sevk etmektedir. Hatta bu ayette öyle beliğ bir ifade var ki ses kulaklara vardığında kalbe ve ruha tesir etmektedir.

Kur’an-ı Kerim, akılları kâinatın yaratılışı ve idare edilişi hususuna çekmeye çalışmaktadır. Kevni ayetlere bakmaya ve onlar üzerinde düşünmeye sevk etmektedir. Akılları gaflet uykusundan uyandırmaya çalışmaktadır. Göklerin ve yerin melekûtu ve sair işaretler üzerinde düşünmeye sevk etmektedir. Kul Rabbini bil sin, yaratıcısını tanısın ve ibadete yegâne müstahak olanın O olduğunu bilsin diye bunu çeşitli üsluplarla tekrar tekrar ifade etmiştir.”

Fıtrat Delili

Yaratıcıyı tanımak ve O’nun varlığını ve rububiyetini ikrar etmek insan fitratının tabii olarak kabul ettiği bir şeydir. Zira insan bu fıtrat üzere yaratılmıştır. Issız bir mekânda bir çocuğun yaşadığını düşünelim. Bütün harici etkilerden ve aki devi ilkelerden habersiz olarak büyüdüğünde o, fıtratıyla bu kainatın bir yaratıcı sının olduğunu anlar, sonra da ona karşı muhabbet besler. Buradan şunu anlıyoruz; Yaratıcının varlığını inkar eden inkarcılar bunu şeytanların etkisi altında kaldıklarından yapmaktadırlar. Bu fıtrat deliline Kur’an ve Sünnet işaret etmektedir. Allah Teala şöyle buyurmuştur;

“O halde (ey Peygamber ve Peygambere uyanlar) yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir, Allah’ın fıtratına çevir ki O insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din (budur) fakat insanların çoğu bilmezler.” Burada kast edilen fıtrat, islamadır. Zira Allah Teala insanları tevhid dini din-i İslam üzere yaratmıştır.”
Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur

“Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Ancak ana babası onu yahudileştirir, hıristiyanlaştırır ya da mecusileştirir. Hayvanların hayvanlara benzemesi gibi. Onlardan doğan azaları tam olarak doğar. Siz kesmezden önce, kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?”” Bir hadisi kudside Allah Teala şöyle buyurmuş tur: “Bütün kullarımı yarattım. Şeytanlar onlara geldi ve onları dininden döndürdü.”

“Hunefa” kelimesinin manası; Islam dininden başka bütün dinlerden yüz çevirenler, demektir.” Insanların Rablerini tanımadaki ehemmiyetinden dolayı Rasulullah (sav) sabah akşam duasında fitrat üzere olduğunu ifade etmiştir. Rasulullah (sav)in sabah akşam şu duayı yaptığı bize nakledilmiştir,

“Islam fıtratı üzere, ihlas kelimesi üzere, peygamberimiz Hz Muhammed’in (sas) dini üzere ve babamız İbrahim’in dini üzere sabahladık (ya da akşamladık). O (İbrahim) Müslümandı, hanifti. Müşriklerden değildi.”” Rasulullah (sav) “İhlas kelimesi” üzere sözüyle ki o, “Lailahe illellah” sözüdür, “Peygamberimiz Muhammed’in dini üzere” sözüyle ki o, İslam dinidir, ve “Müslüman ve hanif olan babamız İbrahim’in dini üzere” sözüyle fıtratın bozulmaktan salim kalacağını yinelemiştir. O İbrahim hanifti. Yani; Bu fıtrata ters olan bütün dinlerden ve inançlardan uzaktı. O, Allah Teala’yı inkâr eden ya da O’na şirk koşan bütün dinlerden el çekmiş sadece Islama yönelmişti. Tevhid-i Ulahiyet gerçekleşince Tevhid-i Rububiyet de gerçekleşir. Zira Tevhid-i Ulahiyet, zimnındaTevhid-i Rububiyeti barındırır. İşte bu sebeple fitrat Tevhid-i Rububiyete delalet etmektedir.

Allah Teala’nın, kullarını yarattığı bu fıtrat ile ruhlar aleminde Ademoğlundan aldığı söz arasında kuvvetli bir irtibat vardır. Nitekim şu ayeti kerimede buna işaret edilmektedir;

“Rabbinin Adem evlatlarından misak aldığını da düşünün: Rabbin onların bellerindenzurriyetlerini almış ve onların kendileri hakkında şahitliklerini isteyerek “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurunca onlar da “Elbette.” diye ikrar etmişlerdi. Kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu.” yahut: “Ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koştular, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batılı başlatanların yaptıkları sebebiyle bizi imha mi edeceksin?” gibi bahaneler ileri sürmeye siniz diye Allah bu ikrarı aldı.

Allah Teala’nın kullarından aldığı bu söz O’nun rububiyyetini itiraf ve ikrardır. Allah Teala onları kendilerine şahit tuttu. Onlar da şehadet ettiler. Insanlardan bir kısmı bu söze sadık kaldı ve sadece Allah’a bağlandı, O’na ortaklar koşmadı ve sadece O’na ibadet etti, Allah’ın rasullerine iman edip onları getirdikleri şeylerde tasdik etti. İnsanlardan bir kısmı da fitraten bozuldu. Şeytana uydular ve dinlerin
den döndüler. -Bu duruma düşmekten Allah’a sığınırız- Allah’a verdikleri sözü unuttular ve O’nun rubûbiyetini tanımadılar. Böylelikle küfre ve ilhada düştüler. Buna rağmen Allah Teala insanları başıboş bırakmadı. Verdikleri bu sözü hatırlasınlar diye onlara peygamberler gönderdi, kitaplar indirdi. Rasulullah (sav) de sabah akşam okusunlar diye ashabına şu duayı öğretti.

“Allahlım, Sen benim Rabbimsin. Senden başka hiç bir ilah yoktur. Beni Sen yarattın. Ben senin kulunum. Gücüm yettiği kadarıyla Senin ahdin ve vadin üzere bulunuyorum. Yaptığım fenalıkların şerrinden Sana sığınırım. Üzerimde olan ni metlerini itiraf ediyorum. Günahımı da itiraf ediyorum. Beni bağışla. Çünkü Sen den başka günahları bağışlayacak kimse yok.” “Senin ahdin üzere bulunuyorum” sözü, Sana imana ve Senin vahdaniyetini ikrara dair verdiğim sözdeyim, ondan dönmedim, manasınadır.” Ibni Hacer ve Ibni Batal “Senin ahdin ve vadin üzere bulunuyorum” sözü hakkında şöyle demişlerdir; Burada Allah Teala’nın, kullarından “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyerek kendi aleyhlerine aldığı söz kastedilmektedir. Onlar da O’nun rubûbiyetini ikrar etmişler ve O’nun birliğini kabul etmişlerdi. Kim bu büyük duaya hemen her gün devam ederse Allah’ın izniyle fitratını bozulmaktan korur ve Rabbine verdiği sözü yerine getirmiş olur.

Dış Âlem Delili

Allah Teala şöyle buyurmuştur;

“Biz onlara iç ve dış alemdeki ayetlerimizi göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?”

“Dış âlemde ayetlerimizi göstereceğiz.” sözü, birliğimize ve kudretimize dair ayetlerimizi göstereceğiz, demektir.” “Ufuklar (Dış âlem)” sözü ile göklerde ve yer yüzünde bulunan her bir şey kastedilmektedir. Güneş, ay, yıldızlar, gece, gündüz, rüzgarlar, yağmurlar, şimşek, yıldırım, gök gürültüsü, bitkiler ve sair enva-i çeşit mahlukat.”

Yeni yeni keşfedilen bazı ilmî gerçeklerin Kur’anda beyan edilmiş olması da Kur’an’ın dış alemden gösterdiği örneklerdendir. Onlardan bir kısmını arz edelim;

1- Yüksek Irtifada Oksijenin Azalması

Allah Teala şöyle buyuruyor;

“Allah, kimi hidayete eriştirmek isterse, onun göğsünü Islama açar, kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü -sanki göğe yükseliyormuş gibi- dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertti”
Bu ayeti kerime yükseklere çıkıldıkça insanların göğsünün daraldığını ve boğulma hissi duyduğunu ifade etmektedir.

2- Yıldızların ve Gezegenlerin Yörüngelerinde Hareket Etmesi

İnsanlar yeryüzünü kainatın merkezi olarak görüyorlardı. Güneş, ay ve yıldızların onun etrafında döndüğüne ve ayrıca bazı sabit yıldızlar olduğuna inanıyorlardı. Galile’ye gelinceye kadar bu böyle devam etti. O, dünyanın güneş etrafında döndüğünü ve kainatın merkezinde olanın güneş olduğunu söyledi. Kur’an-1 Kerim’e gelince; o, sabit merkez anlayışını kesinlikle reddetti. Nitekim ayeti kerimede şöyle geçmektedir;

“Her biri bir yörüngede seyretmektedir. Bu, o zaman için yepyeni bir bilgiydi. Yine bir ayeti kerimede şöyle geçmektedir: “Yıldızların mevkilerine Andolsun. Eğer bilseydiniz bu, büyük yemindir.””

Alimler yıldızların mevkilerinin ve yörüngelerinin rast gele olmadığını söylemişlerdir. Bir yıldız öyle bir yörüngeye yerleştirilmiş ki ne çok sayıdaki yıldızın çekme kuvveti ve ne de deveran sebebiyle meydana gelen itme kuvveti herhangi bir olumsuzluğa mahal vermiyor, tam bir ölçü içinde yörüngesinde deveran edip duruyor.

3- Yeryüzünün ve Dağların Deveranı

Allah Teala şöyle buyuruyor;

“Bir de o dağları görür, donuk ve hareketsiz sanırsın; Oysa onlar bulutların yürüdüğü gibi yürümektedirler. İşte bu, her şeyi muhkem ve mükemmel yapan Allah’ın sanatıdır. Muhakkak ki O, sizin yaptığınız her şeyden haberdardır.”

İnsanlar önceden yeryüzünün ve dağların sabit olduğuna inanıyorlardı. Hat ta onların sabit olduğuna dair darb-ı meseller getiriyorlardı. Kur’an, insanların zi hinlerine işlemiş olan bu görüşlere karşı çıktı, dağların da bulutlar gibi hareket halinde olduğunu söyledi. Yani; Bulutlar nasıl ki kendi kendilerine hareket edemiyor sa, onları harekete geçirecek bir rüzgâra ihtiyaç duyuyorlarsa dağlar da öyle kendi kendilerine hareket etmiyorlar. Zira onlar hareket halindeki arzın kazıklarıdır. Dolayısıyla onların hareketi arzın hareketine tabidir. Bu, her şeyi muhkem ve mükemmel yapan Allah’ın sanatıdır.”

4- İki denizin Arasındaki Perde

Allah Teala şöyle buyuruyor: “Birbirleriyle kavuşup-karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? O ikisinden inci ile mercan çıkar.
Ayeti kerime iki denizin karşılaştığı yerde aralarında gerçek bir perde olduğundan bahsetmektedir. İki deniz de boğazlarda karşı karşıya gelmektedir. Eğer boğaz olmasa o zaman iki denizin varlığından söz edilemez, deniz tek bir deniz olur. Ayetin ifade ettiği bu hakikat kimsenin bilmediği bir şeydi. Denizlerin arasın da bir perde olduğu ne biliniyor, ne de düşünülüyordu. Miladi 1962 yılında bu hakikat keşfedilince Kur’an’ın haykırdığı hakikat ilmen sabit olmuş oldu.

5- Arzın titreşmesi ve yağmurla kabarması

Allah Teala şöyle buyuruyor;

“Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz

zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.”100

Ilim, yağmur yağdığında yeryüzünün titreştiğini; hububat, soğancık, tüber kül, kabarcık ve mikropların tümünün harekete geçtiğini ve parçalanmaya başla dıklarını, suyu emdiklerini ve daha çok ve daha büyük olmak için gıdayı özümse diklerini ifade etmektedir. 101

İç Âlem Delili

Allah Teala şöyle buyuruyor: “Ve kendi nefislerinizde de (deliller var). Yine de görmüyor musunuz?”

insan kendi nefsi üzerinde düşündüğünde rubûbiyet ayetleri ve yakın nurla n kendisine ayan olur. Şek ve şüphesi kalmaz. Cehalet karanlığı ondan gider. insan nefsine baktığında onda yaratıcıya delalet eden eserleri görür. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ayetlerimize karşı küfre sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır. Hüküm ve hikmet sahibidir.”

Parmak İzi ve Parmak İzinin Kişilik Tespitinde Kullanılışı

Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Insan, onun kemiklerini bizim kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor? Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip (yeniden) düzene koymağa güç yeti renleriz. 104

Dünyada parmak izleri birbirine benzeyen iki kişi dahi yoktur. Tek yumurta ikizlerinde dahi parmak izleri farklıydı. Parmak izi ceninin dördüncü ayında ta mamlanıyordu. Daha sonra bu, sahibi olan şahsa özel olarak sabit kalıyordu. Ha yat boyu değişmiyordu. Şekil itibarıyla birbirine yakın parmak izleri varsa da tam olarak birbirine benzeyen parmak izi yoktu. Bu sebeple bütün dünyada kriminal incelemelerde parmak izi delil olarak kullanılmaya başlandı. Katillerin ve hırsızlarin bulunmasında sık müracaat edilen delillerden biri oldu. – Ancak ilmi keşiflerden sonra bilinen gizli sırra işaret etmek.

Allah Teala’nın insanları suretleri ve şekilleri üzere tekrardan yaratma üstün gücüne sahip oldugunu beyan. Insan kendi bedenindeki sistemler üzerinde de düşünebilir. Sinir sistemi, dolaşım sistemi ve sindirim sistemi üzerinde düşünebi lir, psikolojik farklılıklar üzerinde düşünebilir. Yine duygular, düşünceler ve inanışlar üzerinde de düşünebilir. Bu, onu Allah Teala’nın üstün gücüne kudretine gotürecektir.

Hidayet Delili

Allah Teala şöyle buyuruyor;

“Yaratıp düzene koyan, takdir edip yol gösteren, (topraktan) yeşil otu çıkarıp sonra da onu kapkara bir sel artığına çeviren yüce Rabbinin adını tesbih (ve takdis) et.” “Dedi ki: “Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra da doğru yolunugösterendir

Bu ayetlerdeki hidayetin manası; her mahlûka her ne için yaratıldıysa o şeyiyapma kabiliyetinin verilmesidir. Yaratılışının ona göre olması, yeme, içme, çiftleşme ve sair tasarrufat için gerekli donanımlara sahip kılınması ve bu hususlarda uygun olan şeylere yönlendirilmesidir.

Allah Teala’nın güzel isimleri içinde “Hadi” ismi de vardır. Yani; O, kullarınaimanın yolunu, ulühiyeti ikrarın yolunu, hayatı ve hayatın sırlarını tanımanın yolunu gösterir. “Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.”

“Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltip-iletmektedir.” Bu, her mahluka ihtiyaç duyduğu kabiliyetlerin yaratılıştan verilmesi, demektir. Nitekim ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur; “Dedi ki: “Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonragösterendir.”

Yine bu, peygamberler ve kitaplar vasıtasıyla irşat etmesi, demektir. Nitekim ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur;

“Ve onları emrimizle doğru yola iletip-yönelten önderler kıldık.”
Yine bu, kalpleri ve akılları rızasına muvafik işlerde tutması ve onları muha faza etmesi, demektir. Nitekim Allah Teala şöyle vaad etmiştir: “Iman edip salih amellerde bulunanları Rableri imanları dolayısıyla altından ir maklar akan nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir (hidayet eder).”

“Bizim ugrumuzdacihad edenlere şüphesiz ki yollarımızı gösteririz.” O Allah kitabı indirendir. O kitabı terk eden hayatın uçsuz bucaksız çöllerin de yiter. Sıratı müstakimden başka yol arayan da o yolda helak olur.”

Islam âlimleri hidayetin çeşitliliğine dikkat çekmişler ve bu hususta çok sayı da faydalı eserler yazmışlardır. Allah Teala’nın karıncaya, hüdhüd kuşuna, arıya ve sair mahlukata hidayet ettiğini zikretmişlerdir. Bu, gerçekten geniş bir konu, ancak bu hususta şu ayeti kerime her şeyi hulasa etmektedir; “Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibiümmetler olmasın. Biz Kitap’ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. ” Bu ümmetler Allah Teala’ya kulluk etmekte, O’na hamd edip O’nu tesbih et mektedirler. Nitekim ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur;

“O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur.” Yine, “Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçmakta olan kuşlar, ger çekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini hiç şüphesiz bilmiş tir.” Gel, şu hususları birlikte düşünelim;

Tevhid-i Rububiyet

Tevhid-i Rububiyyetin manası; Allah Teala’nın, her şeyin Rabbi, maliki, yaratıcısı ve rızık vereni olduğuna kesin bir imanla iman etmektir. Tek olduğuna, fay da ve zarar verenin O olduğuna, yegâne dirilten ve öldürenin O olduğuna, bu kainatta tek hakim gücün O olduğuna, dilediği gibi hükmettiğine, dilediği şeyin vuku bulduğuna ve dilemediği şeyin vuku bulmadığına, verdiğini geri çevirecek, ver mediğini de verecek kimsenin olmadığına kesin inanmaktır. Haynın tamamının O’nun elinde olduğuna, bütün işlerin O’na döndüğüne ve O’nun her şeye kadir ol duğuna kesin bir imanla iman etmektir.

“Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette “Allah” diyecekler. Deki: “Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka tapmakta olduklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını onlar kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini onlar tutup-önleyebilecek ler mi?” De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar O’na tevekkül etsinler,”
De ki: “Eger biliyorsanız (söyleyin); Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?”, “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Yine de öğüt alip-düşünmeyecek misiniz?” De ki: “Ye di göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?”, “Allah’tır” diyecekler. De ki: “Yine de korkup sakınmayacak mısınız?” De ki: “Eger biliyorsanız (söyleyin); Her şeyin mele kütu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor.”, “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Öyleyse nasıl oluyor da siz böyle büyüleniyorsunuz? Hayır, biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. Allah, hiç bir çocuk edinmemiştir ve O’nunla birlikte hiç bir ilah yoktur; eger olsaydı, her bir ilah elbette kendi yarattığını götürüverirdi ve (ilahların) bir kısmına karşı üstünlük saglardı. Allah, onların nitelendiregeldiklerinden yücedir. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir, onların ortak koştuklarından yücedir.”

“Onların çoğu Allah’a iman etmezler de ancak şirk katıp durmaktalar onlar.”” Kur’an-ı Kerim’de bu hususa dair daha birçok ayet var. Buna göre kâfirler ya ratıcıyı tanıyor ve ikrar ediyorlar, ancak bununla birlikte kendileri için Allah nez dinde şefaatçi olsunlar diye Allah’tan başka şeylere de ibadet ediyorlar. Şiddet ve musibet anında da o ibadet ettikleri putları unutuyorlar, Allah’a yalvarıyorlar. On ların Allah’a inanması onlara hiç bir fayda vermez. Zira onlar bu itikatlarıyla müslüman olmamışlardır. Bu itikat, onların canlarını, mallarını ve irzlarınıİslamın koruması altına almaz. Zira onlar Tevhid-i Ulahiyetiinkar etmekte ve Allah’a şirk koşmaktadırlar.

Tevhid-i Ulahiyet; ibadetin her bir nev’ini, tekçe Allah Teala’ya yapmaktır. Mümin, Allah Teala’nın melekûtunu düşündüğünde Allah Teala’nın azametini ve sanatının mükemmelliğini görür ve huzur hisseder. Nitekim ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur;

“Düşünün bir, yüzükoyun kapanıp yerde sûrûnen mi varılacak yere daha kolay ca ulaşır, yoksa dümdüz yolda düzgün şekilde yürüyen mi?” Allah Teala’nınmahlakatı üzerinde düşünenler köklü bir imana sahip olurlar. Zira ayeti kerimede şöyle buyurulmaktadır;

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde te miz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan ya tarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve der ler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabın dan koru. ”

Önce düşün, sonra seni yoktan var edeni tesbih et ve O’na kulluk et, dönüş O’nadır.
Allah Teala’nın yaratma sıfatı, O’nun rubûbiyetine delalet eden sıfatların başında gelmektedir. Yaratmadaki bu ihtişam ve bu kemal ancak alemlerin Rabbi tarafından meydana gelebilir. Allah azze ve cellemahlakatı belli kurallar çerçevesi içinde yarattı. Bu kuralları O’ndan başka birinin koyması mümkün değildir. Zira O, tek rabdir, O’nun ortağı yoktur. Bu kuralları iki guruba ayırmamız mümkün dür,

1- Genel Kurallar; Bunlar, maddi varlığı ile bütün bir kâinatın boyun eğdiği kurallardır. Insanın gelişmesi, hareket etmesi, hastalanması ve diger maddi hadiselerin meydana gelmesi; yağmurun yagması, gece ve gündüzün birbirini takip etme si ve sair benzeri maddi hadiselerin cereyan etmesi buna örnektir. Nebi ve Rasuller ümmetlerini bu maddi hadiselere bakmaya ve bunlar üzerinde düşünmeye da vet etmişlerdir. Zira bu hadiseler, yaratıcının azametine ve hüsnü tedbirine delalet etmektedir. Nitekim Nuh (as) kavmine şöyle demişti;

“Görmüyor musunuz; Allah, yedi gögü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) için de yaratmıştır? Ve onlar da ay’ı bir nur kılmış, güneşi de bir çırağ yapmıştır. Ve Allah sizi yerden bir ot gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla diriltip-çıkaracaktır. Allah yeri size bir yaygı yaptı ki onun geniş yolla rında yürüyesiniz.”

2- Özel Kurallar; Bunlar, beşerin boyun büktüğü kurallardır. Beşer hayatının -fert, millet ve cemaat olarak- her alanına dair tasarrufatı içerir. Bu tasarrufatın bir neticesi olarak dünyada husule gelen izzet ve zillet, kuvvet ve zayıflık, zafer ve hezimet gibi hususlar, ayrıca dünyada işlenen iyilik ve kötülüklere karşı ahirette azap ya da mükafat görme gibi hususlar bunun örnekleridir. Ayeti kerimede şöyle buyurulmaktadır;

“Musa kavmine: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır, ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir.” dedi.”

Yani; dünya ve ahirette sonuç, muttaki kulların lehine olacaktır, demektir. Yine bir başka ayeti kerimede şöyle buyurulmaktadır;

“Sayet Allah size yardım ederse size galip gelecek olan yoktur.”

Delillere baktığımızda her iki kuralın da daimi, süreklirüyoruz. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır;

“Allah’ın kurallarında bir değişiklik bulamazsın.” Yani; Orada ne bir tebdil ve ne de bir tagyir olmayacak, bilakis onlar sabit ve daimidirler, demektir. Hiç bir peygamber yoktur ki yaratıcının birliğini gösteren bu kurallara -özellikle de ikinci neviden olan sosyal kurallara- dikkat çekmiş olma sın. Bu kuralları dikkate almak ve bunlara göre hareket etmek beşeri istenen isti kamette yürütür. Bu kurallara uymak kulluğun sadece ve sadece Allah’a yapılmasına sebep olur. Kur’an-ı Kerim’de bu kuralları ihtiva eden kıssaların zikredilmesinin sebebi de budur. Sebeplere yapışmaya, tedbir almaya, Allah’ın yardımının gelişinin yollarına, fitne ve belalara karşı mücadeleye karşı dikkat çekmektir.

Tevhid-i Rububiyet, Tevhid-i Ulahiyyete delalet eden en büyük delildir. Onunla digerinin durumu başlangıç ile neticenin durumu gibidir. Bu büyük kaina tin bir yaratıcısı ve bir hükmedicisi olduğuna; O yaratıcının, dilediğini yaptığına, mutlak güç ve kudretin sahibi olduğuna; bütün mahlûkatı O’nun rızıklandırdığı na; fayda ve zarar verme yetkisinin O’nun elinde olduğuna; verenin de men edenin de O olduğuna; yaşatanın da öldürenin de O olduğuna; musibet anında kişiyi musibetten kurtaranın ve sıkıntıya düşenin duasına icabet edenin O olduğuna tam bir sadakatle inanan kişinin kalbinde bu yüce yaratıcıya karşı büyük bir muhabbet ha sıl olur. Bu muhabbet sebebiyle de taat, itaat, kulluk, tevazu ve huzur meydana ge lir. Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde Hz. Allah kendisinin, yaratıcı, rızık verici ve bütün nimetlerin ihsan edicisi olduğunu zikrediyor, sadece kendisine kulluk etmelerini ve kendisine şirk koşmamalarını beyan ediyor. Bu hususta şöyle buyuruyor; “Ey insanlar, Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini anı. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah’ın dışında da bir başka yaratıcı var mı? O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?

Kaynak: İslam inanç esasları muhammed ali sallabi

BENZER KONULAR:

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Cevapla