Basiret Sahibi Sahabeler kimlerdir

Question

Gözlerinin Körlüğüne Karşın Kalp Gözleri Açık Olan Sahabiler

Soru: Sahabilerden basiret sahibi olanlar kimlerdir?

Cevap: Basiret kalbe ait bir nurdur ki kalb onunla görür ve hidayete erer, yolunu bulur. Basar ise göze ait bir nurdur ve onunla görür ve bakar. Basiret kelimesi beyan, apaçık delil, kendisiyle öğüt alınan ibret, marifet ve yakîn/kesin bilgi anlamlarında da kullanılır.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Basiret kalbin inancı veya kesin olarak bir şeyi bilme ya da ilmi gerçeklerin kavrandığı bir kuvvet demektir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

Doğrusu size rabbiniz tarafından basiretler gelmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de körlük ederse zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim. (En’am/104)

Yani bu âyetler size akli ve kozmik belgeler olarak gelmiştir. Ebedi saadete ulaştıracak kesin ve gerçek inançlara bu belgelerle ulaşılır.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum. Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzereyiz (basiret üzereyiz).” (Yusuf/108)

Bu Kur’an, rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır). İnanan bir kavim için hidayet ve rahmettir. (A’raf/203)

(Musa Firavun’a) “Pekala biliyorsun ki” dedi, “bunları birer ibret olmak üzere ancak göklerin ve yerin rabbi indirdi.” (İsra/102)

İbret manasını verdiğimiz kelimenin aslı besair/basiretler’dir.

Akıl ve basiret sahibi kimseler, eski çağlardan beri basireti (kalbin görmesini) basara (gözün görmesine) tercih ederler ve şöyle derler: Musibet, basarın yokluğunda değil, basiretin yokluğundadır, yani felaket, gözün körlüğü değil, kalbin körlüğüdür. Eski bir atasözü vardır: “Nice kör vardır ki, doğruyu bulur”. Kur’an-ı Kerim’deki şu âyet-i kerime bu gerçeği dile getiriyor:

Yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de körleşir. (Hac/46)

Bu sebeple nazar (görüş) kelimesinin halk arasında daha çok gözle görmek anlamında kullanıldığını, aydınlar arasında ise daha çok düşünmek, bilgi ve marifet anlamında kullanıldığını görüyoruz.

1956 yılında Körlerin Dünyasında isimli kitabın birinci cildinde şunları söylemiştim: “Kur’an’ın çoğu yerde kör kelimesiyle gözleri kör olanları kastetmediğini, bununla manevi bir körlüğü, kalp körlüğünü veya akıl ve ruh körlüğünü kastettiğini görürüz. İbn Manzur Lisanü’l-Arab’ta şöyle der: Filan kimse kalb yönünden filan kimseden daha kördür, denilir, fakat gözü onun gözünden daha kördür denilmez. “Ne kadar da kördür” sözüyle, “Kalbi ne kadar da kapalıdır” anlamı kastedilir. Çünkü bu söz daha çok dalalette/sapıklıkta olan kimselere nisbet edilir, onlar için kullanılır. Kalbi kör olduğu zaman bir kimseye “kor adam” denilir. Körlük ise kalb gözünün kapanmasıdır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de ne zaman bir körü anmış ve onu kötülemişse, onunla kalp körlüğünü kastedmiştir. Aşağıdaki âyetler ve benzerleri bunun isbatıdır:

Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de körlük ederse zararı kendisinedir. (En’am/104)

İşte Allah’ın lanetlediği, sağır kıldığı ve kalp gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır. (Muhammed/23)

Ey Muhammed! Sana rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen kalp gözü kör olana benzer mi? (Rad/19)

Bu dünyada (kalbi) kör olan, ahirette de kör ve hatta daha şaşkındır. (İsra/72)

Arablar eskidenberi göz körlüğüyle iftihar ederlerdi. İşte Kureyş şairi gözleri kör olan Kureyş soylularının isimlerini saydıktan sonra şöyle der:

Senin derdin iyi bir derttir, seni kötü etmez Uyuklama temennisiyle seni geceletmez. Saygın bir derttir, korma, çünkü salgın değil Hamdolsun Allah’a nimetleri hep O’ndan bil.

Cahız el-Bursan ve’i-Arcan ve’î-Amyan ve’l-Havlan (Alacalılar, Topallar, Körler ve Şaşılar) isimli kitabında bu konuya temas eder. Bu kitabı ilk defa Daru’l-İtisam isimli yayınevi yakın bir zaman önce Prof. Muhammed Mersi el-Huli’nin tahkikiyle birlikte yayınladı.

Cahız bu kitabında gözü görmeyen büyük adamların diğerlerinden daha çok olduğunu da zikreder. Onların içinde bir topluluk vardır ki gözleri gören kimselerden daha çok idrak ve anlayış sahibidirler.

Bizi burada ilgilendiren, gözlerini kaybeden, bununla beraber basiretleri açık olan ve bu sayede önemli mevki ve makamlara gelen sa-habileri tanımaktır. Gözlerinin kör olması, hayatta başarılı olmalarını, sürekli ilerlemelerini engelleyememiştir.

Mesela Hz. Peygamber’in amcası el-Abbas ibn Abdulmuttalib bunlardan biridir. O gözlerini kaybetmesine rağmen büyük bir şahsiyet olarak hayatını devam ettirmiştir. Hatta İbn Hacer, ei-tsabe isimli eserinde sahabilerin, Abbas’ın faziletini kabul ettiklerini ve onunla istişare edip görüşünü aldıklarını zikreder.

Abbas, hazır cevaptı, soru sorana nazikçe cevap verirdi. Verdiği cevaplar doğru ve doyurucu olurdu. Birisi kendisine şöyle sormuştu: “Sen mi daha büyüksün, yoksa Hz. Peygamber mi daha büyük?”

Abbas ona şöyle cevap vermişti: “Şüphesiz Rasûlullah (s.a) benden büyüktür, fakat ben ondan önce doğdum.”

İnsanlar kıtlığa maruz kalmışlardı. Hz. Ömer, dua etmesi için Ab-bas’ı çağırdı. Abbas, ayağa kalktı ve irticali olarak şu derin manalı güzel duayı yaptı:

Allahım! Senin katında bulut varsa, senin katında su varsa, bulutu yay ve içindeki suyu üzerimize indir. Onunla kökü sağlamlaş-tır, dalı uzat, memeyi sütle doldur. Allahım! Sen bir günah olmadıkça belayı indirmezsin, tevbe olmadıkça onu kaldırmazsın. Bu millet benimle sana yöneldi. Yağmurunla bizi sula. Allahım! Bunu kendimiz ve çocuklarımız için işitiyoruz. Allahım! Bize bol bol ve yararlı yağmurlar indir. Allahım! Biz yalnız senden isteriz, başkasına dua etmeyiz, başkasından istemeyiz. Allahım! Bütün açların açlığını, bütün çıplakların çıplaklığını, bütün korkanların korkusunu ve bütün zayıfların zayıflığını gider!

Sanki Abbas -basiret ile- rabbine yakarmanın sebeplerine bağlanmış gibidir. Allah Teâlâ onun duasını kabul eder ve az sonra bir yağmur sağnağı boşalır. İnsanlar onun hakkında şöyle demeye başlarlar: Mekke ve Medine’nin sulayıcısı.

Bir başka örnek Abdullah ibn Abbas’tır. Kur’an’ın tercümanı ve bu ümmetin büyük âlimi.. Halifelerin babası, Hz. Peygamber’in (s.a) am-cazedesi.. O da gözlerini kaybetmiş fakat basiretini kaybetmemişti. Ömer ibn el-Hattab -ki tam bir insan sarrafıdır- İbn Abbas hakkında şöyle der: “İbn Abbas olgun bir gençtir. Onun sorgulayan bir dili, akıllı bir kalbi vardır.”

Bu ifade, Abdullah ibn Abbas’ın ulaştığı makam ve rütbeyi en açık bir şekilde gösteren bir nitelemedir.

Tabiinden Ubeydullah ibn Utbe diyor ki: “Hz. Peygamber’in sünnetini, Hz. Ebubekir, Hz.Ömer ve Hz. Osman’ın verdiği hükümleri İbn Abbas’tan daha iyi bilen başka kimseyi bilmiyorum. Fıkhı, Kur’an tefsirini, Arab dilini, şiiri, hesabı ve feraiz ilmini ondan daha iyi bilen kimse yoktur. Bir gün fıkıh oturumu, bir gün tefsir oturumu, bir gün meğazi oturumu, bir gün şiir oturumu, bir gün de Arablarm önemli günleriyle ilgili oturum düzenlerdi ve bilgi verirdi. Onun kadar kendisine saygı gösterilen ve sorulan soruya onun kadar ilmi cevap veren başka bir âlim görmedim.”

İbn Abbas’ın zekasına ve aklına delalet eden örneklerden birisi de şu olaydır: Bir gün Muaviye ibn Ebi Süfyan kendisini küçümseyerek şöyle der:

— Niçin gözlerinize hastalık isabet ediyor, ey Haşim oğullan? İbn Abbas ona hiç vakit geçirmeden şu iğneleyici cevabı verir:

– Sizin basiretlerinize hastalığın isabet etmesi gibi ey Ümeyye oğullan.

Muaviye artık hiçbir şey söyleyemedi.

BENZER KONULAR:

Basiret Nedir? Kısaca

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Answer ( 1 )

  1. Basiret, bir şeyi doğru olarak anlama ve değerlendirme yeteneğidir. Basiret sahibi kişiler, olaylara ve durumlara derinlemesine bakarak, doğru ve yerinde kararlar verebilirler.

    Sahabeler arasında, basiret sahibi olarak tanınan birçok kişi bulunmaktadır. Bu kişilerin başında, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) en yakın arkadaşı ve halifesi olan Hz. Ebu Bekir (r.a.) gelmektedir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğini ilk kabul eden kişidir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatından sonra, İslam devletinin ilk halifesi olmuştur.

    Basiret sahibi sahabelerden bazıları şunlardır:

    Hz. Ömer (r.a.)
    Hz. Ali (r.a.)
    Hz. Osman (r.a.)
    Hz. Zübeyr bin Avvam (r.a.)
    Hz. Talha bin Ubeydullah (r.a.)
    Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a.)
    Hz. Abdurrahman bin Avf (r.a.)
    Hz. Ubeyde bin Cerrah (r.a.)
    Bu sahabelerin hepsi, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yakınında bulunmuş, onun sohbetinden ve öğretilerinden yararlanmışlardır. Bu nedenle, İslam dinini ve onun ilkelerini derinlemesine anlama ve değerlendirme yeteneğine sahip olmuşlardır.

    Basiret sahibi sahabelerin, İslam tarihinde önemli rolleri olmuştur. Bu kişiler, İslam dininin yayılmasında, İslam hukukunun ve fıkhının şekillenmesinde önemli katkılarda bulunmuşlardır.

    Basiret sahibi sahabelerin örnek davranışları, Müslümanlar için bir rehber niteliğindedir. Bu kişilerin hayatları, Müslümanlara, doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi, olayları ve durumları derinlemesine inceleyerek değerlendirmeyi öğretir.

Cevapla