Bir tarikata veya cemaate mensup olmak şart mıdır?

Question

Bir tarikata veya cemaate mensup olmak şart mıdır?

Bir tarikata veya cemaate mensup olmak sart midir

Bu mensubiyet kişiyi ahirette hesaptan kurtarır mı?

“Yol, hal ve gidiş” gibi anlamlara gelen tarikat kelimesi, tasavvuf geleneğinde, Hakk’a ulaşmak için tutulan kurumsallaşmış yol ve yöntemin adıdır. Tarikat, tasavvuf anlayışında Allah’a daha iyi kul ve Peygamber Efendimize (s.a.s.) layık ümmet olmak maksadıyla, haramlardan kaçınarak farz ve vacibin edasının yanı sıra birtakım nafilelere ağırlık verilmek suretiyle takip edilen yol ve yöntem olarak görülmektedir.
Mutasavvıflara göre tüm insanlar, hatta bütün yaratılmışların alıp verdiği nefes sayısınca Allah’a giden yol vardır. İlk sûfîler, kendilerinden daha tecrübeli durumda olanlardan faydalanmakla birlikte, bugün bilinen şekliyle bir tarikat kurmamışlar; görüşlerini ve dindarlık tecrübelerini sohbet yoluyla çevresindekilere aktarmışlardır. Bugünkü şekliyle organize tasavvuf hareketi bağlamında tarikatlar, yaklaşık VI/XII. yüzyılda ortaya çıkmaya başlamış ve daha sonra da müesseseleşmiştir.

Buna göre “şeyh” adı verilen bir mürşîd ve mürebbînin gözetiminde manevi arınmayı isteyen mürîdin takip ettiği usûle veya metoda tarikat adı verilmiştir.
Ülkemizde tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra geleneksel tarikatlar ve din eğitimiyle ilgilenen bazı yapılanmalar Cumhuriyet döneminde daha çok sivil bir oluşum olarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir ki bu yapılara ülkemize özgü bir isimlendirmeyle yaklaşık son çeyrek asırdır “cemaat” denilmeye başlanmıştır.

Dinimizde bir Müslümanın dînî görevlerini yerine getirmesi için herhangi bir tarikata veya cemaate girmesi gerekli olmadığı gibi, bir şeyhe ya da cemaat liderine bağlanması da emredilmemiştir. Bu bakımdan “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.”
gibi sözlerin dinî bir temeli ve değeri yoktur. Fakat bir Müslümanın, dinî sorumluluklarını öğrenip uygulamak için; nefsin terbiyesi, kalbin manevi kirlerden arındırılması, yaşantısında dünya-ahiret dengesinin kurulması gibi konularda ilim ve irfan ehli insanların tecrübe ve rehberliğinden yararlanmasında bir sakınca yoktur.

Öte yandan İslâm’a göre herkes dünyadayken yaptığı amellerin karşılığını ahirette görecektir. Yaptığı en küçük iyiliğin de kötülüğün de hesabını bizzat verecektir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa (amel defterinde) onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” buyurulmuş, pek çok ayette de her insanın kendi yapıp ettiğinin hesabından kendisinin sorumlu olacağı vurgulanmıştır:
“Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, Rahmân’a birer kul olarak gelecektir. O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir. Bunların hepsi de kıyamet gününde Allah’ın huzuruna tek başına gelecektir.”249, “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez (taşıdığı, kendi günah yüküdür). Günah yükü ağır gelen kimse onun taşınması için yardım çağrısında bulunsa -çağrılan yakını bile olsa- o yükten hiçbir şeyi başkası üzerine alamaz. Sen ancak, görmedikleri halde rablerinden korkanları ve namazı özenle kılanları uyarabilirsin. Kim arınırsa sadece kendi yararına arınmış olur. Her şeyin sonu Allah’a varır.”
Mahşer gününde hesap verilirken hiç kimsenin birbirine faydasının olmayacağını da şu ayet-i kerimeler ortaya koymaktadır: “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendine yetecek derdi vardır.”

Durum böyleyken İslâm’ın Müslümanlara yüklediği sorumlulukları yerine getirmeden sadece bir cemaate veya tarikata mensup olmak kişiyi ebedi kurtuluşa götürmez. Çünkü hiçbir kimse, -Allah katında çok değerli olduğunu ve yüce makamlarda bulunduğunu düşünsek bile- ahirette bir başkasının işlediği günahları yüklenemeyecektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) sevgili kızı Hz. Fatıma’ya, “Ey Peygamber’in kızı Fatıma! Allah’ın (azabından) kendini koru. Senin için ben bir şey yapamam.”252 diyerek bu gerçeğe işaret etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.) cennette kendisiyle birlikte olmak isteyen bir sahabîye, “Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek, kendin için bana yardımcı ol!”
buyurmuştur.

Sonuç olarak, ideal bir dindarlık için bir tarikat veya cemaate girmek şart olmamakla beraber Müslümanlar, dinî bilgilerine ve istikametine güvendikleri kişilerin rehberliğine müracaat edebilirler. Burada Müslümana düşen görev, kimi rehber edindiğini iyi araştırması ve istismarcıların oyununa gelmemesidir. Bir başka sorumluluğu da, şayet bir tarikata ya da cemaate bağlılığı varsa o tarikat ya da cemaatin önderinin sözlerini ve yönlendirmelerini mutlak doğru olarak görüp kayıtsız şartsız teslim olmamasıdır. Aksine, o söz ve yönlendirmeleri İslâm’ın inanç, ibâdet ve ahlak ilkeleri doğrultusunda gözden geçirmesidir. Zira Hz. Peygamber’in de buyurduğu gibi, “Allah’a isyan
konusunda kula itaat yoktur. İtaat ancak meşru olandadır.

Diyanet

Tasavvuf Ne Demek? Kısaca

Bektaşilik Nedir? Kısaca

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Answer ( 1 )

    0
    2021-01-02T16:02:52+03:00

    İslam Müslüman’dan körü körüne teslimiyeti istemez. Yanlışı olmayan tek kişi Rasulullah (sav)’dir. “Ben” de veya “biz” de yanlış yoktur diyenler doğru söylememektedir. Şart değildir bir cemaat veya tarikatın içinde olmak.  Ama bir cemaat veya tarikatta olan biri de yanlışa yanlış demeli. Yanlışın yanlış olduğunu bilmelidir. Hatasız olan İslam’dır. Müslümanların hataları olur illa ki. Hatasız olsa meleklerden olurdu.

    En iyi cevap

Cevapla