Paylaş
Cihad nedir, nasıl anlaşılmalıdır?
Question
Cihad kavramı ve cihadın çeşitleri nelerdir?
Sözlükte; gayret etmek, isteğinde ısrarlı olmak, bütün gücünü sarf etmek, eziyet ve meşakkat çekmek gibi manalara gelen cihad, ‘Hak yolunda yapılan muharebelerde, harbe bilfiil iştirak veya gazilere yardım suretiyle güç ve enerji sarf etmek’ şeklinde tanımlanmıştır.
Terim olarak daha kapsamlı bir anlama sahipolan cihad kelimesi, “Allah yolunda can, mal, dil, kalem ve diğer bütün vasıtalarla çaba sarf etmek; kullar yararına mutlak adalet ve maslahat esasına dayanan ilahî mesajı insanlara ulaştırmak anlamlarını içermektedir. Daha kısa bir ifadeyle cihad, yeryüzünde Allah’ın ve insanların haklarını hâkim kılmak için devamlı çaba harcamaktır. Buna göre cihad, yeri gelince Allah yolunda savaşmak başta olmak üzere nefs ile mücadele, iyiliği tavsiye ve kötülükten alıkoymak, toplumda iyiliğin yayılmasına ve İslâm’ın esaslarına riâyeti temine çalışmak anlamına gelmektedir. Hal böyle olunca cihad kelimesi, Kur’ân’ın yöntemine uygun olarak insanın bulunduğu her yer ve konumda eğitim ile uğraşmak ve nihayet din-vicdan hürriyetine engel olanlarla fiilî mücadele etmek gibi çok geniş boyutları kapsamaktadır.
Savaşa henüz izin verilmeyen Mekke döneminde inen şu âyetler, cihad teriminin bu geniş anlamına işaret etmektedirler:
“O halde inkârcılara boyun eğme ve bu Kur’ân ile onlara karşı olanca gücünle cihad et!”; “Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz…”
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Asıl mücâhid, Allah’a itaat yolunda nefsiyle cihad edendir.” şeklindeki buyruğu da cihadın bireysel
ve en önemli boyutuna işaret etmektedir. Çünkü Allah’ın iradesine derin bir saygı gösterip onu kendi hayatına hâkim kılmayan
kişi, bu iradeyi başkalarına iletemez. Her ne kadar zayıf ve hatta bazı âlimlere göre uydurma bir rivâyet olsa da Tebûk Seferi’nden
dönerken Hz. Peygamber’in (s.a.s.) söylediği iddia edilen “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” sözü, insanın kendi nefsine
ve arzularına karşı vereceği mücadelenin daha öncelikli ve dolayısıyla daha önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bu büyük cihadı/mücadeleyi başaran kişi, cihadın diğer boyutuna yani önce yaşadığı toplumda, sonra bütün dünyada iyiliğin ve hayrın yayılmasına katkı sağlama aşamasına geçer. İşte bu aşamada, hukuk çerçevesinde kalmak kaydıyla kişi, yeri geldiğinde fiilî mücadelede de bulunabilir. Yine Efendimize (s.a.s.) atfedilen “Düşmanlarınıza karşı cihad ettiğiniz gibi arzularınıza karşı da cihad edin.” sözü aynı yönde bir mesaj içermektedir.
Haksızlıklara, toplumsal yozlaşmalara ve bid’atlere karşı konulan tavır da Resûl-i Ekrem tarafından cihad olarak nitelendirilmiştir. “Cihadın en faziletlisi zâlim sultanın yanında hakkı söylemektir.” hadisi zulüm ile mücadelenin; “Allah’ın benden önceki ümmetlere gönderdiği her nebînin kendi ümmetinden sünnetini alan ve emirlerine uyan havârîleri ve sahâbîleri vardır. Sonra bunların arkasından, yapmayacakları şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları işleri yapan birtakım nesiller gelir.
İşte kim bunlara karşı eliyle cihad ederse o bir mü’mindir; onlara karşı kim diliyle cihad ederse o bir mü’mindir; onlara karşı kim kalbiyle cihad ederse o da mü’mindir. Bu üç tavrın dışında imandan bir hardal tanesi bile yoktur.” hadisi ise yozlaşma ve sapmalarla mücadelenin, bu terimin kapsamına dâhil olduğunu göstermektedir. Hz. Âişe’nin “Ey Allah’ın Resûlü! Mademki cihad amellerin en faziletlisidir, öyleyse biz de cihad etmeli değil miyiz?” sorusuna verilen “Sizin için cihadın en faziletlisi makbul bir hacdır.” cevabı, cihad teriminin uzandığı noktalar açısından ayrıca dikkat çekicidir.
Râğıb el-Isfahânî (ö. 502/1108) ile İbn Kayyım el-Cevziyye (ö. 751/1350) böyle geniş açılımları olan cihadın işlevsel yönünü şöyle derecelendirirler:
a. Nefs ile yapılan cihad: Bu, gerçek dini öğrenmek, öğrendiğini yaşamak ve öğretmekle beraber, bu uğurda her türlü zorluğa katlanmakla olur ki, bunların tümünü gerçekleştiren kişi, rabbânî diye isimlendirilir.
b. Şeytan ile yapılan cihad: Bu, şeytanın dine yönelik vesvese ve şüpheleriyle haram işlemeye dair tavsiyelerine kulak vermeyip onları defetmeye çabalamaktır.
c. Kâfir ve münafıklarla yapılan cihad: Kâfirlerle yapılanı el ve kuvvetle; münafıklarla yapılanı ise dille olur ki, bu, kâfirlerle yapılan cihaddan daha zordur.
d. Zalimlerle, bidatçilerle ve harama dalanlarla yapılan cihad: Bu da önce elle; buna güç yetirilemezse dille, bu da yapılamazsa kalple olur.
Görüldüğü üzere cihad, hem İslâm’ın temel kaynakları olan Kur’ân ve Sünnet’te hem de bunların yoğurduğu müslüman algı ve kültüründe, öncelikle ve sadece silahlı çatışma yani savaş anlamında kullanılmamıştır. O, kişinin kendisini kemâle erdirmesinin ve ardından dünyayı huzur içinde yaşanabilir bir yer haline getirme çabasının süreçsel bütünlüğünü ifade etmektedir. İslâm’ın evrensel olan mesajının insanlara ulaşması ve takip ettiği gayelerin gerçekleşmesi, öncelikle barışçıl yollarla temin edilecektir. Bu, Kur’ân’ın açık emridir. Fakat bu görev, barışçıl yollarla yerine getirilemezse savaş meydanlarındaki çatışmayla icra ihtimali belirecektir ki, bu da İslâm’ın gerçekçi bir din olmasının tezahürüdür.
Fakihlerin şu yorumu, cihadın ilk anlamının çatışma ve savaş olmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır: Esasında savaş; insanları öldürmekten, binaları yıkmaktan ibaret olduğu için İslâm nazarında bizâtihi güzel bir hareket değildir. Savaş, insanların bilhassa inanç hürriyetini koruması yönüyle hasen (güzel) vasfını kazanmıştır. Bu yüzdendir ki cihad, liğayrihî hasen bir vecîbedir.
İslâm kaynaklarında tebellür eden bu anlayışa rağmen başta Batılılar olmak üzere insaflı olmayan gayrimüslimler, cihad terimini tahrif ederek İslâm’ı şiddet içeren bir savaş dini olarak tanıta gelmişlerdir. Onların İslâm’a ve onun cihad anlayışına çarpık bir görüntü vermeye çalışmalarının asıl nedeni, İslâm’ın, tebliğ edildiği her yerde, yalın ve makul bir sistem olması sebebiyle Hıristiyanlığa göre çok hızlı yayılması ve Batılıların İslâm uygarlığı karşısında kapıldığı küçüklük kompleksidir.
Aslında ilmî olmaktan çok uzak olan bu iddiaları insafsızca yönelten Batılıların kendi tarihleri, A. Toynbee, F. Schoun, Gibbon, I. Morrish, P. Hitti, T. S. Arnold, C. Taylor, L. Weiss ve diğer pek çok bilim adamı ve tarihçinin bile tasdik ettiği gibi, hiç de insancıl ve âdil olmayan barbarca örneklerle doludur.
Bu bilgilerden de açıkça anlaşıldığı üzere, cihad kavramı, İslâm karşıtlarının ‘kutsal savaş’ söylemleriyle olumsuzlamaya çalıştıkları gibi bir muhteva ile öne çıkmaz. Gerçekte cihad, Allah ve Resûlü’nün belirlediği hayat ölçülerini uygulamak, bütün insanların yararına din ve vicdan hürriyeti içinde yaşanacak, hiçbir baskı ve zulmün olmadığı bir ortam oluşturabilmek, bunun için can, mal, dil ve kalple çaba sarf etmek, İslâm’ı ve müslümanları saldırılardan korumak gibi çok kapsamlı bir anlam taşır. Bu anlam çerçevesinden olmak üzere, Müslümanları
korumak için gerektiğinde son çare olarak sıcak çatışmaya da girilebilir. Ancak bu çatışma, Allah’ın dinini yeryüzünde yüceltip bunu benimsemek isteyenleri korkutacak hiçbir gücün; Allah’ın dinine davet etmekten ve bu dinin gereklerini yerine getirmekten alıkoyan hiçbir korkunun kalmaması içindir; yoksa insanları İslâm’a girmeye zorlamak için değildir.
Barış ve esenlik anlamındaki “selam” kökünden gelen bir isme (İslâm), yine aynı manaya gelen bir selamlama şekline (es-selâmu aleyküm), bütünüyle barış dolu bir gece olan Kadir Gecesi’nde (selâmun hiye) inen bir Kitab’a, barış yurdu (dâru’s-selâm) olan bir Cennet’e, en temel niteliği barış olan bir davete ve nihayet güzel isimlerinden bir tanesi de “Selam” olan yani barış ve esenliğin kaynağı olan bir Yaratıcı’nın insanlık için seçtiği son mesaj olan İslâm’a bu bağlamda kulak verilmesi, herhalde insanlık adına büyük kazanç olacaktır.
Güncel sorular ve cevapları diyanet
Answer ( 1 )
Cihadın terim anlamının ele alındığı Hudud ve Istılah eserlerinde cihadın tanımı şu şekillerde geçmektedir: Allah’ın düşmanlarıyla savaşmada zorluklara tahammül etmek, yani savaşta zorluklara karşı sabır göstermektir. Düşmanla karşılaşmadaki zorluktur. Hak dine çağırmak, hak dine davet etmektir. Allah Resûlü’nden geldiği üzere, savaşta Allah’ın düşmanlarıyla savaşmak, onlarla mücadele etmektir. Hak dine davet etmek ve kabul etmeyenlere karşı savaşmaktır. Düşmanla karşılaşmada zorluğa katlanma pahasına düşmana karşı mücadele etmek veya onu defetmede bütün gücü harcamak anlamında olup daha sonra İslam’da kâfirlere karşı savaşmak şeklinde kullanılır olmuştur. Düşmanı karşılamada gücü, kuvveti harcamak olan cihad, açık düşman, şeytan ve nefis olmak üzere bunlara karşı cihad etmek şeklindedir. Daha sonra ise şeriattaki kullanımı (terim anlamı) hak dine çağırmak, davet etmek şeklinde olmuştur