Paylaş
Dünya Ahiret İkilemi
Question
Dünya-Ahiret Dengesi(zliği)
A- Ahirete Karşı Dünya Hayatı:
Hayatın iki bölümü vardır: Dünya ve Ahiret. Dünya hayatı “dünya” ile temasta olan duyuların hayatıdır; yani bu hayatın sürdürülmesini sağlayan bitkisel ve hayvansal faktörlerin hayatıdır. Yemedir, içmedir, cinsel ilişkidir, uyumadır, üreme, boşaltma, sindirmedir. Yalnızca duyulara hitap eden varlıkları görme, onları duyma, onları göründükleri yanlarıyla bilmektir. Bu bakımdan, dünya hayatı “en aşağı” hayattır. Kafirler yalnızca “dünya ha yatını kabul edip, âhireti ya inkâr ederler, ya da dünya hayati nin çekiciliğine kapılarak âhireti unuturlar. Nitekim bugünkü batı medeniyeti, her yönden dünya hayatı yaşayan bir medeniyettir, Bilgi konusunda sensüalist, yani duyumcudur, duyuların var de diği varlıkların dışında varlık kabul etmez; pozitivizmiyle, yalnız ca bu varlıkların incelenebileceğini ve bilgiye konu olabileceğini savunur; idealizmiyle, bunların ötesinde varlıkların olduğunu ka bul etse de, bilinmeyeceklerine inanır. Bu bakımdan, batı mede niyetinin ve batı insanının hayatı yalnızca dünya hayatı, yani en bayağı hayattır. Gözün, kulağın, şehvetin en bayağı zevklerinden başka zevk olmadığını sanır. Amaç olarak ancak dünya hayatını edinir, bu bakımdan, onlar için âhirette hiçbir nasip yoktur. Böy leleri, yalnızca gözlerinin gördüğünü, kulaklarının duyduğunu, derilerinin dokunduğunu var kabul edip bunların ötesine geç mediklerinden, Kur’an onları “kör, sağır, ölü” ve dolayısıyla, “akletmeyenler, derin düşünemeyenler ve cahiller” olarak niteler.
Dünya hayatı, Kur’an’ın diliyle; kadınlara, çocuklara, kantar kantar altın ve gümüşe, salma güzel atlara, arabalara, her tür lü eşyaya, ekinlere, hayvanlara, giyim ve yeme araçlarına karşı beslenen tutkulardır, bütün bunlar dünya hayatının geçimliğidir; temelde bir eğlence, bir oyun ve bir aldanıştır dünya hayati.
“Nefsani arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanla ra çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfa atleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katında dır.” (Al-i İmran: 14)
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?” (En’am: 32)
“Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür…” (Kehf:46) “Bilin ki dünya hayatı; bir oyun, eğlence, süs, kendi ara nızda (birbirinize karşı) övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır…” (Hadid: 20)
Bu hayat, en àdi hayattır; fakat insanlar bu hayatı gerçek kabul edip, bu hayatin süslerinden ve geçimliliklerinden başka bir şey olmayan çocuklarla, mallarla, lüks eşyalarla, fiziki gö- rünümlerle, çoklukla, altınları ve gümüşleriyle birbirlerine karşı övünür dururlar.
Yalnızca bu hayatı var kabul ederler, onu amaç haline ge tirirler, başka bir hayatın varlığını unuturlar, bir çocuk oyuncağı kadar değersiz ve geçici olan bu hayatı gerçek hayat kabul ederler. Oysa bu hayat değersiz olmasının yanısıra geçicidir ve çölde görülen bir seraptan farksızdır, sonu vardır. insanın ona en sahip olduğunu sandığı bir anda, içine en fazla daldığı bir sırada bir buhar gibi yok olur gider, Kur’an bu konudaki örneği ne güzel veriyor:
“Dünya hayatı, tıpkı gökten indirdiğimiz bir suya benzer; insanların ve hayvanların yediği yerin bitkisi onunla birbirine karışır. Nihayet, yer zinetini takınıp süslendiği ve halkı da (ürünlerini biçip toplamaya) kadir olduğunu sandığı bir anda, emrimiz ona gece veya gündüz geliverdi de, sanki dün hiç zenginleşmemiş gibi onu kökünden biciverdik…” (Yunus 24)
Güzelliginin zirvesindeyken gidiverir insan; kendileriyle övündügü çocuklar ve egyası ölümle, depremle, selle veya daha başka nedenlerle elinden kayıverir. Sabah evden çıktığında aksa ma dönemez de, sonsuza değin yaşayacağını sanarak biriktirdigi malları ve eşyaları başkalarına kalıverir. Böyledir işte dünya ha yatı; ama hayatı bu hayat sananlar bunu anlamaz da, hep dünya için çalışırlar. Oysa dünya, insanların önüne bütün aldatcilığıyla yayılıp, insanlar birbirlerine düşürerek helak eder ve birbirlerinin boyunlarını vurmalarına neden olur. )
B- Fitratın Sesine Kulak Vermek:
“Kadınlar, oğullar, altınlar, gümüşler, beslenmiş atlar, hayvanlar ve ekinler, insanlar için süslenip hos göründü.” (Al- İmran: 14) cümlesinden anlaşılıyor ki, bu gibi şeylerin süslü ve hos görünmesi, insanoğlunun fitrat ve yaratı lışı icabıdır. Bu ifade bir yönüyle vakıa ve realitenin kabulüdür. İnsanoğlunun bu “arzular”a temayülü, onun aslını teşkil eden hususiyetlerden bir parçadır. Bu hususiyet ne kendi kendini inkar edebilir, ne de başkası tarafından inkar olunabilir. Bununla bera ber, yine vakia ve realiteler gösteriyor ki, insanoğlunun fitratında, bu temayülün muvazenesini sağlayan başka bir fitri taraf daha mevcuttur.
Fitratın bu cephesi; insanoğlunu tek başına öbür temayüllere saplanmaktan, ulvi kuvvet ve kudretini veya bu kuvvetten aldığı ilhamı kaybetmekten korur. Bu yön; yükselmek ve arzularının akıntısına kapılanları normal noktada durdurmak kabiliyetine sahiptir. İkinci yöndeki bu kabiliyet, birinci yönün kabiliyetlerini tanzim edip güzelleştirir. Onu şaibelerden kurtararak emniyetli bir hudutta karar kıldırır. Bu hudut, hissi arzuların kendini günlük lezzetlere kaptırmasını ve yükselmek isteyen insan ruhuna hâkim olmasını önler.
Burası; insanoğlunu Allah’a, takvaya ve âhiretle ilgili yüce liklere sevkeden yerdir.
Allahu Teâlâ zikredilen ayeti kerimedeki fiilleri, kötü veya kerih fiiller olarak tavsif etmiyor. Sadece bu arzuların aslına ve menşeine vakıf olunmasını, onu yerinde kullanıp haddinin teca vüz ettirilmemesini ve insan hayatında kendisinden daha yüksek ve değerli olan vasıflardan, sadece zaruri olanlarını alıp başka ufuklara doğru yükselmemizi emrediyor!
Burada Islâmiyet; beşer fitratını korumak, ondaki realiteleri kabullenmek ve onu güzelleştirip yükseltmeye çalışmak gibi bir fazilet gösteriyor. Ne reddediyor, ne de hakir görüyor.
Günümüzde bu fitri duygular üzerinde duranlar; onun “red ve tahkir” edilmesi hususunda ve bu yüzden insan psikolojisinde meydana gelen “ruhi bunalımlar” hakkında hükümler çıkarmış. lardır. Onlara göre “ruhi buhranlar”ın sebebi; bu duygulara “hâ kim olmak” değil, realite olan bu duyguları kötü, çirkin gösterip onları temelden reddetmektir. Bu takdirde fertler ister düşünce yoluyla, isterse de din veya geleneklerin tesiriyle yapılan bu kö- tülemeler karşısında bocalamaya başlar. Zira, birbirine zit iki kuv vetin arasına sıkıştırılmıştır. Bunlardan biri, yaratılışında mevcut olan fitri duygu ve arzular; diğeri ise bu duygu ve arzuların yerine getirilmesini kabahat sayan, onu şeytani tahrikler kabul eden ve katiyen yer verilmemesini söyleyen birtakım telkinatlardır.
Halbuki bu duyguların faaliyetini önlemek katiyen mümkün değildir. Çünkü o, fitratın derinliklerinde yerini almış, beşer ha yatının idamesi için vazifesini yapmaktadır. Hayat ancak onunla tamamlanır. Allahu Teala onu insan fitratında lüzumsuz yere ya ratmamıştır. İşte, birbiriyle çatışan bu iki görüş karşısında birta kim “ruhi buhranlar” meydana gelmektedir… Biz, bu birbiriyle çatışan psikolojik nazariyeleri olduğu gibi kabul etmek istesek bile, İslâm’ın kabul etmediğini görüyoruz. İslâmiyet bu mevzuda da beşerin selametini düşünmüş ve onu teminat altına almıştır. Böylece Islam, beşerin fitri duygularına da, manevi yoldaki yük selme çabalanna da gereken hakkı tanımış ve bir hudut daire. sinde her ikisini birbirinin devamlı mütemmimi (tamamlayıcısı) saymıştır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki İslâm, dünya hayatını bütünüyle küçümsememiştir. Çünkü dünya hayatı bedenin ve dış duyula rin hayatıdır ve bunlar olmadan âhiret de kazanılamaz. Ama ye me, içme, cinsel arzular, kadın, çocuk ve mal sevgisi gibi dünya hayatının geçimlikleri, ancak dünyada geçinilecek kadar olmalı, artant ise ahiret için, âhiretin kazancı istenerek harcanılmalıdır. Mahzurlu olan, servet sahibi olmak değil, serveti amaç edin mektir. Allah, ahiret yurdu için Allah’ın verdiğinden istenmesini, dünyadan da nasibin unutulmamasını emreder. “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ih san ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncula ri sevmez.” (Kasas: 77) Dünyadan nasibi, bazıları helal dünya rızkı ve meşru dünya zevki diye anlamak istemişlerse de; o, geçi- ci dünyanın kendisi demektir. Asıl dünyadan nasip ise “Dünya, ahiretin ekinliği, çiftliğidir.” muktezasınca âhiret için edilen faydal menfaat, âhirete kalacak ameldir. Yoksa dünya nasibi nihayet bir kefendir.
Bununla beraber İslâm, bir deri bir kemik kal mak isteyenlerin dini değil, dünya hayatının geçimliğini Allah’ın çizdiği sınırlar çerçevesinde kazanıp, bu sınırlar çerçevesinde tüketmek, talan ettirmemek ve dağıtmak amacı taşıyanların ve yeryüzünde büyüklenenlere Allah’ın mülkünü talan ettirmemek için, dünyada paylarını ve başkalarının paylarını da dağıtmayı unutmayanların dinidir. Bu bakımdan, bu dengeyi iyi kurup, ahireti kazanma sevdasıyla, Allah’ın verdiği servetleri keyiflerince yağmalamak ve dağıtmak isteyenlere dünyayı bırakmamak İsla mi bir borçtur.
Demek ki, hem dünyaya tamah etmemek, hem de Allahu Teâlâ’nın kullar için yarattığı nimetlerin haksız (zalim) eller tara findan talan edilmesine mani olmak gerekir. Gerçekte Allah’ın kulları için çıkardığı süs ve güzel rızıklar, dünya hayatında iman edenlerindir. Kıyâmet günü de yalnızca onlarındır.
“De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatın da, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” (A’raf: 32)
Kur’an-ı Kerim, bizim bazen gizleyip de açığa vurmak is temediğimiz gizli duyguları beyan ediyor: “Hayır, siz çabuk (geçen şu dünyayı) seviyorsunuz da, âhireti bırakıyor sunuz.” (Kıyamet: 20-21) “Ama siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz. Oysa âhiret daha iyi ve daha süreklidir.“ (A’la: 16-17)
Yani, siz gafil insanlar, o felâhı her şeye tercih ederek ahlâ- ken yükselecek (tezekki) yerde öyle yapmıyorsunuz da dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Onun zinetini, eğlencesini, yeme sini, içmesini, kadınlarını, lezzetlerini tercih ediyor; onlarla işti galden ve o yolda boş yere mallar harcamadan hoşlanıyorsunuz da âhiret, felâh ve saadetini hazırlayan temiz ve güzel amelleri arkaya atıyorsunuz!
Bayram yapmak istediğiniz vakit de temizlik, tasadduk, zikir, namaz, hayır, hasenat gibi sonu felâh olan amellerden ziyade gelip geçici dünya lezzetlerinden zevk alıyorsunuz ki, bu da iki kısımdır:
Birincisi: Ahireti hiç hesaba (dikkate) almayarak yalnız dün ya lezzetlerine bağlanmaktır. Bunu yapanlar, “Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup onunla rahat eden ler ve bizim ayetlerimizden gaflet edenler… İşte kazan. dıkları işlerden ötürü onların varacakları yer, ateştir.” (Yunus: 7-8) hükmü gereğince Allah’a kavuşmayı arzu etmeyip sadece dünya hayatına razı ve mutmain olan kimselerdir. Bunla rın hali ibadet etseler bile yalnız: “Ey Rabbimiz bize dünyada ver.” (Bakara: 200) mucibince âhiret hayatından nasibleri olma yan ve “O kimse en büyük ateşe girer, sonra onun içinde ne ölür, ne de yaşar.” (A’la: 12-13) hükmünce o büyük ateşe yaslanacak olan bedbahtlar, kâfirlerdir.
İkincisi de: “Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, âhirette de güzellik ver” (Bakara: 201) demekle beraber tea ruz (çatışma) halinde dünyayı âhirete tercih edenler, dünya zevki için âhireti feda eden gafil veya asi mü’minlerdir. Bunların da “kazandıklarından (alacakları) bir pay vardır.” (Bakara: 202) hükmü gereği işledikleri amellere göre âhiretten bir nasipleri vardır. (50)
Ahireti dünyaya tercih ederek nefsini arındırmaya ve felâha çalışanların sonu önünden yani âhiretleri dünyalarından hayırlı olacaktır.
C- Âhireti Dünyaya, Dünyayı da Âhirete Tercih Edenler:
“Bilin ki dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, kendi aranızda (birbirinize karşı) övünme, mal ve evlat çoğalt ma yarışıdır. (Bu), tıpkı bir yağmura benzer ki, bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur onu sapsarı gö- rürsün, sonra çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap, Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir zevkten başka birşey değildir. (O halde siz), Rabbi nizden bir mağfirete ve genişliği gökle yerin genişliği gibi olup, Allah’a ve Rasûlü’ne inananlar için hazırlanmış bulunan bir cennete koşuşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadid: 20-21)
“Onlara dünya hayatının, tıpkı şöyle olduğunu an lat: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz bir su gibidir. Yerin bitkisi onunla karıştı ve (sonunda bitkiler), rüz gârların savurduğu çöp kırıntıları haline geliverdi. Allah, her şeye muktedirdir. Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bâki kalacak olan salih ameller ise, Rabbinin katında sevapça daha hayırlıdır; umutça da daha hayır lıdır.” (Kehf: 45-46)
“Dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakiler için âhiret yurdu daha hayır lıdır. Düşünmüyor musunuz?” (En’am: 32)
Ahiretteki tekrar diriliş, hesap ve ceza meseleleri İslâm’ın getirdiği akide esaslarından bir cüzdür. Ulühiyetin birliğini kabul lenmenin hemen peşinden bunlara da inanmak gerekir. İslâm dini (akide, ahlâk, şeriat ve nizamlarıyla) ancak âhirete inanma esaslarına dayanarak var olabilir.
Şüphesiz İslâm düşüncesindeki hayatın manası, beşer öm- rünün teşkil ettiği şu kısa zaman değildir. Hatta bu manayı ne bir milletin yüzyıllar süren ömrü, ne de bütün beşerin süregelen hayatı ifade edebilir.
İyi bilinmelidir ki: İslam düşüncesindeki hayat mefhumu, ahiret hayatına inanmayarak onu hesaba katmamak gafletine düşenlerin tadını tattıkları şu kısa zamandan apayrı bir şeydir. İslâm tasavvurundaki hayat; zamanın sonsuzluğunu, ufukların genişliğini, âlemlerin derinliğini ve hakikatin çeşitlerini içine alan bir hayattır.
İslam düşüncesinde hayat, şu görünen dünya hayatını içine aldığı gibi aynı zamanda uzayarak, dünya hayatını ona nisbeten gündüzün bir saati kadar kaldığı ve miktarını Allah’tan başka kimsenin bilemediği âhiret hayatını da içine almaktadır.
Mahiyeti itibarıyla hayat; dünya hayatındaki şu bilinen ya şayışı içine aldığı gibi, cennet ve cehennemi de içeren ve andıran ikinci hayat dediğimiz âhiret yaşayışını da içine almaktadır. Ya ninda dünya hayatının sinek kanadı kadar dahi bir mana ifade etmeyen âhiret hayatı, dünyadakinden çok daha fevkalade tat ve lezzetlerle donatılmış olacaktır.
İslâm’ın düşündüğü şekliyle âhirete olan inanç kesinleşince, ferdin ahlâkı düzelecek, tutumu doğru olacak, keyfiyet ve nizam lar da yoluna girecektir. O toplulukta bulunan fertler o nizamla rin bozulmasına, inhiraf ve fesadına müsaade etmeyeceklerdir. Çünkü müsaade ettikleri takdirde yalnız dünyalarının ıslahından ve hayırlarından mahrum olmakla kalmayıp, âhirette de mükâ- fattan mahrum kalacaklarını, binaenaleyh hem dünya, hem de âhiretlerini kaybedeceklerini bilmiş olacaklardır.
Ahiret inancına iftira edenler, bu inancın, insanları dünya hayatında pasifleştirdiğini, onu güzelleştirip islah etme gayretin den vazgeçirttiğini, âhiret mükâfatı uğruna, dünya ihmal edilerek, dünyanın azgınlara ve müfsidlere bırakıldığını söylemektedirler.
Ahiret akidesine bu iftirayı yapanlar, kilisenin tahrif edilmiş felsefesindeki âhiret inancı ile Allah’ın hak dinindeki âhiret aki desini birbirine karıştırmakta ve o iftiralarına bir de cahilliklerini ilave etmektedirler.
İfade etmek gerekir ki; Islâm düşüncesine göre dünyanın “oyun ve oyalama” olarak tanımlanması; dünya hayatını ihmal etme, insanı pasifleştirme veya dünyaya tamamen sırt çevirme manasına katiyyen gelmez… Özellikle zahidlerin ve tasavvuf ehlinin bazı hareketlerinde görülen; inziva, pasiflik ve dünyayı ihmal hareketlerini, İslam düşüncesi asla benimsememektedir. Bu adet ler, İslâm topluluğuyla ihtilaf eden kilise ruhbaniyetinden, Iran ve bazı meşhur Grek prepatisyenlerinin zihniyetlerinden geçmiştir.
BENZER KONULAR:
- dünya ahiret bacımsın ne demek
- dünya ahiret İkilemi
- dünya ahiretin tarlasıdır hadisin açıklaması
- Dünya-Ahiret dengesi nasıl olmalıdır?
- Dünyada sevdiğine kavuşamayan ahirette kavuşur mu
- Tümünü görüntüle.
Answer ( 1 )
Müslüman; dünya ve ahiret ikileminde kalmaması gerekmektedir. Ahiretimiz için dünyamız önemlidir. Fakat dünya sonu olan bir yerdir. Dünyaya bağlanmak, Müslüman’ın vasıfları arasında yer almaz. Bu sebeple dünya hayatı “en aşağı” hayattır. Kafirler yalnızca “dünya hayatını kabul edip, âhireti ya inkâr ederler, ya da dünya hayatının çekiciliğine kapılarak âhireti unuturlar.