Fal Ne Demektir? İslamda Fal Hakkında Bilgi
BildirPlease briefly explain why you feel this question should be reported.
FAL NEDİR? FAL TARİHİ
Kitap, söz, ok, çizgi ve renk gibi çeşitli araçların kullanılması ile meydana gelecek bazı olayların bilinebileceği tezine dayanan sanatın adıdır.
“Fe’l” sözlükte uğur tutma anlamına gelir. Sözgelimi hasta olan kimsenin “sâlim” (sağlıklı) sözünü duymakla şifaya kavuşacağına, Yyitiğini arayan birinin de “Ya Vâcid!” (Ey yitiği bulan!) hitabını işitmekle yitiğini bulacağına inanması ve bu yönde ümit beslemesi birer fe’l dir. Çoğulu fuül ve eful olan bu kelimenin ikinci harfi olan hemzenin elife dönüştürülmesi ile “fâl” şeklinde kullanıldığı da olur. Türkçede “fal” şeklinde telaffuz edilmektedir. Aynı kökten türemiş olan tefâül, tefe’ül ve iftial kelimeleri de fal tutma anlamına kullanılır.
Bazı kaynaklarda falın İslâm’dan önce “tıyera” (uğursuzluk) anlamını da kapsayacak tarzda hem uğur, hem uğursuzluk için kullanıldığı, daha sonraki dönemlerde ise kapsamının sadece uğurlu işlerle sınırlandırıldığı ve tiyera kelimesinin de uğursuzluk için kullanılmaya başladığı ifade edilmektedir. Bazı kaynaklarda ise Hz. Peygamber’in hadislerinde geçen “tıyeranın en hayırlısı faldır” ifadesine dayanılarak tıyeranın geniş kapsamlı bir anlama sahip bulunduğu ve falın onun bir parçası olduğu belirtilmektedir. Konu ile ilgili diğer bir kelime “teşe’üm” veya “teşâüm”dür, ki bu sırf uğursuzluğu, kötümserliği ve bahtsızlı Kur’ân-ı Kerim’de fal kelimesi geçmemektedir. Ancak cahiliye döneminde kullanılan fal çeşitlerinden biri olan “ezlâm” (fal okları) ile fal tutmanın yasak edildiği belirtilmektedir (el-Mâide 5/90). Uğursuzluk anlamındaki “tıyera” kökünden gelen fiiller ise üç âyette (el-A’râf 7/131; en-Neml 27/17; Yâsin 36/18) ve aynı anlamdaki “et-tâir” kelimesi iki âyette (en-Neml 27/47; Yâsin 36/19) geçmektedir. Öte yandan Kurân-ı Kerim’de teşe’üm kelimesi geçmemekle beraber, inkârcıların ahiretteki kötü akıbetlerine işaret edilirken iki âyette “bahtsızlar” anlamında olmak üzere “ashabu’l-meş’eme” deyimi kullanılmıştır (el-Vâkı’a 66/9; el-Beled 90/19).
Hz. Peygamber’e gelince o, kehaneti kesinlikle yasakladığı gibi cahiliye döneminde görülen bazı fal çeşitlerini de kehanet olarak nitelemiştir. “Iyâfet (kuşların ad ve sesleri ile tefe’ül), tıyera (kuşların uçuşu ile tefe’ül) ve tark (çakıl taşları, nohut ve bakla ile tefe’ül) kehanet cinsinden şeylerdir” (Ebü Dâvud, Tıp, 23) buyurulmaktadır. Yanındatıyeradan söz edilince “Tiyeranın aslı yoktur, onun en iyisi faldır” buyurmuş, “Fal nedir?” diye sorduklarında “Sizden birinin işittiği güzel sözdür” (Buhâri, Tıp, 42) cevabını vermiştir. Ebü Dâvud’un Sünen’inde yeralan bir rivâyette ise Hz. Peygamber bu hadisine ilaveten “Sizden biri hoşlanmadığı bir şeyi gördüğünde, Allah’ım! İyilikleri yalnız sen verir, kötülükleri de yalnız sen defedersin, senden başka güç ve kuvvet sahibi yoktur” desin (Ebü Dâvud, Tıp, 24) buyurmuştur. Başka bir rivâyette ise “Kim ihtiyacından dolayı tiyeraya baş vurursa Allah’a şirk koşmuş olur” buyurmuş, “Bunun keffâreti nedir?” diye sorulduğunda da “Ey Allah’ım, senin takdir ettiğinden başka ne dünya işlerinde bir zarara, ne de dini vecibleri yerine getirmede eksikliğe yol açar.
Kaynaklarda, Hz. Peygamber’den sonra onun Sünnet’ini en iyi kavrayan ve onun yolunu izlemeye özen gösteren sahabe ile aynı yolda titizlikle yürüyen İslâm büyüklerinin de bu anlamda fala (uğur düşüncesine) değer verdiklerine dair bilgiler bulunmaktadır.
Falın hükmü konusunda İslâm bilginlerinin görüşlerini belirtmeden önce, tarihin çok eski devirlerinden günümüze kadar kullanılagelen fal çeşitlerinden başlıcalarını kısaca gözden geçirmek uygun olur.
FAL ÇEŞİTLERİ
1- Hattu’r-remil: Kum çizgisi anlamına gelen bu fal çeşidi cahiliye Arapları döneminde şu şekilde uygulanıyordu: İstek sahibi kahine baş vurunca o, yanına bir çocuk da alarak kumsal bir yere gider, kumsala yanındakilerin sayısını tesbit edemeyecekleri şekilde hızlı hızlı çizgiler çizer, sonra çizgileri ikişer ikişer silerken çocuk bazı fal ifadelerini tekrar ederdi.
Sona kalan çizgi çift ise isteğin olacağına, tek ise olmayacağına işaret sayılırdı. Remilciler daha sonraları ilm-i nücümdan da ilham alarak bu metodu geliştirmişler, noktalardan oluşan dört dereceli şekiller yapmışlar ve bu şekillerin de derecelerinin çift, tek ve eşit olma durumlarına göre onaltı farklı şekil meydana çıkarmışlardır.
Remilciler bu ilmin Âdem, İdris, Lokman, Ermiya, Eş’iya ve Danyal peygamberler tarafından bilindiğini iddia ederler ve bu iddiaları için Peygamberimizin “Eskiden kum üzerine çizgi çizen bir nebi vardı. Şimdi kimin çizgisi onunkine uygun düşerse “işte o isabet etmiş olur” (Ebü Dâvud, Salât, 167) meâlindeki hadisini delil gösterirler. İbn Haldun, bu hadisin falcıların iddiaları İçin delil olamayacağını belirttikten sonra şöyle demektedir: “Remilcilerin çizgilerinin bakıcıların billur kabından bir farkı yoktur, Her ikisinde de amaç duyuları dünya aleminden uzaklaştırarak öğrenilmesi istenen konuya teksif etmektir. Hz, İdris“teki durum İse vahiy öncesi peygamber tarafından yapılması âdet haline gelmiş bir davranıştı, Peygamberin sözleri ayrıca vahiy tarafından tasdik edilirdi.
2- Kelime ve isimlerle fal tutma: Cahiliye Arapları isimleri uğurlu ve uğursuz diye ikiye ayırırlardı. Gâlib, Mâlik, Zâlim, Ârim, Mukâtil, Meârik, Târık gibi isimleri alarak düşmanlarına karşı zafer kazanmaya tefe’ülde bulundukları gibi Sa’di, Said, Mes’üd, Sâlim gibi isimlerle de mutlu bir hayat yaşamaya tefe’ülde bulunurlardı.
İslâmi dönemde ise bu, bir temenni niteliğinde devam etmiştir. Günümüzde de çocukların uzun ömürlü olması için Dursun, Yaşar gibi isimlerin verilmesi yaygın bir durumdur. Fikri çabaların duraklamaya ve dini hayatın zayıflamaya yüz tuttuğu dönemlerde bu iş daha da ileri götürülerek Kur’ân-ı Kerim, Hâfız Divanı, Mesnevi, Muhammediye, Ahmediye gibi kitaplarla sık sık fal açıldığı görülmüştür. Bunun için çeşitli özel yöntemler icat edilmiştir. Meselâ bunlardan biri şu şekildedir: Kur’ân falı açacak olan kişi abdest alır, bazı âyetlerle fala dair bazı duaları okur, usulüne uygun olarak Kur’ân’ı açtıktan sonra sayfadaki yedinci satıra baktığında gözüne çarpan ilk harfi dikkate alır. Başka bir tarz olarak da Kur’ân’ı açınca sağ taraftaki sayfaya iyice bakıp tesbit ettiği “Allah” sözü sayısınca sol sayfadan çevirerek yine aynı sayı kadar satırı yukarıdan aşağıya doğru sayrlıktan Sri satırın birinci harfini hesaba alır. Bu harfler özel olarak hazırlanmış değerlendirme cetveli”ne bakılarak yorumlanır.
Çin seyahati esnasında sık sık karşılaştığı al uygulamalardan şikayet eden milli şairimiz Mehmet Akif: “inmemiştir hele Kur’ân bunu hakkiyle bilin Ne mezarlıkta okunmak, ne fal bakmak için” beytiyle bu uygulamalara karşı tepkisini dile getirmiştir.
3— Ok ve zarlarla fal tutma: Cahiliye Arapları savaş açmak, ticarete atılmak, evlenmek gibi önemli bir işe teşebbüs edecekleri zaman fal oklarına başvururlardı.
Araplar, Kur’ân’ın yasakladığı bu fal tutma işini üç şekilde uygularlardı. Birinci şekil: Üç zar alınıp bunlardan birinin üzerinde “yap”, diğerinin üzerinde “yapma” yazılır, üçüncüsü ise boş bırakılırdı. Birincisine “sarih”, ikincisine “mulsak” ve üçüncüsüne de “gufl” denilirdi. Zarlar boş bir torbaya konulur, sonra da el ile biri çekilirdi. “Yap” yazılı zar çıkarsa yapılır, “yapma” yazılı zar çıkarsa vazgeçilir, boş çıkarsa tekrar edilirdi. İkinci şekil: Yedi zar ile Hubel adlı putun huzurunda icra edilirdi. Bu usule daha çok yeni doğan çocuğun nesebini belirleme ve su paylaştırma amacıyla baş vurulurdu.
Üçüncü şekil: On zar ile icra edilirdi. Bu bir nevi piyango idi. Bir deve kesilir, yirmi sekiz paya ayrılır, her fezze 1, tev’eme 2, rakibe 3, hilse 4, nefise 5, musbile 6, muallaya 7 pay verilirdi. Menih, sefih ve vağd isimli oklar ise boş bırakılırdı. Şanslı ok çıkanlar paylarını alırlar, boş ok çıkanlar ise mahrum kaldıkları gibi devenin bedelini de ödemek zorunda kalırlardı. Kur’ân-ı Kerim “meysir” diye söz ettiği bu uygulamayı yasaklamıştır (el-Mâide 6/90).
4- Diğer usullerle fal tutma: Çakıl taşları, hurma çekirdekleri, nohut, bakla vb. maddelerle fal tutma (“tark”), göz seğirmesi, avuç kaşınması, kulak çınlaması gibi insan vücudundaki bazı hissiyat ile fal tutma (ihtilac”), kesilen hayvanın kemiğine veya kurbanın ciğerine bakarak fal tutma, çay falı, kahve falı gibi daha pek çok usulün yanısıra, bir de bakıcıların (“arrâf’ların”) su doldurulmuş kaba vb. şeylere bakarak anlamlar çıkarma yolu vardır ki, tarih boyunca ve günümüzde bu yol çok yaygın bir kullanıma konu olmuştur.
Çok eski bir tarihe sahip olan falcılık, eski kültürlerde yaygın olduğu gibi Türkler arasında da önemli bir yere sahipti. Bugün elimizde bulunan en eski Türk kaynaklarından biri IX. yüzyıl Göktürk alfabesi ile yazılmış bulunan Irk Bitig adlı fal kitabıdır.
Şamanizmde kam tahta çıkan hakanın boğazını bir ipek mendille sıkar ve çıkardığı hırıltı sese göre onun hükümdarlık süresini bildirirdi. Türkler senede bir gün büyük bir ateş yakarlar, bu ateşin çıkardığı alevlerin rengi kam tarafından yorumlanırdı. Alev yeşilimsi renkte olursa bolluk ve berekete, kırmızı renkte olursa, savaşa, Sarı renkte olursa hastalık ve salgına, siyah renkte olursa hükümdarın ölüm veya uzak yolculuğa çıkacağına işaret sayılırdı.
Orta çağ boyunca Batı ülkelerinin pek çok kral ve yöneticileri de yanlarında falcı bulundurmuşlardır. Fal, pozitif bilimlerin alabildiğine geliştiği çağımızda da insanları fazlasıyla ilgilendirmektedir. Özellikle yeni yıllara girerken bütün dünyada ünlü falcılar gelecek yıla ait kehanette bulunmakta gazeteler bunlara geniş yer vermektedir.
Fal açmanın İslâm’daki hükmü konusunda İslâm bilginlerinin işaret ettikleri ve sonucu belirleyici özellikteki başlıca ilkeler ve bunlar etrafındaki düşünceler şöyle özetlenebilir: Kur’ân-ı Kerim gayb bilgisinin (duyular ötesi aleme ait bilgilerin) Allah’a özgü olduğunu defalarca vurgulamış (msl.Alli İmrân 3/179; el-A’râf 7/188) (bk. GAYB), insanların bu bilgiden ancak Allah’ın dilediği kadarına sahip olabileceklerini, bunun yolunun ise vahiy olduğunu bildirmiştir.
İlhamın bu konuda bilgi edinebilme yolu olup olmadığı hususunda bilginlerce belirtilen görüşler ne olursa olsun (bk. İLHAM) hiç bir İslâm alimi, bir müslümanın Allah’ın kendisine lütfettiği bilgiyi kendisi için üstünlük sebebi veya kazanç aracı olarak kullanmasını câiz görmemiştir. Öte yandan gelecekle ilgili olarak insanlara yüklenen görev, kendilerini ilâhi iradeye uygun olarak ebedi hayata hazırlayıcı oçaba sarfetmektir; sun’i, sağlıklı olmayan bilgi kaynakları oluşturarak merak giderici çalışmalar yapmak değildir. Bunun ötesinde, geleceğin bilgisine sahip olmayan kişilerin açıklamalarına inanıp bel bağlamak cahiliye Araplarının putlardan medet umma ve onların görüşünü alma tutumu ile aynı anlamı taşır ki, bu açık bir şirktir (Allah’a ortak koşma türüdür).
Bu arada belirtilmelidir ki, Kur’ân’la fal tutma konusunda her ne kadar bazı bilginler sahabe uygulamaları ile ilgili bazı rivayetleri dikkate alarak olumlu, ya da yumuşatılmış ifadeler kullanmışlarsa da, bilginlerin büyük çoğunluğu buna da temelde diğer fal türleri ile birleştiği için karşı çıkmışlardır. Sonuç olarak, fal tutmanın, gerçekte insanların merak ve tecessüs da larını istismar düşüncesine dayalı, islâm! öğretilerle bağdaşmayan ve birçok türü ile kişiyi şirk (Allah’a ortak koşma) konumuna getiren bir davranış olduğu söylenebilir Nitekim Hz. Peygamber kâhinlere gidip onların verdiği bilgiyi tasdik edenin kâfir olacağını bildirmiştir (Hadisler için bk. KEHANET). Buna karşılık, Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarının incelenmesi sonucunda, bazı durumları veya olayları iyimser bir yorumla karşılayıp Allah’tan hayır dileme anlamındaki uğur (fâl-ı hayır) düşüncesinin sakıncalı değil, aksine bizzat Rasül-i Ekrem tarafından özendirilmiş olduğu görülmektedir.
Falcılık Harammıdır?
Dinimiz islamda falcılık haramdır. Falcılık büyük günahlar arasında yer almaktadır.
Answers ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Fal; çeşitli araç ve gereçler kullanılarak ilerde olacak olan olayların bilinmesi sanatı olarak bilinmektedir.
Falın tarihçesi İslam’dan öncesine dayanmaktadır. Hem uğursuzluk hem de uğur manalarında kullanılmıştır fal bu zaman içerisinde.
Rasulullah (sav) kehaneti kesinlikle yasakladığı gibi cahiliye döneminde görülen bazı fal çeşitlerini de kehanet olarak nitelemiştir.
Dinimiz islamda falcılık haramdır. Falcılık büyük günahlar arasında yer almaktadır.
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Fal bakmak; gayptan haber vermek demektir. Gaybı da bilen sadece alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Fal bakmak, falda söylenen şeylerin doğru olduğuna inanmak asla İslam inancına sığmaz.
Hz. Peygamber’e gelince o, kehaneti kesinlikle yasakladığı gibi cahiliye döneminde görülen bazı fal çeşitlerini de kehanet olarak nitelemiştir. “Iyâfet (kuşların ad ve sesleri ile tefe’ül), tıyera (kuşların uçuşu ile tefe’ül) ve tark (çakıl taşları, nohut ve bakla ile tefe’ül) kehanet cinsinden şeylerdir” (Ebü Dâvud, Tıp, 23) buyurulmaktadır. Yanındatıyeradan söz edilince “Tiyeranın aslı yoktur, onun en iyisi faldır” buyurmuş, “Fal nedir?” diye sorduklarında “Sizden birinin işittiği güzel sözdür” (Buhâri, Tıp, 42) cevabını vermiştir.