Paylaş
Gerçek bir hak aşığı: Hz. Rabia
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Rabiatül Adeviyye hayatı
Tasavvuf ehlinin gözüyle Hz Rabia
Hak aşıklarından Rabia el-Adeviyye’den şu hadise nakledilmiştir: Süf yan-1 Sevri rahmetullahi aleyhi onun huzurunda oturur ve,
“Allah’ın sana ihsan ettiği ince hikmetlerden bize de öğret!” derdi, Rábia [rahmetullahi aleyh] da ona: “Sen çok iyi birisin. Ah bir de dünyayı sev mesen” derdi. Sevri (rahmetullahi aleyh] aslında dünyaya karşı zâhid bir âlimdi. Ancak Rabia onun hadis kitaplarını tercih etmesini ve (ilim öğretmek için) insanlara yönelmesini dünyayı sevme sayıyordu.
Bir gün Süfyän-1 Sevri, Rabia’ya, “Her kulun bir ölçüsü, her imanın bir hakikati vardır; senin imanının hakikati nedir?” diye sordu. Rabia şu cevabı verdi: “Ben Allah’a O’ndan korktuğum için ibadet etmiyorum. Böyle olsay di, sahibinden korktuğu için çalışan kötü hizmetçi gibi olurdum. Ben O’na cennet sevgisiyle de ibadet etmiyorum. Böyle olsaydı, sahibi kendisine bir şey verince çalışan kötü hizmetçi gibi olurdum. Ben Rabbim’e ancak O’nu sevdiğim ve kendisine kavuşmak istediğim için ibadet ediyorum.”
Hammad b. Zeyd, Râbia’nın şöyle dediğini nakletmiştir: “Ben, dünya lik bir şeyi, dünyanın sahibi olan Allah’tan istemeye utanıyorum; ona sahip olmayan bir kuldan nasıl isteyebilirim ki?” Hz. Räbia, bu sözü Hammâd’a bir cevap olarak söylemişti. Çünkü bir defasında Hammåd, kendisine, “Bir ihtiyacın var mı, söyle de yerine getireyim” deyince Râbia böyle söylemiştir.
Abdülvahid b. Zeyd kendisine evlenme teklifi yapınca Râbia şu cevabı vermiştir: “Ey şehvet düşkünü adam! Git, kendin gibi şehvetine düşkün birini ara! Sen bende şehvet namina ne gördün ki?”
Basra emiri Muhammed b. Süleyman 100.000 dinar mehir karşılığında Rabia’yla evlenmek istedi ve kendisine, “Her ay, 10.000 dinar maaşım var; onu da sana veririm” dedi. Buna karşın Rabia ona şu cevabı yazıp gön derdi: “Benim kölem olsan, bütün varlığını bana versen, yine de sana evet demem. Zaten beni çok kısa da olsa Allah’ı anmaktan alıkoydun.”
Räbia, muhabbet konusunda bazı beyitler söylemiştir ki bunların açıklanmaya ihtiyacı vardır. Bu beyitleri bazı Basralı alimler ve başkaları nakletmiştir. Cafer b. Süleyman ed-Dabi, Süfyân-ı Sevri, Hammâd b. Zeyd ve Abdülvähid b. Zeyd de bunlar arasındadır.
Seni severim ben iki sevgiyle;
Birisi hevâ sevgisi, diğeri sen layıksın diye.
Hevá sevgisi, beni her şeyden çekip senin zikrinle meşgul etti.
Senin layık olduğun sevgi ise, aradan perdeyi kaldınp bana cemalini gösterdi.
Her iki sevgide de bana övgü gerekmez; Hepsinde hamd sanadır, şüphe götürmez.
Bu beyitlerde geçen bazı sözleri açıklamamız gerekmektedir.
MUHABBET MAKAMI ve MUHABBET EHLININ SIFATLARI
Önce ilk beyitteki sözlerini ele alalım. Hz. Rábia, sevgiyi, hevâdan kaynaklanan sevgi ve Allah’ın layık olduğu sevgi diye iki kısma ayırmıştır. Bu iki sevginin arasındaki fark bilinmelidir. Onun açıklanmaya ihtiyacı vardır. Açıklayalım ki onu tanımayan kimse meseleyi bir derece anlasın, bizzat müşahede etmeyen kimse de ondan haberdar olsun. Muhabbeti tatmayan ve muhabbet alanında bir yeri olmayan bazı akıl sahipleri, muhabbete bu ismin verilmesini ve onun heva ile nitelendirilmesini inkâr edebilirler. Bundan dolayı biz bu hususu ele alıp açıklamayı ve sevgiyi tanıyanlara yol göstermeyi gerekli görüyoruz. Önce “Seni heva sevgisiyle seviyorum” sözünü ele alalım. Hz. Râbia bu sözle şunu anlatmak istiyor:
Ben seni gördüm ve ayne’l-yakin müşahedeyle seni sevdim. Yoksa benim sevgim habere, kulaktan işitmeye, nimet ve ihsanlara bakıp tasdik etmeye bağlı değildir. Öyle olsaydı, işler/durumlar değiştikçe benim sevgim de değişirdi. Lakin benim muhabbetim bizzat görmeye/müşahedeye dayalıdır. Bu şekilde ben, kalbimi senin için boşaltınca sadece sana yaklaştım, sana koştum, seninle meşgul oldum. Halbuki bundan önce benim değişik ve dağınık arzularım vardı; fakat seni görünce hepsi toplandı, artık sen bütün kalbimi doldurdun, bütün sevgimi kendine çektin. Bana kendin den başkasını unutturdun.
Sonra ben, bütün bunlarla birlikte bu sevgiye layık değilim; ayrıca ahirette rıza yurdun olan cennette perdeler kaldırılmış bir halde açıkça sana (cemaline) bakmaya da ehil değilim. Çünkü benim sana olan sevgim, senin bana herhangi bir karşılık vermeni gerektirmez. Aksine her şey benim sana karşı devamlı şükretmemi ve bu uğurda her şeyimi vermemi gerektirir. Çünkü ben gerçekten seni sevdim, bundan sonra bana düşen sana karşı kusurlu davranmaktan korkmaktır. Bana sevgilime karşı vefamın azlığından dolayı utanmam gerekir. Sen bana kereminle ihsan ettin; sana layık olan lutufta bulundun. Bugün/dünyada bana ilk olarak zatını müşahede ettirdiğin gibi, son olarak da zatını/cemalini gösterdin. Bana bu dünyada ve öbür dünyada ikram ettiğin bunca nimetlere karşı bütün hamd sana layıktır. Çünkü ben, ne dünyada ne de ahirette ulaştığım nimetlere karşı bir övgüyü hak etmiş değilim. Çünkü ben onlara ancak seninle ulaş tım. Öyleyse bütün hamd sana layıktır; beni onlara ulaştıran sensin.
Hz. Râbia’nın sözünün manası olarak düşündüğümüz bu açıklamalar, gerçek hak âşıklarının bizzat tadıp yaşadığı şeylerdir. Çünkü Hz. Rabia’nın muhabbet meydanında büyük bir yeri vardır. En iyisini Allah bilir.
Böyle bir kitapta Rabia’nın ve söylediklerimizin hakikatlerini açıklamak ve tafsilatına girmek mümkün değildir. Bir kimse, bu anlattığımız şe kilde muhabbetin gereklerini yerine getiren ve sevgiliden de muhabbetinin karşılığını gören biri değilse o, muhabbet iddiasıyla aldanmış, O’na na zar etmekten perdelenmiş bir kimsedir. Bu, ancak korku makamının ziddi olan recă makamıdır. Bu halin gerçek muhabbetle hiçbir alakası yoktur. Muhabbet, ancak azaba uğrama korkusuyla sahih olur.
Ariflerden biri demiştir ki: “Allah’ı gerçek manada tanıdığını zanneden kimse aslında O’nu tanımamıştır. O’nu tam olarak sevdiğini düşünen kim se, hakikatte O’nu sevmemiştir (Çünkü O’nu gerçek manada tanımak ve hakkiyle sevmek kul için mümkün değildir).”
BENZER KONULAR:
Cevapla