Hafızlık nedir? Hafızlık tarihi hakkında kısaca bilgi

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Hafızlık tarihi ve hafızlık hakkında bilgi

hafizlik hafiz

Hâfız-ı Kur’an

Kur’ân-ı Kerim’in tamamını ezberlemiş kimseye verilen unvan “Hafız” sözlükte koruyan, ezberleyen demektir. Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ez­berleyen kimseye hafız denir.

Müslümanlar, Kur’ân-ı Kerîm’i muhafaza etmekle yükümlü kılınmışlardır. Onu ko­rumanın en sağlam ve güvenilir yollarından birisi de onu ezberlemektir. Bu bakımdan Kur’ân’ı ezberlemek farz-ı kifâye olarak değerlendirilmiş, bu yolda çalışanlar takdir ve teşvik edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de, Kur’ân okuyanlardan övgüyle bahsedildiği gibi, Hz. Peygamber’in de Kur’ân okumak ve ezberlemek üzerinde titizlikle durduğu, müslümanlar arasında Kur’ân’ı en çok bi­lenlere en fazla değer verdiği görülmekte­dir. Nitekim sevgili Peygamberimiz, oku­dukları Kur’ân’la amel eden hafızları Allah ehli, Allah’ın seçkin kulları ve ümmetinin en şereflileri diye anmış, onların melek­lerle beraber olduklarını, cennete gireceklerini ve aile fertlerinden on kişiye şefaat edecekle­rini müjdelemiştir.

Öte yandan, Hz. Peygamber, irşâd, imamet ve yöneticilik görevi vereceği kim­selerde Kur’ân’ı en çok bilme şartını ara­makla bu konuya verdiği önemi, uygula­malarıyla da göstermiştir. Sahabe hem bu teşvikler hem de Kur’ân’a olan sevgi ve bağlılıklarından dolayı onu okuyup ezberlemeye büyük Önem vermişlerdir. Nakledildiğine göre, geceleri evlerden, gündüzleri de Mescid-i Nebevî’den arı uğultusu gibi Kur’ân sesleri yükselirdi. Hatta bir defasında Peygambe­rimiz, birbirlerini şaşırtmasınlar diye asha­bından seslerini kısmalarını emretmişti (Ebû Dâvud, Salât, 315).

Kur’ân’ın ilk hafızı Peygamberimizde. Ashab arasında da çok sayıda hafız yetiş­miştir. Asr-ı saadetteki hafızlarla ilgili bazı rivayetlerde az sayıda sahâbînin isminin yer alması, hafızların sayısının anılanlar kadar olup, başka hafız bulunmadığı anla­mına gelmez. Bunlar, bu alanda uzman olanlara dikkat çekmek için ifade edilmiş olabilir. Öte yandan bir toplumdaki hafız sayısı da aynı kalmaz; her yıl, hatta her ay artarak değişir. Ayrıca bazı rivayetler, sa­habe arasında çok sayıda hafızın bulundu­ğunu da göstermektedir. Hicri 4. yılda meydana gelen Bi’ru Meûne vak’asında 70 kadar hafız sahâbînin; 12. yılda gerçekle­şen Yemâme savaşında da en az 70 hafızın (bazı rivayetlerde 500, 700 ve daha fazlası­nın) şehid düştüğü; yüz bin kişilik düşman ordusuna karşı savaşan on üç bin müslüman askerin arasında üç bin “kurrâ” bulunduğu ve savaşın, bunların gayretiyle kazanıldığı kaydedilmektedir (Kurtubî, Tefsir, 1,10; İbn Kesîr, Fedâilü’i-Kur’ân, 9; Askalânî, Fethu’l-Bârî, ıx, 9). Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Rasûlüllah zamanında ve daha son­ra, Kur’ân-ı Kerîm, pek çok sahâbî tarafın­dan ezberlenmiştir ki o devirde bunlara “kurrâ” denilirdi.

Ashap arasında hafız olanlardan bazıları­nın isimleri şöyledir: Ebû Bekr, Ömer, Os­man, Ali, Abdullah b. Mes’ûd, Muâz b. Cebel, Übeyy b. Kâ’b, Zeyd b. Sabit, Ebu’d-Derdâ, Ebû Zeyd Ensârî, Ebû Mûsâ Eş’arî, Ubâde b. Sârnit, Abdullah b. Abbas, Hu-zeyfe, Talha, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Sâib, Abdullah b. Amr, Sa’d b. Ubeyd, Hâlİd b. Zeyd, Ukbe b. Âmir, Amr b. Zeyd, Temîm b. Evs Dârî, Sa’d b. Nûmân, Sa’d b. Münzir, Mücemmi’ b. Harise, Füdâle b. Ubeyd, Mesleme b. Muhalled; kadınlardan: Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme, Ümmü Varaka. Kur’ân Öğretimi ve dolayısıyla hafız ye­tiştirme işi, Peygamberimiz devrinde baş­lamıştır. Rasûlüllah, daha Mekke’de iken, ashaptan Erkam’ın evinde bizzat Kur’ân öğretimine başlamıştı. Ayrıca Hicretten iki yıl önce gerçekleşen birinci Akabe Biatından sonra Mus’ab b. Ümeyr’i, Evs ve Hazrec kabilelerinden müslüman olanlara Kur’ân öğretmek üzere Medine’ye gön­dermişti. Hicretten sonra da onun Mescidi {Mescid-i Nebevî), bir dâru’l-kurrâ gibi kullanılmıştı. Çünkü Suffe talebeleri esas itibariyle Kur’ân öğreniyorlardı. Bir süre sonra da yine Peygamberimiz tarafından Medine’nin çeşitli mahallelerinde Kur’ân mektepleri açılmıştır ki bunlardan birisi de, Mehremetü’bnü Nevfel’in evinde tesis edilen ve “Dâru’l-Kurrâ” adını taşıyan okul­dur. Medine’deki bu faaliyetlerin yanında, diğer şehirlerde de aynı tür çalışmalarda bulunulmuştur. Mekke’de önce Muâz b. Cebel, daha sonra da Abdullah b. Abbas; Kûfe’de Abdullah b. Mes’ûd, Basra’da Ebû Mûsâ Eş’arî, Şam’da ise Ebu’d-Derdâ’ Kur’ân öğretip hafız yetiştirmişlerdir.

Dört Halife döneminde de bu faaliyetlere aralıksız devam edilmiştir. Nakledildiğine göre Hz. Ömer, çeşitli şehirlere maaşlı Kur’ân öğretmenleri tayin etmiştir. Bu arada Übâde Humus’a, Ebu’d-Derdâ’ Şam’a, Muâz da Filistin’e gönderilmiştir. Hz. Ömer’in, hafızlık yapanlara bir süre maaş bağladığı da bilinmektedir. Hz. Os­man devrinde ise, Medine’de Zeyd b. Sa­bit, Mekke’de Abdullah b. Sâib, Şam’da Muğîre b. Ebî Şihâb, Küfede Ebû Abdirrahmân Sülemî ve Basra’da Âmir b. Abdilkays Kur’ân öğretmeni olarak görev­lendirilmişlerdir. Nakledildiğine göre saha­beden Ebû Mûsâ Eş’arî, bazı öğütlerde bulunmak üzere Basra’nın hafızlarını çağır­tınca, bu davete 300 civarında hafız iştirak etmiştir (Müslim, Zekât, 119). Yine ashaptan Ebu’d-Derdâ da, sabah namazından sonra talebelerini okutmaya başlardı. Öğrencileri onar kişilik gruplara ayırır, her grubun ba­şına bir öğretici tayin eder; kendisi de za­man zaman mihrapta oturarak, zaman zaman da gruplar arasında dolaşarak, ça­lışmaları takip eder, sorulan suallere cevap verirdi. O. öğrencilerinin sayısının bazen 1600 kişiye kadar ulaştığını bildirmiştir (İbnü’l-Cezerî, Ğâyetü’n-Nihâye, I, 606-607).

Bundan sonraki yıllarda ve nesiller bo­yunca, hafızların sayısı giderek artmıştır. Kur’ân’ı ezberlemek ve onun kıraatlarım öğrenmek, müslümanlar için, çocuk yaş­larda başlayan zevkli ve mukaddes bir meşguliyet olmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm’i çeşitli kıraatlara göre okumayı öğreten mektepler, değişik devir­irde farklı isimlerle anılmıştır. İlk dönemlrde “Dâru’UKurrâ“, daha sonraki devir­irde “Dâru’l-Kur’ân” ve “Dâru’l-Huffâz” ad’nı alan bu müesseselere, Osmanlılar zamanında da “Dâru’l-Kurrâ” denilmiştir dönemin ilk “Dâru’l-Kurrâ“sinın, Bursa Ulu Camiinde, büyük kıraat alimi İbnü’l-ezerı (833/Ha)’njn, hocalığını yaptığı Yıldırım Bayezid Dâru’l-Kurrâsı olduğu nakledi­lir. Evliya Çelebi, İstanbul’daki Dâru’l-Kurrâları anlatırken, büyük camilerden her birinin yanında mutlaka bir Dâru’l-Kurrâ bulunduğunu bildirmektedir (Seyahatname, 1, 219-220). Yine onun verdiği bilgiye göre, o devirde İstanbul’da dokuz bin hafız mev­cuttu ve bunlardan üç bini bayan hafızdı. Bugün Türkiye’de bu görevi Kur’ân Kursları îfa etmektedir. Bunun yanında İmâm-Hatip Liselerinde ve İlahiyat Fakültelerinde, İste­yen Öğrencilere -ders harici- hafızlık yaptı­rılmaktadır. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlı­ğının bazı Eğitim Merkezlerinde ve özel hocalar tarafından birçok kimseye kıraat okutulmakta, hafızlık yaptırılmaktadır. 2020 yılı itibariyle Türkiye’de en az iki yüz bin hafız bulunduğu ve bunların yüzde otuzu­nun bayan olduğu tahmin edilmektedir. Diğer İslâm ülkelerinde de bu öğretim aynı yoğunlukta sürdürülmektedir. Asr-ı saa­detten günümüze kadar her devirde yüz binlerce hafızın yetişmiş olması, müslümanların bu konuya ne kadar önem verdiklerinin açık bir göstergesidir.

BENZER KONULAR:

Answer ( 1 )

    1
    2021-08-05T17:01:58+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberleyen kişiye hafız denir. Verilen bu eğitime de hafızlık denmektedir. Müslümanlar, Kur’ân-ı Kerîm’i muhafaza etmekle yükümlü kılınmışlardır. Onu ko­rumanın en sağlam ve güvenilir yollarından birisi de onu ezberlemektir.

    Kur’an-ı Kerim’i ezbere bilmek farzı kifayedir.

    Rasulullah (sav) hicretten önce gerçekleşen Akabe biatında müslüman olanlara Kur’an-ı Kerim’i öğretmek için Musab b. Umeyr (Ra)’u yu görevlendirmiştir.

    Kur’an-ı Kerim’i ezbere bilmek, yani hafız olmak nasip işidir.

    En iyi cevap

Cevapla