Paylaş
Hilafet Kurumu
Question
4.1. Hz. Muhammed Sonrası Kurumsal Gelişmeler
4.1.1. Hilafet Kurumu
Hilafet, İslam tarihi boyunca önemini koruyan en etkili kurumlardan biridir. Hilafet sözlükte ‘bir kimseden sonra onun yerine geçmek’ halife ise ‘bir kimsenin yerine geçen kişi’ anlamlarına gelir(Apaydın ve Diğerleri, 2014, s. 297). Bu anlamlar dışında halife kelime kökünün, Arapça dilinden kaynaklı zengin bir anlambilimsel geçmişi vardır. Bu kurum hakkında yorum ve çalışma yapanların karşılaştıkları zorluklar Arapça dilinin sağladığı zenginlikten kaynaklanmaktadır. Bu kelime, Kur’an’da iki kez çoğul olmak üzere toplam yedi defa kullanılmıştır. Kur’an araştırmaları yapan âlimler arasında bu kelimelerin anlamı üzerinde uzun süren araştırmalar ve çalışmalar yapılmıştır fakat kesin olarak karşıladığı anlamlar üzerinde bir uzlaşmaya varılamamıştır(Watt, 1968, s. 32). Halife kelimesi Kur’an’da:[1] Yeryüzünü imar etme, zorlukların üstesinden gelme, meydan okumalara karşı koyma gibi anlamlarda kullanılmıştır(Halil, 2010, s. 39). Kelimenin siyasi anlamı ise bir yönetici yerine ‘halef/varis’ olarak gelmek demektir ve İslam devletinde de bu anlamıyla kullanılmıştır. İslami devlet yönetiminde, devletin başkanına halife, devlet başkanlığı makamına hilafet denmesinin sebebi ise, bu kurumların Hz. Muhammed’in risalet[2] görevi hariç dünyevi-siyasal yetkilerinin üstlenilmesidir.
Hilafet’in kurumsal yapısı tarih boyunca birçok düşünür tarafından tartışılmış ve bu kurumun İslam devletinin temel yönetim yapısını oluşturduğu kabul görmüştür. Aslında İslam dininin önerdiği ‘hilafet kurumu’ diye bir yönetim şekli ya da devlet modeli yoktur(H. Ünal, 2011a, s. 41). Ancak hilafet zaman içinde İslam medeniyetinin merkezine yerleşerek devlet yönetiminin temel yapı taşı haline gelmiştir. Bu süreçte Hilafet kurumu, Hz. Muhammed’den sonra teşkilatlanma süreci sırasında meşruluk kazanmak için Kur’an ve hadis kaynaklarında bulunan; yönetim, yönetici, adalet, hak, liyakat ve buna benzer yönetime ilişkin kavramların toparlanarak bir araya getirilmesi sonucunda oluşturulmuştur. Bu sayede Müslümanların katılımıyla birlikte Kur’an ve sünnete uygun bir yönetim modeli kurulmuştur. Bu bağlamda günümüz de kullanılan hilafet kurumunun, Kur’an’da anlatılan ya da hadislerde bahsi geçen bir kurum olmadığını bilmek gerekmektedir. Bundan dolayı, Hz. Muhammed’in vefatından sonra yöneticilere ‘emir’ül müminin(müminlerin emini)’ sıfatıyla hitap edilmiştir(Akkor, 2012, s. 16). Hz. Ebubekir, Hz. Muhammed’in yardımcılığını yaptığı sırada Müslümanlar ona, ‘Allah’ın resulünün elçisi’ şeklinde hitap etmişlerdir. Daha sonra yöneticilere halk arasında ‘Halifetü Rasulillah’(Allah’ın Resulü’nün halefi) sıfatıyla hitap edilmiştir(H. Ünal, 2011a, s. 41). Dört Halife devri boyunca kullanılan bu terimler zamanla toplumsal bir alışkanlık haline gelmiştir ve kurumun adının hilafet olarak anılmasına sebep olmuştur.
Hilafet kurumu, Kur’an veya hadis kaynaklı bir kurum olmasa da hilafetin temel dayanağı İslam’ın temel kitabı olan Kur’an ve İslam’ın uygulayıcısı olan Hz. Muhammed’in sünnetinden beslenmiştir. Bu bağlamda Kur’an’ın; Adalet, liyakat, istişare, itaat, dürüstlük ve yöneticilikle ilgili tüm mesajları, ayrıca Hz. Muhammed’in yönetici kimliği ve sünneti, kurumun oluşmasında en etkili kavramlardır. Hilafet kurumunun kuruluş gerekçesi ise hiç şüphesiz Hz. Muhammed’in vefatıyla birlikte geride bıraktığı siyasi boşluktur. Hz. Muhammed’in peygamberliği sırasında asli görevi tebliğ ve bunun uygulaması olan tebyin’dir.[3] Hz. Muhammed hayatı boyunca İslam dininin ve İslam devletinin karşılaştığı her sorunu tebliğ ve tebyin yoluyla çözmeye çalışmıştır. Nitekim onun vefatından önce devlet kurumların hiçbirisine ihtiyaç olmamıştır. Bunun sebebi ise O’nun İslam dini ve devletinin hem peygamberi hem yöneticisi, hem halifesi hem kadısı, hem yolu hem de yol göstericisi olmasıdır. Nitekim Medine döneminde Hz. Muhammed’in hem yasama hem yürütme yetkisinin kendinde bulunduğu, bunların yanında gerektiği zaman da peygamberliğinin kendisine sağladığı hukuki yetkileri de kullandığı görülmüştür(Apaydın ve diğerleri, 2014, s. 265). O’nun vefatıyla birlikte İslam dünyasında herhangi bir otorite boşluğunun oluşmaması için hilafet, kadılık ve vezirlik gibi İslam devletinin temel kurumların oluşturulması bir zorunluluk haline gelmiştir.
Hilafet kurumunun ortaya çıkışı, oluşum ve gelişim süreci tarihsel olarak pek çok dönüşüm yaşamıştır. Halifenin görev yelpazesi, seçim süreci, halifede aranan nitelikler gibi kurumsal yapıya ilişkin özellikler zaman içerisinde ve dönemin şartlarına uygun şekilde dönüşümler yaşamıştır. Fakat bu değişim sürecinde Kur’an’ın Müslümanlar için aradığı tüm özellikler ve Müslüman’a verdiği tüm mesajlar en başta halifeyi bağlamaktadır. Hz. Muhammed’in yönetim tarzında belirlediği esaslar, yani sünnet bu kurumun oluşumunda etkili olan ikinci kaynaktır. Kur’an ve sünnete ek olarak hilafet kurumunun beslendiği üçüncü kaynak ise içtihat kaynağı olmuştur. Kurum, günün şartlarına uygun içtihat kararlarına dayanan değişimler yaşamış, ayrıca siyasetnameler aracılığı ile yapılan kurumsal eleştiriler de yöneticilerin başvurduğu kaynaklardan olmuştur.
Siyaset teorisyenleri ve İslam alimleri birçok ayete dayanarak hilafetin kurumsal yapısını Kur’an’ın ayetleriyle açıklamaya çalışmışlardır. Bakara(2) Suresi’nin 30. ayetinde yer alan ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ ayetine atıf yapılarak halifeliğin kurumsal dayanağı oluşturulmaya çalışılmıştır. Sad(38) Suresi 26. ayetinde bulunan ‘Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzüne halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzuna uyma, yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır’ ayetiyle halifenin bir hâkim gibi hareket edebileceğine dair kanıtlar ileri sürülmüştür. Bu ayetle halifeliğin doğası ve onun yargılama yetkisinden bahsedilir. Ayrıca yargılarken nefsine değil adalete ve İslam’a uygun hareket etmesi öğütlenir. Aksi takdirde nefsiyle hareket eden bir yöneticinin Allah’ın yolundan sapacağından bahsedilir. Nisa(4) Suresi 59. ayetinde yer alan ‘Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan yöneticilere de…’ cümlesi ise düşünürler tarafından halifeye itaat ve bağlılığın dayanağı olarak öne sürülmüştür. Düşünürler bu ve buna benzer ayetlere atıf yaparak yönetimin ve hilafetin kurumsal dayanaklarını oluşturmaya çalışmışlar, ayrıca kanıt olarak sundukları bu ayetlere dayanarak yöneticilere itaatin gerekli ve meşru olduğunu belirtmişlerdir.
Kur’an’ın yanı sıra aktarılan bazı hadisler de hilafet kurumunun temellendirilmesine katkı sağlamıştır. Hilafetin kurumsal dayanağıyla ilgili Nevevi’nin aktardığı hadis şu şekildedir: ‘‘İsrailoğullarını peygamberler yönetirdi. Bir peygamber ölünce, yerine başka bir peygamber geçerdi. Fakat benden sonra peygamber gelmeyecek, birçok halifeler gelecektir’’(Nevevi, 2011c, s. 27). Müslümanlar, Hz. Muhammed’e bu halifeler geldiği zaman nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini sorduklarında ise Hz. Muhammed onlara şu öneride bulunmuştur: ‘‘Halifelere başa geçiş sırasına göre bîat edin. Sonra onlara karşı görevinizi yapıp itaat edin. Onlar size karşı görevlerini yapmazlarsa, Allah’tan size yardım etmesini isteyin. Zira size karşı görevlerini yapıp yapmadıklarını Cenâb-ı Hak onlardan soracaktır’’(Nevevi, 2011c, s. 27). Hilafetin kurumsal dayanağı ve halifelere itaat konusunda aktarılan başka hadislerde ise Hz. Muhammed şöyle demiştir: ‘‘İdareciler size günah işlemeye zorlamadıkça onlara itaat edin’’(Nevevi, 2011c, s. 28). Çünkü ‘‘Devlet reisine isyan eden, bana isyan etmiş olur’’(Nevevi, 2011c, s. 28). Şu noktayı gözden kaçırmamak gerekiyor ki: yönetici kim olursa olsun, ona itaat İslam çerçevesinde kalmak zorundadır. Hiçbir yönetici İslam’a aykırı emir vermemeli, hiçbir Müslüman da İslam’a aykırı bir emri yerine getirmemelidir. Bunun dışında aktarılan ayet ve hadisler hilafetin kurumsal dayanağı için yeterli görülmüştür ve bu ön kabuller doğrultusunda Müslüman birey yöneticisine biat etmelidir.
Mustafa Öden
Answer ( 1 )
Hilafet İslam tarihi boyunca önemini ve canlılığını hep koruyan bir kavramdır. Hilafet makamında bulunan halifeye Allah’ın emir ve yasaklarına itaatsizliği emretmediği müddetçe itaat etmek farzdır. Çünkü devam ettirdiği görev Rasulullah (sav)’in görevi olan bir görevdir. Ama bu itaat halifenin İslam çerçevesinde kaldığı müddetçe olmalıdır.