Paylaş
Hucurat suresi çerçevesinde islam’ın ahlak prensipleri
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Hucurat suresinden çıkarılacak dersler kısaca madde madde
Hucurat suresi çerçevesinde islam’ın ahlak prensipleri kısaca madde madde
Hucurat suresi, İslam ahlakının temel prensiplerini içeren bir suredir. Surenin ayetlerinde, Müslümanların birbiriyle olan ilişkilerinde uymaları gereken bazı kurallar ve ilkeler yer almaktadır.
Hucurat suresi çerçevesinde İslam ahlak prensipleri şu şekilde özetlenebilir:
****Müslümanlar, birbirlerini kardeş olarak görmeli ve birbirlerine karşı sevgi, saygı ve hoşgörü ile davranmalıdır.
****Müslümanlar, birbirlerinin kusurlarını görmemeli ve birbirlerini affetmelidir.
****Müslümanlar, birbirlerine yalan söylememeli ve birbirlerinin sırlarını ifşa etmemelidir.
****Müslümanlar, birbirlerini çekiştirmemeli ve birbirlerini karalamamalıdır.
****Müslümanlar, birbirlerini küçümsememeli ve birbirlerine hakaret etmemelidir.
****Müslümanlar, birbirlerini çekiştirmek ve karalamak yerine, birbirlerini nasihat ve öğüt ile uyarmalıdır.
****Müslümanlar, birbirlerinin haklarını korumalı ve birbirlerinin hukukunu gözetmelidir.
Hucurat suresi genel olarak ele alınan konu hangisidir
1- Hata ile başkalarına eza etmeyi önlemek için ihtiyatlı ve dikkatli olmak, nakledilen haber ve rivayetlerde iyice araştırma yapmak vaciptir. Çünkü bu haberlere dayanarak hemen hüküm veren ve tasdik eden kimse acele davrandığı ve düşünerek, teenni ile hareket etmeyi terkettiği için pişmanlık duyar. Bu sebeple Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Teenni Allah’tan, acele ise şeytandandır.
2- “Size bir fasık bir haber getirirse onu iyice araştırınız.” ayeti, eğer adil bir kimse ise tek kişinin verdiği haberin (haberu’l-vahid) kabul edileceğine delil teşkil eder. Zira fasık bir kimse bir haber naklettiğinde müslümana onu araştırması emredilmiştir. Bir kimsenin fasık olduğu sabit olunca onun getirdiği haberin de batıl olacağı hususunda icma vardır. Haber vermek bir emanettir. Fasıklık onun batıl olduğuna karine teşkil eder. Burada haberi kabul için iyice araştırma yapmanın illeti fasıklık sıfatıdır. Fasıklık bir kimsede yoksa hükmün illeti de yok demektir. Buradaki icmadan davalar, ikrar, başkasına borçlu olduğunu ikrar, herhangi bir muamelat konusunda maksut bir hakkı başkasına karşı ispat etmek -yani falan şahıs sana şunu gönderdi veya bu benim malımdır, demek- gibi konular bu kaideden istisna edilmiştir. Bu konularda haber veren kâfir bile olsa tasdik edilir.
Başkaları üzerinde bir hak ortaya koyma meselesinde ise İmam Şafii ve başka fakihler şöyle demişlerdir: Kâfir nikah akdinde veli olamaz. İmam Malik ve Ebu Hanife’ye göre ise nikâhta veli olabilir. Çünkü onun, kadının malı üzerinde velayeti varsa nikahlandırılması hususunda da velayeti vardır. Malı konusunda velisi olabiliyorsa nikâhta veli olması öncelikle caizdir. Bir kimse her ne kadar fasık da olsa onun babalık gayreti tam olarak vardır. Zaten kâfir kimse bu sebeple ailesini himaye etmektedir. Hanefiler, zimmîlerin birbirleri hakkında yaptıkları şehadeti kabul etmişlerdir.
Kısaca bu ayet itikat konuları dışındaki dinî meselelerin ispatı, borçlandırma ve şahitlik konularıyla ilgilidir.
3- Bazıları bu ayeti, fasık bir kimsenin şahitlik yapabileceğine delil getirmişlerdir. Aksi takdirde iyice araştırma emri hiçbir fayda sağlamaz. Nitekim Alusi şöyle demiştir: Hanefi mezhebine göre şehadete ehil bile olsa fasıkın şehadeti kabul edilmez. Şayet kadı onun şehadetiyle hüküm verir ise asi olur. Fakat verdiği hüküm yine de geçerlidir.
4- Hanefiler hâli bilinmeyen (meçhulu’1-hâl) bir kişinin verdiği haberin makbul olduğuna bu ayeti delil göstermişlerdir. Zira ayet, fısk sıfatının haberi kabulden önce iyice araştırma yapılmasının gerekli olmasının bir şartı olduğuna delâlet etmektedir. Dolayısıyla bu geldiği malalle tahsis edilir ve bu konunun dışındaki meseleler önceki gibi kalır. Yani onlar makbuldür.
5- Ayet-i kerimede haber-i vahidin yakinî (kesin) bilgi gerektirmediğine dair bir delâlet vardır. Bunun delili o konunun iyice araştırılmasının vacip olmasıdır. Zira eğer haber-i vahid kati ilim ifade etseydi o konuda araştırma yapmaya ihtiyaç duyulmazdı.
6- İbni Arabi şöyle demiştir: İmam Şafii ve benzerlerin fasıkın imametini caiz görmeleri hayret edilecek bir husustur. Bir buğday tanesine dair kendisine güven duyulmayan şahsa din konusunda nasıl güvenilebilir?! Fasıkın arkasında namaz kılan kimsenin sonradan onu gizlice iade etmesi vaciptir. Fakat bir kimsenin razı olmadığı imamların arkasında namazı terketmesi uygun olmaz.
7- Şayet fasık bir kimse vali olursa hakka uyduğu ölçüde verdiği hükümler icra edilir. Hakka muvafık olmayan hükümleri de reddedilir. Fasıkın uyguladığı bir hüküm asla bozulmaz.
8- Bir sözün götürülmesi, bir nesnenin ulaştırılması veya bir işin başka bir şahsa öğretilmesi hususunda, bir şahsın elçisi olması durumunda fa-sığın sözünün kabul edileceğinde fikir ayrılığı yoktur. Çünkü onun kabulünü gerektirecek bir zaruret mevcuttur. Fakat fasıkın sözü başka bir şahsın hakkıyla ilişkili ise kabul edilmez.
9- Bazıları bu ayeti, sahabenin içinde de adil olmayan kimselerin bulunduğu görüşüne delil getirmişlerdir. Zira Allah Tealâ; ayet Velid b. Ukbe hakkında nazil olduğundan, fasık lafzını bir sahabe için kullanmıştır. Ayetin nüzul sebebini lafzın umumiliği dışında tutmak mümkün değildir. Halbuki Velid b. Ukbe’nin sahabe olduğu konusunda ittifak vardır.
Ancak çoğunluğa göre sahabenin tamamı adildir.
10- Fasık iki kısma ayrılır:
- a) Tevili mümkün olmayan fasık. Bu çeşit fasığın haberinin kabul edilmeyeceği konusunda ihtilâf yoktur.
- b) Bidatçi olduğu açık olan kimseler diye isimlendirilen Cebriye ve Ka-deriyye gibi olan fasık. Bunun verdiği haberin kabul edilip edilmeyeceği konusunda görüş ayrılığı vardır. İmam Şafii gibi bazı usul alimlerine göre onun hem şehadeti hem de rivayeti kabul edilmez. Fukahanın çoğunluğu ve muhaddislere göre onun şehadeti de rivayeti de makbuldür. Çünkü onun yaptığı şahitlik yalan söylemesi töhmeti (ihtimali) sebebiyle reddedilir. Halbuki onun fasıklığı doğru söylemesine mani olmayan bir inanç sebebiyledir. Yaptığı rivayetlere gelince Rasulullah (s.a.)’dan başkası aleyhine yalan söylemekten sakınan kimse, Rasulullah hakkında yalan söylemekten daha çok sakınır.
11- Şayet fasık olan kimse adil iki şahitle hükmetmek gibi zannı galibine göre hüküm verse, bu, bilinmeyen bir şeyle amel manasına gelmez. Çünkü bilinmeyen bir şeyle amel demek, söylediği sözlerden zann-ı galip hasıl olmayan bir kimsenin sözünü kabul etmek demektir.
12- Rasulullah’ın (s.a.) ashabın içinde bulunması iyice araştırma, tedbirli olma ve teenni ile hareket etmenin temel taşıdır. Dolayısıyla Rasulullah (s.a.) onları hüküm vermede acele davranmalarına engel olmaktadır. Şayet Velid b. Ukbe’nin gönderildiği kavmi öldürseydi bu büyük bir hata olur, düşman olduğu bu kavmin helak olmasını isteyen kimsenin büyük bir günaha girmesine ve helake uğramasına sebep olurdu.
Allah Tealâ’nm “Hem biliniz ki aranızda Allah’ın Rasulü vardır.” sözüyle “Yalan söylemeyin. Çünkü Allah sizin haberlerinizi ona bildirir de rezil kepaze olursunuz.” manası kastedilmiştir.
13- Allah Tealâ önce imanı, sonra ona mukabil küfür, fasıklık ve isyandan oluşan ve ashaba çirkin gösterilen üç şeyi zikretmiştir. İman kalple tasdik, lisan ile ikrar ve azalarla amelden her üçünü içine alan bir isimdir. Küfür, Allah’ı inkâr etmek manasınadır ve kalp ile boyun eğmenin karşılığıdır. Fasıklık dil ile ikrarın, isyan da bedenle amel etmenin karşılığıdır. Dinî hükümler ile amel etmeyi terketmek manasına gelen isyan, bütün günahları içine alır. Bunun manası şudur: Derinlemesine araştırma yapan mümin tekzip edilmez.
14- Eş’ariler “sevdirdi” ve “çirkin gösterdi” sözlerini fiillerin yaratılması (halkü’1-efal) meselesine delil göstermişlerdir. Yani kulların fiilerini sadece Allah yaratmıştır. Onun bunda ortağı yoktur. Bunun bir benzeri de şu ayeti kerimedir: “Sizi ve yaptıklarınızı Allah yaratmıştır.” (Saffat, 37/96). Eş’ariler bu şekilde, “sevdirdi” ve “çirkin gösterdi” kelimelerini lütf ve tevfi-ke tevil ederek insan kendi fiilinin halikıdır, diyen Kaderiyye, İmamiyye ve Mutezile’nin görüşünü reddetmişlerdir.
15- Elbette ki Allah’ın muvaffak kılıp imanı sevdirdiği ve küfrü çirkin gösterdiği kimseler doğru yolu bulanlardır. Allah Tealâ onlara bir lütuf ve nimet olsun diye böyle yapmıştır.
Ashab-ı kiramın “doğru yolu bulanlar” diye isimlendirilmesiyle onların Rasulullah’a (s.a.) ittiba ettiklerine, onun irşadına yapışıp onun makamını ve kendi aralarındaki mevkiini bildikleri için rüşdü hak ettiklerine işaret edilmektedir. Ayrıca kendilerini rüşde ulaştıracak işlerden uzak olmaları bakımından başka bir gruba da tariz yapılmıştır.
16- Allah Tealâ her şeyi en iyi bilendir. Bu yüzden hayrı araştıranla araştırmayanı, Rasulullah’ı (s.a.) hikmetin gerektirdiği şekilde isteyenle istemeyeni çok iyi bilmektedir. Bunun ötesinde Allah eşyanın hakikatini bilir ve onu Rasulüne (s.a.) öğretir. Ona hikmetin gerektirdiği davranışları emreder. Dolayısıyla onun emrettiği yerde durmak ona karşı küstah ve kaba davranmaktan sakınmak gerekir.
17- Rasulullah (s.a.) yedinci ayetin ihtiva ettiği manaya göre dua ederdi. İmam Ahmed ve Nesai Ebi Rifaa ez-Zekri’den, o da babasından şöyle rivayet etmiştir: Uhud günü müşrikler geri çekilince Rasulullah (s.a.): “Düz saflar olun ki Rabbime hamdü sena edeceğim” deyince herkes onun arkasında saf oldular. Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Ey Allah’ım! Hamdin tamamı ancak sanadır. Ey Allah’ım! Senin genişlik verdiğini kimse daraltamaz, daralttığına ise kimse genişlik veremez. Senin dalâlette bıraktığını kimse hidayete erdiremez, senin hidayete ulaştırdığını kimse saptıramaz. Senin menettiğine kimse veremez, senin verdiğine kimse engel olamaz. Senin uzaklaştırdığını yaklaştıracak olmadığı gibi yaklaştırdığını da kimse uzaklaştıramaz.
Ey Allah’ım! Bereketlerinden, rahmetinden, fazlu kereminden ve rızkından bize genişçe ver. Ey Allah’ım! Ben değişmeyen ve zail olmayan kalıcı nimeti istiyorum.
Ey Allah’ım! İhtiyaç anında nimeti, korku anında emniyeti istiyorum. Ey Allah’ım! Bana verdiğin ve menettiğin şeylerin şerrinden sana sığınırım.
Allah’ım! Bize imanı sevdir ve onu kalplerimizde süsle. Bize küfrü, fa-sıklığı ve isyanı çirkin göster ve bizi doğruyu bulanlardan kıl.
Allah’ım! Bizim müslüman olarak ruhumuzu kabzet, müslüman olarak dirilt. Bizi bedbahtlara değil de salihlere ilhak eyle.
Allah ‘im! Senin peygamberlerini yalanlayan ve senin yolundan alıkoyan kâfirleri kahret. Onların üzerine azabını ve musibetini gönder.
Ey gerçek ilâh olan Allah ‘im! Kitap ehli olan kâfirleri de kahret.”
BENZER KONULAR:
Answer ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Hucurat suresi ahlak prensiplerinden bir demet
1- İslâm devletlerindeki yönetici ve hakimlere onları Allah’ın Kitabına çağırmak, onlara nasihat edip doğruyu göstermek ve onların meseleye bakış açılan arasında bir uyum ve ortak nokta tesbit etmek suretiyle birbiriyle savaşan iki müslüman grubun arasını ıslah etmeleri vaciptir.
2- Gruplardan biri Allah’ın hükmüne ve Kitabına icabet etmeyip haddi aşar ve diğerine saldırarak yeryüzünde fesat çıkarırsa, Allah’ın emrine yani Kitabına dönünceye kadar en hafifinden başlayıp sırasıyla bütün vasıtaları kullanılarak onlarla savaşılması gerekir. Şayet Allah’ın hükmüne dönerse her iki grubu insaflı ve adaletli olmaya sevketmek gerekir. Çünkü Allah hak ve adalet ile hükmedenleri sever ve onlara en güzel mükâfatı verir.
Fukahanm kullandığı bir terim olarak “Baği topluluk” zahiren caiz fakat gerçekte kati değil de zanni (zanna dayalı) olan bir yorum sebebiyle devlet başkanına muhalefet ve isyan eden fırka demektir. Mürtedin ise yorumu kati olarak batıldır. Dolayısıyla mürted baği değildir. Aynı şekilde müslümanlarla savaşmayıp sırf itikadı konularda Harici olanlar da baği değildirler. Hariciler büyük günah işleyenleri tekfir eden ve bazı imamlara söven bidatçilerin bir türüdür. Ayrıca Allah’a ait veya kullara ait bir şer’î hakka engel olan da baği sayılamaz. Çünkü bunların tevili olamaz.
Yine bir topluluğa baği (isyankâr) denebilmesi için onların bir hazırlığı, ordusu ve gücü olması gerekir. Devlet başkanı onları ortadan kaldırmak için mal sarfetmek ve ordu hazırlamak gibi bir külfete ihtiyaç duyar. Şayet onlar fertler halinde olsalardı onları yakalamak çok kolay olurdu. Dolayısıyla hazırlığı, güç ve kuvveti olmayan fertler baği değildir.
“Eğer müminlerden iki zümre birbirleriyle savaşırlarsa…” ayetine dayanarak alimlerin çoğu bağilerin kâfir ve fasık olmadığı görüşündedir. Hz. Ali şöyle demiştir: “Kardeşlerimiz bize karşı baği olmuşlardır. Fakat onlar yaptıkları işlerde ve sahip oldukları tevilde hataya düşmüşlerdir.” Hz. Ali’ye karşı çıkan Hariciler ile Ebu Bekir (r.a.) zamanında zekat vermeyenler burada misal olarak gösterilebilir.
3- “Eğer müminlerden iki zümre birbiriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin…” ayeti müminin öldürme, ana babaya isyan etme, faiz ve yetim malı yeme gibi büyük günahları işlemekle imandan çıkmayacağına delildir. Çünkü baği iki gruptan biri olarak kılınmış ve Allah Tealâ o iki grubu mümin olarak isimlendirmiştir.
4- Baği topluluğa karşı savaşmak saldırıyı defetmek içindir. Alimler bağiler hakkında kesin hükmü vermişlerdir. Demişlerdir ki: Eğer taraflardan her ikisi de baği olarak savaşırlarsa aralan düzeltilir. Anlaşma yapmadan, bu hal (baği) üzere kalmaya devam ederlerse her ikisine karşı savaşılır. Şayet onlardan biri ötekine karşı baği ise yapılması gereken sulha razı oluncaya kadar baği olan tarafla savaşmaktır. Aralarında barış tamam olursa onun adalet ve hak ile yapılması gerekir. Şayet bir şüphe ileri sürülürse hakikati gösteren kati delil ve aydınlatıcı hüccetle bu şüphe izale edilir.
Ayet-i kerim’e bağilerin kabul ettikleri mezheplerin inancının, savaşmadıkları müddetçe onlara karşı savaşmayı gerektirmediğine delâlet etmektedir. Zira Allah Tealâ: “Şayet onlardan biri ötekine karşı tecavüz ederse onlarla savaşın.” Buyurmaktadır.[32]
5- Ayet-i kerime, devlet başkanına veya müslümanlardan birine karşı baği olduğu bilinen bir zümre ile savaşmanın vücubuna (kesin gerekliğine) açık bir şekilde delâlet etmektedir. Ayrıca Ahmed ve Kütüb-i Süte sahiplerinin İbni Mesud’dan rivayet ettikleri “Müslümana sövmek fasıklık, onunla savaşmak ise küfürdür.” hadisini delil göstererek müslümanlar ile savaşıla-mayacağını söyleyen kişinin bu sözünün batıl olduğuna da bu ayet delâlet etmektedir. Ayetin metni bunu red hususunda sarihtir.
6- İbni Arabi şöyle demiştir: Bu ayet, müslümanlarla savaşmak hakkında asıl, tevil yapan bağilerle harp etmek hususunda umdedir. Sahabe bu ayete dayanmış, Rasulullah (s.a.) “Amman baği topluluk öldürecektir.” sözüyle bunu kastetmiştir.
7- Fitne çıkmasına veya birliğin dağılmasına sebep olacaksa imamın kısas cezasını geciktirmesinin cevazı hakkında ümmet içinde görüş ayrılığı yoktur.
8- Bağiler ile savaşmak farz-ı kifayedir. Bazıları bunu gerçekleştirdiği takdirde diğerlerinden bu farz düşer. Bu yüzden Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdullah b. Amr, Muhammed b. Mesleme vb. bazı sahabeler bu işten geri durdular. Ali b. Ebi Talip onların bu fiilini tasvip etmiştir. Onlardan her biri Hz. Ali’ye daha önce bir özür beyan etmişlerdi.
9- Allah Tealâ’nın “Eğer (Allah’ın emrine) dönerse artık aralarını adaletle düzeltin…” kavli, savaş esnasında telef olan mal ve canların bağiler-den istenmemesinin, anlaşmadaki adaletli bir davranış türünden olduğuna delâlet etmektedir. Zira bütün bunlar yapılan bir tevile göre meydana gelmiş hasardır. Bunların talep edilmesi onların anlaşmadan çekilmelerine ve bağide devam etmelerine sebep olur.
10- Bağilere karşı yapılacak ilk muamele: Her hangi bir delili olmayan baği bir topluluğun adil devlet başkanına karşı çıkması durumunda devlet başkanının bütün müslümanlarla veya kendisine yetecek kadar müslü-manla onlara karşı savaşmadan önce onları itaata ve İslâm cemaatına girmeye çağırır. Onlarla savaşmadan önce Allah’ın devlet başkanından istediği hakiki davranış budur. Eğer Allah’ın enirine dönmeyi ve sulh yapmayı kabul etmezlerse, o zaman onlara karşı savaşılır. Esirleri öldürülmez, kaçanların ardından gidilmez, yaralıları öldürülmez, akrabaları, yakınları esir alınmaz, malları ganimet edinilmez. Devlet başkanının yanında savaşan bağiyi veya baği onu öldürürse biri diğerinin velisi olması durumunda birbirlerine varis olamazlar. Kasden birini öldüren katil asla mirasçı olamaz. Ancak yol kesiciler gibi güç ve kuvvetli olmayan tevil sahiplerinin savaşta telef ettikleri can ve malları tazmin etmeleri gerekmektedir.
11- Bağilerin helak ettiği şeyler: Bağiler ve Haricilerin savaş için toplandıkları ve harpten sonra ayrıldıkları esnada helak olan mal ve kanların tazmin edilemeyeceği konusunda alimler icma etmişlerdir.
12- Bağilerin malları, esirleri ve yaralıları: Savaş esnasında Bağiler-den alman malların durumu hakkında fakihler ihtilâf etmişlerdir. Muhanı-med b. Hasen şöyle demiştir: Onların malları ganimet olmaz. Ancak onlarla yapılan savaşta onlardan elde edilen silah ve atlardan istifade edilebilir. Harp bittiği zaman da malları kendilerine geri verilir.
Ebu Yusuf tan şöyle rivayet edilmiştir: Bağilerin ellerinden alınan atları ve silahları feydir (ganimettir); beşe taksim edilir. Tevbe ettikleri takdirde helak ettikleri mal ve kan bedelini tazmin etmekle sorumlu tutulmazlar.
Malik, Evzai ve Şafii şöyle söylemişlerdir: Sonradan tevbe ederlerse helak ettikleri mal ve kanlardan sorumlu tutulmazlar, bağilere ait bir mal aynen duruyorsa onlara iade edilir.
Ebu Hanife’ye göre bağiler helak ettikleri kan ve malları tazmin ederler. Bağilerden ele geçirilen esirler ve yaralılar öldürülmezler.
En doğru olan görüşe göre sahabe-i kiram yaptıkları harplerde bağilerden kaçanların peşine düşmemiş, yaralıları ve esirleri öldürmemiş, onların ne mallarım ne de canlarını tazmin etmişlerdir. Bu konuda onlar en güzel örnek teşkil etmektedir.
İbni Ömer Rasulullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Ey Abdullah! Bu ümmetin bağileri hakkında Allah’ın nasıl hükmettiğini biliyor musun?” İbni Ömer “Allah ve Rasulü (s.a.) en iyi bilendir.” deyince Rasu-lullah (s.a.): “Yaralıları ve esirleri öldürülmez, kaçanın peşine gidilmez ve onlardan elde edilen fey (ganimetler) taksim edilmez.” buyurdu
Hakim bunun benzerini İbni Mesud’dan rivayet etmiştir. İbni Ab-bas’tan da buna benzer bir hadis rivayet edilmiştir.
Onlardan ele geçirilen mallar aynen duruyorsa kendilerine iade edilir.
13- Bağiler hakkındaki hükümler: Bağiler bir beldede galibiyet sağlayıp zekâtları toplayıp, hadleri uygulasalar ve orada dinî hükümleri tatbik etseler, topladıkları zekâtlar ile uyguladıkları hadler geçersiz sayılmaz. Kitap, sünnet ve icmaya aykırı olmadıkça verdikleri hükümler bozulmaz.
Davalarda verdikleri hükümlere gelince, Ebu Yusuf ve İmam Muham-med şöyle söylemişlerdir: Ehl-i Sünnet ve’1-Cemaata mensup bir kadı’nın kendi görüşüne muavafık olmadıkça bağiy ehli (isyankârlardan) bir kadı’nın verdiği bir hükme, yaptığı bir şehadete ve yazdığı bir yazıya icazet (gereklilik) vermesi doğru değildir. O konudaki davayı yeniden ele alması gerekir.[34]
14- Sahabeden birine kati olan bir hatanın nisbet edilmesi caiz değildir. Zira onlar yaptıkları işlerde içtihad etmişler ve Allah’ın rızasını gözetmişlerdir. Sahabenin tamamı bizim için imamdır kendisine uyulabilecek bir örnektir. Onların arasında meydana gelen çekişme ve münakaşadan el çekmek ve onlar hakkında hayırdan başka bir şey söylememek ile emro-lunduk. Çünkü sahabeliğin çok önemli bir konumu ve değeri vardır. Rasu-lullah (s.a.) onlar hakkında kötü konuşmaktan nehyetmiş, Allah Tealâ onları affetmiş ve onlardan razı olduğunu haber vermiştir. Alimlerden birine sahabe arasında meydana gelen savaşlarda akıtılan kanlardan sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Onlar daha önce geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerine sizin kazandığınız size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.” (Bakara, 2/134).
Başka bir alime aynı olay sorulunca şöyle demiştir: “Onlar öyle kanlardır ki Allah Tealâ elimi onlara bulaştırmamıştır. O halde dilimi de onlara bulaştırmayayım.” Yani hataya düşmekten ve isabetli olmayacak şekilde bazıları aleyhine hüküm vermekten sakındığı için bu zat böyle cevap vermiştir.
İbni Furek şöyle demiştir: Sahabe arasında meydana gelen çekişme ve anlaşmazlıkların seyir yolu, kardeşleriyle Yusuf (a.s.) arasındaki olayların meydana geliş şekline benzemektedir.
15- Müminler neseb itibariyle değil de din ve hürmet itibariyle ancak kardeştirler. Kurtubi şöyle demiştir: Zira kan ve nesep kardeşliği dinlerin farklı olması sebebiyle kesilmektedir. Halbuki neseplerin farklı olması sebebiyle din kardeşliği kesilmez.
Buhari ve Müslim’de Ebu Hüreyre’den şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.) buyurmuştur ki: “Birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinizin gizli hallerini araştırmayın, gizlice birbirinizin konuştuklarını dinlemeyin, almaya rağbetiniz yoksa malın fiyatını artır-mayın. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun.”
Daha önce müslümanların kardeşliği hakkında birçok hadis geçmiştir. O halde müslümanlar kardeştir, İslâm ise onların babasıdır. Kardeşlerin soyu nasıl babalarına bağımlı ise müslümanların soyu da İslâm’a bağlıdır.
16- “Müminler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin.” ayeti ile bir önceki ayet daha önce de geçtiği gibi baği olmanın (meşru devlete isyan etmenin) imanı ortadan kaldırmadığına delâlet etmektedir. Zira baği olmalarına rağmen Allah Tealâ onları mümin kardeşler diye isimlendirmektedir.
Haris el-Aver demiştir ki: Örnek şahsiyet olan Hz. Ali’ye Cemel ve Sıf-fin ehlinden baği olanlarla savaşmaktan soruldu: Onlar müşrik midir? dendiğinde Hz. Ali “Hayır, onlar müşriklikten kaçmışlardır.” “Peki onlar münafık mıdır?” denildiğinde, “Hayır değiller, zira münafıklar Allah’ı pek az zikrederler.” “Öyleyse onların durumu nedir?” diye sorulduğunda: “Kardeşlerimiz bize karşı zulmetmişlerdir.” demiştir.
Aynı şekilde ayet müminler arasında din kardeşliği lafzının mutlak olarak kullanılmasının cevazına delâlet etmektedir.
“aralarını düzeltin…” sözünden bir birine düşman müminlerin arasının düzelebileceğini ümit eden kişinin onların arasını düzeltmesi gerektiği anlaşılır