Hz Peygamberin Sıfatları Ve Ahlakı

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Hz Muhammed’in Sıfatları Nelerdir?

Hz Peygamberin Sifatlari Ve Ahlaki

Peygamberimizin (asm) sıfatları ve seçkin hususiyetleri

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, hem yaratılış özellikleri hem de ahlâki bakımından tarifi imkânsız mükemmellikte ve seçkinlikte idi. Bu nun sonucu olarak, dünyada başka hiçbir beşere nasip olmayacak ölçüde, gönüller ona karşı derin bir saygıyla dolup taşmış ve insanlar onu yücelt mede ve ona gösterilecek özen ve ilgide zirve noktaya ulaşmıştır. Onunla birlikte yaşayanlar onu, meftunluk derecesinde sevmişler; onun tek bir tır- nağına zarar gelmemesi için boyunlarının vurulmasını bile umursamamış lardır. Onu böylesine sevmelerinin tek sebebi, genellikle herkesin hayran olduğu kemal ölçülerinin, ondan başka hiçbir beşere bahşedilmemiş olma sıdır. Onu tam anlamıyla tariften aciz olduğumuzu itiraf etmekle beraber, aşağıda onun bu güzellik ve mükemmelliğinin beyanına dair rivayetlerin bir özetini sunmaya çalışacağız.

Yaratılış Güzelliği

Huzâalı Ümmü Ma’bed, (hicret yolu üzerinde) muhacir olarak çadırı na uğrayıp geçen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i kocasına tanıtır ken şöyle demektedir:

“Dikkat çekici güzellikte, aydın yüzlü ve güzel yaratılışlı idi. Başının ne büyük ne de küçük olması gibi bir kusuru vardı. Endamı yerinde, yakı şıklı biriydi. Gözlerinin siyahı iyice belirgindi. Kirpikleri uzundu ve tok bir sesi vardı. Boynu hafifçe uzundu. Gözlerinin siyahı ve beyazı birbirin den iyice ayrılmıştı. Kaşları hilâl şeklinde ve bitişik vaziyetteydi. Saçları da simsiyahtı. Sustuğu zaman vakarlı, konuştuğu zaman da heybetli idi. Uzak tan bakıldığında insanların en güzeli ve en zarifiydi; yakından bakıldığında da tatlı ve hoş bir görünümü vardı. Çok tatlı konuşuyordu; konuşması ne eksik ne fazla, tam karanındaydı. Konuşması adeta (ağızdan) dökülen inci taneleri gibiydi. Orta boylu idi; hiçbir göz, onu ne kısa olduğu için küçüm seyebilir ne de uzun olduğu için ayıplayabilirdi. İki dal arasında bir dal. Üç kişinin arasında en güzel görüneni ve en değerli olanıydı. Arkadaşları, onun etrafım sarmış hep onu dinlerler; buyurduğu zaman da hemen buyruğunu
yerine getirirlerdi. Herkesin çevresinde kümelenip emrine hazır olduklarını ifade ettikleri bir cazibe merkeziydi; asık suratlı olmadığı gibi hiç kimseyi aşağılamaz ve aklım küçümsemezdi.”

Öte yandan Ali b. Ebî Tâlib de -Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i nitelerken- şöyle demektedir:

“Allah Rasûlü, ne aşırı derecede uzun ne de içiçe girmişçesine kısa idi; o, bulunduğu toplumun orta boylusu idi. Saçları, ne kıvırcık ne de dümdüz idi; hafifçe dalgalı idi. Tombul yüzlü ve yumru sakallı değildi; yüzünde hafif bir değirmilik vardı. Yüzünün rengi kırmızıya çalar şekilde beyaz, gözleri siyah, kirpikleri sık ve uzun, kemiklerinin eklem yerleri ile omuz başları iri yapılı idi. Vücudu tüysüz olup göğsünden göbeğine doğru inen ince bir tüy şeridi vardı. El ve ayak parmakları kalınca idi. Yürürken, meyilli ve engebeli bir arazide yürürcesine ayaklarını sertçe kaldırır ve adımlarını genişçe atardı. Bir kimseye baktığı zaman sadece başıyla de ğil, bütün vücudu ile o tarafa yönelirdi. Sırtında kürek kemikleri arasında “nübüvvet mührü” vardı. Bu, onun, peygamberler zincirinin son halkası oluşunun bir nişânesi idi. O, insanların en cömerdi, en cesaretlisi, en doğru sözlüsü, en sözüne sadık olanı, en yumuşak tabiatlısı ve en arkadaş canlısı idi. Onu bir anda görenler, heybeti karşısında sarsılırlar fakat sohbetinde bulunarak tanıyanlar ise, onu çok severlerdi. Onun üstünlüklerini ve gü zelliklerini tanıtmaya çalışan kimse, ‘Ben, gerek ondan önce, gerek ondan sonra onun gibi birini görmedim’ derdi. ”

Yine Hz. Ali’den gelen bir rivayete göre, Allah Rasûlü’nün el ve ayak bilekleri kalındı, başı büyükçe olup göğsünden göbeğine kadar bir şerit gibi uzanan tüyleri vardı. Yürürken sanki bir yokuştan inercesine önüne eğilirdi.”

Câbir b. Semüre de şöyle demiştir: “Allah Rasûlü’nün ağzı genişçe idi, gözlerinin akı kırmızıya çalardı ve topuklarının eti azdı.

Ebu’t-Tufeyl ise şöyle demektedir: “Ak tenli, yüzü sevimli ve orta ya pılı idi. ”

Aynı şekilde Enes b. Mâlik de şunları söylemektedir: “Elleri genişçe idi. Teni de ne kireç gibi duru beyaz ne de kara yağızdı; kırmızıya çalan ak renkteydi. Vefat ettiğinde saçında ve sakalında yirmi tel ak kil yoktu.”

Yine Enes “Ak kıllar sadece şakaklarında, -bir rivayete göre- seyrek birkaç tane de başında vardı”640 demektedir.

Ebû Cuhayfe de şöyle der: “Onun alt dudağının altında biraz beyazlık gördüm. ”

Abdullah b. Büsr ise “Alt dudağı ile çenesi arasında birkaç beyaz sa kalı bulunuyordu” diyordu.

Berâ da şöyle demektedir: “Allah Rasûlü, orta boylu ve geniş omuzlu idi. Kulak yumuşaklarına kadar inen uzun ve gür saçları vardı. Bir defa sinda kendisini kırmızı hırkasıyla görmüştüm. Gerçekten hayatımda, onun kadar güzel birini görmüş değilim.”

“Önceleri (yasak söz konusu olmadığı müddetçe) ehl-i kitaba uymayı sevdiği için saçlarını alnına doğru salıverirdi. Daha sonra ortadan iki tarafa ayırdı.”

Yine Berâ şöyle diyordu: “Allah Rasûlü, sima bakımından insanların en güzeli ve yaratılış nitelikleri itibariyle en iyisiydi.”

Bera’ya “Hz. Peygamber’in yüzü kılıç gibi (parlak) mı idi?” diye so ruldu. O da “Hayır, kılıç gibi değil, ay misali (parlak ve değirmi şeklinde) idi” diye cevap verdi. Diğer bir rivayete göre, “Allah Rasûlü’nün yüzü, değirmi suretteydi.”
Rübeyyi’ bint Muavviz ise onu şöyle tavsif eder: “Onu gördüğünde, güneşin doğduğunu zannederdin.

Öte yandan Câbir b. Semüre’nin bir ifadesi de şöyledir: “Mehtaplı bir gecede Hz. Peygamber’i kırmızı renkli bir elbise içinde gördüm de bir ona baktım, bir de aya. Vallahi bence o, aydan daha güzeldi.

Ebû Hureyre de onu şu şekilde anlatır: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha güzelini görmedim. Güneş adetâ onun yüzünde akıp gidiyordu. Aynı zamanda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha hızlı yürüyen birini de görmedim. Sanki yeryüzü onun için katlanıp dü- rülüyordu; biz (yürürken) ciddi şekilde kendimizi zorlardik, o ise gayet rahattı, hiç zorlanmazdı.”

Ka’b b. Mâlik ise onu şöyle tanıtır: “Hoşnut olduğu zaman, yüzü ay dınlanır hatta bir ay parçası gibi oluverirdi.”

Bir defasında Âişe radıyallahu anhâ’nın yanında olduğu bir sırada ayakkabısını tamir ederken terlemişti. Hz. Âişe de yün eğiriyordu. Allah Rasûlü’nün yüz hatları, (boncuk boncuk teriyle birlikte) iyice aydınlanıp parlamaya başladı. Onu bu hâlde gören Hz. Âişe, ona olan hayranlığını şu şekilde ifade etmişti: “Vallahi eğer (şair) Ebû Kebîr el-Huzelî seni görmüş olsaydı, seni kendi şiirine başkasından daha layık görürdü. (Şöyle diyordu şair):

Yüz hatlarına baktığında,

Bulutta parlayan şimşek gibi parlar.”

Hz. Ebû Bekir de Allah Rasûlü’nü gördüğü zaman şu beyti okurdu:

“Emîndir, seçkindir, hayırla/hayra davet eder,
Karanlıktan sıyrılmış bir ay ışığı gibidir o.”

Yine Hz. Ömer de Züheyr’in Herim b. Sinan hakkında söylediği:

“Beşer dışında bir şey olsaydın eğer,

Mehtaplı gecenin aydınlatıcısı olurdun” beytini okuduktan sonra “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de aynen böyleydi” derdi.

Buna karşılık Allah Rasûlü, kızdığı zaman da yanaklarında nar tanesi patlatılmışcasına yüzü kıpkırmızı kesilirdi.

Keza Câbir b. Semüre onu şöyle anlatır: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in baldır ve bacakları ince ve zarifti. Sadece tebessüm ederek gü lerdi. Kendisine baktığımda, sürme çekmemiş olmasına rağmen, ‘gözleri sürmeli derdim.”

Ömer b. el-Hattab da “En güzel ağız yapısına sahip insanlardan biriydi” derdi.

İbn Abbâs da şöyle der: “Dişlerinin arası seyrekti. Konuştuğu zaman, dişlerinin arasında nur gibi bir şey görülürdü.”

“Gerdanı, saf mermerden tıraş edilen heykellerin boynu gibi gümüş berraklığında idi. Kirpiği uzunca, sakalı sık ve gürdü. Alnı açıktı. Kaşları, uzun ve hilal gibiydi ve araları açıkti (ancak bitişikmiş gibi görünürdü). İki kaşının arasında bir damar vardı ki, kızgınlık hâllerinde kabarırdı. Burnu nun üst tarafı biraz yüksekçe olup zarif görünürdü. Yanakları yumru olma yıp düz idi. Göğüs çukuru ile göbeği arasında ince bir şerit gibi uzanan kıl ları vardı. Bunun dışında karnında ve göğsünde başka bir kıl yoktu. Ancak kolları ve omuzlarındaki kılları fazlaydı. Karnı ile göğsü aynı hizada idi. Göğsü genişçeydi. Bilekleri uzun, ayaları geniş, kol, bacak ve baldırları düzgün ve pürüzsüzdü. Ayak tabanları çukur (kemerli) idi; düztaban değil di. Parmakları ise uzunca idi. Yürürken, ayaklarım yerden biraz kaldırıp hafif eğilerek yürürdü. Ayakların, ses çıkarıp toz kaldıracak şekilde yere sert vurmaz; sükûnet ve vakâr üzere yürürdü.”

Enes de şunları söyler: “Ben hayatımda Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in avucundan daha yumuşak hiçbir ipek türüne dokunmuş değilim. Yine ben ömrümde Peygamber’in kokusundan daha hoş, daha temiz bir kokuyu da asla koklamadım.”

Yine Ebû Cuhayfe’nin şöyle bir tavsifi vardır: “Elini tutup yüzüme koyunca kardan daha serin olduğunu ve miskten daha güzel koktuğunu hissettim.”

Câbir b. Semüre de-henüz çocukken- şöyle diyordu: “Yanağıma elini sürünce elinde öyle bir serinlik yahut koku hissettim ki, sanki onu bir ak tarin sepetinden çıkarmış gibiydi. ”

Ayrıca Enes “Onun teri bir inci gibiydi,” Ümmü Süleym de “Teri, en güzel kokulardan biriydi” demektedir.

Yine Câbir “Bir yoldan geçtiğinde, daha sonra aynı yolu kullanan baş ka biri, geride bıraktığı güzel kokusundan veya terinin kokusundan dolayı Allah Rasûlü’nün oradan geçmiş olduğunu mutlaka anlardı” demektedir.

“Ayrıca omuzlarının arasında, ten renginde, güvercin yumurtası bü yüklüğünde bir nübüvvet mührü vardı. Sol küreğinin başında yumruk hâline getirilmiş bir el gibiydi. Üzerinde de siğillere benzeyen benler bulunuyordu.”

Gönül Olgunluğu ve Ahlâkî Meziyetler

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem açık ve belirgin dili, etkin ve yerli yerinde sözleriyle öne çıkıyordu. Bu hususta herkesçe kabul edilmiş, zirve bir noktayı temsil ediyordu. Bunun yanı sıra doğal bir akıcılık, lafızlardaki netlik, ifadelerdeki zenginlik, anlamdaki doğruluk ve yapmacıksız oluşu gibi özellikleriyle ayncalıklı bir konumdaydı. Çünkü Hz. Peygamber’e cevâmiu’l-kelim (az söz ile çok manayı ifade edebilme) niteliği bahşedilmiş ve hususi olarak eşsiz hikmetlere mazhar olmuştur. Ayrıca Arapların dillerini öğrenmiş olduğu için her kabileye kendi lehçesiyle hitap etmiş ve kendi dilleriyle diyalog kurmuştur. Çölün hoş ve düzgün olan dil gücünün yanı sıra şehrin lafızlardaki açıklığını ve konuşma sanatındaki ihtişamını bünyesinde barındırabilmiştir. Tabi buna, vahye dayanan ilahi desteği de eklemek gerekir.

Allah Rasûlü’nün, yumuşak huyluluk, tahammül, (cezalandırmaya) gücü yettiği hâlde (kusurları) bağışlama ve zorluklara katlanma gibi si fatları, Allah’ın öğrettiği birtakım edeplerdi. Nitekim her yumuşak insanın mutlaka bir kusuru ve ayak sürçmesinin olduğunu gördüğün hâlde, Allah Rasûlü’nün, eziyetlerin çokluğuna ve cahillerin ileri gitmelerine rağmen onlara karşı yalnızca sabır ve hoşgörüsü artmıştır. Hz. Aişe bu hususu şöyle anlatır:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, iki şeyden birini yapma konu sunda tercih hakkına sahip olduğunda, günah olmadığı takdirde onlardan en kolay olanını tercih ederdi. Allah Rasûlü asla kendi nefsi için intikam almamıştır. Ancak Allah’ın yasaklarının çiğnenmesi durumunda, Allah hakkı için intikamını almıştır.” Hz. Peygamber insanlar arasında en geç ve zor öfkelenen ama çok çabuk hoşnut olan biriydi.

El açıklığı ve cömertlik gibi hasletlerde ise boy ölçüşülemeyecek bo yutlardaydı. Hiç fakirlik endişesi olmayan biri gibi verirdi. Bu hususta İbn Abbâs şöyle der: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayır husu sunda insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da Ramazan ayı idi. Cibril aleyhisselâm onunla Ramazan’ın her gecesinde bir araya gelirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ona Kur’ân’ı arzederdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayır hususunda esen rüzgârdan daha cömert olurdu.

Câbir de şöyle demektedir: “Allah Rasûlü, kendisinden istenen hiçbir şeye asla ‘hayır’ dememiştir.”
Cesaret, yiğitlik ve cengâverlik açısından da tartışmasız bir konum daydı. Zira insanların en cesuruydu. Zor şartlara göğüs germiş, nice yiğitler ve kahramanlar etrafından kaçıp giderken o sarsılmaz bir biçimde olduğu yerde dimdik durmuş ve düşmana asla arkasını dönmemiştir. Her cesurun (korku anında) mutlaka bir kaçışı ve tereddüdü söz konusu iken, o hiçbir zaman böyle değildi. Nitekim Hz. Ali şöyle demektedir: “Çatışma ların şiddetlendiği ve savaşın iyice kızıştığı anlarda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasına sığınırdık; böylece düşmana ondan daha ya kın bir kimse kalmazdı. Enes de şunu aktarır: “Medine halkı bir gece (duydukları bir sesten dolayı) çok korkmuşlardı. Bazı insanlar sese doğru yöneldiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sese doğru gidip (olayı araştırmış.) geri dönerken onlarla karşılaşmıştı. Sesin geldiği tarafa doğru onlardan önce gitmişti. Ebû Talha’nın çıplak bir atına binmiş, boynunda kılıçla “Korkmayın! Korkmayın!’ diyordu.”

Ayrıca son derece utangaçtı, gözlerini kaçırarak başını öne eğerdi. Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demektedir: “Evinin bir köşesinde oturan bakireden çok daha utangaçtı. Birşeyden hoşlanmadığı zaman yüzünden anlaşılırdı. 1668 Bir insanın yüzüne dik dik bakmaz, gözlerini çevirir ve sakınırdı. Yere ba kışı, göğe bakışından daha çoktu. Genellikle göz ucuyla bakardı. Hayâsı ve asaletinden dolayı hoşlanmadığı bir şeyi hiç kimsenin yüzüne açıkça söylemezdi. Hakkında kötü şeyler duyduğu birini isim vermeksizin “Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle yapıyorlar” diyerek uyarırdı. O, Ferazdak’ın şu ifadelerini en fazla hak eden insanlardan biriydi:

“Hayâsından başını öne eğerdi ve heybetinden başlar öne eğilirdi.

Sadece tebessüm ettiği zamanlarda konuşurdu.”

Öte yandan insanların en adili, en iffetlisi, en doğru sözlüsü ve en güvenilir olanıydı. Dost düşman herkes bunun tanığıydı. Zira nübüvvetten önce de “el-Emîn” olarak isimlendirilmişti. İslâm öncesi cahiliye döneminde (tartışmalı meselelerde) hakem tayin ediliyordu. Nitekim Tirmizî’nin Hz. Ali’den aktardığı bir rivayete göre Ebû Cehil, Allah Rasûlü’ne “Biz seni yalanlamıyoruz, senin getirdiğin şeyi yalanlıyoruz” diyordu. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlar hakkında şu âyeti indirmiştir: “Gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar. Yine (Rum Imparatoru) Herakl, Ebû Süfyân’a “Şu dediğini (peygamberlik iddiasını) demeden önce hiç yalan söylediğine şahit oldu nuz mu?” diye sorunca, Ebû Süfyan “Hayır” demişti.

Ayrıca insanların en alçakgönüllüsü, kibirden en uzak olanıydı. Hü kümdarların önünde ayağa kalkılıp (el pençe divan durulduğu) gibi kendisi için de ayağa kalkılmasına engel olurdu. Düşkünleri ziyaret eder, fakirlerle oturur ve kölelerin davetini kabul ederdi. Ashabının arasında onlardan biri gibi otururdu. Hz. Aişe şöyle der: “Allah Rasûlü, ayakkabısını tamir eder, elbisesinin söküğünü diker ve herbirinizin kendi evinde çalıştığı gibi o da kendi eliyle iş yapardı. Diğer sıradan insanlar gibi elbisesinin temizliğine dikkat eder, koyununun sütünü sağar ve kendi hizmetini kendisi görürdü.”

Yine insanların sözüne en fazla sadık olanı, akrabasını en çok göze teni ve insanlara en çok şefkat ve merhametli davrananıydı. Keza âdâbı muâşerette insanların en iyisi, ahlâkça en geçimli ve sevimlisi ve kötü ahlâktan en uzak olanıydı. Sözlerinde ve hareketlerinde hiçbir çirkinlik bulunmadığı gibi çirkin olan hiçbir şeye de özenmezdi, çarşı ve pazar da insanlarla bağıra çağıra münakaşa etmez, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine affeder ve hoşgörülü davranırdı. Birilerinin arkasından yürümesine müsaade etmez, köle ve cariyelerine karşı yemede ve içmede üstünlük taslamaya kalkışmazdı. Kendisine hizmet edene kendisi de hiz met ederdi. Hizmetkârına kesinlikle öf bile demediği gibi hizmetkârının yaptığı veya yapmadığı bir şeyden ötürü onu asla kınamazdı. Düşkünleri sever, onlarla birlikte oturur, cenazelerine katılır ve hiçbir fakiri fakir liğinden dolayı küçümsemezdi. Yolculuklarından birindeyken, bir koyunun kesilerek pişirilmesi işlemi için (görev paylaşımı yapılmasını) emret ti. Bir adam “Onu ben keserim” dedi. Diğeri “Ben de derisini yüzerim” dedi. Bir başkası “Ben de pişiririm” dedi. Allah Rasûlü ise “Öyleyse ben de (pişirmek için) odun toplarım” dedi. Bunun üzerine diğerleri “Biz se- nin yerine o işi de hâllederiz” dediler. Ancak Allah Rasûlü “Sizin benim yerime o işi hâlledebileceğinizi ben de biliyorum ama sizden farklı olmak hoşuma gitmiyor. Çünkü Allah, kulunun, arkadaşları arasında imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir konumda bulunmasından hoşnut olmaz” diyerek kalktı ve odun topladı.
Bu noktada sözü Hind b. Ebî Hâle’ye bırakalım da o bize Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i bu yönüyle anlatsın. Hind -söyledikleri ara sinda- şunlara yer verir:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem daima hüzünlü ve her an te fekkür hâlinde idi. Zihni ve gönlü her zaman meşgul idi, istirahate vakti yoktu. Suskun bir tabiatı vardı. Kendisini ilgilendiren bir konu olmadıkça dilini tutar, konuşmazdı. Dil ucuyla değil, dolu dolu bir ağızla konuşmaya başlar ve öylece bitirirdi. Cevâmiu’l-kelim idi (az söz ile çok mana ifade edecek şekilde konuşurdu). Sözlerinde ne bir fazlalık ne de bir eksiklik olurdu. Konuşurken muhatabına ne kaba davranır ne de hakaret ederdi. Az ve sıradan da olsa, her nimete değer verirdi; hiçbir şekilde onu yermezdi. Ayrıca hiçbir yiyecek ve içeceği yermediği gibi onu övmezdi de!

Bir hak ve prensip çiğnenince, onun intikamı alınmadıkça (hak yerini bulmadıkça), ne öfkesi diner ne de herhangi bir kimse onun kızgınlığına karşı koyabilirdi. Buna karşılık, kendi nefsi için herhangi bir şahsa kızmamış ve -hoşgörüsünden dolayı- onun intikamını almaya kalkışmamıştır. Bir şeye işaret etmek istediği zaman, elinin tamamıyla işaret eder; bir şeye hayret ettiği zaman da avuçlarını havaya doğru çevirirdi. Kızdığında ise gözlerini muhatabından kaçırır ve yüzünü başka tarafa çevirirdi. Sevindiğinde de gözlerini yumardı. Çoğunlukla tebessüm şeklinde gülerdi. Gülün ce, dolu taneleri gibi (saf ve berrak) dişleri gözükürdü.

Kendisini ilgilendiren şeyler dışında dilini tutardı. Ashabının arasını birleştirmeye ve uzlaştırmaya uğraşır, onları birbirinden ayırmazdı. Her topluluğun seçkin şahsiyetine özel ilgi gösterir ve onu, onların başına sorumlu olarak görevlendirirdi. İnsanlarla aşırı yüz-göz olmaktan da sakınır ve dikkatli davranırdı. Ancak hiçbirinden güler yüzünü esirgemezdi.

Ashabını arayıp sorar, hâllerini takip ederdi. (Karşılaştığı) insanlara, halk arasında olup bitenleri sorup soruştururdu. Güzel olan her şeyi beğen diğini ifade eder ve ona destek verir; kötü olan her şeyi de kınar ve değer sizleştirirdi. Onun davranışları dengeli idi; tutarsız hiçbir tutumu yoktu. Ashabının gaflete düşebilecekleri yahut bıkkınlık duyabilecekleri endise siyle kendisi her an teyakkuz hâlindeydi. Her durum karşısında tedbirli ve hazırlıklıydı. Hak sahibine hakkını vermede kusur göstermediği gibi hak kindan fazlasını da almazdı. Onun katında değerli olan insanlar, onların en hayırlılarıydı. Yine ona göre insanların en faziletlisi, başkalarına iyiliği en fazla dokunanlardı. Mertebesi en yüksek olanlar da halkın dert ve sıkıntıla rina en iyi şekilde ortak olan ve onlara yardım eli uzatan kimselerdi.

Allah Rasûlü’nün oturması da kalkması da zikir üzere idi. Meclisler de kendisine özel bir yer ayırmaz; toplantı hâlindeki bir topluluğun ya nina vardığında hemen boş bulduğu ilk yere otururdu ve böyle yapılma sını emrederdi. Birlikte oturduğu kimselerin herbirinin seviyelerine göre hâl ve hatırlarını sorarak iltifat ederdi; böylece oturanlardan hiç kimse, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in katında en değerli insanın kendi si olduğu düşüncesine kapılmazdı. Bir kimse onun huzurunda çok otursa veya bir ihtiyacını iletmek maksadıyla huzuruna gelse, o şahıs kendiliğin den kalkıp gidinceye kadar sabrederdi. Kendisinden bir talepte bulunan kimseyi, ya talebini yerine getirerek yahut tatlı bir dille gönderir hiç boş çevirmezdi. Onun güleryüzlülüğü ve güzel ahlâklılığı insanlar arasında öy lesine yayılmıştı ki, âdetâ halkın babası gibi olmuştu. Onun katında bütün insanlar, (herbirinin sahip olması gereken) hak ve adalet ölçüleri açısından aynı seviyede idiler; sadece takva meziyetiyle birbirlerinden farklı ve üs tün sayılıyorlardı. Allah Rasûlü’nün meclisleri, yumuşak huyluluk, hayâ, sabır ve emanet gibi meziyetlerin öğretildiği meclislerdi: Orada sesler yük seltilmez, hiç kimsenin mahremiyeti konuşulmaz, oradaki hata ve kusurlar dışarı sızdırılmazdı. Onun meclisindekiler ancak takva ile birbirlerinden üstün olabilirlerdi. Büyüklere saygı duyarlar, küçüklere merhamet ederler, ihtiyaç sahiplerine öncelik tanırlar, özellikle (dışarıdan gelen) yabancılara özel bir ilgi gösterirlerdi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her zaman güleryüzlü, yumuşak huylu, sakin ve vakarlı idi. Asla kaba, katı, kavgacı, çirkin söz ve dav ranışlar sergileyen, kusur araştıran ve aşırı övgüler yağdıran biri değildi. Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir; kendisinden beklentisi olanları hayal kırıklığına uğratmazdı. Üç şeyden uzak dururdu: İkiyüzlülük, aşırı konuşma  ve boş şeylerle uğraşma. Ayrıca insanlarla ilgili şu üç husustan sakınırdı: Hiç kimseyi kötülemez, ayıplamaz ve hiç kimsenin gizli kusur larını öğrenmeye kalkışmazdı.

Sadece sevap kazanacağını ümit ettiği konularda konuşurdu. Hz. Pey gamber konuşurken, meclisinde bulunanlar, başlarının üzerine kuş kon muşcasına hiç kımıldamadan dinlerlerdi. Susunca da söz alırlardı. Onun huzurunda asla sözlü tartışmaya girmezlerdi. İçlerinden birisi onun huzurunda konuşacak olsa, sözünü bitirinceye kadar onu dikkatle dinlerlerdi. Hepsinin sözleri, ilk konuşanın sözü gibi ilgi görürdü.

Ashabın güldüğü şeylere Allah Rasûlü de güler, onların hayret ettikle rine o da hayret ederdi. Yabancıların (bedevilerin) sert ve kaba konuşma larına sabreder ve ‘İhtiyacının giderilmesini isteyen bir ihtiyaç sahibini gördüğünüz zaman ona yardımcı olun’ derdi. Aşırılığa kaçmayan, ölçülü övgüleri kabul ederdi.”

Hârice b. Zeyd, Allah Rasûlü’nü şu sözlerle anlatır: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem kendi meclisinin en vakarlısı idi. Azalarını genellikle geli şigüzel hareket ettirmez, hâl ve hareketlerine dikkat ederdi. Çoğunlukla sus kunluğu tercih eder, gerekmedikçe konuşmazdı. Güzel konuşmayan kim selerden de yüz çevirirdi. Gülmesi tebessüm şeklindeydi; konuşması gayet açık, kısa ve öz idi. Ashabının da onun yanındaki gülüşleri, ona saygıların dan ve uyma gayretlerinden dolayı tebessüm biçimindeydi.

Kısacası Nebî sallallahu aleyhi ve sellem eşi benzeri olmayan kemâl vasıflarıyla donanmıştı. Allah ona edep tacını giydirmiş ve edebini de güzel yapmıştı. Hatta ona övgüde bulunarak şöyle hitap etmişti: “Şüphesiz sen, yüce bir ahlâk üzeresin.” Bu hasletler, gönülleri ona yaklaştırmış ve kalp lerde ona karşı sevgi duyulmasına vesile olmuştu. Bu durum onu, yüreklerin kendisine meylettiği bir önder hâline getirerek kavminin inkârdaki direncini yumuşatmış ve akın akın Allah’ın dinine girmelerini sağlamıştı.

Bu sözünü ettiğimiz hasletler, Allah Rasûlü’nün kemâlinin ve yüce me ziyetlerinin dış görüntülerine dair kısa çizgilerdir. Zira onun asalet ve karak terinin özünü kavramak ve derinliklerine dalmak imkânsızdır. Zaten varlık âleminde, ahlâkı Kur’ân olacak ölçüde Rabbinin bahşettiği nurla aydınlana rak kemâlin zirve noktasına ulaşmış en muazzam şahsiyetin künhüne kim vâkıf olabilir ki!

Allah’ım! İbrahim’e ve İbrahim ailesine salât ettiğin gibi Muhammed’e ve Muhammed ailesine de salât eyle! Şüphesiz sen, Hamid (çok övülen, öv- güye değer sıfatlarıyla hamd edilen) ve Mecîd’sin (şan, şeref, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olansın). Yine İbrahim’e ve İbrahim ailesine ihsan ettiğin bereket gibi Muhammed’e ve Muhammed ailesine de bereket ihsan et, onları mübarek kıl! Şüphesiz sen, Hamid ve Mecîd’sin.

Siyeri Nebi Safiyyurrahman el-Mubarekfuri

BENZER KONULAR:

Hz Muhammedin hayatı hakkında uzun araştırma

Answers ( 2 )

    1
    2022-12-10T18:35:25+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Hz. Peygamber (sav)’in sıfatları ve ahlakı konusu yukarıda detaylı bir şekilde anlatılmıştır.

    Hz. Ali (ra) Rasulullah (sav)’i anlatırken şöyle demiştir;

    Allah Rasûlü’nün el ve ayak bilekleri kalındı, başı büyükçe olup göğsünden göbeğine kadar bir şerit gibi uzanan tüyleri vardı. Yürürken sanki bir yokuştan inercesine önüne eğilirdi.”

    En iyi cevap
  1. Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sıfatları ve ahlakı, insanlık tarihinin en mükemmel örneklerinden biri olarak tanımlanır. Hem fiziksel özellikleri hem de ahlaki meziyetleri ile diğer insanlardan ayrılan bir şahsiyettir.

    Fiziksel Özellikleri:

    Yüz Güzelliği: Yüzü aydınlık ve çekiciydi. Ne aşırı uzun ne de kısa boyluydu, ortalama bir boydaydı. Siması, özellikle bir gecede dolunay gibi parlayan bir güzellikteydi.
    Gözler ve Kaşlar: Gözlerinin siyahı belirgindi, kirpikleri uzundu. Kaşları hilal şeklinde olup bitişik görünürdü. Gözlerinin beyazı ve siyahı arasındaki ayrım netti.
    Saç ve Sakal: Saçları ne kıvırcık ne de dümdüzdü, hafif dalgalıydı ve omuzlarına kadar uzanırdı. Sakalı sık ve gürdü, beyaz kılları yok denecek kadar azdı.
    Yürüyüşü: Yürürken vücudu hafif öne eğilir ve kararlı adımlarla yürürdü. Hızlı yürüyen biri olup, çevresindekiler ona yetişmekte zorlanırdı.

    Ahlaki Özellikleri:

    Doğruluk ve Güvenilirlik: Peygamberimiz (s.a.v.), “el-Emîn” yani güvenilir olarak tanınırdı. Yalan söylemez, doğru sözlülüğü ve güvenilirliği ile herkesin takdirini kazanmıştı.
    Cömertlik: O, insanların en cömerdi idi. Yardım etmekten ve paylaşmaktan asla geri durmaz, elindeki her şeyi muhtaçlara dağıtırdı. Ramazan ayında ise cömertliği daha da artardı.
    Sabır ve Hoşgörü: Allah Rasûlü, hoşgörüsü ve affediciliğiyle bilinir. Kendisini incitenlere dahi kin beslemez, sabır ve hoşgörüyle muamele ederdi. Kendi nefsine yapılanları affeder, ancak Allah’ın hakkı çiğnendiğinde hakkı savunurdu.
    Cesaret: Hz. Peygamber (s.a.v.), en cesur ve yiğit insanlardan biriydi. Savaşlarda en ön saflarda yer alır, düşmanla korkusuzca mücadele ederdi.
    Tevazu: Peygamber Efendimiz, son derece mütevazı bir insandı. Halkın arasına karışır, onların seviyelerine göre ilgi gösterirdi. Kendisi için özel bir ayrıcalık istemez, sıradan insanlar gibi davranırdı.
    Merhamet: İnsanlara karşı derin bir şefkat ve merhamet gösterirdi. Çocuklara, hayvanlara, fakirlere ve düşkünlere özel bir ilgi gösterirdi.
    Bu özellikler, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) eşsiz kişiliğini ve ahlaki mükemmelliğini yansıtır. Onun hayatı, her zaman müminler için bir rehber ve örnek olmuştur.

Cevapla