Paylaş
İftira ayeti – İfk hadisesi
Question
İfk’in Tarifi – Kuranda İftira olayı
Nur suresi
Üzerinde bulunması lâyık olduğu ölçü ve düzenden alınıp ters çevrilen her şeyi kapsayan bir kavramdır. Bu manayla, haktan bâtıla, doğrudan eğriye, güzelden çirkine döndürülen şey hakkında da yaygındır. Ayrıca aslından çevrilen, temelinden uzaklaştırılan her şey de bu kelimenin kapsamına girer. İftira ve bühtan gibi gerçek dışı suçlamalar da bu cümledendir.
Özetliyecek olursak: Bu kavramın «ifk», «efek» ve «ufak» vezinlerinden geldiğini ve kök mâna olarak yalan söylemek, iftirada bulunmak, aslı olmayan günah ve kötü fiillerle suçlamak demek olduğunu söyleyebiliriz.
Meali:
11— Doğrusu, iftira ile gelenler sizden birkaç kişidir. Bunu kendiniz için şer sanmayın, bilâkis o sizin için hayırlıdır. O iftiracılardan her birine kazandığı günah vardır. Onlardan iftiranın büyüklüğüne sahip çıkıp yürütene ise büyük bir azap vardır.
12— Onu işittiğiniz zaman mü’min erkekler ve mü’min kadınlar kendi kendilerine iyi zan besleyip «bu açık bir iftiradır» deselerdi olmaz mıydı?
13— Onlar iftiraya karşı dört şahit getirmeli değiller miydi? Şahitleri getiremediklerine göre, onlar evet onlar Allah yanında yalancılardır.
14— Allah’ın size Dünya ve Âhiret’te fazl-ü keremi olmasaydı o iftiradan dolayı size büyük bir azap dokunurdu.
15— Bir vakit ki o iftirayı dilden dile aktarıyor, hakkında hiçbir (doğru) bilginiz olmadığı şeyi söyleyip duruyordunuz ve siz bunu kolay sanıyordunuz. Halbuki o Allah yanında oldukça büyük (bir bühtan ve iftira)dır.
16— Onu işittiğiniz vakit, (Peygamberin eşiyle ilgili) böyle bir şey konuşmamız bize uygun olmaz; Hakk’ı tenzih ederiz, bu en büyük bir iftiradır, deseydiniz ya..
17— Eğer mü’minler iseniz benzeri şeye bir daha dönmeyesiniz diye Allah size öğüt veriyor.
18— Allah size âyetleri bir bir açıklıyor; Allah bilendir ve hikmet sahibidir.
19— İmân edenler arasında edep dışı, iffet iekeleyici sözlerin yayılmasını arzu edip duranlar için Dünya’da da, Âhiret’te de elem verici bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
20— Eğer Allah’ın size fazl-ü keremi ve rahmeti olmasaydı, ve doğrusu Allah çok esirgeyen ve çok merhamet eden bulunmasaydı, (aranızda büyük fitneler çıkardı, bu yüzden cezanızı çarçabuk verirdi).
İniş Sebebi
Siyercilerle hadîscilere göre, hicretin beşinci yılında Resûlüllah (A.S.) Efendimiz askerî anlamda bir kuvvet oluşturup Beni Mustalik kabilesi üzerine harekete geçmişti. Birçok seferlerinde olduğu gibi, bu seferinde de eşleri arasında kur’a çekmiş; kur’a Hz, Aişe’ye isabet ettiğinden onu beraberinde götürmüştü. Medine’ye dönerlerken mahfe içinde bulunan Hz. Aişe (R.A.) askerin karargâh kurduğu yerden, bazı tabii ihtiyacını gidermek üzere uzaklaşıyor. Derken mahfeye döndüğü zaman gerdanlığını düşürdüğünü farkederek geri dönüyor. Bulup dönünceye kadar askerin hareket ettiğini görüyor. O tarihlerde kadınların örtünmesiyle ilgili ilâhî emir indiğinden, görevliler, içinde Hz. Aişe’nin (R.A.) bulunduğunu sandıkları mahfeyi deveye yüklüyorlar ve mahfenin içinde bir kimsenin olup olmadığını tefrik edemiyorlar.
Hz. Aişe (R.A.) konuyu özetle şöyle anlatıyor:
— Farkına varılınca gelip beni rahatlıkla bulabilmelerini düşünerek bulunduğum yerde oturup beklemeyi uygun gördüm. Derken uyuya kalmışım. Ayak sesiyle uyandığımda, ordunun arkasından unutulan malzemeyi toplamakla görevli bulunan Safvan b. Muattal’i gördüm. Beni tanıdı ve «İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn» diyerek yüzünü başka tarafa çevirdi ve ben de hemen örtündüm. O arkasını dönerek devesini çökertti, ben binin-ceye kadar dönüp bakmadı. Sonra devenin yularından tutup yürüdü. Öğle vakti orduya yetiştik.
Bu olayı, başta münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selûl olmak üzere bazı münafıklar fırsat sayıp kötüye yorumlamışlar ve haberim olmadan aleyhime bir dedikodu almış yürümüş. Neler olup bittiğini bilmiyordum. Fark ettiğim tek şey, daha önceleri gördüğüm yakın ve sıcak ilgiyi Peygamber (A.S.) Efendimiz’den göremediğimdi. Şüphesiz o günlerde bunun asıl sebebini de teşhis etmiş değildim. İşte o sıralarda hastalandım. Bir gün bir ihtiyaç için dışarı çıkmam gerekti.. Mistah’ın annesi bana refakat etti. Derken yün çarşafına bürünmüş olan kadıncağız sürçüp düştü ve «yok olası Mistah» diye mırıldandı. Ben de «Bedir savaşına katılan bir sahabîye dil mi uzatıyorsun?» diyerek onu uyardım. Bunun üzerine bana : «Neler döndüğünden haberin yok mu?» dedi. Hayretle dönüp yüzüne baktığımda, münafıkların bana attıkları iftirayı anlattı. Bir anda sarsıldım ve hastalığım büsbütün arttı. Bu hal bir ay kadar devam etti. Resûlüllah (A.S.) bir ara olup bitenleri anlatıp benim cevap vermemi istedi. Ben de; «Ben bu gibi kötülüklerden beriyim, desem belki inanmayacaksınız. Kendimi suçlu göstersem, hemen tasdîk edeceksiniz. O bakımdan durumun aydınlanmasını Cenâb-ı Hakk’a bırakıyorum. O elbette benim masum olduğumu haber verecektir» dedim. Çok geçmeden yukarıdaki âyetler indi ve beri bulunduğum; yani ak-pak olduğum kesinlik kazandı
Münafıklara Dikkat
«Doğrusu iftira ile gelenler sizden bir-kaç kişidir..»
Münafıklar bir bakıma sapık kâfirlerden daha tehlikelidirler. Çünkü küfrün ve kâfirin rengi bellidir, ama münafığın ve ortaya attığı nifağın rengi belli değildir. Ancak olaylar birbirini izleyip belli bir hedefe yönelince anlaşılabilir.
O bakımdan Kur’ân-i Kerîm, namuslu, iffetli kadınlara zina isnat eden kimseden, olayı gözleriyle görüp tesbit eden dört şahit istemekte; getiremediği takdirde hadd-i-kazfle ilgili hükmün uygulanmasını emretmektedir. Zira dört münafığın veya iftiracının bir iftira hususunda görüş birliğine varıp biraraya gelmeleri çok zordur, aynı zamanda hayli uzak bir ihtimaldir.
İşte Hz. Aişe (R.A.) ile ilgili olayı nifak düzeyinde ilk değerlendiren, münafıkların elebaşısı Abdullah b. Übey’in yaydığı nifak ve iftira tohumunu, iman ve idrâki zayıf olup kendi nefis ve karakterini ölçü ve kıstas olarak dikkate alan bazı müsîümanlar da ne yazık ki iffeti şehvete kıyas etme gafletine düşmüşler ve Abdullah b. Übey’in nifak akıntısına kapılmışlardı,
Kur’ân’da bu olaya parmak basılıp iffetin lekesizliği belirtilirken mü’-minlers dokuz maddelik bir öğüt ve uyarı paketi veriliyor.
1— Sözü edilen iftira dış görünüşüyle şer sanılsa bile, aslında mü minlerin lehine hayırdır. Zira bu olay bir yandan da hem münafıkların iyi tanınmasını, hem de zayıf imanlıların ölçüsünün bilinmesini sağlamıştır.
2— Hemen isbat edilmeyen bu tür haberler açıklığa kavuşuncaya kadar, mü’minlerin hüsn-ü zanda bulunmaları ve «bu açık bir iftiradır» demeleri gerekir. Çünkü suç sabit oluncaya kadar suçlu zanlısı suçsuz kabul edilir. Nitekim hukukta «beraet-i zimmet asıldır» kuralı yer almıştır,
3— Gerek şahsî, gerekse amme haklarıyla ilgili olarak ortaya attığı iddia ve suçlamasını beyyine (belge ve şahit) ile isbat edemeyen kimse İslâm nazarında yalancı ve müfteri kabul edilir. O yüzden hakkında cezaî müeyyide kusursuz şekilde uygulanır.
4— İslâm Dini biri manevî, diğeri maddî olmak üzere iki ayrı caydırıcı, ıslâh edici müeyyide koymuştur. Manevî müeyyidenin uygulanması Cenâb-ı Hakk’a aittir, O, rahmeti ve sünneti gereği bunu daha çok Âhiret’e bırakmıştır. Kişi iyice azıp sapıtmadıkça, ahlâksızlığı zulümle birleştirip Allah kullarını .huzursuz ve tedirgin edecek bir çizgiye getirip dayamadıkça Cenâb-ı Hak onu dünyada hemen cezalandırmaz. Ancak indirdiği kitap ile insanlar arasında düzen ve huzuru, adalet ve hakkaniyeti sağlamayı, hakların korunmasını, mütecavizlerin durdurulmasını ve kitapta yer alan maddî müeyyidelerin kusursuz uygulanmasını emretmiştir.
5— İçyüzünü bilmediğimiz bir olayı dilimize dolamamız, gerçekmiş gibi bir görüntü verip yaymamız bizi çok yanlış ve tehlikeli bir noktaya götürür. Söylemek kolay, ama sonucuna katlanmak çok zor olur. Çünkü bir yalan ve iftiranın doğuracağı netice, masum kişileri lekeleyebilir. O bakımdan içyüzünü iyice araştırıp öğrenmeden ortaya atılan bir haberi gerçekmiş gibi kabul edip yargıda bulunmamız Allah katında çok büyük bir günah ve ağır bir vebaldir.
6— Bu gibi durumlarda konuşmamak, gerçek bilgiyi Allah’a irca’ etmek ve isbat edilinceye kadar kendi kendimize fısıldayarak «sus, bu büyük bir iftira olabilir; zan ve şüpheyle hükmedilmez» dememiz en uygun ve en selim yoldur. Çünkü beraet-i zimmet asıldır.
7— Belirtilen şekilde bir hata işlenmişse, bunun hakikî ve tahkiki imânla bağdaşamıyacağını düşünerek bir benzerini işlememeye azmetmek, Allah tarafından affedilmemizin şartlarından biridir.
8— Olay ve iddiaları, suçlama ve tahminleri Kur’ân ve Hadîs terazisine koyup tartmak ve öylece değerlendirmek vaciptir. Zira Cenâb-ı Hak, fert, aile ve toplumun düzen ve huzuru, haklarının korunması için gereken hükümleri apaçık ortaya koymuştur.
9— Mü’minler arasında hayâsızlık ve ahlâksızlığın yaygınlaşmasını her çağda arzu eden sapıklar, dinsizler ve şehvetperestler bulunabilir. Mü’-minlere düşen görev, onlara karşı hoşgörülü davranmamak, ilâhî müeyyideleri uygulamaktır. Bin bir türlü kurnazlık ve nilelere başvurarak kendini kanunun pençesinden kurtaranları ise, belirlenmiş çizgiye geldiklerinde Cenâb-ı Hak hem dünyada, hem âhirette rezil ve rüsvay eder
BENZER KONULAR:
Answer ( 1 )
İftira, İslam’da ciddi bir günah olarak kabul edilen bir eylemdir. İslam’ın kutsal kitabı olan Kuran’da iftiraya karşı hükümler ve uyarılar bulunmaktadır. Ayrıca İslam’ın Hz.Muhammed(s.a.v)’in yaşadığı İfk Hadisesi, iftiranın vahametini ve sonuçlarını gösteren önemli bir olaydır.
İftira ile ilgili Kuran’da şu ayet bulunmaktadır:
“Eğer bir grup inanmadığı bir iş hakkında öyle bir iddiada bulunursa, diğer grup da iddiayı doğrulamazsa, (yalandan) vazgeçene Allah’ın rahmeti döner. İşte onlar için elîm bir azap vardır.” (Nur Suresi, 24:4)
Bu ayet, iftira atanların ve asılsız iddialarda bulunanların cezalandırılacaklarını ifade etmektedir. İftira, bir kişi veya grubun, başka bir kişiye karşı asılsız suçlamalarda bulunmasıdır ve bu ciddi bir günah sayılır.
İfk Hadisesi, Hz. Aişe Hz. Muhammed(s.a.v)’in eşi hakkında iftira atılan ve sonradan gerçeklikleri ortaya çıkan bir olaydır. Bu olay, Medine’de yaşanmış ve Hz. Muhammed(s.a.v)’in Aişe’ye yönelik asılsız suçlamalarıyla gündeme gelmiştir. Bu olay, İslam toplumunda iftiranın vahametini ve adaletin önemini vurgulayan bir örnek olarak kabul edilir.
İslam, iftira atmaktan ve insanları karalamaktan kesinlikle kaçınılması gerektiğini öğretir. İftira, kişinin itibarını zedeler, toplumda güveni sarsar ve haksız yere suçlanan kişinin hakkını gasp eder. Bu nedenle, Müslümanlar, başkalarına karşı hakkaniyetli ve doğru ifadelerde bulunmak, iftira atmaktan kaçınmak ve kardeşlik ruhuna uygun bir şekilde davranmakla yükümlüdürler.