İlk İnsan ilk Peygamber Hz. Âdem (as)

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

İlk İnsan ve İlk Peygamber Hz. Adem (a.s)’in Yaratılışı ve Cennetten Dünyaya İndirilişi

Hz. Adem Kimdir Hazreti Adem A.s Hayati Kissasi Meslegi Mucizeleri

Hz. Âdem Peygamberin Kısaca Hayatı

Hz. Adem Kimdir? Hazreti Adem (A.s) Hayatı (Kıssası), Mesleği, Mucizeleri

“Rabbin meleklere, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, “Ben kuru çamurdan, suret verilmiş balçıktan bir beşer yaratacağım, onu düzenlediğim ve ruhumdan üflediğim/yarattığım ruh vasıtasıyla ona canlılık verdiğim zaman hemen secdeye kapanın, “Allah, insanı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onun neslini hakir bir sudan yarattı. Sonra onu düzenledi ve ruhundan üfledi/ ruh vasıtasıyla canlılık verdi. Akabinde sizin için kulak, göz ve gönüller yarattı.

Bütün bir kainatı yoktan var eden Yüce Allah ilk insan Hz. Âdem’i (as) topraktan yarattı. Yeryüzünün toprağından (edimü’l-ard) yaratıldığı için Adem denildi. Kur’ân’da ilk insan Hz. Âdem’in yaratılışı, bir çok surede ayrıntılı olarak açıklanmıştır. “Rabbin meleklere, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” mealindeki ayette meleklere yeryüzünde bir halife yaratacağını bildirmiştir. Hicr sûresinde ise “Ben kuru çamurdan, suret verilmiş balçıktan bir beşer yaratacağım” denilmiştir. Birinci ayetteki halife karşılığında burada beşer ifadesini kullanmıştır. Öyleyse Yüce Allah’ın halifeden kasti beşer cinsidir. Bu ayetlerden insanın, melek ve cin Tâifesinin atası olan İblis’ten sonra yeryüzünde yaratıldığını anlamaktayız. İnsanın yaratılışı “Onu düzenlediğim ve ruhumdan üflediğim/ruh vasıtasıyla canlılık verdiğim zaman hemen ona secdeye kapanın” mealindeki ayetten anladığımıza göre iki aşamada gerçekleşmiştir. Birinci aşamada insanın bedeni yaratılmış ve düzenlenmiş ikinci aşamada ise ona ruh üflenmiş tir. Bu durumda bedenin yaratılışı, ruhun yaratılışından öncedir. Beden, bugün insanoğlunda gördüğümüz bedendir. Çünkü insanın yaratılışı şekli ve süreci o günden bugüne değişmiş değildir. Nitekim “Allah, insanı yarat maya çamurdan başladı. Sonra onun neslini hakir bir sudan yarattı. Sonra onu düzenledi ve ruhundan üfledi/ruh vasıtasıyla canlılık verdi. Akabinde sizin için kulak, göz ve gönüller yarattı ayetinde hem ilk insanın hem de onun neslinin yaratılışının benzerliğine dikkat çekilmektedir. İlk insan balçıktan yaratılmış diğer insanlar ise baba sperması ile anne yumurta sının birleşmesinden oluşan su benzeri bir maddeden yaratılmıştır. Bu madde yeryüzü cinsinden bir maddedir. Ayrıca ilk insan nasıl ki önce be deni yaratılmış sonra ruh üflenmiş ise ana rahminde de insana aynı muamelede bulunulmaktadır.

İnsanın ruhu ise biraz daha karmaşık görünmektedir. Ancak İslâm alimleri ruhun Allah’ın yoktan meydana getirdiği mahlukât cinsinden bir varlık olduğu noktasında hem fikirdirler. Ayette “ruhî=ruhum” şeklinde ruhun Allah’a nispet edilmesi ya teşrif için ya da sahiplik bildiren bir izafet (isim tamlaması) olmasındandır. Bu ikinci ihtimale göre “ruhumdan ona üfledim” ifadesi “yaratmak suretiyle var ettiğim ve mülküme ait kıldığım ruhtan ona üfledim” şeklinde anlaşılmalıdır.

Ancak ilk insanın yaratılmasını bildirmesi esnasında meleklerin “Yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın? Biz seni övgüyle tesbih ediyor ve takdis ediyoruz” şeklindeki itiraz görüntüsü veren sorularına Yüce Allah “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” şeklinde cevap vermiştir. Kur’ân’da verilen bu bilgide, insanın imkanlarına ve şartlarına dikkat çekilmekte ve melekten farklı yönüne işaret edilmektedir: Önce insanın kan dökmek ve bozgunculuk çıkarmak gibi olumsuz yönlerine işaret edilmekte, çünkü bunlar, insanı meleklerden farklı kılan özelliklerdir. Öte yandan melekler kendilerinde bulunan hamd ile tesbih etmek ve takdiste bulunmak özelliklerini dile getirmektedirler. Meleklerde bulunan bu iki özellik aslında insanda da bulunmakta ve melekler soruyu kendilerinde olmayan ve kendilerince anlaşılmayan hususlarla ilgili sormuşlardır. Böylece Yüce Allah bu ayetle bizim olumlu ve olumsuz imkanlarımıza işaret etmiştir. Nitekim “Allah insana kötülükleri ve kötülüklerden korunma yollarını ilham etti yani öğretti”, “Biz insana yolu gösteririz, dilerse şükreden dilerse inkar eden olur” âyetlerinde Yüce Allah, iyilik ve kötülük şeklinde insanda bulunan çift kutba dikkat çekmektedir.

Hz. Âdem (as) kıssasının devamında “Allah, Ademe bütün isimleri öğretti” ayetinde insana verilen isim öğrenme ve öğretme kabiliyetine dikkat çekilmekte ve verilen bu imkan bakımından meleklerden üstün kılındığı vurgulanmaktadır. Nitekim meleklerin “Ya Rabbi biz senin bildirdiğinden başka bilmeyiz. Sen her şeyi bilen ve her şeyi muhkem kılansın” şeklindeki itirafları bu durumu göstermektedir. Bu âyet meleklerin gaybı bilmediklerini göstermesinin yanında insanın ve meleklerin bütün imkanlarının Yüce Allah tarafından verildiğine işaret etmektedir. İşte tam bu aşamada Yüce Allah hem kendi kudretinin yüceliğine meleklerin saygı göstermesi hem de akıl ve irade verilmek suretiyle sorumlu kılınan cinlerin atası ib lis’i imtihan için Adem’e secde etmelerini emretmiş, bütün melekler secde ederken iblis kendisine verilen akıl ve irade imkanını kötüye kullanarak secdeden imtina etmiştir. O aklıyla “Kendisinin Adem’den daha hayırlı olduğunu, çünkü kendisinin daha üstün olan ateşten Adem’in ise hakir olan topraktan yaratıldığını” gerekçe göstererek isyan etmiştir. Yüce Allah’ın onu rahmetinden kovması üzerine o, bu durumun suçlusu olarak insanı görmüş ve kıyamete kadar insan neslini yoldan çıkarmaya kendince ahdetmiştir

Bu aşamadan sonra Yüce Allah Nisa suresinde “Ey insanlar sizi bir insan olarak yaratan ve aynı şekilde eşinizi yaratan Allah’tan korkunuz.” ayetinde bildirdiği şekilde Hz. Adem (as) ile aynı nefisten yani benzer bir varlık olarak eşi Havva yaratılmıştır. Her ikisi bir cennete konulmuş ve orada her şeyden istedikleri gibi yararlanabilecekleri, yiyip-içebilecekleri bildirilmiş ancak Yüce Allah tarafından belirlenen bir ağaca yaklaşmaları ve meyvesinden yemeleri yasaklanmıştır. İnsanları yoldan çıkarmaya ahdeden İblis, Adem ve Havva’ya “Bu ağacın yasaklanmasının gerekçesinin melek olmamaları ve ebedi hayata kavuşmamaları” şeklinde olduğu vesvesesini/telkinini zihinlerine işlemeye başlamış ve sonunda onların aklını çelmiştir. İblis’in kandırması ile yasak olan ağaçtan yiyen Adem ve Havva, bu yaptıklarının utanılacak bir durum olduğunu anlamaları için adeta üryan hale getirilmişler ve kendilerinden utanmaları sağlanmıştır. Çünkü günah insanı, adeta her türlü ayıplamaya açık hale getirir. Artık onların bulundukları cennette kalma süreleri bu imtihanı kaybetmeleri ile doldu ğundan Yüce Allah onları tayin ettiği ömürleri miktarınca yaşamaları için yeryüzüne indirmiştir.

Yeryüzüne inen Adem ve Havva’nın derin pişmanlık hissettikleri ve Yüce Allah’a sığındıkları âyetlerde zikredilmektedir. Onların bu derin pişmanlıkları üzerine Yüce Allah, “Ey Rabbimiz! Biz kendimize haksızlık ettik, eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen, hüsrana uğramışlardan oluruz” şeklindeki tövbe kelimelerini bildirdi. Onlar da öğrendikleri bu ifa delerle Allah’a tevbe ve istiğfarda bulundular. Bu tövbenin ardından Yüce Allah onları bağışladı. Ancak İblis, pişmanlığını bildirmek bir yana insana olan kin ve nefretini öne çıkardığı için Yüce Allah’ın bu bağışını ve rahmetini göremedi.

Yeryüzünde yaşama imkanına kavuşan Hz. Âdem ve Havvâ’nın do ğan çocuklarıyla nesilleri artmaya başlamıştı. Bu durum yeni sorunları da beraberinde getirdi. İlk ve en büyük sorun oğulları olan Kâbil ile Habil arasında meydana gelen kıskançlık ve bunun sonucunda kurbanı ka bul edilmeyen Kâbil’in büyük bir kin ve nefret ile kardeşi Habil’i öldür mesidir:30 Böylelikle yüce Allah’ın insan için yeryüzünde birbirlerine düşman olacakları şeklinde bildirdiği olumsuz öngörü gerçekleşmiş oldu. Halbuki Yüce Allah, hem Adem ve Havvâ’ya hem de çocuklarına şeytanın düşmanları olduğunu ve onun vesvesesine karşı uyanık olmaları gerektiğini sürekli hatırlatmıştı. Ama onlar bu hatırlatmaları göz ardı ettiklerinden bu tür istenmeyen sonuçlarla yüz yüze geldiler. Aslında bu olay insanoğlunun kıyamete kadar sürecek birbiri ile mücadelesinin ve düşmanlığının başlangıcı idi.

Hz. Âdem’in (as) çocukları olan ilk insanlar sayıları az ama sorunları büyük idi ve bu yüzden Yüce Allah onlara babaları Hz. Adem’i peygam ber olarak görevlendirdi. “Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim’i ve Âl-i İmran’ diğer insanlar karşısında seçkin kıldı, Adem, Rabbinden kelimeler aldığı ayetleri onun peygamberliğine delildir. Aldığı bu görevle o, cinlerden olan İblis’e ve yoldan çıkan Kâbil gibi çocuklarına karşı ilk tevhit mücadelesini yürüttü.

Kaynaklar, Hz. Âdem’in Kâbil ve Hâbil’den başka Şit (Şîs) adında bir oğlunun dünyaya geldiğinden bahseder. Kur’ân’da ismi geçmemekle birlikte Hz. Şit de peygamberler arasında sayılır. Hz. Âdem’in Kâbe’yi onunla birlikte yaptığı ve ona elli sayfalık ilahî bir kitabın verildiği de zikredilir. Hz. Âdem (as) ölümünden önce on bir gün hasta yatmış ve bu esnada oğlu Hz. Şit’e bazı nasihatleri ve vasiyetleri olmuştur. Vefat ettiğinde yaşı bin yıla yakındı ve cenazesini oğlu Hz. Şit’e diğer çocukları kaldırmıştır. Gelen rivayetlere göre melekler de bu defin işinde hazır bulunmuşlardır. Onun nereye defnedildiği hususunda açık ve kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

İslam tarihi ve medeniyeti

Âdem Ne Demek? Hz Adem Kimdir Kısaca

Hz Adem ve Hz Havva

Answer ( 1 )

  1. Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Hz. Âdem Hayatı Özet

    Allah’ın varlığına ve birliğine davet etmenin tarihi, insanlığın tarihi kadar eskidir. Çünkü hem beşeriyetin hem de Peygamberlerin evve li Hz. Âdem (a.s.), insanları Allah’ın emirlerine çağıran ilk insandır. Daha sonra Allah tarafından gön ilen bütün peygamberler, Allah’a çağıran davetçiler zincirinin halkalarını teşkil etmişlerdir. İnsanlık ta rihi bunun en güzel şahididir. Hakka davet eden bu elçiler devrinde yaşayanlar; ister müslüman olsun, ister başka bir dine mensup olsun, hatta hiçbir dine mensup olmamış olsun sonuç değişmemiştir.

     

    Hz. Âdem (a.s.)’in hayatı, bütün insanlık hayatının başlangıcı dir. Kur’ân’da bildirildiğine göre o, yeryüzünde ilk yaratılan insandır. Dolayısıyla bütün insanların atasıdır. Ondan önce insan cinsinden kimse yoktu. İlâhî kudret ilk kez onun yaratılışında tecelli etmiştir. İşte “Ahsen-i takvim” üzere yaratılan bu ilk insan, toprak-su ka rişimi balçıktan yaratılmıştır. Böylece insan nesli, ondan çoğalarak günümüze kadar devam edegelmiştir. Allah, bu durumu şöyle açıklı yor: “Sizi topraktan yaratması, O’nun (varlığının) delillerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılan insanlar oluverdiniz.”2 Bu yaratılış safhasından sonra Yüce Allah tarafından Hz. Âdem (a.s.)’e sorumluluğun verildiği görül mektedir. Bu husus Kur’an’da şöyle açıklanmıştır: “Hatırla ki: Rabbin, meleklere, ‘ dedi.”3 Ben yeryüzünde bir halife (Bana muhatab bir varlık.) yaratacağım’dedi

    Biz, konumuzun amacı ve hedefi farklı olduğundan Hz. Âdem (a.s.)’in yaratılışı ve meleklerle aralarında cereyan eden “kissa”nın te ferruatina girmeyeceğiz. Ancak kâinat hakkında ilk keşif ve bilgi sayıla bilecek “malumat”in, Cenab-ı Hakk tarafından Hz. Âdem (a.s.)’e na sıl verildiğini yine Kur’ân’dan öğreniyoruz: “Allah, Adem’e bütün isimleri, (eşyanın adlarını ve ne işe yaradıklarını) öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip. Eğer siz sözünüzde sadık iseniz; şunların isimlerini bana bildirin’ dedi.”

     

    Allah, eşyanın mahiyetini, özelliklerini, onların kanunlarını, sa nat aletlerini, meselâ; yazmak için kalemi, dikmek için iğneyi, ilham vasıtasıyla Hz. Âdem (a.s.)’e öğretti. Ona ilham yolu ile verilen bu isimler sayesinde insanlar arasında tanışma “teâruf” ve anlaşma meydana gelmiştir. Yine Hz. Âdem’i ve zürriyetini yaratmaktaki asıl hikmet; Onun meleklerden efdal ve ilimle mücehhez olduğunu açık lamak ve insanları irşad etmek içindi. Tabiinden Sûddî’nin (ö.744) İbn Abbas’tan naklettiğine göre; “Allah, Adem’e bütün isimleri öğretti” ayetiyle işaret edilmek istenen husus; insan ve diğer canlı varlıkların isimlerini ona bildirmiş olmasıdır. Meselâ şu ağaç, şu dağ, şu ova, şu deve, şu at, şu kuş… denilerek isimler tek tek belletilmişti. Dahhak (ö.723) ise aynı hususu ibn Abbas’tan biraz daha farklı rivayet eder: Bu ayetle kastedilen durum, insanların birbirleriyle anlaşıp tanışma larına vasıta olan hayvan, gök, yer, kara, deniz ve ova gibi isimlerin Hz. Âdem (a.s.)’e öğretilmiş olmasıdır.

     

    Öğretilen isimlerden maksadın, Allah’ın yarattığı bütün olay ların cinsleri hatta konuşulan bütün dillerin kelimeleri olduğu da söylenmiştir. Arapça, Farsça ve Rumca… gibi Hz. Âdem (a.s.)’in vefatından sonra insanlar birbirlerinden ayrılmış ve farklı yerlerde ya şamaya başlamışlardı. Her biri ayrı ve belirli bir dilde konuşuyordu. Zaman uzayıp ara açıldıkça, bazı kavimler yok olmuş, onların yerini

    başkaları almıştır. Böylece bazen bir önce konuşulan dil unutularak yerine yenisi konuşulmaya başlanmıştır. Toplumlar arasındaki dil farklılığı da bundan kaynaklanmaktadır.

     

    Diğer bir ayette ise, Cenab-ı Hakk’ın Hz. Âdem (a.s.)’e bilginin özü kabilinden birtakım emirler verdiği anlaşılmaktadır: “Bu durum devam ederken, Adem Rabbinden birtakım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti.”7 Hz. Âdem (a.s.)’e verilen bu bilgi türünün ilâhî kaynaklı olduğunu gör mekteyiz. Fakat daha sonra bilgi problemi tarih boyunca hem din hem felsefe açısından ele alınmış, özellikle insan bilgisinin mahiyeti, kaynağı ve değeri hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. Kaynaklarda Allah’ın Hz. Âdem (a.s.)’e öğrettiği bilginin özü ve niteliği konusunda ayrıntılı bilgi ve açıklamalara yer verilmiştir. Ancak konumuzun sınırlı olması nedeniyle bilgi probleminin detayına girmiyoruz.

     

    Yüce Allah’ın, Hz. Âdem (a.s.)’e ihsan ettiği diğer özellikler ise; onu hem diğer insanlara karşı, hem de meleklere karşı bazı vasıflarda üstün kılmış olmasıdır. Bu vasıflar özetle şöyle özetlenebilir:

     

    1-Allah, Hz. Âdem (a.s.)’i bizzat kendi kudretinden sağlam ve sakin bir fıtratla yaratmıştır.

     

    2-Onu en güzel surette yani “Ahsen-i Takvim” üzere yaratmıştır. 3-Meleklere, saygı secdesi etmelerini emretmiştir.

     

    4-Bütün eşyanın isimlerini bizzat ona öğretmiştir.

     

    5-İlk insan ve ilk peygamber olma şerefi kendisine verilmiştir. Ayrıca Allah, halifelik görevini yeryüzünde meleklere ya da başka bir varlığa değil, Hz. Âdem (a.s.)’in şahsında bütün insanlara vermiş tir: “Hatırla ki: Rabbine meleklere bir halife (bana muhatap bir mahlûk âdem) yaratacağım’ dedi.

    Halifelik görevinin insanlara verilmesinin sebep ve hikmeti ise şöyle açıklanmaktadır: Eğer Cenab-ı Hakk, melekleri halife olarak görevlendirseydi, kâinatın sırları anlaşılmazdı. Ondaki özel bilgi ha zineleri ortaya çıkarılamazdı. Çünkü meleklerin yerde bulunan hiçbir şeye ihtiyaçları yoktur. Onların özellikleri insanların özelliklerinden farklıdır. Eşyanın fiziki ve kimyevi yapısını tahlil edemezler. Zira onlar tabiat, astronomi ve tibbî buluşlara katkıda bulunma yerine ibadet ve itaat ile görevlendirilmişlerdir.

     

    Kur’an’da ismi geçen peygamberlerin hayatları, tarih boyunca iman zincirinin bir nesilden diğerine nasıl intikal ettiğini gösterir. Nübüvvet makamına mazhar olan bu seçkin kişiler her evirde nurunu söndürmeden kavimlerine tebliğ etmeye çalışmışlardır. Bu cümleden olarak Allah, ilk insan Hz. Âdem (a.s.)’e Peygamberliği ihsan etti.

     

    Allah’in gönderdiği bütün peygamberler, kavimlerine hakkı tebliğ etmişlerdir. Onları müjde ve korkudan haberdar ederek kendilerine uyanların kurtulacaklarını, inkâr edenlerin ise helâk olacaklarını, bil dirmişlerdir. Hiçbir fert veya toplum; bu emri duymadım veya bu ha ber bana tebliğ edilmedi gibi mazeret ileri süremeyecektir. Çünkü in sanlık tarihinde hiçbir millet yoktur ki Allah onları imana davet eden bir elçi göndermemiş olsun. Nitekim Kur’an’daki şu ayetler bunun açık delilleridir:

     

    “Andolsun ki biz, ‘Allah’a kulluk edin ve Tağut’tan sakının’ diye (emret meleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik.”

     

    “(Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak Peygamberler gönderdik ki insanların, Peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın!”

     

    “Sonra biz peyderpey Peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümme te Peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberleri yalanla

    dilar; Biz de onları birbiri ardından (yokluğa) yuvarladık ve onlari efsane yaptık.”

     

    “Biz, seni hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur. ”

     

    Bütün bu açıklamalar da gösteriyor ki davet ve tebliğin tarihi, insanlığın tarihi ile aynıdır. Gönderilen her peygamber bu görevi ni yerine getirmiştir. Kur’an’da bildirilen Peygamberlerin sayısı 25 veya 28’dir. Ancak peygamberler bunlardan ibaret değildir. Çünkü Kur’an’da; “Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık. Bir kısmını ise sana anlatmadık” buyurulmaktadır.

     

    Biz konumuzun sınırlı olması itibariyle Kur’an’da ismi geçen Pey gamberler hakkında detaylı bir araştırmaya girmeyeceğiz. Ancak ör nek olmak üzere davet ve tebliğlerinde sabır, sebat, kalp ve irade sağlamlığı gösterdiklerinden dolayı “ülü’l-azm” unvanını alan pey gamberlerin tebliğleri hakkında bilgi vereceğiz. Bunlar; Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir.

    Diyanet

    En iyi cevap

Cevapla