Paylaş
İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun Ne Demektir?
Question
İnna lillâhi ve innâ ileyhi râciûn başsağlığı
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” kelimesi okunduğunda da anlaşılacağı gibi Arapça bir kelimedir. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun kelimesinin anlamı; “Biz şüphesiz her şeyimiz ile Allah’a aidiz ve Allah’a döneceğiz” anlamına gelmektedir. Bizler vefat eden bir Müslüman’ın vefat haberini aldığımız zaman bu sözü söyleriz. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun kelimesi Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi 156. ayette geçmektedir. Bu ayetin meali ise şöyledir;
Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. (Bakara Suresi/156)
İnsanın her şeyi Allah’a aittir. Ve insan öldüğünde Allah’a dönecektir. Bu söz; Allah’a teslimiyeti öğretmektedir bizlere. Çünkü insan öldükten sonra yok olup gitmeyecektir. Bu dünyadan gidişi Allah’a dönüş olarak gerçekleşecektir.
BENZER KONULAR:
Answers ( 3 )
Şükür namazı 4 rekat kılındıgında ikinci rekatta teyatu okunur mu Selamun aleykum
4 rekat namaz gibi kılınır tıpkı namaz öncesi kıldığınız 4 rekat sünnet namaz gibi
Onlar ki kendilerine bir musibet geldiği zaman: “Muhakkak biz Allah’ınız ve muhakkak biz O’na dönücüleriz.” derler.
Bakara suresi 156
Kaza ve kadere iman eden müminlere müjedele! Fakat bu müjde ancak felaket ve musibetin çöktüğü ilk anda sabredenler içindir. Bunlar bu sabırlarından dolayı da Allah katında ecirlerini umarak: “Muhakkak biz Allah’ınız ve muhakkak biz O’na dönücüleriz.” derler. İşte bu, onların işlerinde güzel akıbet ve karşılaşacaklarının müjdesidir. Sabredenlere ecirleri hesapsızca verilir. Rablerinden günahları için bir mağfiret onlara has bir rahmet de vardır. Bu rahmetin etkisini musibet ile karşılaştıkları vakit kalplerindeki serinlikte, ruhlarının sükûn ve huzurunda bulurlar. İşte kâfirler müminleri bu rahmetten dolayı kıskanır. Çünkü kâfir bir musibet ile karşılaştığında dünya ona dar gelir. Bazen kendisini öldürüp intihar dahi edebilir. Avrupa ve Amerika’da intihar olayları ne kadar da çoktur!..
Gerçekten sabreden kimseler hakka, doğruya hidayet bulan, faydalı fiiller işlemeye Allah tarafından yönlendirilenler dünya ve ahiret hayrını elde ederek umduklarına kavuşanlardır. Buharî’nin Enes’ten rivayet ettiği: “Sabır ancak ilk sadme esnasında (felaket ve musibetin çöktüğü ilk anda) olandır.” mealindeki hadis dolayısıyla sabır, birinci sadme esnasında söz konusu olur. Kaza ve kadere teslimiyet göstermekte birlikte ağlamak ve üzülmek sabra ve imana aykırı değildir. Buharî ile Müslim’deki rivayete göre Resulullah (s.a.) oğlu İbrahim’in vefat ettiği sırada ağlamıştır. Ona: “Sen bize bunu yasaklamamış miydin?” diye sorulunca, o şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki bu rahmetin kendisidir.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz göz yaş akıtır ve kalp rahatsızlaşır, fakat Rabbimizin razı olduğundan başka bir şey demeyiz. Şüphesiz ki biz ey İbrahim, senden ayrıldığımız için üzüntülüyüz.” Yerilen ise şeriatın yasakladığı dövünmek, elbiseleri yırtmak, cahiliye devrinde olduğu gibi ölülere haram olan ağıtlar yakmak, aklın çirkin gördüğü Allah’ın takdir ve hükmüne karşı itiraz ve gazabı ifade eden sözler söylemektir.
Sabır, sabrın ölçüsü, tarifi, musibet esnasında istircada bulunmaya dair pek çok hadis ve seleften rivayet gelmiştir. Bunlardan birisini Müslim Ümmü Seleme (r.anha)’den şöylece rivayet etmektedir: Ümmü Seleme dedi ki: Resulullah (s.a.)’ı şöyle buyururken dinledim: “Bir musibet ile karşı karşıya kalan her bir kul; “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn Allahım bu musibetimden dolayı bana ecir ve ve bana ondan hayırlısını onun yerine ihsan et” dediği takdirde mutlaka Allah o musibetinin ecrini ona verir ve ondan daha hayırlısını onun yerine ona ihsan eder.”
Beyhakî de Şuabu’l-İmân’ da İbni Abbas’dan Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Musibet esnasında istirca’da bulunan kimse (İnna lillah ve inna ileyhi raci’ûn diyenin) Allah musibetini giderir, akıbetini güzel-leştirir ve hoşuna gidecek şekilde onun yerine salih bir halef ihsan eder.”
Ahmed ve Tirmizî de Ebu Musa’dan Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: “Kulun oğlu öldüğünde Yüce Allah meleklerine: Kulumun oğlunun ruhunu kabzettiniz mi? diye sorar. Onlar: Evet derler. Yüce Allah: Onun kalbinin meyvesini mi aldınız! der. Onlar: Evet, derler. Yüce Allah: Peki kulum ne dedi? der. Onlar: Sana hamdü sena etti, istircada bulundu. Yüce Allah şöyle buyurur: Siz kuluma cennette bir ev yapınız ve ona “hamd evi” adını veriniz.”
Ömer b. el-Hattab (r.a) der ki: “Bana isabet eden her bir musibette mutlaka şu üç nimeti buldum: Evvela bu musibet benim dinimde olmuyordu. İkincisi bu musibet daha önce olanlardan daha büyük değildi. Üçüncüsü Allah o musibete karşı büyük bir mükâfat verir.” Daha sonra Yüce Allah’ın şu ayet-i kerimesini okudu: “İşte rablerinden mağfiret ve rahmet hep onların üzerindedir ve onlar hidayete erenlerin ta kendileridir.”
Hülâsa; din düzenini ortaya koyan ayet ve hadisler aynı zamanda sabrı, istircaıda bulunmayı, Allah’ın razı olacağı sözler söylemeye, Allah’ın kaza ve kaderine teslimiyet göstermeye, hükmüne razı olmaya da teşvikte bulunmuştur. İşte o vakit Allah o musibeti ondan hayırlısını vermek suretiyle telafi eder; sabreden kişi de ecir ve sevap alarak Allah nezdinde güzel kabul görür ve cennete nail olur
“Mü’mine eziyet veren herhangi bir şey başına geldiği zaman derler ki: “Biz Allah’ınız, Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz.”( Bakara suresi 156. Ayet)
Nasıl olsa Allah’tan geldik, bizi yoktan var eden Allah, nasıl isterse öylece bizi imtihan eder derler ve başlarına gelen ne olursa olsun sabrederler. Bu gerçekten büyük bir iman ve büyük bir iştir.
Biz yoktuk. Bundan elli sene öncesine gidelim belki şuradakilerden hiç birimiz yoktuk. Ama bakıyoruz elli yıl sonra bizler varız. Ellerimiz var, ayaklarımız var, gözlerimiz, kulaklarımız var, mallarımız mülklerimiz var, kadınlarımız, çocuklarımız var, dükkanlarımız, tezgahlarımız var, atlarımız arabalarımız var, talebelerimiz, hocalarımız var. Ama elli yıl önce bunların hiçbirisi yoktu ve bir gün bunların hiçbirisi olmayacak. Bir bakmışınız ki, bizler de sahip olduklarımız da hepsi hayal olmuş. Bir varmış bir yokmuş. Hatta öyle bir zaman gelecek ki; var mıydı, yok muydu, kimsenin hatırına bile gelmeyeceğiz.
Tıpkı şu anda bizlerin yüz-yüz elli sene önce yaşayanların üzerlerinde tepe tepe gezdiğimiz gibi, bizden önce yaşayanları şu anda hiç birimizin hatırlamadığı gibi. Acaba yahu bu toprağın altında şu zavallı garip biri vardı, kral vardı, prens, prenses vardı, ya da bu toplumun ağaları, beyleri vardı filan bile demeden basıyoruz tekmeyi geçip gidiyoruz. Yarın bizim üstümüze de basıp geçecek birileri. A! Bir zamanlar burada birileri varmış, hacılar, hocalar varmış, ders yapıyorlarmış, Kur’an sünnet okuyorlarmış filan diye kimsenin hatırına bile gelmeyecek. İşte madem ki hayat buysa, hayat böyleyse ve bu hayatın sonunda biz mutlaka dirilecek ve bir hesap vereceksek, o zaman bunu çok rahat kabullenebilmeliyiz.
Yâni bu sözleri söylemek çok kolaydır, yâni bunu dille ifade etmek kolaydır, ama biz gerçekten belâ ve musîbetlerle karşı karşıya kaldığımız zaman söylemek çok zordur. Zaten Rasulullah’ın hadislerinde:
“Gerçek sabır sadme-i ûlâdadır.”
Musîbet haberi kişiye ilk verildiği anda, o sadmeyle ilk defa karşı karşıya kaldığı anda sabretmesi gerçek sabırdır. Yâni baban öldü haberi kişiye ilk verildiği zaman, o anda, o ilk sadmeyle karşı karşıya kaldığı zaman sabretmesi sabırdır. On gün sonra, bir yıl sonra ona sabret demenin anlamı kalmamıştır, zira artık alışmıştır. Hemen anında: “İnne lillah ve inne ileyhi raciun” diyebilmeliyiz.
Kaynak: Besâiru’l Kur’an Tefsiri , Ali Küçük