İskat dinimizde var mı?

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

İskat ne demektir?

Iskat dinimizde var mi

iskat Arapça: (الإسقاط) 

İskat, “Düşmek; (yıldız) kaybolmak; izale olmak, kalkmak; (sözde/konuşmada) hata etmek, sürçmek; (mevkiini/değerini) kaybetmek anlamındaki sakt/sukût kökünden türemiş olup “düşürmek, indirmek, atmak, koparmak” demektir (ıskat).

Fıkıh terimi olarak bir hak veya yükümlülüğü düşürmek, ortadan kaldırmak. Hukuktaki bu anlam dışında ıskát-i cenin, anne karnındaki çocuğun düşürülmesi; iskât-ı salât hayatta iken ifa edilemeyen namaz ve iskât-ı savm da oruç ibadetleriyle ilgili sorumluluğunun ölümden sonra fidye ödenerek düşürülmesi anlamındadır.

Hukukta Iskat. Bir mülkiyet veya hakkın, başka bir malike veya hak sahibine geçmesi söz konusu olmaksızın düşürülmesi demektir. Hukuki işlemler işlevleri bakımından temlikât, iskatat, teberruật, takyīdāt, ıtlākāt, iltizāmât gibi kısımlara ayrılmış (bk. muamele; tasarruf), bunlardan talak (boşama), itk (köle azat etme), borçtan ibra (alacaktan vazgeçme), kısastan ve şüfa hakkından vazgeçme gibi hak sahibinin kendi hakkını ortadan kaldırması sonucunu doğuranlar iskatât diye adlandırılmıştır. Muhalea (kadının ödeyeceği bir bedel karşılığında evliliğe son verilmesi), kısastan belli bir bedel karşılığında vazgeçme, borçluyu ödeyeceği borçtan bedel karşılığında ibra etme (sulh) gibi iskat ve temliğin birlikte bulunduğu karma işlemlerde de, karşılığında bedel alınmış olsa bile sabit bir hak veya borç başkasına intikal etmeyip düştüğü için ıskat niteliği ağır basar. Karşılıksız yapılan ve temlik yönü bulunmayan ıskatlarda karşı tarafın kabulü şart değilken anılan örnekler gibi bir karşılığın söz konusu olduğu durumlarda iskat ancak bu kabule bağlı olarak tamamlanır ve hukuki sonuç doğurur.

Iskat genel olarak bunu yapan için sırf zarar, karşı taraf için sırf fayda içeren bir işlem olduğundan ıskatta bulunanın teberru ehliyetine, yani tam eda ehliyetine sahip olması, ıskat beyanının da iradeyi sakatlayan ayıp ve ârızı durumlardan arınmış olması gerekir. Dolayısıyla gayrimümeyyiz veya mümeyyiz küçüklerin, borç veya sefeh gibi sebeplerle ehliyeti kısıtlanmış (mahcûr) kimselerin, baskı (ikrah) altında bulunanların ıskat beyanları geçerli değildir (bk. hacir; ikrah; teberru; temyiz).

İbadetlerde Iskat. Namaz, oruç, kurban, adak, kefaret gibi ibadet ve borçları ifa etmeden ölen bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere fidye ödenmesinden ibarettir. Uygulamada genellikle namaz ve oruç borcunu düşürme öne çıktığından, ıskât-ı salât ve iskat-ı savm terimleri daha çok kullanılır. İbadetler mahiyetleri bakımından genellikle bedenî, mali ve hem bedenî hem malî şeklinde üç gruba ayrılmış olup bunların bizzat yü kümlü tarafından zamanında ve ayrı ayrı ifa edilmesi gerekir. Her ibadetin kendine mahsus bir sebebi ve gayesi olduğundan hiçbiri diğerinin yerine geçmediği gibi namaz, oruç gibi bedeni ibadetlerin yüküm lü adına bir başkası tarafından yerine getirilmesi (niyabet) de caiz görulmemiştir (bk. bedel; ibadet; niyabet). Ancak istisnaî olarak belli sebep ve mazeretler sebebiyle bazı ibadetler süresiz veya geçici olarak askat edilmiş, ifa edilemeyen bazı ibadetlerin aynı veya başka cinsten bir diğer ibadet veya fiille telafisine imkân tanımıştır.

İbadetlerde iskatla ilgili en önemli istisnal hüküm, oruç tutmaya güç yetiremeyenlerin bunun yerine fidye ödeyebilmeleridir. İlgili ayete (el-Bakara 2/184) göre yaşlılık ve iyileşme ümidi kalmamış hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimseler kaza etmeleri de mümkün olmadığı için tutamadığı gün sayısınca fidye öderler (bk. fidye; oruç). Hayatta iken bu fidyeyi ödemeyenlerin bunun için vasiyette bulunmaları gerekir, bu durumda mirasın üçte birinin yetmesi halinde mirasçıların fidyeyi ödeme yükümlülüğü vardır. Aksi takdirde, bunu teberru olarak ödemeleri tavsiye edilmiştir. Devamlı hastalık ve yaşlılık durumları dışında kalan yolculuk, hastalık, gebelik, süt emzirme, ileri derecede açlık ve meşakkat gibi geçici mazeretler oruç tutmamaya veya başlanmış bir orucu bozmaya ruhsat teşkil etmekle birlikte bu durumlarda tutulamayan oruçların mazeret hali kalktıktan sonra kaza edilmesi gerekir, bunlar için fidye ödenmesi caiz değildir. Böyle bir kimsenin orucunu kaza etme imkânı bulamadan vefat etmesi halinde bazı âlimler, yaşlı ve sürekli hasta kimsenin durumuna kıyas yaparak, mirasçıların fidye vermesini vâcip görmüş, fakihlerin çoğunluğu ise mazereti sebebiyle bu kimseden yükümlülük ve kaza borcu düşmüş olacağı için bunun gerekmediğini savunmuştur. Bu kimsenin imkân bulduğu halde orucunu kaza etmeden vefat etmesi halinde de çoğunluk, mirasçıların fidye ödemesini gerekli görmüştür. Bazı âlimler yakınlarının onun adına oruç da tutabileceğini ileri sürmüşse de çoğunluk, namaz ve oruç gibi bedeni ibadetleri kişi hayatta iken de ölümünden sonra da onun yerine (niyabet) eda etmenin geçerli olmayacağını savunmuştur.

https://www.dinisite.tr/

Muhtemelen 2. (8.) yüzyılın sonlarına doğru, mazeret sebebiyle tutulamayan oruç borcunun vefattan sonra fidye ödenerek düşürülmesine dair hükme kıyas yapılarak, mazeretsiz olarak oruç tutmamış ve kaza da etmemiş kimse adına vefatından sonra verilecek fidyenin de onun oruç borcunu iskat etmesinin umulacağı yönünde bir görüş gündeme gelmiştir. Böyle bir yorum yine aynı yüz yılın sonlarından itibaren namaz hakkında da söz konusu edilmiş; kişinin sağlığında kılamadığı veya kılmadığı namazlar için vefatından sonra fidye verilmesi (iskat-ı salat) halinde sorumluluktan kurtulacağı umulmuştur. Devamlı hastalık ve yaşlılık sebebiyle tutulamayan oruçlar için fidye verilebilmesi Kur’an’a dayanan bir hüküm olup mazeretli veya mazeretsiz oruç tutmayanlar da buna kıyas edilmiştir. Ancak kılınmayan veya kılınamayan bir farz namazın yerine kişinin veya onun vefatından sonra mirasçılarının fidye vermesinin cevazını ve bu fidyenin söz konusu namaz borcunu düşüreceğini açık veya dolaylı şekilde bildiren hiçbir âyet veya hadis yoktur. Nitekim bu sebeple bazı Hanefi alimleri ıskât-ı salat hakkında “Allah dilerse yeterli olur” şeklinde ihtiyatlı bir temennide bulunurken bazıları da ölenin namaz borcu için fidye ödenmesini caiz görmekle birlikte bunun namazı ıskat edeceği yönünde bir kesinlik bulunmadığını, sorumluluktan kurtulmanın Allah’ın lütfuna kaldığını belirtmiştir. Şafiî mezhebindeki ağırlıklı görüş, namaz borcuyla ölen kimsenin yakınlarının ölen adına bunu ifa etmesi veya fidye vererek bu borcu düşürmesinin caiz olmadığı yönündeyken, bunun geçerli olduğuna dair bir görüş geç donem Şafii alimler tarafından benimsenmiştir.

Iskat işlemi sırasında sadece ifa edilmeyen namaz ve oruçla yetinilmeyip ihtiyaten ölen kimsenin ergenlikten (büluğ) vefatına kadar bütün bedeni ibadetleri hesaplandığı ve bu yüzden ödenecek fidye çok yüksek meblağlara ulaştığından “devir” adıyla bir işleme başvurulmuştur (bk, devir).

İfa edilemeyen ibadetler için kişinin vefatından sonra fidye ödenmesinin cevazı ve borcu düşürücü olup olmadığı tartışması bedeni ibadet olmaları sebebiyle daha çok namaz ve oruçla ilişkili olarak gündeme gelmiştir. Kişinin sağlığında ifa etmediği kurban, adak, kefaret, zekât gibi mali ibadetlerin vefatından sonra vasiyetine bağlı olarak veya mirasçılar tarafından kendiliğinden ödenmesi, mali ibadetlerde niyabetin caiz olması sebebiyle dinî açıdan daha uygun görünmüştür.

Kaynak: Dini terimler sözlüğü diyanet

BENZER KONULAR:

Cevapla