Paylaş
İslam dininde takiyye ne demek
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Dinde takiye ne demektir?
Takiyye:
Takiyye nedir tanımı:
İbn Hacer el-Askalânî takiyyeyi şöyle tanımlamaktadır: “İnsanın, içindeki itikat ve daha başka şeyleri başkasına açıklamaktan sakınması ve çekinmesidir.” Bu ise helâk eden bir zararın geleceğinden korkularak yapılır. Bu durumda kendisine muhalif olan kimseye karşı zahiren yumuşak söz söyler, onu sevdiği izlenimi verir. Kalbinde ise bundan farklı şeyler besler ve bütün söyledikleriyle tariz ifadeleri kullanır.
Şia’dan Şeyh Mufid de takiy yeyi şöyle tanımlamaktadır: “Takiyye, hakkı ve hakka dair itikadi gizlemek, muhaliflere bunu açmamak, açıklamamak ve dünya ve din hususunda zarar getirebilecek şeyleri onlara karşı izhar etmeyi terk etmektir.”
Ehl-i Sünnette Takiyye:
Ehl-i Sünnet’e göre, takiyye zaruret hâlinde sözle ve dille caiz bir ruhsattır. Her ne kadar bu ruhsatı kullanmayıp azimet göstermenin Yüce Allah katindaki ecri daha büyük ise de bu böyledir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyur maktadır: “Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisi ne karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah’adır.”
Ehl-i Sünnet’in icması da bu esas üzere gerçekleşmiştir. İbnu’l-Münzir şöyle demektedir: “Fukahanın icmasına göre, bir kimse öldürüleceğinden korkacak hâle gelinceye kadar kâfir olması için zorlanır ve kalbi iman ile dopdolu bulunduğu hâlde (zahiren) kâfir olursa, onun hakkında kâfir olduğu hükmü verilmez.” Buna dair delilleri ise “Ondan sakınmak istemeniz müstesna” âyetiyle “Kalbi iman ile dopdolu olduğu halde (küfre) zorlanan müstesna” âyetidir.
Hangi durumlarda Takiyye Caiz olur:
Ehl-i Sünnet âlimleri, takiyye gereğince amel etmek ve aşırıya git meye karşı bir sınır koymak amacıyla takiyye ruhsatını kullanmak için bazı kurallar belirlemişlerdir. Bunların bazıları şöyledir:
1. Eğer Müslüman bir kimse kâfirler arasında bulunur ve canına ya da malına zarar geleceğinden korkacak olursa, onlara dostluk izharında bulu nabilir. Şâfiî’nin görüşüne göre, böyle bir kimsenin Müslümanlar arasındaki durumuyla kâfirler arasındaki durumu benzeşecek olursa, onun için takiyye helâl olur. İbn Hazm da şöyle diyor: “Sultanın (yöneticinin) veya hırsızların ya da sulta yetkisi olmayan kimselerin ikrahı (zorlaması) arasında fark yoktur. Bunların hepsi birbirine eşittir.”
2. Azimetin Allah nezdindeki ecir ve fazileti takiyye yapmaktan daha üs tündür. Seleften bazılarının görüşüne göre, Allah İslâm’ı aziz ettikten sonra takiyye yoktur.
3. Takiyyenin yalnızca dille yapılması caizdir. Öldürülmek, yaralamak, dövmek, zina etmek, malların gasp edilmesi, irzlara tecavüz edilmesi ve yalan şahitlik gibi başkasına zarar veren hâllere gelince; bunlar mutlak olarak ha ramdır ve caiz değildir. Aksine, böyle bir durumda (zararın mahiyetine göre) kısas ve tazminat gerekir. Çünkü böyle bir kimse -İbn Hazm’in, el-Muhalla adlı eserinde belirttiği gibi- yapılması haram olan bir işi yapmıştır.
Dille yapılan takiyye için de hicret edecek gücü bulamayan ve müşrikler arasında yaşayan kimselerin mükreh olanları (zorlananları) ile olmayanlarını birbirinden ayırt edecek birtakım ilkeler koymuşlardır. Birincisinin (mükrehin) çaresiz ve mecbur kalması hâlinde küfür sözünü söyleme imkânı vardır. İkincisi ise, ya aralarında dinini açığa vurur ya da dini gizleyip yalan söylemez, kalbinde olmayanı da sadece diliyle söyler. Buna bağlı olarak tamamıyla onların dinlerine muvafakat etmez. Böyle bir kimsenin ulaşabileceği nihai nokta, Firavun hanedanından iman eden kişi gibi olmaktır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kalbi imanla dolu olduğu halde zorlananlar müstesna olmak üzere, kim imandan sonra Allah’ı tanımaz ve küfre göğüs açarsa, işte Allah’in gazabı onların üzerinedir.
Bütün Hariciler, özellikle de Ezarika firkası sözlü ya da fiili olsun, genel olarak takiyyeyi kabul etmez. Zira Nâfi b. el-Ezrak, “Takiyye helâl değildir” demektedir. Diğer taraftan Hâriciler’in Necedâd firkası ise, söz ve fiil de takiyyeyi kabul etmekte aşırıya gitmiştir. İsterse bu durum hak ile olması hali dışında Yüce Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı canı öldürmeye kadar götürsün. Sufriyye ile İbâdiyye firkaları ise, orta yolu tutarak sözle ve dille yapılan takiyyeyi caiz kabul etmiş, fiili takiyyeyi ise caiz görmemiştir.
Bazı Mutezile mensupları, öldürücü ve nefsi telef edici bir tehlike duru munda takiyyeyi caiz kabul etmişlerdir. Ebu’l-Hüzeyl el-Allaf şöyle diyor: “Mükrehin (zorlanan kimse), zorlandığı iş hususunda tariz (kinaye) ve tevriye yapmasını bilmemesi durumunda yalan söyleme imkânı vardır. Böyle bir durumda da bunun günahı üzerinden kaldırılmıştır.”
Şiilerde Takiyye:
Şia’da takiyyeye gelince; onlara göre, takiyye dinin hükümlerinden biridir. Ibn Babeveyh şöyle demektedir: “Takiyye hakkındaki inancımız onun vacip olduğu yönündedir. Onu terk eden kimse, namazı terk eden kimseyle aynı durumdadır.” Hatta Cafer b. Muhammed’in şöyle dediğini söylemişler dir: “Dinin onda dokuzu Allah’ın dininden olan takiyyededir. Takiyyesi ol mayanın dini de yoktur. Buna göre takiyye, Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Sünnet dışındaki diğer fırkalarda olduğu gibi geçici bir hal değildir. Aksine gerekçe leri bulunmasa dahi sürekli bir durumdur. Takiyye, Şii’nin, “takiyye diyan. bâtil devlet ya da zalimlerin devleti” adını verdiği Müslümanların diyarında ayrılmaz bir yükümlülüğü olarak kalmaya devam eder.
İbn Babeveyh I’tikadat’ta şöyle diyor: “Takiyye farzdır ve onun kaimin (beklenen imamın) çıkacağı zamana kadar kaldırılması caiz değildir. Onun çıkışından önce takiyyeyi terk eden kimse, Yüce Allah’ın dininden ve imame tin dininden çıkmış; Allah’a, Rasûlü’ne ve imamlara muhalefet etmiş olur.”
Tüm bunlara binaen, Şia’da takiyye İslâm’in yasaklamış olduğu yalan ve iki yüzlülük türünden öte bir şey değildir. Bazı araştırmacılar, bu düşüncenin (takiyyenin) kimi Müslümanlara baskı dönemlerinde onu kullanmakta oldukça maharet kazanmış kitap ehli yoluyla -özellikle Yahudilerden Ferisîler’deki haliyle sızmış olduğunu belirtmektedirler. Buna da Talmut’ta yer alan şu ifadeleri delil gösterirler: “Yahudi yalan yere yirmi yemin etmeli ve Yahudi kardeşlerinden hiçbirini, herhangi bir zarara maruz bırakmamalıdır.” Yine, “Yahudi olan kimsenin kâfir kimseye selâm vermesine müsaade edilmez. An cak kâfirin zararından ya da düşmanlığından korkması hâli müstesnadır. İki yüzlülük (nifak) caizdir. Yahudinin, eziyetinden korkması durumunda kafiri sevdiğini iddia etmesinde bir sakınca yoktur.”
Aynı şekilde Mesih’in büyük öğrencisi olan Petrus’un Mesih’i üç defa inkar ettiğine dair İncil’de varid olmuş rivayet ile Pavlus’un Korintoslulara Mektub’unda (IX, 19-22) söylediklerini de buna delil göstermektedirler: “Ben herkesle birlikte hür iken herkese kendimi kul ettim. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi davrandım. Kendim şeriat altında olmadığım hâle şeriatında olanları kazanmak için şeriat altında olanlara şeriat al tinda gibi davrandım. Şeriatı olmayanları kazanmak için şeriatı olmayanlara şeriatı olmayan gibi davrandım.”
BENZER KONULAR:
Cevapla