Paylaş
İslâm Ve Marksizm
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
İslâm Ve Marksizm
SORU: İslâm ülkelerinde Marksizm gibi bir takım yıkıcı cereyalar yayılmaktadır. Marksizm ve benzeri akımlar karşısında İslâm’ın durumu nedir?
CEVAP: Markzime karşı İslâm’ın durumundan söz ederken, Marksizm karşıtı olan sistemlere, İslâmiyet’in yakınlık duyduğunu ifade etmek istemiyoruz. Marksizmle bağdaşmayan bu sistemler aynı zamanda İslâm ile de uyuşmaz. Mesela Marksizme karşı çıkarken kapitalizmin yanında yer almıyoruz.
Ancak her bir sistemi ele alışımızda objektif olarak onu inceleyeceğiz. Önce şu hususlerı belirlememiz gerekir:
1. İslâm bölünmez bir bütündür.
2. İslâm kendine has özellikleri olan başlı başına bir sistemdir.
3. İslâm unutma, hata ve eksiklik gibi kusurlardan münezzeh olan Allah’ın vahyettiği bir sistemdir.
4. İslâm başka sistemlerle karşılaştırılamaz. Hatta başka sistemle yakınlaşması veya onlardan yardım alması söz konusu olmaz.
İslâm, alemlerin rabbi olan Allah’ın hakkında şöyle buyurduğu bir sistemdir:
Şüphesiz ki bu Kur’an en doğru yola iletir. (İsra/9)
İşin başında şu soruyu sormalıyız: İslâm nedir? Veya genel olarak din nedir?
Şimdi bu soruya cevap arayalım:
Din Kur’an’ın örfünde -Ansiklopedik araştırmalarda da ifade edildiği üzere- ebedi gerçekler olan esaslara inanmaktır. Bu esaslarda nesih sözkonusu olmaz. Tüm peygamberler bu esaslarda görüş birliği etmişler, görüş ayrılığına düşmemişlerdir. İşte İslâm, budur. Allah katında ondan başka din yoktur.
Din kelimesinin anlamı boyun eğmek, arı duru olmak ve benliğini yaratana teslim etmektir. Peygamberlerin tümü bu anlamda bir dini tebliğ edegelmişlerdir.
Hz. Nuh’un şöyle dediğini görüyoruz:
Bana teslim olanlardan olmam emrolundu. (Yunus/72)
Kur’an Hz. İbrahim’den söz ederken şöyle der:
İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi. Fakat O, Allah’ı birleyen dosdoğru bir müslüman idi. O, müşriklerden de değildi. (Al-i İm-ran/67)
Hz. Musa kavmine şöyle diyordu:
Ey kavmim! Eğer Allah’a inandıysanız ve O’na teslim olduysanız sadece O’na güvenip dayanın. (Yunus/84)
Havariler Hz, isa’ya şöyle diyorlardı:
Allah’a inandık, şahit ol ki bizler teslim olanlarız. (Al-i İmran/52)
islâm dini, milletler, cinsler ve renkler arasında ayırım yapmaksızın, tüm insanlığa yönelik bir davettir. Bunun içindir ki Hz. Allah Peygamberine şöyle seslenmiştir:
(Rasûlüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya/107)
Akıl sahibi bir kimsenin bilinci ve duygusu üzerinde dinden daha güçlü etki yoktur. Bundan dolayıdır ki yazar Akkad şöyle diyor:
Tarihin deneyimleri ortaya koyumuştur ki, tarihin tüm büyük hareketlerinde dinin asaleti vardır. Bu asalet, hiç bir kimsenin dini inançların toplum tarafından ortadan kaldırılabileceğini zannetmesine müsaade etmez. Toplumu oluşturan bireyin toplumla olan ilişkilerinde veya vicdanı ile en yakın akrabalarından biri de olsa çevresindekilerle olan ilişkilerinde dine ihtiyaç duymadan da bu ilişkileri sürdürebileceğine müsaade etmez.
Gene tarih ortaya koymuştur ki insani hiç bir harekette hiç bir faktör, din faktöründen daha etkili değildir. Milletlerin hareketlerinde din faktörünün dışındaki faktörler, ancak dini inanç ile arasındaki bağ ölçüsünde farklı etkiler gösterirler. Herhangi bir faktörle dini inanç arasında köklü bir bilinç ve gönüllere yerleşmiş bir vicdan arasında benzerlik oldukça o faktör etkide güç sahibi olabilir. Milliyetçilik, vatan, örf, ahlak ve kanun faktörlerinden hiç birinin gücü bir din faktörünün gücüne benzemez. Çünkü bu faktörlerden her biri kişinin ya vatanı ile, ya toplumu ile veya farklı vatan ve milletlerde yaşamakta olan kendisi gibi insanlarla ilişkilerini oluşturur veya bağlantısını sürdürür. Fakat din faktörü, kişinin benliği ile varoluşu arasındaki bağı oluşturur.
Dinin alanı öylesine geniştir ki iç, dış, gizli, açık, geçmiş, gelecek, ezel ve ebed sayılamayacak kadar her şeyi kapsamına alır. Bu söylediklerimiz, tüm çağlardaki dindarların gönlünden geçenleri içine almazsa da en azından dini inançlarının en yüksek örnek ve zirve konumunda olması durumunu ifade etmektedir.
Dinin asaleti (köklü etkisi) gerçeğinin delili dindar bir toplum ile dinsiz bir toplum karşılaştırılınca görülür.
Kapsamlı bir dini inanca sahip olan birey ile, bilinci düzensiz, vicdanı yok olmuş, sığınabileceği bir ekseni ve kendisini yüceltecek bir ümidi olmayan bireyi karşılaştırınca bu asalet görülecektir. Örnek olarak verdiğimiz bu iki toplum ile iki birey arasındaki fark, kökü derinlere inen bir ağaç ile kökü toprağın yüzeyinde olan bir ağaç arasındaki fark gibidir.
Vicdanında her hangi bir görüş ve saygı olmayan, vicdanı boş bir kimsenin vicdanına dini inanç yerleştirildiği takdirde, bu insan eski halinden daha güçlü olacaktır. Böyle olmayacak pek az insan bulunur.
Buraya kadar söylediklerimiz İslâm’ı, asaletini ve etki gücünü gözler önüne seriyor. Peki, Marksizm ve onun teorisyeni Kari Marx’ın durumu nedir? Şimdi bu sorunun cevabını arayalım:
1818 yılında doğup, 1883 yılında ölen Marx yahudi asıllıdır. Yahudiliğini inkar ederek Hristiyanlığa girmişse de sonra Yahudiliği, Hristiyanlığı ve tüm dinleri inkar etmiştir. Onun inkar etmediği ve kendisi için şeytan veya Allah edindiği tek sistem inkarcı materyalizmdir. Üstün ahlaktan nasibi olmayan Marx’ın düzenli bir kişiliği yoktur.
Hayatın şiddetli baskısı altında yaşayan Marx insanlığı da inkar etmiştir. Fakirlik içinde sefil bir yaşantısı olan Marx’m gönlünde kıskançlık duygusu gelişti. Tembellik ve işsiz yaşama eğilimi ağır bastı. Akrabaları ve arkadaşları ile olan ilişkisnden faydalanma yolunu seçerek onlardan Ödünç ve borç diyerek para alır, onunla geçinirdi. Kendi el emeği ile geçinmek diye bir şey bilmezdi.
Okulda, üniversitede, geçimini temin etmede başarılı olamayan bir kimseden ne beklenir?
Marx Bon Üniversitesinde okudu, sonra Paris’e geçerek orada düşünce ve eylem arkadaşı olan Engels ile karşılaştı. Bu iki arkadaş yardımlaşarak ilk kominist yayını 1848 yılında yayınladılar. Başarısızlıkta sonuçlanan ayaklanma hareketlerine katıldı. Daha sonra İngiltere’ye geçerek hayatının sonuna kadar orada kaldı.
Marx’ın Kapital adını verdiği bir kitabı vardır. Marx’ın ölümünden sonra Engels bu kitabı iki cilt halinde yayınlamıştır.
Marx 1864 yılında dünya sosyolist kongresini oluşturmuştur. Alman felsefesi ile ekonomik doktrinleri birbirine karıştırarak kendi doktrinini “Bilimsel sosyolizm” olarak ortaya koymuştur. Oysa Marx araştırmasını hiç bir zaman bilime ve gerçeğe ulaşmak amacıyla yapmamıştır. Fakat o kendi eğilimlerini ve coşkun ayaklanma hareketlerini “bilimsel analiz” elbisesi giydirerek sunmuştur. Oysa Marx’ın ortaya koyduklarında bilimsel analiz söz konusu değildir. Marx’ı kısaca tanıdıktan sonra bir ekol halinde ortaya koyduğu Marksizmi Arab Ansiklopedisi’nden aktararak görelim:
Marx’ın düzenli olmayan fikirlerine göre toplumların tarihi, sınıflar arası mücadele tarihinden ibarettir. Toplumda sınıflar olduğu sürece, mutlaka bu sınıflardan biri diğerini sömürecektir. İşte bu sömürü, sömüren sınıfın çökmesi ile sonuçlanacak çatışmaları doğurur. Böylece galip gelen sınıf sömürmeye başlar. Bu sınıf çatışması, sınıfsız bir toplum oluşturuncaya kadar sürer gider.
Marx’ın ifade ettiğine göre feodal sistem, derebeylerin kendine bağlı kimseleri sömürmesi esasına dayanır. Daha da güçlenerek sanat ve ticaret erbabından oluşan burjuvazi sınıfını meydana getirir. Burjuva sınıfının oluşması feodaliteyi ortadan kaldırır. Fakat bu yeni hakim sınıf ırgatlardan oluşan işçi sınıfını sömürmeye başlar.
Marx’ın ortaya attığı nazariyelerden biri de “artı değer” teorisidir. Bu teorinin Özeti şöyledir:
İşçinin tükettiği malın değeri, ürettiği malın değerinden daha azdır. İşçinin ürettiği mal daha değerli olduğuna göre aradaki fark burjuvanın cebine gitmektedir. İşte bu fark işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çatışmanın sebebidir.
Answer ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
İslam’la Marksizm ve buna benzer akımlar arasında hiçbir şekilde bir yakınlık söz konusu değildir. Olamaz da. Çünkü İslam’ın kendine has, kendine özgü kuralları vardır. Bu kurallar İslam için olmazsa olmaz kurallardır. İslam’ı Marksizm ve Kapitalist bir düşünce ile görmek veya oraya götürecek şekilde düşünmek olabilecek en yanlış davranıştır.