Peygamberimizin dilinden aileİsfâm ve Türk ahlâk kültürünün en değerli örneklerinden biri olan Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâî adlı eserinde kocanın eşine karşı görevleri özetle şu şekilde sıralanmıştır:1- Erkek, karışma karşı iyilik göstermeli, haklarını gözetmelidir.
2- Gücü ölçüsünde güzel ve değerli elbiseler giydirmelidir.
3- Evin yönetimine onu da ortak etmeli, evin dahili işlerini ve hizmetçilerin yönetimini ona bırakmalıdır.
4- Kadının akraba ve ailesine saygı ve ikramda bulunmalıdır.
5- Erkek, karısıyla yetinip üzerine ev-lenmemelidir. Çünkü iki evlilik kıskançlıkve geçimsizlik doğurur. “Erkek evde tende can gibidir. İki tende bir can olmadığı gibi iki kadına da bir erkek yakışmaz”.
Her yeni doğan çocuk, aile için yeni bir sevinç ve mutluluk vesilesi olması yanında yeni görev ve sorumluluklar da getirir. İslâm ahlâkının bu konuda ebeveyne yüklediği en önemli görevleri başlıca üç noktada toplamak mümkündür:
a- Çocuğun maddî ihtiyaçlarının karşılanması. Çocukların beslenme, barınma, giyim-kuşam ve tedavi gibi maddî ihtiyaçlarının karşılanması ailenin başta gelen görevidir. Hz. Peygamber kişinin hayır yolunda harcadıkları içinde en sevaplı olanının, aile fertlerine harcadıkları olduğunu belirtmiş, başka bir hadisinde “İnsanın, bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerini sefil bırakması, kendisine günah olarak yeter!” buyurmuştur (Ebû Dâvud, Zekât, 45).
b- Çocuğa sevgi ve şefkat gösterilmesi. Hz. Peygamber’in gerek kendi çocuklarına ve torunlarına, gerekse diğer çocuklara karşı son derece şefkatli, merhametli ve sevgiyle yaklaşması, kucağına alması, öpmesi, başlarını okşaması, hatalarını bağışlaması, şakalaşması, hatta oyunlarına katılması ile ilgili pek çok hadis rivayet edilmiştir. Kendisinin çocuklara gösterdiği engin sevgi ve dostluğu yadırgayan ve on tane çocuğu bulunduğu halde hiçbirini öpmediğini belirten bir adama Peygamberimizin verdiği cevap kısa ve etkileyicidir: “Allah, senin gönlünden merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim!” (Buhârî, Edeb, 18). Modern psikoloji, ebeveynin sevgi ve şefkat gibi manevî ilgisinin maddî ilgiden daha önemli olduğunu, bu ilgiden yoksun kalan çocukların suç işleme eğilimlerinin daha güçlü olduğunu göstermiştir. Ayrıca çocuğun anne tarafından emzirilmesi maddî olduğu kadar ruh sağlığı bakımından da çok yararlı görülmekte ve böylece Kur’ân-ı Kerîm’in “Anneler çocuklarını İki tam yıl emzirsinler” (el-Bakara 2/233) buyruğunun ne kadar anlamlı olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
c- Çocukların eğitilmesi. Aile kurumuna ihtiyaç duyulmasının sebepleri açıklanırken belirtildiği gibi çocukların dinî, ilmî, ahlâkî ve meslekî eğitimleri ebeveynin en önemli ve en zor görevidir. Gerek İslâm ahlâkçıları, gerekse müslüman eğitimcilere göre büyükler çocukları eğitirken onları büyük yerine koymayıp, aksine, kendileri onların seviyesine inmeli, çocuk olduklarını daima qÖz önünde bulundurmalıdırlar. Nitekim Hz. Peygamber “Çocuğu olan, onunla ço-cuklaşsın” derken bu hususa işaret etmiştir (ibrâhîm Canan, İslâm’da Çocuk Terbiyesi, s. 96}.
Çocuklara daima uygun bir dille doğru, tutarlı ve yararlı bilgiler verilmelidir. Bu görev, ebeveynin dinî ve dünyevî konularda bilgili olmalarını gerektirir.
Çocuklar için dinî ve ahlâkî konularda örnek olacak tarzda bir hayat sergilemek de önemli bir görevdir. Gazzâl?nin Hz. Ali’ye atfettiği şu söz, kötü örnek olan ana-baba için de geçerlidir: “İki insan beni kahreder: Câhil sofu ile ahlâksız âlim. Zira câhil, sofuluğu ile, âlim de ahlâksızlığı ile insanları yanıltır”.
Çocuklara gösterilen hoşgörü, onları şımartacak kadar ölçüsüz olmamalıdır; ayrıca çocuğun şahsiyetini zayıf düşürecek, onu âsileştirecek veya arsızlaştıracak şekilde katı bir disiplin uygulamak da isabetsizdir. İslâm ahlâkçıları “te’dîb” İn asla eziyet ve işkence demek olmadığını belirtirler. Ana-baba bu konuda, İslâm tebliğinin genel metodu olan “terğîb” (özendirme) ve “terhîb” (caydırma) metodlarını birlikte uygulamalıdırlar. Müslümanlar için örnek aile reisi ve eğitimci olan Rasûlullah’ın hayatı boyunca hiçbir çocuğu dövmediğini bildiren sahih hadisler vardır.
Ana-babaya saygı, İslâm’da aile ahlâkının erı önemli kısmını oluşturur. Kur’ân ve Sünnet başta olmak üzere, bütün İslâmî kaynaklar, insanlar için, Allah’a iman ve itaatten sonra en büyük görevin ana-babaya itaat ve saygı olduğunu belirtmişlerdir. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de en güzel ifadesini şu âyette bulmuştur: “Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmeyin, ana-babanıza iyilik yapın, diye emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, kendilerine, öf! bile deme, onlara tevazu ile merhamet kanadını ger ve de ki: Rabbim! Nasıl ki onlar beni küçükken terbiye edip yetiştirdilerse, sen de onlara merhamet et” {isrâ 17/23-24)- Hz. Peygamber de bütün büyük günahların en büyüğünün Allah’a ortak koşmak ve ana-babaya kötülük etmek olduğunu belirtmiştir (Buhârî, Edeb, 6). Yine O’nun, bedduadan hoşlanmamasına rağmen, asi evlatlar için “Sürünsün!” diyerek beddua etmesi {Müslim, Birr, 8), bu günahın büyüklüğünü göstermektedir. Bu sebeple İslâm ahlâkına dair kitaplarda bu konuya özel bir önem verilmiş ve çocukların ana-babalarına karşı görevleri geniş olarak incelenmiştir.
Fıkıh ilmi açısında Aile
İslâm hukukunun ana kaynaklarından olan Kur’ân ve Sünnet’te aile hayatıyla, karı-kocanın ve çocukların karşılıklı hak ve ödevleriyle ilgili ayrıntılı birçok hüküm yer almakla birlikte, bu kaynaklarda aile, hukukî boyuttan çok sosyal ve ahlâkî açıdan ele alınmış, hukukî ilişkilerin, hak ve ödevlerin sağlıklı işleyişi için öncelikle sağlam bir dinî-ahlâkî zemin oluşturulmaya çalışılmıştır. Gerçekten de aile, toplumun çekirdeğini oluşturması, kültürel ve manevî değerlerin sonraki kuşaklara intikali, çocukların eğitimi, yetişkinlerin huzuru gibi açılardan hayati bir öneme sahiptir. Buna karşılık, aile hayatı mahremiyetlere, sübjektif ve kapalı ilişkilere dayandığından, onu dış müdahale ve hukukî düzenleme ile yönlendirme çoğu zaman mümkün olmamakta, bu sebeple de her toplum aile kurumunu koruyucu ve iyileştirici değişik çözüm yollan ve tedbirler peşinde koşmaktadır. Kur’ân ve Sünnet’in aileyi hukukî konumundan çok sosyal ve ahlâkî bir kurum olarak ele alıp fertlerin manevî ve ahlâkî yetişkinliğini, dinî ve vicdanî sorumluluklarını ön planda tutmasının bir sebebi de bu olmalıdır. Nitekim Kur’ân’da hukukî ilişkilerin karşılıklı rızaya dayalı olarak kurulması {en-Nis§ 4/29) kadınların haklarının korunması, onlara karşı verilen sözlerin yerine getirilmesi, hoşgörü ile davranılma-sı, sabır, kanaat ve İyi geçinme tavsiye edilir (en-Nisâ 4/19-21). Geçimsizliğin baş göstermesi halinde taraflara olgunluk ve itidal önerilir, alınabilecek bazı tedbirlerden söz edilir ve sonunda İki tarafın ailelerinden birer arabulucunun devreye girmesi istenir. Boşanma ise, tavsiye edilmeyen, çok sınırlı ve dikkatli başvurulması gereken bir yol olmakla birlikte, artık çekilmez hale gelmiş aile hayatını tarafların haklarını ihlâl etmeden sona erdiren makul bir çözümdür.
Hz. Peygamber de gerek kendi hanımlarıyla yaşadığı aile hayatı ile gerekse bu konudaki emir ve tavsiyeleri ile bütün müslümanlara örnek olmuş, aile hayatında karşılaştlabilen problemleri aşmada alternatif yollar göstermiş, anne-baba ve çocukların mutlu ve huzurlu bir ortamda yaşamalarını sağlamak için bir dizi önlem almıştır.
Hicri ikinci asırdan itibaren oluşmaya, üçüncü asıran itibaren de ekolleşmeye başlayan İslâm doktrini, Kur’ân ve Sünnet’in aile hayatıyla ilgili genel ilkelerini ve özel hükümlerini esas almakla birlikte, toplumun mevcut sosyo-kültürel şart ve telakkilerini de gözönünde bulundurarak evlilik birliğinin kuruluşu, aile fertlerinin karşılıklı hak ve görevleri, boşanma, nafaka, doğum ve nesep gibi konuları geniş biçimde ele almış ve böylece aile hukuku alanında zengin bir hukuk kültürü oluşmuştur.
Bu süreçte gelişen İslâm aile hukuku, klasik fıkıh kitaplarında genelde “nikâh” ve “talâk” ana başlıkları altında incelenir. “Münâkehât-müfârekât” terimleri de bu hukuk dalının daha çok osmalınca literatürdeki karşılığıdır.
İslâm hukukunda evlilik akdi, evlenecek tarafların karşılıklı rızası ile kurulan medeni bir akit hüviyetindedir. Şâfiîler başta olmak üzere bir kısım İslâm hukukçusunun evlenecek kızın velisine kızını evlendirmede tam yetki veya müşterek yetki vermeleri, evliliğin geçici arzu ve ani kararlara değil ciddi niyet ve sağlam temellere dayanmasını amaçlar. Nitekim Hanefîler’in de İçinde bulunduğu İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu evlenecek tarafların dindarlık, zenginlik, asalet gibi sosyal değerler açısından birbirine denk olmasını özellikle kız tarafının haklarını koruma açısından gerekli görürler. Evlenmenin belki de tek şekil şartı olan iki şahit de yine tarafların ve doğacak çocukların haklarını koruyucu bir tedbir mahiyetindedir. Evlenme akdi geçerlilik açısından başkaca şekil şartına ve merasime tabi tutulmamış olmakla birlikte, evliliğin insan hayatında bir dönüm noktası teşkil etmesi, aile kurumunun fert ve toplum için hayati önemi haiz olması, gayrı meşru ilişkilerin Önlenmesi zarureti gibi sebeplerle ve Hz. Peygam-ber’in tavsiye ve uygulamaları ışığında müslüman toplumlar evlenme akdine öteden beri normal bir medeni akde nisbetle çok daha ayrı bir Önem vermişler ve bu akdin din görevlilerinin yahut dinî bilgisiyle temayüz etmiş kişilerin rehberliğinde, dost ve yakınların iştiraki ile bir ibadet havası ve bayram coşkusu İçerisinde yapılmasına özen göstermişlerdir. Şüphesiz bu usul, hukuken şart olmamakla birlikte ilgili tarafların haklarını teminde ve evliliğin ömür boyu sürecek mutlu bir beraberlik vasfı kazanmasında önemli paya sahiptir. Osmanlı döneminde, evlilik akdinin mahkeme kontrolünde yapılması ve sicile kaydedilmesi çabalan da yine İslâm hukukunda hakim ilkelere uygun birtedbir olup benzeri amaçlan taşır ve öncelikle kız tarafının haklarını koruyucu bir görev üstlenir.
BENZER KONULAR:
Answers ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
İslam; aile kavramına ve bununla beraber aile kurumuna bir hayli önem vermiştir. Aile, evlenmelerine dini ve hukuki engel bulunmayan bir erkekle bir kadının kendi iradeleriyle usulüne uygun evlenme akdi yapmaları sonucu kurulur. İnsanlar beden ve ruh sağlıklarını koruyabilmeleri, din ve dünya işlerini daha kolay ve rahat yapabilmeleri için huzurlu bir ortama muhtaçtırlar. Bu ortamı ise kişi ancak ailede bulabilir.
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
İslam’da aile, bireylerin yaşamlarında ve toplumun genel yapısında merkezi bir rol oynayan temel bir kurum olarak kabul edilir. Aile yaşamının çeşitli yönleriyle ilgili açık yönergeler ve öğretilerle çok değer verilir ve büyük önem verilir. İşte İslam’da aile ile ilgili bazı önemli hususlara genel bir bakış:
Evlilik: İslam, kişinin doğal içgüdülerini yerine getirmesi, bir erkek ve bir kadın arasında yasal bir ilişki kurması ve bir aile kurması için evliliği teşvik eder. Sevgiye, karşılıklı saygıya ve arkadaşlığa dayalı kutsal bir bağ olarak kabul edilir. Her iki tarafın da rızası esastır ve evlilik sözleşmesi her eş için belirli hak ve sorumluluklar içerir.
Karı-koca İlişkisi: İslam, eşlerin birbirlerine sevgi, nezaket ve saygı ile davranmaları gerektiğini öğretir. Kuran-ı Kerim, evlilik ilişkisinde karşılıklı yardımlaşmanın, yardımlaşmanın ve uyumun önemini vurgulamaktadır: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.” Kuran 30:21). İslam, eşleri açık bir şekilde iletişim kurmaya, anlaşmazlıkları dostane bir şekilde çözmeye ve birbirlerinin duygusal, fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamaya teşvik eder.
Ebeveyn-Çocuk İlişkisi: İslam, ebeveynlerin çocuklarına karşı hak ve sorumluluklarına büyük önem verir ve bunun tersi de geçerlidir. Ebeveynlerden çocuklarının fiziksel, duygusal ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamalarının yanı sıra onları sevgi, ilgi ve rehberlikle beslemeleri beklenir. Çocuklar da, İslami öğretilerle çelişen konular dışında, ebeveynlerine saygı duymalı, onurlandırmalı ve itaat etmelidir.
Annelerin Rolü: İslam, annelerin ailedeki rolünü büyük ölçüde onurlandırır ve takdir eder. Hz.Muhammed (s.a.v.)’in “Cennet annelerin ayakları altındadır” sözü, İslam’da annelerin önemine dikkat çekmiştir. Çocukların yetiştirilmesinde ve yetiştirilmesinde annelere özel bir sorumluluk düşmektedir ve onların emek ve fedakarlıkları çok değerlidir.
Geniş Aile ve Akrabalık: İslam, geniş aile üyeleri ve akrabalarla güçlü bağlar kurulmasını teşvik eder. İslam, akrabaya karşı nezaketi, şefkati ve desteği öğretir ve aile bağlarını korumanın önemini vurgular. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir” buyurmuştur.
Miras ve Mali Yükümlülükler: İslam’ın, servetin aile üyeleri arasında adil bir şekilde dağıtılmasını sağlayan, mirasla ilgili özel kuralları vardır. Kur’an-ı Kerim, aile içindeki ilişkileri ve rollerini dikkate alarak çeşitli aile üyeleri için miras paylarını ana hatlarıyla belirtir. İslam aynı zamanda aile içinde, özellikle de ihtiyacı olanlara yönelik mali destek ve yardımı teşvik eder.
Boşanma ve Barışma: Boşanma, İslam’da caiz kabul edilirken, bütün barışma çabaları tükendikten sonra son çare olarak görülmektedir. İslam, aile birimini korumanın önemini vurgular ve evlilik çatışmalarını çözmek için arabuluculuk, danışmanlık ve bağışlamayı teşvik eder. Boşanma, başta çocuklar olmak üzere tüm aile bireylerinin iyiliği düşünülerek ihtiyatla ele alınmalıdır.
Bunlar, İslam’da aile ile ilgili temel yönlerden bazılarıdır. İslami öğretiler, sağlıklı ilişkiler geliştirmeye, aile bağlarını korumaya ve her aile üyesinin hak ve sorumluluklarını yerine getirmeye odaklanarak aile birimi içinde sevgi, ilgi, saygı ve desteği teşvik eder. Kültürel uygulamaların ve yorumların bazen İslam’ın gerçek öğretilerinden sapabileceğini belirtmek önemlidir, bu nedenle aile meselelerinde rehberlik için otantik İslami kaynaklara başvurmak önemlidir.