İslamda Aile

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Dinimizde Aile

Aile hakkında geniş bilgi

Aile hakkinda genis bilgi

Ana-baba ile çocuklar ve diğer yakın akrabadan meydana gelen sosyal bir kurumdur.

Ahlâk açısında Aile

Dar anlamda aile, ana ve baba ile varsa çocuklardan, geniş anlamda ise bunlarla birlikte baba tarafından akrabalar ve hizmetçilerden oluşan bir topluluk olup sosyal yapının en küçük ve temel unsurunu teşkil eder. Aile, evlenmelerine dini ve hukuki engel bulunmayan bir erkekle bir kadının kendi iradeleriyle usulüne uygun evlenme akdi yapmaları sonucu kurulur.

Ahlakçılar, insanların aile denilen bir kuruma ihtiyaç duymalarının başlıca sebeplerini şu şekilde göstermişlerdir:

1- İnsanın biyolojik ihtiyaçlarından biri, cinsi arzuların tatminidir. Bu ihtiyaç, İnsan­ların diğer canlılarla ortak yanlarından birini oluşturur. Ancak insanlar sadece biyolojik varlıklar olmayıp aynı zamanda sosyal ve ahlâkî değerlere sahiptirler. Bu yüzden tarih boyunca bütün toplumlarda insanlar cinsel ihtiyaçlarını bilinçli ve gayeli olarak kurdukları aile düzeni içinde karşı­lamışlardır.

2- Aile kurumunun başta gelen amaçla­rından biri de beden, zihin ve ahlâk bakı­mından sağlıklı nesiller yetiştirmek suretiy­le insan soyunun, ahlâkî ilkelere dayalı insanlık düzeninin devamına katkıda bu­lunmaktır. İslâmî literatürde “neslin deva­mı” deyimiyle ifade edilen bu amaç, diğer canlılardan farklı olarak insan denilen canlı türünde ancak kadın ve erkeğin sürekli birlikte yaşayarak, dünyaya getirdikleri çocuklarını uzun yıllar beslemeleri, koru­maları, eğitmeleri ve diğer ihtiyaçlarını gidermeleriyle mümkündür. Çünkü başka hiçbir canlı yavrusu insan yavrusu kadar uzun süre, çok çeşitli ve çok karmaşık ba­kıma muhtaç değildir. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm’de sadece çocukların emzirilme dönemi için iki yıllık bir süre belirlenmiş (el-Bakara 2/233; Lokman 31/14) ve doğumundan yetişkinlik çağına kadar ihtiyaçlarının karşı­lanması için baba ve anneye bir çok görev yüklenmiştir. Bütün bu görevlerin yerine getirilmesi aile hayatının kurulmasıyla mümkün olduğu içindir ki, Hz. Peygamber “Nikâh benim sünnetimdir. Benim sünne­time uymayan benden değildir. Evlenin. Çünkü ben, diğer ümmetler karşısında sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim” buyurmuş­tur (İbnMâce, Nikâh, 1).

3- Ailenin sosyal ve ahlâkî hayata hizmet yönünden en başta gelen değeri çocuklar için ilk ve en etkili eğitim kurumu olması­dır. Çünkü her ne kadar insanlar, diğer canlılar gibi evlenmeden de çocuk dünyaya getirebilirlerse de, çocuğun uzun süren ve oldukça zahmetli bakımının, anne tarafın­dan tek başına yerine getirilemeyecek kadar ağır olması yanında, çocuğun sadece maddî ve bedeni bakımdan değil, fakat daha da önemlisi dinî, ahlâkî, sosyal ve mesleki eğitim ve öğretime de şiddetle ihtiyacı vardır ve çocuğa gerçek anlamda insanlık hüviyeti kazandıran da bu eğitim-öğretimdir. Esasen “Ey müminler kendinizi ve aile fertlerinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz” (et-Tahrîm 66/6) mealindeki âyet, bütün müfessirlere göre aile reisini, eşi ve çocuklarının eğitiminden sorumlu kılmıştır. İslâm ahlâkçılarının daha çok “edeb” ve “te’dîb” terimleriyle İfade ettikleri bu eğitimin önemi hakkında Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: “Bir baba çocuğuna güzel ve yararlı eğitimden daha değerli bir miras bırakamaz” (et-Tirmizî, Birrı 33)- Çocuğa bu değerli mirası aileden daha iyi hiçbir kurum kazandıramaz. Çünkü çocuğun en köklü duygusal, psikolojik ve ruhi bağlarla bağlandığı, güvendiği ve sev­diği kişiler ana-babadır. Sıcak, güvenli ve duygusal bağların güçlü olduğu aile yuva­sından yoksun kalan çocukların eğitim ve öğretiminde, hatta ruh sağlığı konusunda ciddi problemlerle karşılaşıldığı bir gerçek­tir. Zira çocuğun kişilik ve ruh sağlığının oluştuğu devre aile içinde geçer; inançlar, gelenekler, iyi alışkanlıklar, saygı, sevgi ve diğertoplumsal değerler aile içinde kazanı­lır. Aileden yoksun kalıp da bu değerleri kazanamayan çocuklar topluma uyum sağlayamaz. Bütün bunlar çocukların eği­tim ve öğretimi için ailenin, başka hiçbir şeyle yeri doldurulamayacak derecede önemli olduğunu gösterir.

4- Aile, cinsel arzuların gayrı meşru yol­lardan karşılanmasını önlemesi dolayısıyla ahlâkî bir gayeye hizmet eder ve bu suretle insanların değerler dünyasının bir parçasını oluşturur. Bu bakımdan aile, kıskançlıkları, dolayısıyla çatışmaları ve sürtüşmeleri önleyerek sosyal düzenin sağlıklı işleyişine katkıda bulunur. Aile kurumu ve onun etra­fında gelişen kurallar, genel olarak kadın-erkek ilişkilerine içgüdülerin ve hayvanîli-gin üstünde değerler ve anlamlar katar. İslâm dininin bir yandan zinayı yasaklarken diğer yandan evlenmeyi teşvik etmesinin sebeplerinden biri de budur. Nitekim Hz. Peygamber evlenme çağına gelen gençlere hitaben “Gençler! Evliliğin sorumluluklarını üstlenebileceğine güvenenleriniz evlensin. Çünkü evlilik gözü ve cinsel arzuları zina­dan korur. Aksi halde (zinadan korunmak için) oruç tutunuz” buyurmuştur {Buhârî, Savm, 10).

5- İnsanlar beden ve ruh sağlıklarını ko­ruyabilmeleri, din ve dünya işlerini daha kolay ve rahat yapabilmeleri için huzurlu bir ortama muhtaçtırlar. Bunun için en iyi ortam ise aile yuvasıdır. Ailenin bu fonksi­yonu Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade edilmiş­tir: “Allah’ın âyetlerinden biri de, kendile­riyle kaynaşmanıza ve huzur bulmanız için, kendi nefislerinizden (bir kadınla bir erkek­ten) size eşler yaratmasıdır, aranızda sevgi ve merhamet sağlamasıdır” (er-Rûm 30/21). Hz. Peygamber de “Yüzüne baktığı zaman içini mutlulukla dolduran bir eş”e sahip olmayı erkek için en değerli nimetler ara­sında saymıştır (Ebû Dâvud, Zekât, 32).

6- Evlenme ve aile kurmanın önemli sos­yal faydalarından biri de evlenmek suretiyle başka ailelerle hısımlık bağları kurarak sosyal dayanışma, birlik ve barışa katkıda bulunmaktır. Nitekim tarih boyunca birbir­leriyle çatışma halinde bulunan kabileleri uzlaştırmak için bunlar arasında hısımlık bağı kurmak bir barış yolu olarak uygulan­mıştır. Ünlü bir İslâm ahlâkçısı olan Ebu’l-Hasan el-Mâverdî’nin, Edebü’d-dünyâ ve’d-din adlı değerli ahlâk kitabında yer alan bir rivayette sahabeden Muaviye şöyle demiş­tir: “Zübeyir oğulları benim can düşmanımdi; fakat bu alilenin kızı olan Remle ile evlenince onlar Allah’ın bütün yarattıkları içinde en çok sevdiğim insanlar oldular” (s. 155), Mâverdî adı geçen eserinde {s.150-151) aileler ve kabileler arasında evlilik yoluyla yakınlık kurmayı sosyal barış ve kaynaşma anlamına gelen “ülfet” için önemli bir İm­kân olarak göstermiştir. Hz. Peygamberin “Evlilik, taraflar arasında sevgi ve şefkat doğurur” anlamındaki bir hadisini zikreden Mâverdî bu sevgi ve şefkatin toplumsal açıdan kaynaştırıcı ve himaye sağlayıcı rolü üzerinde önemle durur (s. 154 vd.).

Ahlâk ve faziletin yaygınlaştığı mükem­mel ve huzurlu bir toplumu gerçekleştir­menin en başta gelen şartı olan haksorumluluk dengesi aile hayatı içinde son derece önemli ve gereklidir. Çünkü aile, sosyal yapının çekirdeğidir. Hakların gözardı edildiği, sorumsuzlukların umur­sanmadığı ailelerden maydana gelen top­lumlarda hak ve sorumluluk bilincinin canlı olması beklenemez. Bu sebepledir ki Berat kandilinde namaz kılmak için dahi eşi Hz. Ayşe’den izin isteme inceliğini gösteren Hz. Peygamber, aile fertlerine karşı sorum­lulukları ihmal etmek pahasına nafile na­maz kılmayı, oruç tutmayı vb. ibadetler yapmayı bile uygun görmemiştir. islâm ahlâkı, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi aile kurumunda da başıbozuk­luğu kabul etmez. Bu sebeple, bir insan topluluğu olması ve toplumun küçültülmüş bir modelini teşkil etmesi itibariyle, aile içinde bir düzenin hakim olması, bunun için de bir otorite sahibinin bulunması gerekir. İslâm dini yetki ve sorumluluğu belli şartlar dahilinde erkeğe vermiştir. Kur’ân-ı Ke­rîm’de bu hususa işaret eden bir âyetin meali şöyledir: “Allah’ın, insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için, erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucu-sudur. Bu yüzden iyi kadınlar saygılıdırlar; Allah’ın kendilerini korumalarına karşılık (iffet ve namusu) korurlar” (en-Nisâ 4/34).

Bu durumda, her otorite sahibine olduğu gibi aile reisine de saygılı olmak, kadının başta gelen ailevi görevidir. Hz. Peygam­ber bu görevi “Kadın kocasının hakkına riâyet etmedikçe Rabbinin hakkını (buyru­ğunu) yerine getirmiş olmaz” (İbn Mâce, Nikâh, 4); “Kocasını memnun bırakmış ola­rak ölen kadın cennete girer” (et-Tirmizî, Radâ; 10) şeklindeki ifadeleriyle vurgulamış­tır. Bununla birlikte, tamamıyle aile düze­nini yaşatmak amacıyla kocaya tanınmış olan bu statü ona, kadın üzerinde haksız bir baskı ve zorbalık kurma imkanı vermez; dolayısıyla kadının kocasına göstermesi gereken saygı da cebrî değil, ahlâkî bir saygıdır. Nitekim İslâm hukuku hak ehliyeti bakımından kadını erkekle eşit tutmuş, fiil ehliyeti bakımından da kadına, Batılı hu­kukların bir çoğunda XX. yüzyıla kadar tanınmayan bir statü tanımıştır. Öte yan­dan Kur’ân-ı Kerîm kadının geçimini sağ­lamakla kocayı yükümlü tutar (el-Bakara 2/233; en-Nisâ 4/34)1 ayrıca “kadınlarla iyi geçininiz” buyurur (en-Nisâ 4/19). Hz. Peygam-ber’in, her seviyedeki insanların sorumlu­luklarına İşaret eden ünlü bir hadisinin aileyle ilgili kısmı şöyledir: “Ailede erkek bir yöneticidir ve yönetimindekilerden sorum­ludur; kadın da kocasının evinde bir yöneti­cidir ve elinin altındakilerden sorumludur” (Buhârî, Ahkâm, 1}. Başka bir hadisteyse insan­ların en iyisinin eşlerine karşı İyi olanlar olduğu belirtilmiştir (et-Timnizî, Radâ’, 11)

 

İslam ve aile
Peygamberimizin dilinden aile
İsfâm ve Türk ahlâk kültürünün en değer­li örneklerinden biri olan Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâî adlı eserinde koca­nın eşine karşı görevleri özetle şu şekilde sıralanmıştır:1- Erkek, karışma karşı iyilik göstermeli, haklarını gözetmelidir.

2- Gücü ölçüsünde güzel ve değerli elbi­seler giydirmelidir.

3- Evin yönetimine onu da ortak etmeli, evin dahili işlerini ve hizmetçilerin yöneti­mini ona bırakmalıdır.

4- Kadının akraba ve ailesine saygı ve ik­ramda bulunmalıdır.

5- Erkek, karısıyla yetinip üzerine ev-lenmemelidir. Çünkü iki evlilik kıskançlıkve geçimsizlik doğurur. “Erkek evde tende can gibidir. İki tende bir can olmadığı gibi iki kadına da bir erkek yakışmaz”.

Her yeni doğan çocuk, aile için yeni bir sevinç ve mutluluk vesilesi olması yanında yeni görev ve sorumluluklar da getirir. İslâm ahlâkının bu konuda ebeveyne yük­lediği en önemli görevleri başlıca üç nokta­da toplamak mümkündür:

a- Çocuğun maddî ihtiyaçlarının karşılanması. Çocukların beslenme, barınma, giyim-kuşam ve tedavi gibi maddî ihtiyaç­larının karşılanması ailenin başta gelen görevidir. Hz. Peygamber kişinin hayır yolunda harcadıkları içinde en sevaplı ola­nının, aile fertlerine harcadıkları olduğunu belirtmiş, başka bir hadisinde “İnsanın, bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerini sefil bırakması, kendisine günah olarak yeter!” buyurmuştur (Ebû Dâvud, Zekât, 45).

b- Çocuğa sevgi ve şefkat gösterilmesi. Hz. Peygamber’in gerek kendi çocuklarına ve torunlarına, gerekse diğer çocuklara karşı son derece şefkatli, merhametli ve sevgiyle yaklaşması, kucağına alması, öp­mesi, başlarını okşaması, hatalarını bağış­laması, şakalaşması, hatta oyunlarına ka­tılması ile ilgili pek çok hadis rivayet edil­miştir. Kendisinin çocuklara gösterdiği engin sevgi ve dostluğu yadırgayan ve on tane çocuğu bulunduğu halde hiçbirini öpmediğini belirten bir adama Peygambe­rimizin verdiği cevap kısa ve etkileyicidir: “Allah, senin gönlünden merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim!” (Buhârî, Edeb, 18). Modern psikoloji, ebeveynin sevgi ve şefkat gibi manevî ilgisinin maddî ilgiden daha önemli olduğunu, bu ilgiden yoksun kalan çocukların suç işleme eğilimlerinin daha güçlü olduğunu göstermiştir. Ayrıca çocuğun anne tarafından emzirilmesi maddî olduğu kadar ruh sağlığı bakımın­dan da çok yararlı görülmekte ve böylece Kur’ân-ı Kerîm’in “Anneler çocuklarını İki tam yıl emzirsinler” (el-Bakara 2/233) buyru­ğunun ne kadar anlamlı olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

c- Çocukların eğitilmesi. Aile kurumuna ihtiyaç duyulmasının sebepleri açıklanırken belirtildiği gibi çocukların dinî, ilmî, ahlâkî ve meslekî eğitimleri ebeveynin en önemli ve en zor görevidir. Gerek İslâm ahlâkçıları, gerekse müslüman eğitimcilere göre bü­yükler çocukları eğitirken onları büyük yerine koymayıp, aksine, kendileri onların seviyesine inmeli, çocuk olduklarını daima qÖz önünde bulundurmalıdırlar. Nitekim Hz. Peygamber “Çocuğu olan, onunla ço-cuklaşsın” derken bu hususa işaret etmiştir (ibrâhîm Canan, İslâm’da Çocuk Terbiyesi, s. 96}.

Çocuklara daima uygun bir dille doğru, tutarlı ve yararlı bilgiler verilmelidir. Bu görev, ebeveynin dinî ve dünyevî konular­da bilgili olmalarını gerektirir.

Çocuklar için dinî ve ahlâkî konularda ör­nek olacak tarzda bir hayat sergilemek de önemli bir görevdir. Gazzâl?nin Hz. Ali’ye atfettiği şu söz, kötü örnek olan ana-baba için de geçerlidir: “İki insan beni kahreder: Câhil sofu ile ahlâksız âlim. Zira câhil, sofu­luğu ile, âlim de ahlâksızlığı ile insanları yanıltır”.

Çocuklara gösterilen hoşgörü, onları şı­martacak kadar ölçüsüz olmamalıdır; ayrı­ca çocuğun şahsiyetini zayıf düşürecek, onu âsileştirecek veya arsızlaştıracak şekil­de katı bir disiplin uygulamak da isabetsiz­dir. İslâm ahlâkçıları “te’dîb” İn asla eziyet ve işkence demek olmadığını belirtirler. Ana-baba bu konuda, İslâm tebliğinin ge­nel metodu olan “terğîb” (özendirme) ve “terhîb” (caydırma) metodlarını birlikte uygulamalıdırlar. Müslümanlar için örnek aile reisi ve eğitimci olan Rasûlullah’ın hayatı boyunca hiçbir çocuğu dövmediğini bildiren sahih hadisler vardır.

Ana-babaya saygı, İslâm’da aile ahlâkının erı önemli kısmını oluşturur. Kur’ân ve Sünnet başta olmak üzere, bütün İslâmî kaynaklar, insanlar için, Allah’a iman ve itaatten sonra en büyük görevin ana-babaya itaat ve saygı olduğunu belirtmiş­lerdir. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de en güzel ifadesini şu âyette bulmuştur: “Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmeyin, ana-babanıza iyilik yapın, diye emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaş­lanırlarsa, kendilerine, öf! bile deme, onla­ra tevazu ile merhamet kanadını ger ve de ki: Rabbim! Nasıl ki onlar beni küçükken terbiye edip yetiştirdilerse, sen de onlara merhamet et” {isrâ 17/23-24)- Hz. Peygamber de bütün büyük günahların en büyüğünün Allah’a ortak koşmak ve ana-babaya kötü­lük etmek olduğunu belirtmiştir (Buhârî, Edeb, 6). Yine O’nun, bedduadan hoşlan­mamasına rağmen, asi evlatlar için “Sürün­sün!” diyerek beddua etmesi {Müslim, Birr, 8), bu günahın büyüklüğünü göstermektedir. Bu sebeple İslâm ahlâkına dair kitaplarda bu konuya özel bir önem verilmiş ve çocuk­ların ana-babalarına karşı görevleri geniş olarak incelenmiştir.

Fıkıh ilmi açısında Aile

İslâm hukukunun ana kaynaklarından olan Kur’ân ve Sünnet’te aile hayatıyla, karı-kocanın ve çocukların karşılıklı hak ve ödevleriyle ilgili ayrıntılı birçok hüküm yer almakla birlikte, bu kaynaklarda aile, hu­kukî boyuttan çok sosyal ve ahlâkî açıdan ele alınmış, hukukî ilişkilerin, hak ve ödev­lerin sağlıklı işleyişi için öncelikle sağlam bir dinî-ahlâkî zemin oluşturulmaya çalı­şılmıştır. Gerçekten de aile, toplumun çe­kirdeğini oluşturması, kültürel ve manevî değerlerin sonraki kuşaklara intikali, çocukların eğitimi, yetişkinlerin huzuru gibi açılardan hayati bir öneme sahiptir. Buna karşılık, aile hayatı mahremiyetlere, sübjektif ve kapalı ilişkilere dayandığından, onu dış müdahale ve hukukî düzenleme ile yönlendirme çoğu zaman mümkün olma­makta, bu sebeple de her toplum aile ku­rumunu koruyucu ve iyileştirici değişik çözüm yollan ve tedbirler peşinde koşmak­tadır. Kur’ân ve Sünnet’in aileyi hukukî konumundan çok sosyal ve ahlâkî bir ku­rum olarak ele alıp fertlerin manevî ve ahlâkî yetişkinliğini, dinî ve vicdanî sorum­luluklarını ön planda tutmasının bir sebebi de bu olmalıdır. Nitekim Kur’ân’da hukukî ilişkilerin karşılıklı rızaya dayalı olarak ku­rulması {en-Nis§ 4/29) kadınların haklarının korunması, onlara karşı verilen sözlerin yerine getirilmesi, hoşgörü ile davranılma-sı, sabır, kanaat ve İyi geçinme tavsiye edilir (en-Nisâ 4/19-21). Geçimsizliğin baş göstermesi halinde taraflara olgunluk ve itidal önerilir, alınabilecek bazı tedbirler­den söz edilir ve sonunda İki tarafın ailele­rinden birer arabulucunun devreye girmesi istenir. Boşanma ise, tavsiye edilmeyen, çok sınırlı ve dikkatli başvurulması gereken bir yol olmakla birlikte, artık çekilmez hale gelmiş aile hayatını tarafların haklarını ihlâl etmeden sona erdiren makul bir çözüm­dür.

Hz. Peygamber de gerek kendi hanımlarıyla yaşadığı aile hayatı ile gerekse bu konudaki emir ve tavsiyeleri ile bütün müslümanlara örnek olmuş, aile hayatında karşılaştlabilen problemleri aşmada alter­natif yollar göstermiş, anne-baba ve ço­cukların mutlu ve huzurlu bir ortamda yaşamalarını sağlamak için bir dizi önlem almıştır.

Hicri ikinci asırdan itibaren oluşmaya, üçüncü asıran itibaren de ekolleşmeye başlayan İslâm doktrini, Kur’ân ve Sün­net’in aile hayatıyla ilgili genel ilkelerini ve özel hükümlerini esas almakla birlikte, toplumun mevcut sosyo-kültürel şart ve telakkilerini de gözönünde bulundurarak evlilik birliğinin kuruluşu, aile fertlerinin karşılıklı hak ve görevleri, boşanma, nafa­ka, doğum ve nesep gibi konuları geniş biçimde ele almış ve böylece aile hukuku alanında zengin bir hukuk kültürü oluşmuş­tur.

Bu süreçte gelişen İslâm aile hukuku, kla­sik fıkıh kitaplarında genelde “nikâh” ve “talâk” ana başlıkları altında incelenir. “Münâkehât-müfârekât” terimleri de bu hukuk dalının daha çok osmalınca litera­türdeki karşılığıdır.

İslâm hukukunda evlilik akdi, evlenecek tarafların karşılıklı rızası ile kurulan medeni bir akit hüviyetindedir. Şâfiîler başta olmak üzere bir kısım İslâm hukukçusunun evle­necek kızın velisine kızını evlendirmede tam yetki veya müşterek yetki vermeleri, evliliğin geçici arzu ve ani kararlara değil ciddi niyet ve sağlam temellere dayanma­sını amaçlar. Nitekim Hanefîler’in de İçinde bulunduğu İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu evlenecek tarafların dindarlık, zenginlik, asalet gibi sosyal değerler açı­sından birbirine denk olmasını özellikle kız tarafının haklarını koruma açısından gerek­li görürler. Evlenmenin belki de tek şekil şartı olan iki şahit de yine tarafların ve doğacak çocukların haklarını koruyucu bir tedbir mahiyetindedir. Evlen­me akdi geçerlilik açısından başkaca şekil şartına ve merasime tabi tutulmamış ol­makla birlikte, evliliğin insan hayatında bir dönüm noktası teşkil etmesi, aile kurumu­nun fert ve toplum için hayati önemi haiz olması, gayrı meşru ilişkilerin Önlenmesi zarureti gibi sebeplerle ve Hz. Peygam-ber’in tavsiye ve uygulamaları ışığında müslüman toplumlar evlenme akdine öte­den beri normal bir medeni akde nisbetle çok daha ayrı bir Önem vermişler ve bu akdin din görevlilerinin yahut dinî bilgisiyle temayüz etmiş kişilerin rehberliğinde, dost ve yakınların iştiraki ile bir ibadet havası ve bayram coşkusu İçerisinde yapılmasına özen göstermişlerdir. Şüphesiz bu usul, hukuken şart olmamakla birlikte ilgili taraf­ların haklarını teminde ve evliliğin ömür boyu sürecek mutlu bir beraberlik vasfı kazanmasında önemli paya sahiptir. Os­manlı döneminde, evlilik akdinin mahkeme kontrolünde yapılması ve sicile kaydedil­mesi çabalan da yine İslâm hukukunda hakim ilkelere uygun birtedbir olup benze­ri amaçlan taşır ve öncelikle kız tarafının haklarını koruyucu bir görev üstlenir.

BENZER KONULAR:

Answers ( 1 )

    0
    2022-03-12T09:32:29+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    İslam; aile kavramına ve bununla beraber aile kurumuna bir hayli önem vermiştir. Aile, evlenmelerine dini ve hukuki engel bulunmayan bir erkekle bir kadının kendi iradeleriyle usulüne uygun evlenme akdi yapmaları sonucu kurulur. İnsanlar beden ve ruh sağlıklarını ko­ruyabilmeleri, din ve dünya işlerini daha kolay ve rahat yapabilmeleri için huzurlu bir ortama muhtaçtırlar. Bu ortamı ise kişi ancak ailede bulabilir.

  1. komutan
    0
    2023-06-05T16:28:14+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    İslam’da aile, bireylerin yaşamlarında ve toplumun genel yapısında merkezi bir rol oynayan temel bir kurum olarak kabul edilir. Aile yaşamının çeşitli yönleriyle ilgili açık yönergeler ve öğretilerle çok değer verilir ve büyük önem verilir. İşte İslam’da aile ile ilgili bazı önemli hususlara genel bir bakış:

    Evlilik: İslam, kişinin doğal içgüdülerini yerine getirmesi, bir erkek ve bir kadın arasında yasal bir ilişki kurması ve bir aile kurması için evliliği teşvik eder. Sevgiye, karşılıklı saygıya ve arkadaşlığa dayalı kutsal bir bağ olarak kabul edilir. Her iki tarafın da rızası esastır ve evlilik sözleşmesi her eş için belirli hak ve sorumluluklar içerir.

    Karı-koca İlişkisi: İslam, eşlerin birbirlerine sevgi, nezaket ve saygı ile davranmaları gerektiğini öğretir. Kuran-ı Kerim, evlilik ilişkisinde karşılıklı yardımlaşmanın, yardımlaşmanın ve uyumun önemini vurgulamaktadır: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.” Kuran 30:21). İslam, eşleri açık bir şekilde iletişim kurmaya, anlaşmazlıkları dostane bir şekilde çözmeye ve birbirlerinin duygusal, fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamaya teşvik eder.

    Ebeveyn-Çocuk İlişkisi: İslam, ebeveynlerin çocuklarına karşı hak ve sorumluluklarına büyük önem verir ve bunun tersi de geçerlidir. Ebeveynlerden çocuklarının fiziksel, duygusal ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamalarının yanı sıra onları sevgi, ilgi ve rehberlikle beslemeleri beklenir. Çocuklar da, İslami öğretilerle çelişen konular dışında, ebeveynlerine saygı duymalı, onurlandırmalı ve itaat etmelidir.

    Annelerin Rolü: İslam, annelerin ailedeki rolünü büyük ölçüde onurlandırır ve takdir eder. Hz.Muhammed (s.a.v.)’in “Cennet annelerin ayakları altındadır” sözü, İslam’da annelerin önemine dikkat çekmiştir. Çocukların yetiştirilmesinde ve yetiştirilmesinde annelere özel bir sorumluluk düşmektedir ve onların emek ve fedakarlıkları çok değerlidir.

    Geniş Aile ve Akrabalık: İslam, geniş aile üyeleri ve akrabalarla güçlü bağlar kurulmasını teşvik eder. İslam, akrabaya karşı nezaketi, şefkati ve desteği öğretir ve aile bağlarını korumanın önemini vurgular. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir” buyurmuştur.

    Miras ve Mali Yükümlülükler: İslam’ın, servetin aile üyeleri arasında adil bir şekilde dağıtılmasını sağlayan, mirasla ilgili özel kuralları vardır. Kur’an-ı Kerim, aile içindeki ilişkileri ve rollerini dikkate alarak çeşitli aile üyeleri için miras paylarını ana hatlarıyla belirtir. İslam aynı zamanda aile içinde, özellikle de ihtiyacı olanlara yönelik mali destek ve yardımı teşvik eder.

    Boşanma ve Barışma: Boşanma, İslam’da caiz kabul edilirken, bütün barışma çabaları tükendikten sonra son çare olarak görülmektedir. İslam, aile birimini korumanın önemini vurgular ve evlilik çatışmalarını çözmek için arabuluculuk, danışmanlık ve bağışlamayı teşvik eder. Boşanma, başta çocuklar olmak üzere tüm aile bireylerinin iyiliği düşünülerek ihtiyatla ele alınmalıdır.

    Bunlar, İslam’da aile ile ilgili temel yönlerden bazılarıdır. İslami öğretiler, sağlıklı ilişkiler geliştirmeye, aile bağlarını korumaya ve her aile üyesinin hak ve sorumluluklarını yerine getirmeye odaklanarak aile birimi içinde sevgi, ilgi, saygı ve desteği teşvik eder. Kültürel uygulamaların ve yorumların bazen İslam’ın gerçek öğretilerinden sapabileceğini belirtmek önemlidir, bu nedenle aile meselelerinde rehberlik için otantik İslami kaynaklara başvurmak önemlidir.

    En iyi cevap

Cevapla