Paylaş
İslamda barış nedir? İslam’ın barışa verdiği önem
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
BARIŞ
islam’ın barışa verdiği değeri ve önemi açıklayan ayetler ve hadisler
İslâm’ın temel amaçlarından biri, yeryüzünde barışı ve huzuru hakim kılmaktır. Bu nedenledir ki, İslâm hukukunda “Asıl olan barıştır” ilkesi benimsenmiştir. Bu baglamda Kur’an’da yer alan “Artik onlar sizi bırakıp cekilir de sizinle savaşmazlar ve barış teklif ederlerse Allah onlara saldır. manıza izin vermez” “Biz Israilogulları’na bildirdik ki, bir cana kıyma ya da yer yüzünde fesad çıkarma dışında, kim bir insan öldürürse bütün insan lan öldürmüş gibidir; kim de bir hayat kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur” Allah din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınız- dan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davran manin yasaklamaz“, “Ey iman edenler! Toptan barışa girin” mealin deki ayetler toplumsal ilişkilerde barışın esas alındığını göstermektedir. Keza Kur’ân son ilahi mesajın insanlığa duyurulmasını sağlayan en uygun aracın barış olduğunu bildirir: “İyilikle kötülük bir değildir. Sen kötülüğü en güzel yolla sav. O zaman bir de bakarsın ki, seninle arasında husumet olan kişi adeta gerçek bir dost oluvermiş”
Hz. Peygamber’in (sas) esas itibariyle Kur’an’ın ortaya koyduğu bu çerçeve içerisinde hareket ettiği görülmektedir. Mekke’de iken Müslümanların kendilerine reva görülen baskılara karşı barışçıl olmayan yollara müracaat etmelerine kesinlikle müsaade etmeyen Hz. Peygamber’in, Medine’ye ilk vardığında da öncelikli amacı barışı temin etmek oldu. O Medine’de kendisini siyasi ve sosyal bakımdan parçalanmış, oldukça sorunlu ve karmaşık bir ortamın içerisinde buldu. Her şeye rağmen, bu şartlarda Hz. Peygamber’in hicreti hem kendisi hem de Medineliler için gerçek manada bir şanstı. Çünkü Medineliler, içlerine herhangi bir insani değil, temel vazifelerinden biri, haksız çatışmaların ve zulümlerin ifsat ettiği yeryüzünde, hasım insanlar/topluluklar arasını ıslah etmek ve barışı hakim kilmak olan bir önderi kabul etmiş bulunuyorlardı. Diğer taraf tan, Hz. Peygamber de tam da barışa muhtaç ve üstelik kısa süre önce yaşanan Buas savaşında, hayatta kalsalardı kendisine şiddetle muhalefet etmeleri muhtemel çok sayıda ileri gelenini yitirmiş Medine’de ciddi bir siyasi rakiple karşılaşmaksızın, siyasi otoriteyi ele geçirme imkanına kavuşmuş durumdaydı.
Hz. Peygamber (sas). Medine’de mevcut şartlar içerisinde barışı yerleştirmek için merkezden çevreye doğru genişleyen ve birbirini tamamlayan üç temel icraati gerçekleştirdi. Bunlardan ilki, Medineli Müslümanlar (ensar) ile Mekkeli muhacirler arasındaki ‘muahat (kardeşlestirme) uygulaması idi. 0, bununla, bir taraftan muhacirlerin göçten kaynaklanan sıkıntılarını hafifletirken, diğer taraftan asabiyet ruhunun parçaladığı ve kan davaları yüzünden aralarındaki nefretin derinleştiği müşrik kabile lere, Islam dininin farklı kabilelerden insanları, kan bağını aşarak Allah’a iman ve temel ahlaki değerler etrafında nasıl birleştirdiğini ve araların da nasıl bir ‘ülfet’ (kaynaşma) meydana getirdigini göstermekteydi. Muahat uygulaması, Medine’de Müslüman potansiyelini, kaynaşmış bir kitleye dönüştürdükçe, tabii olarak Hz. Peygamber’in siyasi konumunu da güçlendirmekteydi.
Hz. Peygamber’in güçlenen bu konumuyla Medine’de barışın sağlan ması için attığı ikinci adım, bütün gruplar arasında çatışma yerine barış içerisinde yaşamayı mümkün kılacak bir bir arada yaşama modeli’nin oluşmasına öncülük etmesidir. Bu modelin esaslarını muhtevi belge, kla sik kaynaklarda ‘Kitap’ olarak zikredilir, buna mukabil Türkçeye Medine Anayasası, Medine Sözleşmesi, Medine Vesikası, Saldırmazlık Antlaşması gibi farklı şekillerde aktarılmıştır. Adı her ne olursa olsun, bu belge, her şeyden önce kamuyla ilgili son derece ciddi bir düzenlemede Hz. Peygamber’in bir siyasi önder olarak sahip olduğu vizyonu ve bu vizyonun Kur’ani muhtevayla bilhassa ahlak nokta-i nazarından ne derecede örtüştüğünü anlama fırsatını sağladığı için önemlidir. Sözleşmenin hazırlanması saf hasinda bütün grupların iştirakinin sağlanması, kendileriyle istişare edilmesi, grupların tek tek adları sayılmak suretiyle sosyal varlıklarının kabul edilmesi; Hz. Peygamber’in siyasi anlayışı hakkında önemli ipuçları vermektedir.
Hz. Peygamber’in bundan sonra üçüncü adım olarak, Medine’yi çevre leyen ve henüz Müslüman olmamış kabileler arasında barışı hakim kalmak için harekete geçmiş ve bu maksatla Damraoğullar, Gifarogullan, Cuheyneogulları, Mudlicogulları, Adiyoğulları gibi kabilelerle antlaşmalar yap mıştır. Bu antlaşmalara dair metinler gözden geçirildiğinde, bunlarda can ve mal emniyetinin sağlanması yanında, her türlü haksızlığa ve zulme birlikte karşı konulacaginin ve yapılan antlaşmalara sadık kalınacağının bölünmüy, önde gelen vahsiyetleri oldurulmas veya yaralanmıylardı. Allah onların Müslüman olmalarıyla elçisine lütufta bulunmus oldu”. Buhari, “Menakabu’l-ensar taahhüt alma alınmış olduğu görülmektedir. Antlaşmaları yapılmasında Hz. Peygamber’in Kureys’e karşı müttefik bir cephe oluşturma stratejisi nin rolu olduğu şüphesizdir. Bununla birlikte, metinlerdeki ahlaki vurgu. lan ve Hz. Peygamber’in bu süreçte hasım kabileleri barıştırmak için har cadığı çabaları göz önünde bulundurursak, söz konusu antlaşmaların yapılmasında onun yeryüzünde ifsat yerine islahı gerçekleştirme” seklin- deki ahlaki sorumluluğunun da bir o kadar etkili olduğunu düşünmemiz pekala mümkündür.
Hz. Peygamber Mekke döneminden beri Islam dininin yayılması için barış ortamının daha uygun oldugunu gayet iyi biliyordu. Mekke’de hep baskılardan uzak boyle bir ortamın arayışı içinde oldu. Medine’ye geldiginde de ilk icraatlarından biri, buraya kadar verdiğimiz bilgilerden de anlaşılacağı üzere, barış ortamının tesisi idi. Aslında o, hicret sonrasında vuku bulan Bedir, Uhud ve Hendek gibi üç büyük savaşa rağmen, kendisini ve muhacirleri öz yurtlarından süren Kureyş’e bile zeytin dalı uzatmak tan kaçınmamıştır: Hudeybiye Antlaşması öncesinde Mekke’de meydana gelen kitlık üzerine buradaki fakirlere dağıtılmak üzere 500 dinar gon dermesi, ticari abluka nedeniyle Mekkelilerin ellerinde kalan ve çürümek üzere olan derilerilerini tahıl ile takas teklifinde bulunması, Kureyş’in o günkü lideri Ebu Sufyan’ın Habeşistan muhacirlerinden olan kızı Ümmü Habibe ile nikahlanması daha da önemlisi, 6/628 yılında tamamen barışçıl niyetlerle 1000’in üzerinde arkadaşım yanına alarak umre yapmak amacıyla silahsız olarak Mekke’ye hareket etmesi, bu arayış istika metinde attiğı adımlardi.
Hz. Peygamber ve arkadaşları hicri 6. yılda Kabe’yi tavaf edemediler, ama asıl hedeflerini teşkil eden barışın kapısını aralamaya muvaffak ol dular Mekkelilerle yapılan Hudeybiye Antlaşması sayesinde, bir taraftan onlara kendi varlıklarını kabul ettirirlerken, diğer taraftan her iki tarafta üst üste savaşların oluşturduğu husumet tortularını törpüleme imkanına kavuştular. Bir diger ifadeyle bu zamana kadar Arap yarımadasında Hz. Peygamber’e karşı en sert ve sürekli mücadeleyi veren Kureyş. Hudeybiye Antlaşması’yla başlayan süreçte çözülmeye başladı. Bunun en çarpıcı ör- neği, Kureys’in onde gelen isimlerinden Halid b. Velid, Amr b. el-As ve Os- man b. Talha’nın Müslüman oluşlarıdır. Aslında onlar Hudeybiye’den daha önce savaş meydanlarında, bulunduklari cephenin yanlışlığını kısmen de olsa idrak etmeye başlamışlardır. Ne var ki, savaş ortamının oluşturduğu husumet duyguları, bu idraki kemale erdirme firsatı vermemekteydi. İşte Hudeybiye Antlaşması’nın sağladığı barış ortamı, kendi konumlarını bir kez daha serinkanlılıkla gözden geçirme firsatı saglamış ve sonunda ken di yerlerinin Hz. Peygamber’in yani olduguna karar vererek Medine’ye hicret etmişlerdir. Onları başkaları takip etmiştir. Zuhri’nin belirttigi ne göre, Hudeybiye sonrasında Islam dini, o zamana kadar yayıldığından daha geniş bir alana yayılma imkanı bulmuştur. Hatta, Kureys’in lide ri Eba Sufyan’ın bile Hz. Peygamber ordusuyla Mekke’ye girmeden önce gelip Müslüman olmasi Hudeybiye Antlaşması sonrasında Kureys’teki çözülmeyi göstermesi bakımindan dikkate değerdir. Aslına bakılırsa, yag manın bir yaşam biçimi olduğu, kan davalarında cana can alma yerine tazminat (fidye) kabul edenlerin yerildiği ve çölde yalnız dolaşan birinin oldürülmesinin suç teşkil etmedigilisi bir coğrafyada, Hz. Peygamber’in kabilelerle yaptığı antlaşmaların barış açısından taşıdığı ahlaki değer ve önem zaten ortada ve de izahtan varestedir.
Hz Peygamber başka din mensuplarıyla bir arada ve barış içerisinde yaşama iradesini gösteren başka örnekler de vardır. Necran Hıristiyanları, Yemen ve Yemâme’deki yahudi ve Mecusî toplulukları, Hayber Yahudileri Tebük seferi esnasında bölgedeki gayri müslim topluluklarla yapılan antlaşmalar bu iradenin birer tezahürü olarak tarih kaynaklarına yansımış bulunmaktadır.
Kur’an’da ve Hz Peygamber’in hayatında insanlar arasında barışın yaygınlaşması için selamlaşmaya da ayrı bir önem verilmiştir. Kur’an’da Allah’ın isimlerinden birinin “esenlik kaynağı” anlamında “selâm” olduğu bilinmektedir. Yine Hz. Peygamber’in namazlardan sonra “Allahumme ente’s-selam ve minke’s-selam” (Ey Allahım! Sen esenlik verensin, esenlik sendendir) dediği de bilinmektedir. Bunun dışında o Müslümanlar arasında selamı yayginlaştırmanın güveni ve karstlikh sevgiyi artıracagi ni ifade etmiş, l ayırım yapmadan her müslümana selam vermenin ve verilen selamı almanın bir görev oldugunu vurgulamıştır. Kuşeyri, AIlah’ın “selam” isminden kulun alacağı payın, selim bir kalpe sahip bulunmak olduğunu, böyle bir kalbin içinde başkalarına karşı kin, kötü niyet ve hasedin barınamayacağını, dolayısıyla da hep iyi niyetlerin taşınacağını söyler.
Bireysel ve toplumsal hayatta barışın egemen ve kalıcı olmasında rolü olan birden fazla faktörden söz edilebilir.
İslam medeniyeti tarihi
Answer ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
İslam; genel anlamda barış, esenlik, huzur dinidir. İslam; yeryüzüne barışı, kardeşliği getirmiştir. Biz Müslümanlar olarak; karşımızdaki insanlar bizimle savaşmazlar ve barışı isterlerse onlarla savaşmayız. Ve aynı zamanda barış yoluna gideriz. Ki zaten Rasulullah (sav)’in uygulamış olduğu yöntemlere bakar isek; henüz daha yeni bir şekilde Mekke’den Medine’ye hicret edildikten sonra Mekkeli Müslümanlar ile yani muhacirler ile; Medineli müslümanları yani ensarı birbirleri arasında kardeş tain etmiştir.