Paylaş
İslamda kehanet nedir
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Dini kavram olarak kehanet ne demek kısaca
Kehanet ne demek kısaca anlamı
Kahin kimdir kime kahin denir?
Kehanet, arapçada gayptan haber verme anlamına gelir. “Tekhin” ve “tekehhün” mastarları da bu anlamda kullanılır. Bu işi yapan kişilere ise “kâhin” denir. Cahiliye Arapları derin bir araştırmaya dayanan bilgilere sahip olan kişilere de kâhin derlerdi. Zaman zaman müneccim (astronom) ve tabiplere kâhin denmesi bundandır. Çoğulu kühhan ve kehenedir. Türkçede kâhin karşılığında çoğunlukla falcı ve bakıcı kelimeleri kullanılagelmiştir. kâhin, Yahudiliğin eski çağlarında dinî bir unvanı belirten bir terim olarak kullanılıyordu.
Bazı tarihçiler kehanetin, “ırafet”, “ilm-i nücûm”, “fal” ve “hattu’r-remil”i de içine alan genel bir terim olduğu kanaatindedir. Bununla beraber bu terimlerin birbirinden bağımsız anlamlara sahip olduğunu söyleyenler de vardır. Bu sonunculara göre kâhin, istikbalde meydana gelecek İşleri bildiğini iddia eden, gizli ve görünmeyen alemden haberdar olduğunu söyleyen kişilere denir. Rağıb el-lsfehânî ise bu terimterin yerini değiştirerek “geleceğe ilişkin olaylardan haber verene arrâf, geçmişte meydana gelen ve insanlara gizli kalan haberleri bildiren kişilere de kâhin denir” demiştir.
Kehanetin “ırâfet”, “tıyera” gibi terimlerle eşanlamlı olduğu da iddia edilmiştir. Hadislerde bu terimlerin atıf yoluyla ayrı ayrı zikredildiği dikkate alınınca bu görüşün isabetli olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. kâhinlerin, sanatlarını, nereden yararlanarak icra ettikleri konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür.
Fahreddin er-Râzi kehanetin İki kaynağını şöyle açıklar:
1- Bazı insanlar fıtrat ve yapılan icabı bu işi yapmaya yeteneklidir. Bu, sonradan elde edilen (müktesep) bir kabiliyet olmayıp fıtrîdir.
2- Bu sanat cinlerden huddâm (hizmetçiler) kullanmak ve yıldızlardan faydalanmak (davet-i kevakib) suretiyle de icra edilir. Bu şekil, kesbidir. Birincisi ırafet ilmi içindedir, İkincisi ise kehanet olup dinimizce haram kılınmıştır. İslâm bilginlerinin büyük bir kısmı, kehaneti üç neviye ayırarak incelerler:
1- Cinlerden bir dost edinerek onun vasıtasıyla gaybtan haber verme biçiminde gerçekleştirilen kehanet. Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde bu nevi kehanetin vukuuna dair işaretler vardır (e!-Hicr 15/18; es-Sâffât 37/10; Buhârî, Bed’u’l halk, 6,11; Tıb, z,5; Teftir, 10; Müslim, Şeiâ™, 35,122,123). (slâm bilginlerinin çoğunluğuna göre kehanetin bu nevi Peygamberimizin nübüvveti ile son bulmuştur.
2- İnsan tabiatında bulunan bir yetene-gın harekete geçirilmesi sonucu kazanılan bır sanat anlamında kehanet, Mes’udî, Hattabî, İbn Haldun gibi İslâm bilginlerinin paylaştığı bu görüşe göre nübüvvet gibi kehanet de insanî nefsin (psikolojik muhtevanın) tabii özelliklerindendir. Ancak peygamberlerde doğrudan ve kamil manada maddi kayıtlardan sıyrılma yeteneğine sahip bulunan nefis, diğer insanlarda bu fonksiyonu kısmî biçimde ve yabancı unsurlardan yardım alarak icra edebilmektedir. O yüzden bu yetenek, sahibini doğrudan gaybî bilgilere ulaştıramaz. Nefis bu durumda, (bakıcıların yaptığı gibi) şeffaf cisimlere bakmak, (falcıların yaptığı gibi) hayvanların ciğer ve kemiklerine bakmak ve seçili kelimeler kullanmak gibi bazı cüz’î vasıtalara tutunma ihtiyacını hisseder. O, bunların yardımı ile tahayyülünü tamamlar ve böylece kalbe doğanlar dilden dökülmeye başlar. Bu sözler bazan isabetli, bazan de İsabetsiz olabilir. Çünkü bu nefiste tam bir arınma olmamakta ve eksiklerini kendine yabancı vasıtalarla tamamlamaktadır.
3- Putlardan kendilerine gizli sesler fısıldandığını iddia edenlerin kehaneti. Cahiliye inancına göre putların içinde ruhlar (cinler) bulunmaktadır. Bu ruhlar, kâhinlere semada olup bitenleri haber verir. Araplar bu sese “hatif” adı veriyorlar, kâhinleri putların dilinden anlayan kişiler olarak kabul ediyorlardı. Aslında gizli ses etrafında geliştirilen hikayeler, Hz. Musa döneminden beri İsrailoğulları arasında nesiller boyu anlatılagelmiştir. İslâmiyetin doğuşu sırasında da Araplar arasında hatif inancı çok yaygın bir durumdaydı. Bir çok kişi, bu tür seslerle Hz. Muhammed’in peygamber olarak geleceği bilgisinin kendi kulaklarına fısıldandığını söylemiştir.
Araplar arasında bir çok kâhin ve kâhine ün salmıştı. Bunlardan en eskisi Şık ve Satîh’tı. Efsaneye göre Şık ortadan bölünmüş yarım insan şeklindeydi. Yalnız bir eli, bir gözü ve bir ayağı vardı. Satîh ise kumaş gibi dürülen bir et parçasından ibaretti. Kafatasından başka kemiği yoktu. Bu ikisinden başka Hanafir b. Tev’em el-Hımyerî, Sevâd b. Karib ed-Devsî( Yemen kâhinesi Tureyfe, Hımyerli Ufeyre, Hadramutlu Zebra ünlü kâhin ve kâhinelerdendi.
Cahiliye Arapları kâhine kehaneti karşılığı verilen bedele “hulvân” adını vermişlerdi. Bu sabit ve belirli bir miktar değildi. İnançlarına göre kâhine bir şey verilmezse ya da yeterli olmazsa haberi doğru çıkmazdı. Çünkü verilen bedel kâhine değil, metbûuna {kâhinin tabi olduğu varlığa) verilmiş sayılırdı. Eğer metbû verilen hulvâna razı olmazsa, ona doğru haber iletmezdi. Araplar önemli işlerde, sözgelimi, savaş ilan etme, yitik eşyayı bulma, rüya yorma, ihtilaflı meseleleri çözme, hastalıklara şifa sağlama, kısaca her türlü probleme çare bulma konusunda kâhinlere baş vururlardı, kâhinler problemleri remil atarak ve bir İpe düğümler atıp üzerine üfleyerek çözer, ihtilâfları fal oklarına başvurarak halleder, hırsızları kumkuma adında kabın içine üfürerek keşfederlerdi. Düşüncelerini seçili ve kafiyeli sözlerle bildirirlerdi.
Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde kehanet yasak edilmekte, kâhinler yerilmekte, onları tasdik edenin Hz. Muhammed’e indirileni inkâr etmiş olacağı (Ebû Dâvud, Tıb, 2; et-Tirmizî, Taharet, 102; ibn Mâce, Taharet 122; Dârirnî, Vudu II/,; Müsned, il, 408), cennete giremeyeceği (Müsned, lll, 14) ve kırk gün namazının kabul edilmeyeceği (Müslim, selam, 33) ifade edilmektedir. Bazı müellifler nefsânl yeteneğe dayanan kehanetin devam ettiğini iddia etmişlerse de, İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğu Hz. Muhammed’İn peygamber olarak gönderilmesinden sonra kâhinleri tabi ve railerinin (cinler) terk ettiği, gökten bilgi hırsızlığı yapmaya dayanan kehanetin de son bulduğu kanaatindedir. Zira Kur’ân-ı Kerîm, daha önce var olan şeytanların bazı bilgileri meleklerden çalabilme imkânlarının artık ortadan kaldırılmış bulunduğunu ve göğün koruma altına alındığını bildirmiştir (es-Sâffât 37/6-10). islamda kehanetin yeri Gerçek Hayat
Answers ( 3 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
İnsan, tarihin her devrinde ve her toplumda geleceğe ait olayları önceden öğrenmek istemiştir. Kehânet ve falcılık, insanın bu arzusuna bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Gaybı yalnız Allah bilir, insanlar gaybı bilemezler. Gelecekten haber verme, kısmet açma, şans getirme, şifa dağıtma iddiasında bulunmak ve bundan yardım ummak İslam’ın özüne aykırıdır. Zira, gaybın bilgisi yalnızca Allah’a aittir. Her şeye gücü yeten tek kudret sahibi Allah (cc)’dur.
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Selamünaleyküm.Müneccimmiyim demek küfür deniyor.Geçenlerde babam laf arasında bu kelimeyi kullandı.Babam 49 yaşında namazında abdestinde bir adam.Şimdi babam küfre düşerek imanını kaybettimi ve nikahı düştümü.
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Hayır imanını kaybetmedi. Müneccim miyim ben diyerek şunu kastediyor ise sıkıntılıdır. “Ben ilerde olacak olan olayları şimdi bilirim” diyor ise babanız işte bu söz sıkıntılı bir sözdür. Ama babanızın dediği sözden bu anlaşılmaz tabiki
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
hırsızlığın dinen günah veya kanunen yasak olması ayrı, insanların hırsızılık yapabilmesi ayrıdır.
aynen bunun gibi kehanetin günah olması ayrı, bazı insanların kehanette bulunma becerisinin olması ayrıdır.
isabetli kehanette bulunabilmek mümkündür, fakat islamiyet açısından büyük günahtır ve tamamen kehanette bulunan kişinin becerisine kalmış bir durumdur.