Paylaş
İslam’da sosyal yardımlaşma ve dayanışma
Question
SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA BİLİNCİ
(Hakkında Sohbet vaaz kompoziston)
islam ve toplumsal dayanışma ayet ve hadislerle
İnsanoğlunun huzur ve mutluluğu toplumun huzur ve mutluluğuna bağlıdır. Sağlıklı bir toplum meydana getirebilmenin sosyolojik (toplumsal) kuralları vardır. Bu kurallara uyulduğu müddetçe huzurlu, barışçıl ve mutlu bir toplum meydana gelir. Aksi takdirde toplumda önemli yaralar oluşur. Nitekim Allah (cc) bir ayeti kerimesinde insanlığı şöyle uyarmaktadır. “…İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (1) buyurmaktadır.
Hiç şüphesiz ki İslam’ın temel gayesi yeryüzünde adil ve ahlaki temellere dayanan, yaşanabilir bir toplumun oluşmasıdır. Kur’an, ilk muhatap olduğu toplumun iki yönünü eleştirmekle başlar. Bunlardan birisi şirk, diğeri ise sosyo-ekonomik eşitsizliktir. Ekonomik eşitsizlik, sosyal uyumsuzlukların çekirdeğini oluşturmaktadır. Cenab-ı Hak Nahl suresinin bir ayeti kerimesinde; “Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (2) buyurmaktadır.
İslam dini toplumun yapısını bozan tefeciliği, yetimlerin haklarına tecavüzü, hırsızlık vb. gibi tutum ve davranışları yasaklayıp, yerine adaleti, ölçüde ve tartıda hakka riayeti, infakı, sadaka ve zekâtı emretmiştir. Hatta Kur’anı-Kerimde geçen her “salât” kavramının akabinde “zekât” kavramının yer alması, İslam’ın insana toplumsal bilinç ve sorumluluk görevinin yüklenmesi olarak anlayabiliriz. Nitekim cenab-ı Allah; “Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.”(3) buyurmuştur. Allah Rasulü de; toplumu meydana getiren bireyleri kardeşlik ve yardımlaşma konusunda bir vücudun azalarına benzeterek vücudun azalarında çıkan bir hastalığın, bütün vücudu rahatsız edeceğini söyleyerek İslam dayanışmasının önemine vurgu yapmıştır.
Müslüman bireylerin davranışlarına yön veren ilahi buyrukta Yüce Allah “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azabına uğramaktan) korkarız (derler).” (4) ve yine “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (5) buyurarak herkesi üzerine düşeni yapmaya çağırmaktadır.
O halde mutlu birey, huzurlu toplum ve sağlıklı nesiller meydana getirmek istiyorsak, Kur’an’ın öğretilerine kulak verip, İslamın sosyal yardımlaşma ve dayanışma ilkelerini hayatımıza ve gelecek nesillere aktarabilmenin gayreti içinde olmalıyız.
Peygamberimizin şu hadisleriyle bitirmek istiyorum.“…Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe, siz, Cennete eremezsiniz, ” (6) Diğer bir hadislerinde “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olanlardır.” (7) buyuruyor.
—————
Kaynakça:
1-Maide suresi: 2
2-Nahl süresi:71
3-Beyyine süresi:5
4-İnsan süresi:8.9.10
5-Haşr süresi:9
6-Müslim, Zekât, 42
7- Et-Terğib ve’t Terhib
Dini Siteler
Yukarıda sunulan sohbet/vaaz metni, İslâm’ın sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya verdiği önemi, Kur’ân ve sünnet ışığında ele alarak örnekler ve kaynaklar eşliğinde açıklamaktadır. Bu metin, Müslümanların toplumsal bilinç kazanmaları, yardımlaşma kültürünü içselleştirmeleri ve manevi sorumluluklarını hatırlamaları amacını taşımaktadır.
Giriş: İnsanın Toplum İçindeki Sorumluluğu
İnsan toplumsal bir varlıktır. Tek başına yaşamak, hiçbir insana muhtaç olmamak, elbette ki mümkün değildir. Her birimiz diğerine bir bakıma bağlıyız. Komşularımız, akrabalarımız, ihtiyaç sahipleri, yaşlılar, yetimler ve yoksullar; hepsi toplumun birer parçası ve bizim de aynı gemide yol aldığımız yol arkadaşlarımızdır. Dolayısıyla hem bireysel mutluluğumuz hem de toplumsal barış ve huzur, fertlerin birbirine destek olması, adalet ve ihsan üzere birlikteliği sayesinde gerçekleşir. Bu yardımlaşma ve dayanışma ruhu, İslam’ın inşa etmeyi amaçladığı ideal toplumun en belirgin özelliklerinden biridir.
Kur’an-ı Kerim’de Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Kur’an-ı Kerim, Müslümanların iyi ve hayırlı işlerde birbirine destek olması gerektiğine vurgu yapar. Cenâb-ı Hak Maide suresi 2. ayet-i kerimede şöyle buyurur:
“…İyilik ve takvâ (Allah’ın yasaklarından sakınma) üzere yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Mâide 5/2)
Bu ilâhî hitap, toplumsal dayanışmanın temelini oluşturur. Müminler, her fırsatta toplumu ilgilendiren faydalı işlerde bir araya gelip destek olmalı, zararlı ve bozguncu tutumlardan uzak kalmalıdır.
Ayrıca Kur’an, servetin adaletli dağıtılmamasını kınamaktadır. Toplumun bir kesiminin bolluk içinde yüzerken diğer kesimin açlık ve sefalete mahkûm olması, dengeli ve huzurlu bir toplum inşâsına engeldir. Nahl suresi 71. ayette bu durum şöyle dile getirilir:
“Allah kiminize kiminizden daha çok rızık verdi. Fakat bolluk verilenler, rızıklarını ellerinin altında olanlara verip de onları kendilerine eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (Nahl 16/71)
Bu ayet, mal-mülk sahiplerini uyararak, toplumdaki eşitsizliklerin giderilmesi için imkânı geniş olanların yoksullarla paylaşmasını, sosyal bağların güçlendirilmesini ve Allah’ın verdiği nimetlerin şükrünün bu şekilde eda edilmesini salık verir.
İslam’ın Toplumsal Düzene Katkısı: Namaz ve Zekât İlişkisi
İslam, toplumun huzurunu sağlamak için sadece bireysel ibadetlerle sınırlı kalmaz. Namaz, müminin Allah ile olan bağlantısını güçlendirirken; zekât, sadaka ve infak gibi topluma yönelik maddi yardımlar ise o ibadetin tezahürü olarak düşünülmelidir. Kur’an’da namazla birlikte sık sık zekâttan bahsedilmesi, dinin sosyal boyutuna dikkat çeker. Beyyine suresi 5. ayette Yüce Allah şöyle buyurur:
“Hâlbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanîfler (Allah’ı birleyen samimi müminler) olarak Allah’a kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. Sağlam (dosdoğru) din de budur.” (Beyyine 98/5)
Bu ayet, iman, ibadet ve toplumsal sorumluluğun iç içe geçtiğini, Müslüman’ın sadece ibadet hayatıyla değil, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma bilinciyle de olgunlaşması gerektiğini göstermektedir.
Toplumsal Dayanışma ve Kardeşlik Ruhu
Allah Resûlü (s.a.v.), Müslüman toplumunu bir bedenin uzuvlarına benzetmiş, bir uzvun hastalanması hâlinde diğer uzuvların da acı çektiğini bildirmiştir. Bu benzetme, maddi ve manevi sıkıntı yaşayan fertlerin dertlerine ortak olmayı, toplumu ayakta tutan ana prensip olarak ortaya koyar. İslam’da kardeşlik, sadece akrabalık veya kan bağı ile sınırlı değildir; iman kardeşliği, tüm Müslümanları birbirine bağlayan güçlü bir halka gibidir.
İnsan suresinde, bu fedakâr ve diğerkâm yaklaşım vurgulanır:
“Onlar, kendi nefislerinin istediği hâlde yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz size sadece Allah rızası için yediriyoruz; sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Biz, çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O’nun azabından) korkarız.’ derler.” (İnsan 76/8-10)
Bu ayetler, ihsan sahibi müminlerin varlıklı olup olmamalarına bakmaksızın muhtaçları gözettiğini, yaptıkları iyiliğin karşılığını sadece Allah’tan beklediklerini anlatmaktadır. Aynı şekilde Haşr suresi 9. ayette Ensar’ın, kendilerine Medine’ye göç ederek gelen Muhâcir kardeşlerine gösterdiği üstün fedakârlık övülmektedir:
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr 59/9)
Burada Ensar’ın davranışı, iman kardeşliğinin somut bir örneğidir. Bu örnek, İslam’ın emrettiği toplumsal dayanışmanın tarihte yaşanmış en güzel uygulamalarından biri olarak sonraki nesiller için rehberdir.
Hadislerle Sosyal Dayanışmanın Önemi
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), topluma yönelik fedakârlık ve yardımlaşma ruhunu birçok hadisiyle teşvik etmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurur:
“…Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe Cennete eremezsiniz…” (Bkz. Müslim, Zekât, 42)
Bu hadis, malın değerli ve sevilen kısımlarının dahi ihtiyaç sahipleriyle paylaşılmasını öğütler. Böylelikle paylaşma eylemi, Müslüman’ın ahlaki olgunlaşmasında temel bir basamak olarak ortaya çıkar.
Bir başka hadis-i şerifte Allah Rasûlü (s.a.v.):
“İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” (et-Terğîb ve’t-Terhîb)
buyurarak, insanlık için en değerli kimselerin sadece kendini değil başkalarını da düşünen, başkalarına hizmet eden ve toplumun menfaatine çalışan kişiler olduğunu vurgulamaktadır.
Sonuç: Dayanışma Bilincinin Gelecek Nesillere Aktarılması
Toplumların güçlenmesi, geleceğinin güvence altına alınması ve huzurlu bir yapının inşa edilmesi için yardımlaşma ve dayanışma bilinci büyük önem taşır. İslam’ın getirdiği ilkeler, toplumdaki bireylerin birbirlerine karşı sorumluluk duymalarını sağlar. İhtiyaç sahiplerine el uzatmak, yetimlerin haklarını korumak, adaleti tesis etmek, hakkaniyeti gözeterek ticaret yapmak, faizden ve haksız kazançtan uzak durmak, paylaşma ve bölüşme kültürünü hâkim kılmak Müslümanların birincil vazifelerindendir.
Eğer müreffeh, huzurlu ve mutlu bir toplum istiyorsak, Kur’an’ın ilahi öğretilerine kulak verip, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) örnek ahlâkını rehber edinmeli, sahabe neslinin ensar-muhâcir kardeşliğini örnek almalıyız. Böylece sosyal yardımlaşma ve dayanışma bilincini kendi hayatımıza yerleştirerek, geleceğe sağlam temeller atabilir; gelecek nesillere de bu bilinci miras bırakabiliriz.
Bu prensipleri yaşadığımız sürece, hem bu dünyada hem de ahirette huzur, güven ve esenliğe kavuşacağımızdan şüphemiz olmasın. Allah Teâlâ bizleri, yardımlaşma ve dayanışma bilincini hayatına hakim kılan, iyilikte yarışan kullarından eylesin. Amin.
BENZER KONULAR:
- İslam dininin yardımlaşmaya verdiği önem nedir?
- Kurban Bayramı’nda çevrenizde gözlemlediğiniz paylaşma ve yardımlaşma faaliyetleri nelerdir?
- Sosyal yardımlaşma Ve Zekat İbadeti
- Kurban ibadetini, İslam’ın paylaşma ve yardımlaşmaya verdiği önem açısından değerlendiriniz.
- Kurban İbadetinin İslam’ın Paylaşma ve yardımlaşmaya Verdiği Önem
- Tümünü görüntüle.
- Dini soru sor cevap al
- Dini soru sor cevap al Sitesi Hakkında Bilgi
- Dini soru sor cevap al “Site Kuralları”
- Dini sorulara hocalar neden farklı cevap veriyorlar
- Dini Soru Sor Hocalar Cevaplıyor
- Tümünü görüntüle.
Answers ( 3 )
İslâm dini toplum düzenini ve toplumsal huzuru önemsemiş ve bunun için gerekli olan tüm ilkeleri bizlere bildirmiştir. Bu ilkelerin başında kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gelir. Kardeşlik ilkesi gereği, birbirimizi düşünmek ve birbirimize maddi-manevi destekte bulunmak hem dini hem de insani bir görevdir. Özellikle zor zamanlarda birlik ve beraberliğe, dayanışma ve yardımlaşmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Çünkü büyük sorunlar ancak hep birlikte hareket edilirse çözüme kavuşabilir.
ailem hariç başka insanların mesajlarına cevap vermezsem, aradıkları zaman cevap vermezsem, gördükleri zaman yardım istediklerinde meşgül olduğumu zamanım olmadığını söylersem bunun dinen bir sakıncası var mı?
Iyi günler hocam, ben çok çalışkan biriyim. Yani başkaları gezip eğlenirken ben hep çalışıyorum. Sürekli herkesin benden yardım istemesinden, kullanılmaktan bıktım yani kendileri yapabilecekleri şeyleri üşendikleri için bana yaptırmalarından. Bende insanım sonuçta yoruluyorum, bende eğlenmek gezmek istiyorum ama başkaları yüzünden fırsatım olmuyor. İnsanlara hayır demeye çok çekiniyorum. Kimseyle kavga etmek, kötü olmakta istemiyorum.
Bu yüzdende ailem hariç başka insanların mesajlarına cevap vermezsem, aradıkları zaman cevap vermezsem, gördükleri zaman yardım istediklerinde meşgül olduğumu zamanım olmadığını söylersem bunun dinen bir sakıncası var mı? Teşekkürler
Öncelikle Allah Teâlâ kuluna gücünün yetmediği bir sorumluluk yüklemez. İnsanın kendi sağlığını, huzurunu ve dengeyi gözetmesi, dinen de uygun ve teşvik edilen bir durumdur. Aynı zamanda başkalarına karşı iyilikte bulunmak, yardım etmek, Müslüman ahlâkının önemli bir parçasıdır; ancak bu, insanın kendi imkânlarını aşarak, psikolojik veya sosyal açıdan kendisini yıpratacağı noktaya gelmek zorunda olduğu anlamına gelmez. Kur’ân ve Sünnet’te yardımın, iyilik yapmanın teşvik edilmesi; bunu yapamayanın ya da çok zorlanan kişinin günah işlemiş olacağını göstermez.
Kur’an-ı Kerim’de Şefkat, Yardım ve Denge:
Bakara Suresi 2:286: “Allah, kimseye gücünün yetmeyeceği bir şey yüklemez.” Bu ayetten çıkarılacak önemli bir ders şudur: Kişi kapasitesini, gücünü, zamanını ve enerjisini aşan bir yüklenmeye maruz kaldığında bunu sınırlama, hayır deme hakkına sahiptir. Bu, dinen sakınca taşımaz.
Maide Suresi 5:2: “İyilik ve takva üzere yardımlaşın…” denir. Buradaki yardım tavsiye niteliğindedir ve temelde hayra, iyiliğe teşvik vardır. Ancak bu ayet veya benzeri naslar, kişinin kendi hayatını altüst edercesine, psikolojik dengesini bozacak kadar kendini tüketmesini emretmez.
Hadis-i Şeriflerde Denge ve Kolaylık Esası:
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” (Buhârî, İlim, 11; Müslim, Cihâd, 6) Bu hadis bize, dinin genel yaklaşımının kolaylık olduğunu gösterir. Kişi, imkânları dahilinde yardım eder, yapamayacağı zaman da kibarca belirtir.
Yine bir başka rivayette “Zarar vermek de yoktur, zarara zararla karşılık vermek de.” (İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdiye, 31) buyrulur. Sürekli kendinizi tükenmiş, yorgun, sömürülmüş hissetmeniz, psikolojik açıdan bir zarardır. Bu durumdan kaçınmak için ölçülü davranmak, ara vermek, hayır demek ya da cevap vermemek dinen yasak değildir.
İnsanın kendisine de hakkı vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Bedeninin sende hakkı vardır.” (Buhârî, Savm, 51) buyurarak kişinin sağlığına, istirahatine dikkat etmesi gerektiğini hatırlatmıştır. Sürekli başkalarının yükünü omuzlayarak kendi hakkınızı ihmal etmek uygun değildir.
Dinen Duruş:
İslam, yardımseverlik ve iyilik yapmayı yüceltir. Ancak bu, insanın sürekli her talebe “evet” demesini emretmez. Başkaları tarafından kullanıldığınızı düşünüyorsanız, yapmak zorunda olmadığınız işleri üstlenmek zorunda değilsiniz. Kimseyle kavga etmeksizin, kibarlığı elden bırakmadan, “Üzgünüm, şu an müsait değilim” veya “Bu konu için zamanım ya da enerjim yok” diyerek durumunuzu ifade etmeniz dinen sakıncalı değildir.
Aileye ayrı bir önem verilmiş, anne-babaya iyilik farz kılınmıştır (Bkz. İsra Suresi 17:23). Bu yüzden ailenizi istisna tutmanız, onlara yardımcı olmaya devam etmeniz gayet normaldir. Diğer insanlara karşı ise mecburi bir yükümlülüğünüz yoktur. Elbette imkân nispetinde ve gönüllü olarak iyilikte bulunmak güzeldir; ancak baskı altındaysanız veya tükenmiş hissediyorsanız izin almak zorunda değilsiniz.
Sonuç:
Dinen, insanlara yardımcı olmak teşvik edilmiş; ancak kişinin kendi haklarını, sağlığını, huzurunu koruması da gereklidir. Aileniz hariç diğer insanlara her mesajı cevaplamanız, her talebe koşmanız farz veya vacip değildir. Kibar bir şekilde cevap vermemek, zamanınızın olmadığını bildirmek yahut meşgul olduğunuzu söylemek günah veya sakıncalı değildir. Önemli olan bunu nazik bir dille yapmak ve mümkün mertebe karşıdakini kırmamaktır. Bu şekilde davranmanın dinî bir mahsuru yoktur.