Paylaş
islam’ın ilk yıllarında çekilen sıkıntılar
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
ilk Müslümanların islam uğruna çektiği sıkıntılar kompozisyon
MÜMİNLER
İLK MÜSLÜMAN TOPLUM ZORLUKLAR İÇERİSİNDE GELİŞTİ
“Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ diye niyaz etmişlerdi. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara 2/214)
أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللَّهِ أَلَّا إِنَّ نَصْرَ اللَّهِ قَرِيبٌ (٢١٤)
Vahiy, Mekke toplumunu şirk inanç ve davranışlarından kurtarmak için Hz. Peygamber’e yol gösteriyordu. Allah Resûlü (sas), “(Önce) en yakın akrabanı uyar. Sana uyan Müminlere kol kanat ger.” emri üzerine çağrısına yakın çevresini, akrabalarını uyarmakla başlamıştı. Müslümanların eğitimine önce kendi evinde başlamış, kimi zaman da ilk iman edenlerden Hz. Ebû Bekir’in evini tebliğ için kullanmıştı. Bir süre sonra İslâm’ı anlatmaya Erkam b. Ebi’l-Erkam isimli sahâbînin evinde devam eden Peygamber Efendimiz kendisine iman eden Müminlerle tek tek ilgileniyordu. Onları, cahili şirk inançlarından arındırarak kendilerine İslâm’ın tevhid inancını öğretiyordu.
Vahyin başladığı günlerde Hz. Peygamber’e geceleri kalkıp yaklaşık olarak gecenin yarısını namaz kılmak ve Kur’ân okumakla geçirmesi emredilmişti. Müminler de bu konuda ona tabi oldular. Geceleri uzun süre kıyanda durup ibadet ettiler. Bir müddet sonra Allah Teâlâ onlara bu buyruğunu hafifletti. Herkesin geceleri namazda kolayına geldiği kadar Kur’ân okumasını emretti. İslâm’ın ilk günlerinde emredilen bu ibadetin, Müminlerin imanını kuvvetlendirmek, kalbini temizlemek ve onları manevi olarak yükseltmek için önemli olduğunu söyleyebiliriz.
İlk inen âyetler, imana ve kulluğa özendiriyor, insanın ve kâinatın yaratılışındaki ihtişama, sanata ve ilâhî nimetlere dikkat çekiyordu. Ölümün ve kıyametin dehşetli hâllerinden, cennetteki çok güzel nimetlerle cehennemdeki ağır azaptan bahsediyordu. Müminlerle Kâfirlerin bir olmayacağı, Kâfirlerin azaba uğrayacağı, iman edenlerin ise sonunda kazanacağı bildiriliyordu. Cennet ve cehennemle ilgili betimlemeler yapılıyordu. Önceki insanlara da elçilerin gönderildiği, onları inkâr edenlerin yok edildiği hatırlatılıyordu. Yeryüzünde gezip bakarak önceki toplumların sonundan dersler alınması isteniyordu. Bu kıssa ve haberler Kâfirleri uyarırken Müminlerin de inançlarını arttırıyordu. Onlar için büyük bir teselli kaynağı oluyordu. Kur’ân’ın ve Resûlullah’ın doğruluğunu vurguluyordu. Bu konular sık sık tekrar edilerek Müminlerin kalbine ve aklına iyice yerleştiriliyordu.
Müminler her işlerini Allah’ın ismiyle yapmaya çalışıyorlardı. 10 Rablerine şükrediyor, sadece O’na kulluk edip, sadece O’ndan yardım diliyorlardı. Namazlarında ve dualarında devamlı O’ndan doğru yolu göstermesini, yanlış yollara sapmamayı istiyorlardı. Müminlere, Kur’ân okunduğunda onu güzelce anlayıp üzerinde düşünebilmeleri ve öğüt alabilmeleri için susup dinlemeleri emredildi. Böyle yaptıklarında merhamet görecekleri bildirildi. Kendilerinden devamlı Allah’ı hatırlamaları ve O’na kulluk etmeleri istendi: “Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, alçak sesle sabah akşam Rabbini zikret, gafillerden olma! Rabbinin katında bulunanlar (melekler) bile O’na kulluk etmek hususunda kibre kapılmazlar, O’nu tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.
Bir süre sonra Müminlere Allah yolunda bağışta bulunmaları ve comert olmaları emredildi. Onlar, yetime ikramda bulunmayan, yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen ve malını biriktirip Allah yolunda infak etmeyen Müşrikler gibi olmamalıydılar. Yüce Allah’ın bildirdiğine göre insanlar genel olarak hüsran içerisindeydiler. Bu durumdan ancak salih işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve zorluklar karşısında sabrı tavsiye eden Müminler kurtulabilecekti. Müminler birbirlerine Allah’ın emirlerine boyun eğmeyi, bu hususta sabrı ve merhameti tavsiye etmeliydiler. Ayrıca Yüce Allah, iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara karşı insanlarda bir sevgi yaratacağı müjdesini de veriyordu.
Bu süreçte Müşrikler, Müminleri atalarının dinine geri döndürebilmek için birçok yola başvuruyorlardı. Hedeflerine ulaşabilmek için Resûlullah (sas) ile tartışmaya giriyor, onun getirdiği dine dil uzatıyorlardı.
Müşrikler Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı alaycı, aşağılayıcı ve sert bir dil kullanıyorlardı. Onların namaz kılmalarını engelliyorlardı. “Allah, resûl olarak bir insanı mı gönderdi?!” diyorlar, Hz. Peygamber’in kendi aralarından çıkmış beşer bir elçi olmasını kabul edemiyorlardı. İman etmemek için bahaneler ileri sürüyor, “Ona (açıktan görebileceğimiz) bir melek indirilse ya!” diyorlardı. Ondan, daha önceki peygamberler gibi mucizeler göstermesini istiyorlardı.21 Yeniden dirilişi de inkâr ediyorlardı.
Müşrikler, Müminlerin sayısı artmaya başlayınca onlara karşı oldukça sert tavır takındılar. Özellikle arkasında herhangi bir kabile desteği olmayan Müslümanlara şiddet uygulamaya hatta işkence etmeye başladılar. Bu işkencelere uğrayanlardan birisi de Yasir ailesiydi. Müşrikler, Müslüman olan Hz. Yasir ve aile bireylerini Allah’ın dininden döndürmek için kızgın çöl güneşi altında bıraktılar. Yapılan işkenceler öylesine şiddetliydi ki bir müddet sonra Yasir (ra) buna dayanamadı ve şehit oldu. Ardından dininden dönmeyen eşi Sümeyye Hatun da Ebû Cehil’in ağır işkencesi altında can verecekti. İşkence Yasir ailesinin oğulları Ammâr üzerinde yoğunlaşmıştı. Ammår demir gömlek içinde güneşin yakıcı sıcağına terk ediliyordu. Yıllar sonra bile izleri kaybolmayacak şekilde vücudunda yanıklar oluşmuştu. Müşrikler, Hz. Muhammed’in risâletini inkâr edip Lât ve Uzza’yı yüceltmediği sürece onu bırakmayacaklarını söylediler. İşkenceler artık dayanılmaz bir hål aldığında, Ammâr, bunu söylemeyi kabul etti. Bu şekilde kendisini kurtaran Ammar (ra) ağlayarak Resûlullah’ın yanına geldi ve durumunu sordu. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyeti indirdi: “Kim Allah’a iman ettikten sonra Allah’ı inkâra saparsa, kalbi imanla dolu olduğu halde baskı altında kalanın durumu müstesna olmak üzere, kim kalbini inkâra açarsa işte Allah’ın gazabı bunlaradır; bunlar için çok büyük bir azap vardır. ” Hz. Peygamber (sas) Ammâr’a Müşriklerin istedikleri şeyleri söylerken kalbindeki inancı sordu. Ammâr kalbinde bir olan Allah’a iman olduğunu söyledi. Hz. Peygamber onun imanına şahitlik etti ve benzer bir durumda yine aynı şekilde davranabileceğini söyledi.
Müşriklerin baskı ve zulümlerinin sürdüğü bir dönemde inen âyetler Müşrikleri, ateş dolu çukurlarda inananları diri diri yakan önceki zalimlere benzetti. Onları yakıcı bir cehennem azabının beklediğini hatırlattı. Dünya ve âhiret için yararlı işler yapan Müminleri ise cennetle, kesintisiz bir mükafatla müjdeleyerek sabra teşvik etti.
Yoğun baskılar üzerine Peygamberimiz, bir grup müminin Habeşistan’a hicret etmesini istedi. Habeşistan’a giden ilk kafilenin ardından ikinci bir kafilenin daha göç etmesini söyledi. Habeşistan’a ulaşan her iki kafile, orada bir baskıyla karşılaşmadan dinlerini yaşıyorlardı. Ancak Mekke’nin ileri gelen müşrik liderleri, onları geri getirebilmek için yanlarında hediyelerle Habeş kralı Necâşî’ye adamlar gönderdiler. Atalarının dinini terk ettikleri için suçlu gibi gösterdikleri Müslümanları ondan istediler. Necâşi, Müslümanlara neden atalarının yolundan ayrılıp yeni bir dine geçtiklerini sordu. Müslümanları temsilen söz alan Ca’fer b. Ebi Talib, yeni din hakkında muhteşem bir konuşma yaptı. Câhiliye karanlığından aydınlığa nasıl kavuştuklarını anlattı. Bunun üzerine Necâşî Müşriklerin temsilcilerini geri göndererek Müslümanlara huzurlu bir hayat imkânı verdi.
Bir gün Mekke’nin ileri gelen müşrik liderleri, davasından döndürmek için Hz. Peygamber’e geldiler. Bu sırada, Peygamberimizin yanında İslâm’ı öğrenmek için Abdullah İbn Ümmi Mektům vardı. Resûlullah (sas) bu ziyaretin, toplumun ileri gelenlerinin Müslüman olmasına katkı sağlayacağını düşündü. Abdullah İbn Ümmi Mektûm’u bırakıp Mekke’nin ileri gelenlerine yöneldi. Bu olay üzerine indirdiği âyetlerde Yüce Allah, Hz. Peygamber’e bu ziyaretçilerin aslında İslâm ile arınma niyeti taşımadıklarını bildirdi. Onlar yerine kendisine samimi bir niyetle yönelen, gerçekten inanan kişilerle ilgilenmesini, onlara İslâm’ı anlatmasını ve Kur’ân ile öğüt vermesini buyurdu. Hz. Peygamber’e Müminlere kol kanat germesi, onlara yumuşak davranması emredildi. O da Müminlere çok değer verir ve üzerlerine titrerdi.
Müşriklerin, Hz. Peygamber’e olan desteğini çekmesi için amcası Ebû Tälib’e yaptıkları baskılar da bir sonuç vermemişti. Müşrikler, Müslümanları davalarından döndürebilmek için bu defa, onları tamamen dışlama yoluna gittiler. Kız alıp vermeyecek ve onlarla ticaret yapmayacaklardı. Ancak aldıkları kararlar ve uyguladıkları baskıların hiçbirisi, Müminleri dinlerinden döndüremiyor, aksine onların birbirine daha da kenetlenmelerine yarıyordu.
Mekke’de Müminlere yapılan zulümler sadece işkence ile sınırlı değildi, bunun yanında onların zayıflıklarıyla da alay ediliyordu. Meselâ Habbâb b. Eret demirci idi. Bir gün alacağını istemek üzere Ås b. Väil’e gitmişti. O: “Muhammed’i inkâr etmediğin müddetçe paranı vermeyeceğim.” dedi. Habbab (ra), “Sen ölünceye, hatta yeniden dirilinceye kadar Muhammed’i aslâ inkâr etmeyeceğim.” dedi. Yeniden dirilişe inanmayan Ås b. Väil alay ederek: “O hâlde yeniden diriltildiğimde mallarım olur, o zaman ben de sana borcumu öderim.” dedi. Bunun üzerine Meryem sûresinin 77-80. âyetleri inerek Müşrikleri sert bir dille tehdit etti.
Arap toplumunda şiir ve şairin önemli bir yeri vardı. Onlar her zaman gündemde idiler. Genel olarak şairler, her vadide şaşkın şaşkın dolaştıkları ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söyledikleri için eleştiriliyorlardı. Ancak iman edip sålih ameller işleyen, Allah’ı çokça anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savunan şairlerin durumu böyle değildi. Çünkü bunlar Müslümanları alaya alan Müşriklere şiirle cevap veriyorlardı.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân’ın; namazı kılan, zekâtı veren ve âhirete kesin bir şekilde iman eden Müminler için doğruyu gösteren bir kılavuz, öğüt, müjde ve rahmet olduğunu hatırlatıyordu. Müminlerin ibret alması için başta Mūsa ile Firavun kıssası olmak üzere önceki peygamberlerin bir kısım haberlerini gerçek şekliyle anlatıyordu. Mūsā (as) karşısında Firavun ve halkı nasıl cezalandırıldıysa Mekke’de Müşriklere de aynı cezanın verileceğini bildiriyordu. Allah Teâlâ Müminleri, sonunda kazanacaklarını müjdeleyerek sabredip zorluklara göğüs germeye çağırıyordu. “Yoksa onlar ‘Biz yenilmez bir topluluğuz.’ mu diyorlar? Yakında o topluluk da yenilecek ve arkalarını dönüp kaçacaklar.” buyuruyordu. Bu uyarılar karşısında Müşrikler inanmazken Ehl-i kitap’tan bazıları Kur’ân’a inandılar. Onlara Kur’ân okunduğu zaman, “Ona iman ettik, şüphesiz o Rabbimizden gelmiş gerçeğin kendisidir. Esasen biz bundan önce de Rabbimize boyun eğmiştik.” dediler. Allah Teâlâ sabırlarına karşılık onlara iki kat ödül verileceğini bildirdi. Onlar kötülüğü iyilikle savar, Allah’ın kendilerine lütfettiği maldan O’nun rızası için bağış yaparlardı. Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirir ve “Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size; esen kalın; bizim cahillerle işimiz yok.” derlerdi. İnsanları hidayete erdirmek Resûlullah’ın elinde değildir ama Allah dilediğine doğruyu gösterir ve bu insanları da en iyi O bilir.
Bu dönemde Yüce Allah’ın dilediğini doğruya ulaştıran kudreti kendini göstermiş cinlerden bir grup beklenmedik bir zamanda sabah namazında Kur’ân okuyan Hz. Peygamber’i dinleyerek Müminlere katılmışlardı.
Müminler, Hz. Peygamber’le beraber büyük sınavlar veriyordu. Başından beri İslam’ın en büyük destekçisi olan Efendimiz’in eşi Hz. Hatice ve amcası Ebû Tâlib aynı yıl ardı ardına vefat etti. Bu olaylar başta Hz. Peygamber (sas) olmak üzere bütün Müslümanları derin bir hüzne boğdu. Yüce Allah, onların bu hüznünü gidermek üzere Elçisi’ni İsrů ve Mi’rac’la taltif etti. Resûlullah (sas) bir gece Beytülmakdis’e gittiğini ve orada namaz kıldığını söyledi (İsrå). Oradan göklere yükseldiğini, Allah’ın kendisine bazı harikulāde şeyler gösterdiğini ve aynı gece Mekke’ye geldiğini bildirdi (Mi’rac). Bu olay Müminlerin hüznünü dağıttı; imanlarını ve sevinçlerini arttırdı. Ancak iki aylık uzaklığın bir gecede katedilmesini imkânsız gören bazıları Hz. Peygamber ve onun daveti hakkında şüpheye düştüler. Müşrikler ise inkârlarını daha da arttırdılar.
Ayetler, Müşriklerin itham ve iftiraları karşısında sık sık Kur’ân’ın Hz. Peygamber tarafından uydurulmadığını vurgulamaya devam ediyordu. Allah Teâlâ bunu iddia eden Müşriklere şöyle meydan okudu: “Eğer iddianızda doğru iseniz, o zaman onun benzeri bir sûre de siz getirin bakalım; Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de yardımınıza çağırın!” Tabii ki bu çağrıya cevap verebilen olmadı. Böylece Müminlerin Kur’ân’a olan inancı daha da sağlamlaşmıştı. Hz. Peygamber’in etrafında kenetlenen Müslümanlar, bütün olumsuz şartlara rağmen imanın en güzel örneğini gösteriyorlardı. Müminler, Müşrikler tarafından dışlanma ve baskı sürecinde küfürde ısrar eden aile ve akrabalarından da vazgeçmek durumunda kalmışlardı. Ancak Yüce Allah’ın kudretine ve bilgisine inanan Müminler, hayır veya şer ne iş yaparlarsa yapsınlar Allah’ın onları gözetlediğini biliyorlardı. Bu onların Yüce Allah’a olan bağlılıklarını arttırıyor, ilâhî buyrukları yerine getirmek için daha dikkatli olmalarını sağlıyordu. “Ne yerde ne de gökte, zerre miktarı bir şey bile Rabbinin bilgisi dışında kalmaz; bundan daha küçük veya daha büyük ne varsa istisnasız apaçık bir kitapta yazılıdır.
Müminler, Yüce Allah’ın merhametine ve bağışlayıcılığına gönülden inanıyorlardı. Kur’ân, takva sahibi yani Allah’ın emirlerini yerine getiren ve yasakladıklarından kaçınan bu Müminlerin Allah’ın dostu olduğunu belirtiyordu. Onlar kıyamet günü haksızlığa uğramaktan korkmayacaklardı. Çünkü Kur’ân onların korkması için bir neden olmayacağını ve onların üzüntü de çekmeyeceklerini müjdeliyordu: “Onlara hem bu dünya hayatında hem de âhirette müjdeler olsun! Allah’ın sözlerinde değişme olmaz; (öyleyse) en büyük kazanç budur.
Müminler sarsılmaz inançlarıyla, Müşriklerin Allah yolundan alıkoymak için yaptıkları olanca hile ve zorbalıklara karşı koydular. Bu sıkıntılı zamanlarda, meleklerin de yeryüzünde yaşayan Müminlerle yakınlarının affi ve rahmete erişmeleri için dua ettikleri müjdelendi. Bu da Müminler için büyük bir moral kaynağı olmuştu. Ayrıca Kur’ân Müşriklerin yalanlamaları karşısında önceki peygamberlerin başından geçenleri, Allah Resûlü’nün ve Müminlerin inancını kuvvetlendirecek bilgileri anlatıyordu. Bu anlatılanlarda Hz. Peygamber’e gerçeğin bilgisi, Müminlere de bir öğüt ve hatırlatma vardı. Müminler, Allah Resûlü’nün yanında, onunla birlikte insanları sadece Allah’a kulluk etmeye davet ediyorlardı. Bunu da körü körüne değil bilinçle ve kesin bir bilgiyle yapıyorlardı. Böylece İslâm yayılmaya devam ediyordu.
Müşriklerin önde gelenleri ise kibri ve tepeden bakmayı sürdürüyordu. Bu sırada, Hz. Peygamber’e bir teklif daha getirdiler. Fakirlerle birlikte oturmaktan utandıklarını söyleyerek Allah Resûlü’nden, kendileri geldiğinde fakirleri yanından uzaklaştırmasını istediler. Böyle yaparsa onun yanına gelip kendisiyle konuşabileceklerini söylediler. Allah Teâlâ onların, Hz. Peygamber’i davasında yalnız bırakmak için planladıkları bu isteklerini reddetti. Elçisi Hz. Muhammed’e, sabah akşam Rablerine dua ve niyazda bulunan Müminleri yanından uzaklaştırmaması gerektiğini bildirdi. Zira Müminler samimi bir imanla, herhangi bir karşılık beklemeden onun davasına gönül vermişlerdi.
Mekke’de bu zorlu süreçte Müminler kendilerine yapılan zulümlere, Allah’ın emri gereği, karşılık vermediler.50 Ancak Müşriklerin baskısı altında dini yaşamak imkânsız hâle gelmişti. Bu sebeple Allah, Müminlere, İslam’ı yaşayabilecekleri topraklara göçmeyi emretti. Yüce Allah, kullarına yeryüzünün geniş olduğunu ve herkesin sonunda ölüp kendi huzuruna geleceğini hatırlattı. Nerede olursa olsunlar rızkı verecek olan Allah’tır ve Allah hiçbir kulunu rızkından mahrum bırakmayacaktır. Hatta hicret edenlerin rızkı diğerlerine göre daha çok ve daha geniştir. Nitekim Allah’a güvenerek bu uğurda karşılaşılan sıkıntılara sabredenlerin âhirette hesapsız olarak ödüllendirileceği kendilerine müjdelendi Yüce Allah kendisine bağlanıp dayanmayı, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınmayı, yine öfkelendikleri zaman affetmeyi Müminlerin özellikleri olarak saydı. Onların işlerinde birbirlerine danışmaları, fakir ve düşkünlere bağış yapmaları gerektiğine işaret etti. Haksızlığa uğradıklarında Müminlerin, aralarında yardımlaşmalarını istedi. Kendisine yapılan kötülüğe aynıyla karşılık verecek gücü varken affedenleri ve yanlışı düzeltenleri ise övdü. Onların karşılığının Allah tarafından verileceğini bildirdi.
Bu süreçte gelen âyetler inancın ve Yüce Allah’a kulluk etmenin esaslarını sık sık tekrar ediyordu: “İman eden kullarıma söyle: Alım satımın bulunmadığı, dostluğun fayda vermediği o gün gelmeden önce namazlarını dosdoğru kılsınlar, onlara verdiğimiz rızıklardan Allah rızası için gizli ve açık harcasınlar. Gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü türlü ürünler çıkaran Allah’tır; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri sizin için faydalı olacak şekilde yaratan O’dur. Düzenli seyreden güneşi ve ayı sizin için yararlı kılan, gece ile gündüzü faydalanacağınız biçimde yaratan O’dur. O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Şu bir gerçek ki insanoğlu çok zalim, çok nankördür! Bu ilâhî çağrılar karşısında İslâm’ı benimseyenlerin sayısı gittikçe artıyordu. Böylece bütün planları sonuçsuz kalan Müşrikler, Hz. Peygamber’in ve Müminlerin helâk olmasını bekliyor ve bunun için dua ediyorlardı.
Allah Teâlâ, insanları sadece dilleriyle “inandık” demekle bırakmayacağını, öncekiler gibi onları da çeşitli şekillerde sınayacağını bildirdi. Bu şekilde doğruyu benimsemede dürüst ve samimi olanlarla olmayanları ortaya çıkarıp göstereceğini bildirdi. İmanın imtihanı gerektirdiği bir dönemdi ve Müminler zorlu bir sınavdan geçiyorlardı. Varlık mücadelesi veren Müslümanlar nihayet, sahip oldukları her şeyden vazgeçerek Medine’ye hicret etmek zorunda kaldılar.
Kaynak: Hayat Rehberi Kuran Diyanet
BENZER KONULAR:
- İlk Müslümanların ortak özellikleri nelerdir?
- ilk müslüman kimdir
- İlk Müslümanların isimleri nelerdir
- İlk Müslümanlar kimlerdir nasıl müslüman olmuşlardır?
- İlk Müslümanlara yapılan eziyetler kısaca
- Tümünü görüntüle.
- Müslümanın kanı ancak üç şeyden biriyle helal olur Hadisi ve açıklaması
- Engellilere Müslümanca Bakış
- Müslümanların birbirleri üzerindeki hakları nelerdir
- İlk Müslümanlara yapılan eziyetler kısaca
- Müslümanların Habeşistan’a hicret etmesi kısaca
- Tümünü görüntüle.
Answer ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
İslam’ın İlk Yıllarında Çekilen Sıkıntılar
İslam’ın ilk yılları, Müslümanların inançlarını yaymak ve yaşamak için büyük mücadeleler verdikleri bir dönemdir. Bu süreç, fedakârlık, sabır ve iman ile dolu önemli bir zaman dilimidir. İlk Müslümanlar, hak yolda karşılaştıkları zorluklara rağmen azimle mücadele etmiş, örnek birer inanç kahramanı olmuşlardır.
Zulüm ve Baskılar
İslam’ın Mekke’de yayılmaya başlamasıyla birlikte, müşrikler yeni dini tehdit olarak görmüş ve Müslümanlara çeşitli şekillerde baskı yapmaya başlamışlardır. Özellikle zayıf ve kimsesiz Müslümanlar ağır işkencelere maruz kalmıştır. Ammar bin Yasir’in annesi Sümeyye, işkence altında şehit edilen ilk Müslüman olarak tarihe geçmiştir. Bilal-i Habeşi ise kızgın kumlara yatırılmış, sırtına ağır taşlar konularak Allah’a olan inancından vazgeçmesi istenmiştir. Ancak o, “Ahad, Ahad” (Allah birdir) diyerek imanını korumuştur.
Boykot ve Sosyal İzolasyon
Müşrikler, Müslümanları etkisiz hale getirmek için ekonomik ve sosyal boykot uygulamışlardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve ailesiyle birlikte Müslümanlar, Şi’b-i Ebi Talib adı verilen bir vadiye sürgün edilmiş ve üç yıl boyunca orada çok zor şartlar altında yaşamışlardır. Açlık ve susuzluk, bu dönemde Müslümanların en büyük sınavlarından biri olmuştur. Ancak onlar, birlik ve beraberlik içerisinde bu zorluğu da aşmayı başarmışlardır.
Peygamberimize Yönelik Hakaret ve İşkenceler
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), İslam’ı tebliğ ederken çeşitli hakaretlere ve fiziksel saldırılara maruz kalmıştır. Kâbe’de namaz kılarken üzerine deve işkembesi atılmış, yollarına dikenler döşenmiş ve Taif şehrinde taşlanmıştır. Ancak o, bu kötü muamelelere sabır göstermiş ve her zaman düşmanlarına dua etmiştir.
Hicret Zorunluluğu
Müşriklerin baskıları artınca Müslümanlar, inançlarını daha rahat yaşayabilecekleri bir yer arayışına girmişlerdir. Peygamberimiz’in izniyle önce Habeşistan’a, ardından Medine’ye hicret edilmiştir. Hicret, Müslümanların sıkıntılara rağmen inançlarından taviz vermeden yeni bir başlangıç yapma iradesinin en önemli örneklerinden biridir.
Sabır ve Azimle Gelen Zafer
İlk Müslümanlar, tüm bu sıkıntılara rağmen inançlarından vazgeçmemiş, sabır ve azimle yollarına devam etmişlerdir. Allah’ın yardımıyla İslam, Mekke ve çevresinde hızla yayılmış ve sonunda büyük zaferlerle taçlanmıştır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) liderliğinde erdemli bir toplum oluşturulmuş, adalet, eşitlik ve hoşgörü esas alınarak güçlü bir İslam devleti kurulmuştur.
Sonuç
İslam’ın ilk yıllarında çekilen sıkıntılar, bizlere inanç ve sabırla her türlü zorluğun üstesinden gelinebileceğini göstermektedir. İlk Müslümanların fedakârlıkları, İslam tarihinin en kıymetli örneklerinden biri olarak hafızalarımızda yerini korumaktadır. Bugün bizlere düşen görev, onların bu çetin mücadelelerinden ilham alarak imanımızı güçlendirmek ve İslam’ı yaşayıp yüceltmeye çalışmaktır.