Paylaş
İsnaaşeriyye mezhebi nedir temel esasları nelerdir
Question
İsnâaşeriyye mezhebinin temel inançları nelerdir?
İsnâaşeriyye inanç esasları tarihî süreçte farklı âlimler tarafın dan yazılmış eserlerle sistematik hale gelmiştir. Usûlü’d-dîn, tevhid, adl, nübüvvet, imamet ve meâd olmak üzere beş esas olarak kabul edilir. İmametin müstakil bir iman esası olarak kabul edilme sinin Müslümanların çoğunluğunu iman dairesinin nda tutmak gibi bir sonuç doğurduğunu düşünen yakın dönem Şiî kelamcıları usûlü’l-İslâm ve usûlü’l-mezheb ayırımına giderek tevhid, nübüvvet ve meâdın usûlü’l-İslâm’ı, adl ile imametin usûlü’l-mezhebi teşkil ettiğini belirtmişlerdir.
Tevhid esası Mu’tezile’ye benzer şekilde ele alınmaktadır. Allah’ın sıfatlarının zâtının aynı olduğu kabul edilir. Sıfatlar çoğunlukla sübûtî ve selbî ayırımıyla anlatılır. Sübûtî sıfatlar olarak Allah’ın kâdir-i muhtâr, alim, hay, mürîd ve kârih, müdrik, kadîm ve bâkî, mütekellim, sâdık olmak üzere sekiz sıfatı ism-i fâil vezninde sayılır. Rü’yetullahın red dedilmesi, Kur’ân’ın yaratılmış olduğu, sıfatların zâtın aynı olması konularında Mu’tezile ile aynı görüşleri savunurlar.
Erken dönemlerde İmâmiyye, kazâ ve kader konularıyla ilgili farklı görüşler ortaya koymuştur. Cebir anlayışını, Emevîlerle ilişkilendirip reddetmiş, bu anlayışın, başta Hz. Hüseyin’in katilleri olmak üzere zalimleri aklama niteliği taşıyacağını ileri sürmüştür. Zamanla Mu’tezile’nin adl prensibini benimsemiştir.
İsnâaşeriyye kelamcılarına göre peygamber göndermek, lütfu açısından Allah’a vaciptir. Peygamberler, mutlak masum olup hayatlarının her döneminde kusur ve hatalardan uzaktırlar.
“Bir kişinin Peygamber’i temsilen din ve dünya işlerini yürüttüğü umumi başkanlık” olarak tanımlanan imamet iman esaslarındandır. İmam atamak Allah’a lütfu dolayısıyla vaciptir. İmamlara ismet, efdaliyet ve mucize göstermek gibi sıfatlar yüklenmiştir. İsnâaşeriyye, Hz. Ali’nin bu sıfatları taşıdığını ve ilk imam olduğunu belirtmişler dir. Bu bağlamda ilk üç halifenin imametini geçersiz sayarak, ima metin Hz. Ali’den sonra oğlu Hasan’a, ardından Hüseyin’e, ondan sonra da Hüseyin’in neslinden olmak üzere babadan oğula intikal ettiğini iddia etmişlerdir.
İsnâaşeriyye ahiretle ilgili yaygın İslâmî anlayışa uygun olarak bu konularda Kur’ân ve hadislerde yer alan açıklamalara inanmanın şart olduğunu kabul eder.
İsnâaşeriyye kelamında sözü edilen beş iman esasından başka “rec’at”, “beda” ve “takıyye” gibi konular da vardır. Rec’at, on ikinci imamın ortaya çıkması döneminde zulme uğrayan Ehl-i beyt men suplarıyla onlara zulmedenlerin diriltilip tekrar dünyaya gönderilmesi şeklinde anlaşılmıştır. Allah’ın ilim ve iradesinde sonradan ortaya çı kan gelişmelerle değişmeler meydana gelebileceğini ifade eden bedâ anlayışı da İsnâaşeriyye’de benimsenmiştir (İ. Üzüm, “İsnâaşeriyye, Kelâm”, DIA, XXIII, 147-149).
Takıyye, kendini koruma, kişinin bir tehlike karşısında inancını gizleyip gerektiğinde aksini söylemesi, muhalifi ve düşmanıyla aynı fikirdeymiş gibi görünmesi anlamına gelmektedir. Kur’ân’da, kalbi imanla huzur bulduğu halde küfür ve inkâra zorlanan kimsenin mazur sayıldığını ifade eden ayetle (Nahl 16/106) Firavun’un tebaasından olup imanını gizleyen kimseden övgü ile bahsedilen ayetten (Mü’min 40/28) hareketle tehlike karşısında kişinin asıl inancını gizleyebileceği kabul edilmiştir. Rivayete göre ilk Müslümanlardan Ammâr ile babası Yâsir ve annesi Sümeyye’yi müşrikler dinden dönmeye zorlamış, babası ile annesi bunu reddedince öldürülmüş, Ammâr ise ezi yetlere dayanamayıp sözle inkârda bulunmuştur. Daha sonra durumu Hz. Peygamber’e bildirdiğinde Resûlullah cebir karşısında böyle dayranılabileceğini söylemiştir.
İsnâaşeriyye mezhebinde Muhammed el-Bâkir ve Cafer es-Sâdık dönemlerinde nakledilen haberlerde takıyyenin dinin bir parçası olduğu, takıyyeyi terk edenin Allah’a, resûlüne ve imamlara muhale fet etmiş olacağı düşüncesi yaygınlık kazanmıştır. Takıyye, ancak on ikinci imamın ortaya çıkıp dünyayı hâkimiyeti altına alacağı devirle sona erecektir. İsnâaşeriyye mezhebinde anlaşıldığı şekliyle takıyye, İslâm mezheplerince eleştirilmiş ve dürüstlüğü ortadan kaldırdığı sa vunulmuştur (M. Öz, “Takıyye”, DIA, XXXIX, 453-454).
İmâmiyye’den bazı âlimler farklı görüşler belirtmiştir. Şeyh Müfid (ö. 413/1022) Şiî eğilimli Büveyhîler döneminde yaşamıştır. Ona göre, bazen takıyyenin uygulanması terkinden daha faziletli ola bilir. Uygulanmaması gerekli ve farz olduğu yerler de vardır. Cana veya mala yönelik bir tehlikenin bulunması durumunda takıyye uygulaması dinen caizdir. Bunun yanında barış ve huzurun sağlanması için takıyyeye başvurulması gerekebilir. Ancak müminlerin katledilmesi gibi sonuçlar doğuracak durumlarda takıyye uygulanması caiz değildir (Şeyh Müfid, Evâilü’l-Makâlât)
Kaynak: 88 soru cevap kitapları
BENZER KONULAR:
Answer ( 1 )