Paylaş
İtikadi islam fırkaları
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
İtikadi islam mezhepleri(Fırkaları)
İTİKADİ İSLÂM FIRKALARI
Kaç tane itikadi mezhep vardır?
Eş’arilik ve Maturidilik yani ehli sünnet dışında 9 tane büyük islam itikadi fırka vardır, aşağıda bu fırkaları ayrıntılarıyla açıklayacağız.
Burada öncelikle Eş’arilik ve Maturidilik mezheplerini ele alacağız. Daha sonra da aşırı İslâm fırkalarından söz edeceğiz.
1. EŞ’ARİLİK
Basra’daki Ebu Hasan el-Eş’arî’ye (h. 260-363) nispet edilir.
Mutezilenin önde gelen âlimlerinden biri olan Ebu Ali el-Cübbaî’nin elinde yetişti ve büyüdü. Bu ekolün en önemli makamına ulaştı.
Ancak ehl-i sünnet ile mutezilenin delillerini birleştirmeye çalışıp, her ikisinin ortasında bir görüşe sahip olduktan sonra insanların arasına çıktı ve onları yanlarında toplanmaya çağırdı. Cuma günü, Basra’daki büyük camide bulunan minbere çıktı ve şöyle dedi: “Ey insanlar! Beni tanıyanlar, kuşkusuz beni bilirler. Tanımayanlara da ben kendimi tanıtıyorum. Ben falan oğlu falanım. Ben, Kur’an’ın yaratılmış olduğunu, Allah’ın gözlerle görülemeyeceğini, kötü fiilleri kendimizin yarattığını söylüyordum. Ben bunlardan tövbe ediyor ve bu fikirlerden vazgeçiyorum. Mutezile’ye cevap vermek, onların yanlış görüşlerini insanlara duyurmak için bu süre zarfında evime kapandım ve bu fikirlerle ilgili delilleri düşündüm. Onların hiçbirisi bana tercih sebebi olarak uygun gelmedi. Yüce Allah’tan bana hidayet etmesini istedim. O da bana şu yazmış olduğum şeyleri hidayet etti. İnandığım bütün şeylerden, şu elbisemden soyunduğum gibi soyunuyor, terk ediyorum.
Üzerindeki elbiseyi çıkardı, yazdıklarını, fakihlerden ve muhaddislerden oluşan bir grup insana verdi.
Eş’arî mezhebi, ehl-i sünnet mezhepleriyle birlikte ittifak halindedir.
Eş’ari, birkaç nedenden dolayı şöhret bulmuştur.
1. Eş’ari, Mutezile’ye göre yetişmiş, sonra onların düşüncelerinden uzak durmuş ve onların metoduna göre kendilerine cevap vermiştir.
. Felsefe, Karamita ve Batınîliğe cevap vermek için ortaya çıkmış ve onları susturmuştur.
3. Mutezili etkinin zayıfladığı bir dönemde gelmiştir. İnsanlar, âlimler arasında, Mutezile’ye cevap verecek birisine ihtiyaç duymuşlar, o da bu konuda yöneticilerden destek ve yardım görmüştü. Mutezile ve arzularına uyan kimselerin düşmanlığına uğramış, kendi yardımcılarını, muhaliflerini susturdukları bölgelere göndermiştir. Hatta çağının âlimlerinden birçoğu onu ehl-i sünnet ve’l-cemaat imamı olarak isimlendirmiştir.
2. MATURİDİLİK
Ebu Mansur el-Maturidî diye bilinen, Muhammed b. Muhammed b. Mahmud’a (h. 250-333) nispet edilir. (Maturid, Maveraünnehr’deki Semerkand’da bir bölgedir) Hemen hemen Eş’arî’nin döneminde yaşamıştır. Fıkıh konusunda Hanefi ekolünün öğrencisi iken, kelâm ilminde ise Nasr b. Yahya el-Belhî’nin elinde yetişmiştir.
Tartışma ve siyak-sibak metodu, öncüller (terimler) konusunda Eş’ari’den farklıdır. Ancak sonuçlar neredeyse aynıdır. Her ikisinin, on mesele dışında ihtilaf etmediğini söyleyenler vardır.
Maturidî, şeriatın önderliğindeki akla dayanmıştır. Bu, aklı bakışa sahip olmayı gerektirir. Bu yaklaşım, aklın yanlışa düşmesi ve sapmasından korkan ve gerçeğe sadece nakil yoluyla ulaşmayı amaç edinen fakihlerin ve muhaddislerin metoduna aykırıdır.
Maturidilik ile Eş’arîlik arasındaki ihtilaf noktalarından biri şudur:
Maturidîler, aklın, bazı şeylerin güzelini ve çirkinini anlayabileceği gibi, Allah’ı bilmesinin de gerekli olduğu görüşündedirler.
AŞIRI İSLÂM FIRKALARI
Burada ‘Aşırı İslâm Fırkaları’ ile aşırı fikrî yönelişleri kastediyoruz. Bunların, İslâm tarihinde menfi etkileri vardır. Belki de bunların bir bölümü, Ehl-i sünnet ve’l-cemaat yolundan ayrılmıştır. Bunlar, İslâm dinini etkileyen, esnek bir görüntü veren fıkhî mezhepler değildir
AŞIRI İSLÂM FIRKALARINI ORTAYA ÇIKARAN EN ÖNEMLİ NEDENLER
1.Felsefi eserlerin tercümesi, Allah’ın bizden özünü anlamadan iman etmemizi istediği ilahi zât (Allah), O’nun sıfatları ve kader problemleri gibi kapalı problemlerden birçoğunu araştırmaya kalkışmak.
2. Hilafet ve önderlik konusunda çekişmek.
3. Bilgisiz fanatizm ve kabile taassubu.
4. Niyet bazıları için iyi olsa da dinî metinleri doğru bir şekilde anlayamamak.
5. Haset gücünün nefislerde yer etmesi.
6. İçlerinde İslâm’ı yıkma niyeti taşıdıkları halde bazılarının zahiren İslâm’a girişi.
Şimdi bu fırkaların en önemlilerini anlatacağız:
1. HARİCİLER
Hariciler, ister ashabın döneminde karşı çıkanlar, ister tarih boyunca onlardan sonra ortaya çıkanlar olsun, ümmetin ittifak ettiği “imametin vacipliği” görüşüne karşı çıkanlardır.
Haricilerin Diğer İsimleri
Haruriyye: Haricilerin, Ali b. Ebi Talib’e karşı çıktığı yere nispetle verilen isimdir. Küfe’nin yakınındadır.
Muhakkime: ‘Allah’ın hükmü dışında hüküm yoktur’ sözünü söylemelerinden dolayı bu isim verilmiştir.
Nasibe: Ali b. Ebi Talib’e gösterdikleri aşırı düşmanlıktan dolayı bu ad verilmiştir.
Ortaya Çıkışları
İmam Ali’nin (r.a) ordusuna karşı çıktıkları gün, meşhur Nehrevan savaşında onunla karşı karşıya geldiler. Sonra hilåfet devletine ya da
bireylerine karşı gerilla savaşı tarzıyla mücadele ettiler. Nihayet h. 64 yılında Nafi b. Ezrak ortaya çıktığında, büyük bir fırka olarak gün yüzüne çıktılar. Ardından birçok gruba bölündüler, çünkü basit nedenlerden dolayı ayrılık yaşadılar.
En Önemli Grupları
İbadiyye: Bunlar, kendilerini Abdullah b. İbad’a nispet edenlerdir. Abdullah b. İbad, Beni Temim’dendir. Tabiilerdendir. Muaviye ile İbni Zübeyr’in çağdaşıdır. Hakemliğe karşı görüşleri vardı.
Haricilerin En Önemli İnanç İlkeleri
1. Hariciler, Ebu Bekir ve Ömer’in (r.a) hilafetinden razıdırlar. Ancak onlar, bundan sonra Osman ve Ali’nin (r.a) hilåfetini kabul etmezler. Onları kınar ve onlar hakkında ileri geri konuşurlar.
2. Onlar halifeye çok katı, asla esnemeyen bir çerçeveden bakıyorlardı. İnsanlardan gerçekten çok azının taşıyabileceği katı şartları vardı. Halife küçük bir hata işlediğinde, düzeltilmesi ve tevbe ettiğini ilân etmesi gerekiyordu. Aksi halde, sonuç olarak kılıçla karşılaşacaktı.
3. Onlar, günah işleyen kimseleri dinden çıkmış olarak kabul ederler. Yani onu İslâm’dan çıkarır ve ebedî olarak cehennemde kalacağı şeklinde yorumlarlar.
Ancak İbadiye, günah işleyenin dinden çıkmadığı, küfrân-ı nimette bulunduğu görüşündedir. İbadiye’ye göre bu tür bir kimse, şirk ile iman arasında iki noktanın ortasında bir yerde yer alır ki, bu onların görüşüne göre nifaktır.
4. Haricilerden bazıları, insanlar kendi aralarında anlaştıkları sürece, halife tayin etmenin önemsiz olduğu görüşündedirler. (Allah’tan başka hüküm sahibi yoktur.) Ancak insanlar halifeye ihtiyaç duyduğunda, halifenin tayin edilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.
5. Hariciler genellikle kendilerine karşı çıkanları tekfir ederler (kâfir kabul ederler). İbadiye dışında, insanların kanlarını akıtmayı
helâl kabul ederler. İbadiye ise, bunun ancak bir yetki ve güç ile caiz olduğu görüşündedir.
Buna ilave olarak, Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in görüşlerine karşı oldukları birçok görüşleri vardır, ancak özetleme yaptığımız için bunları ifade etmeyeceğiz.
İslâm Tarihindeki Etkileri
Şüphesiz onlar ümmete zulmettiler; ruhlara, zamanlara ve mallara büyük zararlar verdiler. Bunun nedeni, onların Müslümanlara karşı şiddetli bir katılık beslemesindendir. Kâfirlere ve müşriklere gelince, onları bırakır ve onlara eziyet etmezler. Bunun örneklerinden biri şudur:
“Hariciler yolda Abdullah b. Habbab ile karşılaştılar. Ona; “Babanın, Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem işittiği bir hadisi bize anlatır mısın?” diye sordular. Abdullah, “Evet. Babamın, Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem şöyle rivayet ettiğini işittim: ‘Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, oturan kimsenin neden olduğu fitnenin, ayakta olandan daha hayırlı, ayakta olanın neden olduğu fitnenin yürüyenden daha hayırlı, yürüyen kimsenin neden olduğu fitnenin koşan kimsenin neden olduğu fitneden daha hayırlı olduğunu anlattı. Ardından, ‘Eğer bu döneme yetişirsen, öldürülen Allah kullarından ol!’ dedi.”
Hariciler, “Babanın, bunu Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem rivayet ettiğini işittin mi?” dediler.
Abdullah, “Evet” dedi. Bunun üzerine onu nehrin kenarına getirdiler ve boynunu vurdular.
Abdullah’ın kanı, kaptan boşalır gibi aktı. Hamile olan hanımının karnında ne olduğunu öğrenmek için onun karnını yardılar. Nehravan’da bir hurma ağacının altında konakladıklarında, ağaçtan bir hurma yere düştü. Haricilerden biri bu hurmayı alıp ağzına attı. Bunun üzerine içlerinden biri, “Onu hakkın olmadığı halde aldın!” deyince, diğeri hemen ağzındaki hurmayı çıkarıp attı.
Bundan sonra devlete karşı savaşmaya devam ettiler. Basra, İbadiye mezhebi dâvetçilerinin ana merkezlerinden biri idi.
İbadiye, Orta Mağrib’de (ed-Devletu’l-Rüstemiye) bir devlet kurmayı başardı. H. 160-296 yılları arasında çağrıları, Abdurrahman
er-Rüstemi’nin eliyle, Berberi kabileleri arasında yayıldı. Sonra Şii Fatımilerin eliyle devletleri ortadan kaldırıldı.
Aynı şekilde h. 179 yılında Amman’a yerleştiler. Hükümdar bir süre onlardan oldu, sonra ortadan kaldırıldılar.
Tarihte Haricilerin Ortaya Çıkmasının En Önemli Nedenleri
1-İslam’ın yanlış anlaşılması ya da anlayış eksikliği. Bu konuda iki görüşümüz var:
İslâm tarihinde ortaya çıkan bütün fırkaların dayanağı Kur’an’dır. Kur’an’ı, arzularına uygun ve yanlış bir şekilde anlamışlar ya da yorumlamışlardır.
Hariciler, haklarında rivayet edilen güzel namaz kılışları, çok oruç tutmaları ve Kur’an okumalarına rağmen, bütün bunlar, İslâm’ın doğru bir şekilde anlaşılması olmadıkça tek başına yeterli değildir. İşte Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem dikkat çektiği konu budur.
2-Halifelerin bulunduğu yerlerde bazı kötülüklerin ortaya çıkması.
Fakat bu, ümmeti parçalamaya çağıran bir neden değildir; bunun şartları vardır.
2. MUTEZİLE (CEHMİYE)
İtikadî mezhep.
H. 150 yılında, Vâsıl b. Atâ el-Gazzâl adlı bir adamın önderliğinde ortaya çıktı.
Bununla isimlendirilmesi, ilk liderleri olan Vâsıl b. Atâ el-Gazzal’ın Hasan-ı Basri’nin sohbet halkasından ayrılmasına dayanır. Bir adam, büyük günah işleyen kimsenin hükmü konusunda bir soru sorduğunda, Vâsıl, Hasan-ı Basri’den önce öne atıldı ve onların ‘el-menziletu beyne’l-menzileteyn’ (iki menzil arasında) olduğu, yani ne mümin ne de kâfir oldukları şeklinde cevap verdi.
Sonra olay gelişti; Vâsıl, beraberindekilerle sohbet halkasından ayrıldı ve o günden itibaren ‘Mutezile’ diye anıldılar.
En Önemli Düşünceleri ve İnançları
1. Allah Teâlâ’yı kıyamet günü görmek, Allah için beden ve yön tayin etmeyi gerektirdiğinden dolayı mümkün değildir.
2. Sıfatlar, Allah’ın zâtı dışında bir şey ifade etmez; aksi halde insanların gözünde Allah’ın sıfatları artar. Yine Kur’an’ın, Allah’ın yarattığı bir mahlük olduğunu söylerler. Birçoğu, Allah Teâlâ’nın ‘kelâm’ (konuşma) sıfatını kabul etmez.
3. İnsan, Allah’ın kendisine vermiş olduğu güçle, nefsi konusundaki fiilleri bizzat işleyendir.
4. Günahkâr Müslüman, iki menzile arasındadır, fâsıktır.
5. Akla öncelik verir ve her problemlerini akıl ışığında çözerler. Aklın kabul ettiğini kabul eder, aklın kabul etmediğini reddederler. “Güzel, aklın güzel gördüğü, çirkin, aklın çirkin gördüğüdür” derler.
Bu Düşüncenin Gelişmesine Yardım Eden Etkenler
1. Mutezili düşünceye inanan birçok kimsenin mevâlîden, yani Arap olmayan soylardan olması.
2. Kendilerine ulaşan felsefi görüşlerin birçoğunun Mecusi, Hiristiyan ve Yahudilerden gelmesi, bu düşünceleri taşıyanların onları değiştirmesi. Ayrıca bunların kitaplarının Arapçaya çevrilmesi.
3. Abbasî döneminin başlangıcında Müslümanlar, Hint ve Yunan felsefesine ulaştılar. Felsefe, Müslümanlara İranlılar yoluyla gelmişti. Çünkü İslâm’dan önceki İran kültürü, Yunan felsefesinden etkilenmişti.
Tarihteki Etkileri
1-İranlıların, kendilerinde mevcut şüphe ve felsefi yaklaşımlardan arınmaksızın İslam’a girişleriyle beliren şüpheci düşünceler karşısında İslâm’ı savunma konusunda Mutezilenin büyük bir rolü vardır. İranlılar, Müslümanları inançları konusunda şüpheye düşürüyorlardı. Mutezile, mantık ve akılla onlara cevap veren bir fırka idi.
2-Abbasî devleti döneminde, Me’mun onlara yaklaştı. (Me’mun, kendisini mutezile âlimlerinden biri olarak ifade ederdi.) Vezirlerini ve muhafızlarını onlardan seçmişti. Tek bir görüşe ulaşma amacıyla mutezile ile ehl-i Sünnet arasında tartışmalar hazırlamaya başladı, ancak bu durum gerçekleşemedi.
Tam aksine, son günlerinde taassuba yönelmeye başladı. Döneminde, Kur’an’ın mahlük olduğu görüşü ile vurgulanan ‘mihne’ olayının meydana gelmesi gibi…
3-Mutezile arasında, kendilerinin önem verdiği zühd ve verâya sahip olan birçok kimse vardı. Hatta onların bir kısmından Şeyhayn, Buharî ve Müslim de rivayette bulunmuşlardır. Buhârî ve Müslim, selef görüşüne eğilimlerini bilmedikleri kimselerden rivayet etmezlerdi. Ancak onlar, güvenilir kimselerdi; hâfızaları doğru ve râvinin taşıması gereken özelliklere sahip kimselerdi.
4-Ancak bununla birlikte, mutezile arasında amaçları ve görüşleriyle övünen, inkârcı birçok kimse bulunmaktadır. İslâm’a ve Müslümanlara karşı gizli işler çeviriyorlardı. İbnu’r-Ravendî, Ebu İsa el-Varrâk ve diğerlerinde olduğu gibi, niyetleri ve amaçları ortaya çıktığında, mutezili düşünceye inananlar onları kendilerinden uzaklaştırıyorlardı. Onlar, kendilerini Mutezilî olarak gösteriyor, ardından inkârda bulunuyorlardı. Onların arasında, Müslümanların inançlarını bozmak için görevlendirilen kimseler de vardı. Mutezile onları içinden attı ve onlardan uzak durdu, ancak mutezileye yöneltilen suçlama, varlığını korudu.
3. Şİİ FIRKALAR
Doğuşu ve Tarifi
Şii, dilde yardımcı ve tâbi olan kimse anlamındadır.
Istilah olarak ise, Ali’yi (ra) kendisinden önceki Hulefa-i Raşidin’den (r.a) daha üstün tutan, ehl-i beytin hilåfet konusunda hak sahibi olduğu görüşünde olan kimseye verilen isimdir. Şii fırkalardan bazıları şunlardır:
A. ZEYDİYE
Zeyd b. Ali b. Hüseyn’i halife olarak gören ve ona nispet edilen gruptur.
Rafızî diye isimlendirildiler, çünkü Emevî halifesi Hişam b. Abdülmelik’e karşı çıkmışlardı. Zeyd, isyan ettiğini açıkladığında, ona yardım etmeyi reddettiler. Hatta ona Ebu Bekir ile Ömer hakkındaki görüşünü sorduklarında, Zeyd, “Bütün hayırlar her ikisinde de vardı” dedi. Bunun üzerine ondan ayrıldılar ve onu reddettiler. Zeyd, onlara, “Beni reddettiniz” dedi. Bu nedenle reddedenler anlamında “Rafiziler” diye isimlendirildiler.
Düşünceleri ve İlkeleri
Zeydiler Ehl-i sünnet ve’l-cemaate en yakın gruptur. Bu grup hakkında küfür hükmü verilemez.
Hasan’ın ya da Hüseyin’in neslinden olsun, Fatıma’nın (r.a) bütün evlatları için imameti caiz görürler.
İmamet onlara göre nass ile belirlenmiş değildir. Yani bu konuda veraset şart değildir; aksine imamet, biatla gerçekleşir. Fatıma’nın evlatlarından olup imamet şartlarına sahip olan, imamete layıktır.
İmamın gizlenmesi caiz değildir. Bunun yanı sıra, ehl-i hall ve’l-akd tarafından seçilmiş olması gerekir. İmamet hakkını açıkça ilan etmedikçe seçilmesi gerçekleşmiş olmaz.
Üstün bir kimsenin imametini, daha üstün bir kimsenin varlığına rağmen geçerli kabul ederler.
Birçoğu Ebu Bekir ve Ömer’i (r.a) sever ve kabul ederler.
İmamların masum, yani hatadan uzak olduğunu söylemez ve imamı kutsallaştırma konusunda aşırıya gitmezler.
Beklenen Mehdi inancına sahip değildirler.
Düşünceleri, Mutezile’den etkilenmiştir. Bu, aklı değerlendirme ve hüküm çıkarma konusunda akla önem vermede kendini gösterir.
Hiläfet konusunda ehl-i beytin hak sahibi olduğu fikrini savunurlar.
En Önemli Tebliğcileri ve İslâm Ümmeti Üzerindeki Etkileri
Hasan b. Zeyd, h. 250 yılında, Deylem ve Taberistan topraklarında Zeydilere ait bir devlet kurdu. Bu devlet, h. 355 yılına kadar ayakta kaldı. Veraset sistemine sahip bir devlet değildi. Düşmanlardan rahat yüzü görmedi, varlığı uzun sürmedi. Hicaz’a ve batıda Mısır’a kadar genişledi. Yemen topraklarında yoğunlaştı. Halen Yemen’deki halkın üçte biri bu mezhebe bağlıdır.
Bid’atları
Şianın tarzına uygun bir şekilde, ezanda ‘Hayye ala hayri’lamel’ derler.
Cenaze namazı onlara göre beş tekbirle kılınır.
Bayram namazının, hem birey, hem de cemaatle kılınması doğrudur.
Teravih namazını cemaatle kılmayı bid’at olarak kabul ederler.
B. İSNA AŞERİYE (CAFERİYE-MUSEVİYE)
Doğuşu ve Tarifi
‘İsna aşeriye’ olarak isimlendirildiler, çünkü iddialarına göre Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem hadisiyle imametleri kesinleşmiş ål-i beytten on iki kişinin imametine inanırlar. Onlardan her biri, kendisinden sonra gelene bu imameti vasiyet etmiştir. Son gelen imam, iddialarına göre babasının evindeki bir sirdaba girmiş, ardından kaybolmuştur. O vakitten sonra kimse onu görmemiştir.
Düşünceleri ve İlkeleri
Ehl-i sünnet ve’l-cemaate karşı bir konumdadır.
Hüseyin (r.a) tarafından gelen imamlarını, Musa Kâzım’ın bir uzantısı olarak tarif ederler.
İmamet, tayin iledir. Önceki imamın, gelecek olan imamı tarifle değil, gözle belirlemesi gerekir. Sahip oldukları mushafın adının Mushaf-ı Fatıma olduğuna, bu mushafın Kur’an’ın üç katı boyutunda olduğuna inanırlar.
Hasan el-Askerî’nin, Allah’ın kendisine çıkış için izin vereceği âhir zamanda geri döneceği anlamındaki Ric’at görüşüne inanırlar.
Gaybet’e inanırlar. On ikinci imam, sirdabında gözlerden kaybolmuştur.
Üstün bir kimsenin imametini, daha üstün bir kimsenin varlığı halinde caiz görmezler.
Ebu Bekir, Ömer ve Osman’a lânet eder, onlardan ve birçok sahabeden uzak olduklarını söylerler.
Bütün imamları mâsumdur; onların ellerinde birtakım harikulade olaylar (mucizeler) meydana gelir.
Takiyyeye inanırlar; bu, onlara göre asıldır. Takiyyeyi, yalan ve haram fiilleri işleyecek derecede kullanırlar.
En Önemli Tebliğcileri ve İslâm Ümmeti Üzerindeki Etkileri
En önemli tebliğcisi, Yemenli bir Yahudi olan Abdullah b. Sebe’dir. Abdullah b. Sebe, Müslüman olduğunu söylemiş, ric’at görüşü gibi, Yahudi düşüncesinde bulduğu inançları Şia inancına nakletmiştir. O şöyle derdi: “Şüphesiz Ali ölmemiştir, Allah onu katına almıştır. Gök gürültüsü, Ali’nin sesidir.”
Fırkaları İran’da yayılmıştır; büyük bir bölümü de Irak’ta yer almaktadır. Varlıkları Pakistan’a kadar uzandığı gibi, Lübnan’da da bir Caferiye grubu vardır. Suriye’de çok az bir grup vardır.
Bid’atları
Büyük Bayram ya da Gadir-i Hum (Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Ali’ye (r.a) imameti/velayeti verdiği yer) bid’ati. Bu, Caferilerin Müslümanların bayramlarına tercih ettikleri bir bayramdır. Onlara göre o gün tutulan oruç, sünnet-i müekkededir.
Muharrem ayının ilk onuncu günü, (Hüseyin’in öldürülmesinin anısına) matem, feryat merasimleri, göğüslere vurma gibi birçok haram fiili işlerler. Bunları yapmanın, Allah’a yakınlık sağlayacağına inanırlar.
C. İSMAİLİYE (BATINÎ FIRKASI)
Doğuşu ve Tarifi
İsmail b. Ca’fer es-Sadık’a nispetle ‘İsmailiye’ diye isimlendirilmişlerdir. Bunlar, İsmail’in kollarından birinin yolunda gitmişlerdir. İsna Aşeriye ise, onun kardeşi Musa Kâzım’ın kollarından birinin yolunda gitmiştir. Bundan sonra iki gruba ayrılmışlardır:
a-Karamita (Batıniye): En büyük tebliğcilerinden biri olan Hamdan Karmat’a (h. 278) nispet edilir. Anarşist ve zorba birisi idi.
b-Fatimiye: Fatımî devletini kuracak kadar düzenli bir tebliğ yolunu tutan gruptur.
D-Haşşaşiler
Fatımî halifesi Nizar İbnu’l-Mustansir Billah’a çağırmak için Fatımîlerden ayrılmış, Fatımî-İsmaili gruptur. Onun neslinden gelenlerin önde geleni Hasan b. Sabbah’tır. Hasan b. Sabbah, daveti için merkez olarak Alamut Kalesi’ni kullanmıştır.
Düşünceleri ve İlkeleri
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e karşı bir konumdadır. Haşşaşîler aslında, dıştan Şiî, içten İslâm inancını yıkmayı düşünen Batınî bir düşünce ekolüdür.
Hüseyin (r.a) tarafından gelen imamlarını, İsmail’in bir kolu olarak tarif ederler.
İmamet, Muhammed b. İsmail soyundan, büyük oğlun başa geçmesi şeklinde gelir. Ancak onlar fiilî olarak birçok kez bu kuralı çiğnemişlerdir.
“Şüphesiz yeryüzü, açıkta ve görülen ya da bâtın ve gizli bir imamdan mahrum kalmaz. Eğer imam açıkta ise delilinin gizli olması caizdir. Eğer imam gizli ise, delilinin ve dâvetçilerinin açıkta olması gerekir” derler. (Bu düşüncede olanların büyük bir çoğunluğu, Haşşaşı komutanlardandır. Ancak delil ve çağrıyı, gizli imam için ortaya koymuşlardır.)
İmamlarını ilâhlaştırır, bâtın ilimle onu ayırır ve kazandıklarının beşte birini ona öderler.
Takiyyeye ve gizliliğe inanır, bunları uygularlar.
En Önemli Tebliğcileri ve İslâm Ümmeti Üzerindeki Etkileri
Karamita, Arap yarımadasına, Şam, Irak ve Maveraünnehir topraklarına hakim oldular, yeryüzünde bozgunculuk yaptılar.
Fatimiler, Atlas Okyanusu ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bir devlet kurdular. Mısır ve Şam’ı ele geçirdiler. Irak halkı, onların mezhebine bağlandı. H. 540 yılında, Bağdat’taki minberlerde Iraklılara hitapta bulundular. Devletleri, Selahaddin Eyyubî’nin eliyle ortadan kaldırılmıştır.
Haşşaşilerin metodu, sistemli suikastlerden oluşuyordu. Kale ve surlardan oluşan dağlara yerleşiyor, gözlerinin önünde işgal edilmedikçe bir kaleyi terk etmiyorlardı.
Çağrıları, Kirman’dan başladı, İran’ın ortalarına, İsfahan’a, ardından Huzistan ve Deylem tepelerine kadar genişledi. Alamut kalesine yerleştiler. Doğuda Mazenderan’a, ardından Kazvin’e ulaştılar. Etkileri Ceyhun nehrine, dâvetleri Suriye’ye kadar ulaştı. İran topraklarında ortadan kaldırılmaları Moğol Hülagû’nun, Suriye’de ortadan kaldırılmaları ise Zahir Baybars’ın eliyle oldu. Halen İran, Suriye, Hindistan ve Rusya’nın iç bölgelerindeki kimi yerlerde mezhebe tâbi olanlar bulunmaktadır.
Bid’atları
Allah’ın sıfatlarını neredeyse inkâr ederler. Çünkü onlara göre Allah, aklın alamayacağı seviyededir. O, ne vardır, ne de yoktur; ne bilen, ne de bilmeyendir.
Haşşaşilerin bazı dönemlerdeki sloganı, “Varlıkta gerçek yoktur; her iş mübahtır” idi.
4. NUSAYRİLİK
Ebu Şuayb Muhammed Nusayr en-Nusayri en-Numeyri’ye atfedilir. Hicri üçüncü asırda ortaya çıkan Batınî bir harekettir. Şiilik görünümünde olan, inkârcılığını gizleyen bir gruptur. Düşünceleri, Şia düşüncelerine yakındır.
İbni Teymiye şöyle der: “Nusayrî diye isimlendirilen bu topluluk ve diğer Bâtınî Karamita grupları, Yahudi ve Hıristiyanlardan daha käfirdir. Hatta müşriklerden daha kâfirdirler. Onların zararı; Tatar, Frenk ve diğerleri gibi savaşan kâfirlerin zararlarından daha büyüktür… Onlar sürekli olarak Müslümanların düşmanı olmuşlar, Müslümanlara karşı Hıristiyanlarla birlikte hareket etmişlerdi. Karşılaştıkları en büyük felaket, Müslümanların Tatarlara karşı galibiyetidir. Sonra Tatarlar İslâm topraklarına girdiler, onların yardımları sayesinde Bağdat halifesini ve diğer Müslüman hükümdarları öldürdüler.”
Bugün Nusayrîlerin büyük bir çoğunluğu Suriye’nin güney ve kuzeyinde, Türkiye’nin güneyinde, Lübnan’ın kuzeyinde, İran, Türkistan ve Kürdistan’da yaşamaktadırlar.
Fransa, onlar için ‘Aleviler’ adını verdiği bir devlet kurdu. Bu devlet, 1920’den 1936’ya kadar varlığını sürdürdü.
5. KADIYANİLİK
m. 1900 yılında, Hindistan alt kıtasında doğdu. Kurucusu, dine ve vatana ihanetiyle meşhur bir aileden olan Gulam Ahmed elKadıyanî’dir. Gulam Ahmed, İngiliz sömürüsünü ülkeye yerleştirenlerdendir. Uyuşturucu bağımlılığı ve dengesiz hareketleriyle tanınır. Elliden fazla kitabı vardır.
En Önemli Düşünceleri
Gulam’ın, vaat edilen Mesih olduğuna inanırlar.
İngilizce hitapta bulunduğundan dolayı Tanrı’nın İngiliz olduğuna inanırlar.
Onlara göre her Müslüman, Kadıyanîliğe tâbi oluncaya kadar kâfirdir.
Kadıyaniliğin İsrail ile sağlam bir ilişkisi vardır. İsrail, onlar için merkezler ve okullar açtı, adlarıyla anılan bir dergi çıkarmaları konusunda da yardımcı oldu.
6. BABİLİK
Doğuşu
Babîliğin lideri, h. 1260 yılında ortaya çıkan Ali b. Muhammed Rıza eş-Şirazîdir.
Bilinen inançlarından biri, Beklenen Mehdi ile taraftarları arasındaki aracı kişinin ‘Bâb’ (kapı) diye isimlendirilmesidir. Kendisine gelen ilham, onun Şia’ya göre Beklenen Gaib İmam’a açılan bir kapı olduğudur. Ortaya çıktığı gün, Bab’ın ortaya çıkması ve davetinin açıklık kazanmasından dolayı Diriliş Bayramı olarak kabul edilir.
Ortaya Çıktığı Yer
İran’da ortaya çıkmış, Türkistan ve Irak’a kadar yayılmıştır.
Tarihteki Etkileri
Bu grubun başarısını arttırmak için İngiliz ve Rus liderler acele etmiş, hükümetleri ve insanları korkutmak için onları silahlarla desteklemişlerdir. Bu çağrının kabul edilmesi için onları yönlendirmişlerdir. Rus hükümeti, problemsiz bir şekilde topraklarında Babîlik davetçilerinin yaşamasına izin vermiştir.
Babiler, İran hükümetinin başına çok sayıda problem açmışlardı. Bâb, bir süre tutuklu kaldı, ardından serbest bırakıldı. Sonra h. 1265 yılında öldürüldü.
Babîliğin En Önemli İnançları
Her şeyi yaratan Bâb’dır. Bütün şeylerin ortaya çıkmasına neden olan başlangıç O’dur.
19 sayısını kutsal kabul ederler. Ayların sayısını 19, bir ay içindeki günlerin sayısını da 19 olarak kabul ederler.
Buda’nın yanı sıra, Hindistan, Çin ve İran’da çıkmış bazı hikmet sahibi kimselerin peygamber olduğunu söylerler. Bunun dışında birçok kahramanları vardır.
7. BAHAİLİK BABİLİĞİN MİRASI
Doğuşu
Bu grubun kurucusu, Hüseyin Ali b. Abbas Bezrek en-Nuri elMâzendârî’dir. Kendisini ‘Bahaullah’ diye isimlendirmiştir.
Kendisinin hiçbir şey bilmeyen cahil biri olduğunu, ancak Allah’ın bütün ilim ve bilgileri ona ilham ettiğini iddia etmiştir.
Rusların ve Yahudilerin desteğiyle şöhreti artmıştır. Siyonistlere yönelik çeşitli müjdeleri ve Filistin’e yerleşmelerini anlatan ‘Akdes’ adlı bir kitabı vardır. Kitabında, cihadın yasaklanmasına çağrıda bulunur. Ona göre öldüren değil, ölen insan daha hayırlıdır.
Bahailer, Arapça diliyle savaştılar. Liderleri, Batınîlerin metoduna uygun bir şekilde Kur’an metinlerini tahrif etmeye başladı. Bunun örneklerinden biri de, Allah’ın şu buyruğudur: “Güneş katlanıp dürüldüğünde…” (81/Tekvir, 1) Yani güneşin ışığı yok olduğunda… Yani, Muhammedî şeriat son bulup, Bahaiyyenin şeriatı geldiğinde…
“Gökler O’nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır.” (39/Zümer, 67) Yani, yedi din, Baha el-Mâzendârî’nin elinde toplanarak dürülecektir.
Bahaîlerin büyük bir çoğunluğu İran’a yerleşmiştir. Çok az bir bölümü Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’de bulunmaktadır.
8. SUFİYYE
Müslüman toplumdaki lüksün ve ekonomik rahatlığın yaygınlaşmasından dolayı ortaya çıkmış dinî bir harekettir.
Yün’e nispetle, yünlü giyecekler giymeleriyle şöhret bulmalarından dolayı ‘Sufi’ diye isimlendirildikleri söylenir. Bazıları da bu ismin, kalbin temizliğinden (saflığından) kaynaklandığını söylerler. İsmin anlamı konusundaki ihtilaf büyüktür.
En Önemli Fikirleri
Zühde önem vermeye ve dünyaya ait zevklerden olabildiğince az faydalanmaya çağrı.
Keşf ve müşahede yoluyla Allah’ı bilmeye ulaşmak için kalbin temizlenmesi. Allah’ı bilme konusunda sadece kanaatler, gelenekler ya da çıkarımlarla yetinmeme.
Tarihteki Etkileri
Kadiriye: Bağdat’a defnedilmiş olan Abdülkadir elGeylanî’ye (h. 470-561) nispet edilirler.
Rufaîye: Arap kabilelerinden, Rufâa oğullarından Ahmed erRufâî’ye (vefatı: h. 580) nispet edilir. Tarikatı, Batı Asya’da yayılmıştır.
Ahmediye: Mısır’ın en büyük velilerinden Ahmed elBedevi’ye (h. 596-634) dayandırılır. Fas’ta doğdu, ölünceye kadar Tanta’da yaşadı. Kendisine tâbi olanlar, Mısır’a dağılmışlardır. Mısır’da, Buyumiye, Şenaviye, Nuh’un Çocukları, Şa’biye gibi kolları vardır. Alametleri, kırmızı sarıktır.
Dusukiye: İbrahim ed-Dusûkî’ye (h. 633-676) dayandırılır.
Şazeliye: Hasan eş-Şâzelî’ye (h. 593-656) dayandırılır. Tarikatı, Mısır, Yemen ve Arap topraklarında yayılmıştır.
Bektaşiye: Osmanlı Türklerinin geliştirdiği bir tarikattır. Halen Arnavutluk’ta yaygın bir şekilde bulunur. Sünnî tasavvufa en yakın Şiî tasavvuf tarikatıdır. Türkler ve Moğollar arasında İslâm’ın yayılması konusunda bu tarikatın açık bir rolü vardı. Aynı zamanda Osmanlı padişahları üzerinde de büyük bir etkisi vardı.
Nakşibendiye: Şah-ı Nakşibend diye isimlendirilen Şeyh Bahauddin Muhammed b. Muhammed el-Buharî’ye (h. 618-791) nispet edilir. İran, Hint toprakları ve Batı Asya’da yayılmıştır.
Sufilik (tasavvuf), asıl anlamıyla, kişinin terbiye olmasını gerektiren büyük bir arzudur. Sufilikte, ruh ve nefsin tezkiyesi ön plandadır. Sufilik, başarının sırrıdır. Şüphesiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve
ashabı bu anlamda sufi idiler. Sufiliğin nefislerdeki etkisi kuşkusuz büyüktür. İnsanları Allah’ın dinine çekmiştir. Ancak cahil sufiler, fikirlerini mânevi sarhoşlukla (şatahat) söylemişlerdir. Sufiliğe, onun asıl düşün cesini yok eden şeyler katmışlardır. Vecd, semå, mevlidler, bazılarının üzerinden sorumluluğun kalktığını ifade ettikleri keşf hâli, tuhaf yaşam tarzları ve garip ifadeler gibi… Allah’ın kendi bedeninde göründüğünü, Allah’ın kendisiyle birleştiğini düşündüğünden dolayı, bazıları vahdet-i vücud ve ittihad ettiklerini söyleyecek duruma gelmişlerdir.
Kısaca; Sufilik, kesin olarak eleştirilecek bir şey değildir. İslâm dinine muhalif olan kimi şatahatlar vardır; ancak bunların açıklanması ve bundan sakınılması gerekir.
9. DÜRZİLİK
H. 408 yılında Mısır’a gelen Muhammed b. İsmail ed-Dürzî el-Farisî’ye dayandırılır.
Dürzîler şu anda sadece Şam topraklarında toplanmıştır. Sayıları 600 bin kişiyi geçmez. Büyük bir çoğunluğu, adlarıyla tanınan Horan dağında yoğunlaştıkları Suriye’de, ardından kendilerine ait on köyün yer aldığı Şeyh dağının eteklerinde ikamet etmektedirler. Suriye’deki sayıları 206.000’dir. Yani, Suriye halkının % 3,1’ini; dünyadaki dürzîlerin % 42’sini oluştururlar.
Diğerleri Lübnan’da, Batı Lübnan dağlarının güneyindeki Cebeliye bölgesinde ve Teym vadisinde yaşarlar. Sayıları, Suriye’deki nüfusa yakındır.
Dürzîlerin bir kısmı da, Celil dağlarında birtakım köyleri olan Filistin’de yaşarlar. Çok az bir bölümü de Ürdün’de bulunur.
Kaynak: İslam Tarihi, islam araştırmaları komisyonu
Dini Sitelerimiz:
BENZER KONULAR:
- islâm’da itikadi mezhepler
- Hak İtikadi Mezhep “Selefi Salihin Akidesi”
- İslam dünyasında yaygın olan itikadi ve fıkhi mezhepler ile tasavvufi ekollerin adlarını öğrenerek defterinize yazınız.
- İtikadi mezhepler nelerdir?
- İtikadi mezhepler nedir kaça ayrılır
- Tümünü görüntüle.
- islamda mezhepler nasıl ortaya çıktı
- Ameli (Fıkhi) Mezhepler
- Nikah nedir? İslamda Nikah Kavramı
- Neden Farklı Mezhepler Ortaya Çıkmıştır?
- İslamda kaza ve kader anlayışı
- Tümünü görüntüle.
Cevapla