İtikaf ibadeti hakkında bilgi verir misiniz

Question

İtikaf ibadeti

İtikaf nedir itikafa nerede ve ne zaman girilir cami dışında bir yerde itikafa girilir mi

Evde itikafa girmek caiz mi

Cevap:

İtikâf İbadeti

«Mescidlerde itikatta bulunduğunuzda kadınlarınıza (geceleri de) cinsel yaklaşmada bulunmayın.»

İtikâf: Bir şeye yönelip saygı  ile bağlanmak anlamına gelir. Şeriatte ise, Allah’a ibâdette bulunmak üzere bir müddet mescidde eyleşmektir.

Bu âyetin iniş sebebini müfessirlerimiz şöyle tesbit etmişlerdir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimizin arkadaşlarından birkaç kişi Mescid’de itikâf niyetiyle bulunuyorlardı. Onlardan birinin ailesiyle görülecek bir işi oldu­ğunda dışarı çıkar, karısıyla cinsel yaklaşmada bulunur ve boy abdesti al­dıktan sonra tekrar mescide dönerdi. Yukarıdaki âyetle onların itikâf ha­linde mescidde bulunurken dışarı çıkmaları ve cinsel yaklaşmada bulun­maları yasaklandı.»

Oruçluya, geceleri cinsel yaklaşmanın helâl kılındığı açıklanınca, iti-kâfta bulunan kimse için de aynı şeyin geceleri helâl olduğu düşünülebi­leceği dikkate alınarak, onun için ne gündüz ne de gece bunun helâl ol­madığı özel biçimde açıklanmış oldu.

İtikâf, sünnettir. Çoğu ilim adamlarına göre müekked sünnettir ve mescidden başka yerde yerine getirilmesi caiz değildir. Çünkü mescidin diğer yerler üzerinde bir üstünlüğü ve kutsallığı vardır. Cemaat halinde ibâdetin yapıldığı yer olmakla da başka toplantı yerlerinden ayrılmış olu­yor.

Ancak müctehitlerin, itikâfın hangi mescidde yapılabileceği hakkın­daki içtihat ve görüşleri farklıdır: Hz. Ali (R.A.)den yapılan rivayete gö­re, ancak Mescid-i Haram’da yapılması caizdir. Çünkü Kur’ân’da buna şu âyetle işaret edilmiştir: «Ve hani biz Beytullah’ı insanlara dönüp varıla­cak toplantı, sevap ve emniyet yeri kılmıştık. Siz de İbrahim’in makamın­dan bir namazgah edinin! Ve Biz İbrahim’le İsmail’e: «Evimi tavaf eden­ler, ibâdete kapananlar, rükû ve secde edenler için tertemiz tutun», diye vahyettik.» [372]

Tabiînden Atâ’a göre, itikâf ancak Mescid-i Haram ile Mescid-i Ne-bevî’de caizdir. Huzeyfe’ye göre, bu iki mescidle birlikte bir de Mescid-i Aksa’da caizdir. Başka mescidlerde caiz değildir.

İmam Ebû Hanîfe’ye göre, imam ve müezzini bulunan ve cemaatle namaz kılınan her câmi’de caizdir.

İmam Şafiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel’e göre, diğer bütün mescidlerde de itikâfın yapılması caizdir. Çünkü âyette «Mescid­lerde itikatta bulunduğunuzda…» cümlesi genel bir anlam taşımakta, belli birkaç mescidle özellenmemektedir. Ancak ne var ki, içinde beş vakit ce­maatla namaz kılınan câmi’lerde itikâfta bulunmak daha faziletlidir.

Hazreti Âişe Validemiz (R.A.) bu konuda şöyle demiştir;

— «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Ramazanın son on gününde itikâfa girerdi. Vefat edinceye kadar bunu terketmedi. Ondan sonra da hanımlan bu ibâdeti sürdürdüler.»

Abdullah bin Ömer (R.A.) da aynı hususu belirtmiştir. Bu sahîh riva­yete dayanılarak, itikâfın Sünnet-i Müekkede olduğu kabul edilmiştir. Ne yazık ki bugün bu sünnet çoğu yerlerde terkedilmiş vaziyettedir.

 

F1khî Yönü

 

  1. a) İtikâf süresince oruç tutmak şart mıdır?
  2. b) Adanılmayan itikâf için belli bir süre gerekir mi?
  3. c) Cinsel yaklaşmaya yol açan okşama, öpme ve benzeri ilişkiler caiz midir?

Bu maddelerle ilgili görüş ve ictihadları geniş biçimde öğrenmek iste­yenler, El-Mebsut, Fetâvâ-i Hindiyye, Fethü’l-Kadîr, Bedayiussanayi’ ve benzeri fıkıh kitaplarına müracaat etsinler.

 

İtikâfın Psikolojik Yönden Olumlu Etkileri

 

Nefsimiz üzerinde hâkimiyet kurmamız ve ruhumuzu ilâhî sevgiyle besr iememiz zorunludur. Sınırlı bir ömrü kendi arzumuzla yönetmeğe kalkış­mamız ne bize, ne de topluma yarar sağlar. Varlık âlemi canlısıyla cansı-zıyla Allah’ın eseri olduğuna göre, ruhumuzun derinliğine doğuştan enjek-te edilmiş bulunan Allah sevgisini, yine O’nun değişmiyen sünnetine (ka­nun) göre belirgin hale getirip ibâdetle, duâ ve niyaz ile geliştirmemiz gerekmiyor mu?

Canlı varlıklar arasında yer alıp Allah’ın yüksek kudretinin sanatını akıllara durgunluk verecek ölçü ve anlamda kendinde toplayan insana, Allah yine kendi kudretinin yüceliğine yakışır anlamda birtakım ayrı özel­likler vermiştir. Bunlar o yüce Yaratan’ın insana olan yakın ilgisini, rah­met ve iyiliğini belgelemektedir. Bu ilginin zevkine varabilmek için yine O’nun belirttiği yol ve yöntemle mümkündür. Aksi halde başka doktirin-lerin kalıbına sokulup biçimlendirilmekten kendimizi kurtaramayız. O zaman da beden ve ruhumuzun yapılarına uygun olan bir hayat ölçüsünden uzak kalır; kendimizi ilâhî sünnetin dışına itmeğe zorlamış oluruz ki, bunun so­nucu çok üzücüdür.

İşte mescidlere itikâf ibâdeti niyetiyle kapanmak, ruhumuzun yapısı­na uygun olduğu kadar gıda ihtiyacını da karşılar.

Yılın birkaç gününü, toplumdan ve aile yuvasından uzak, günlük hayatın dışında kendimizi mesçidlerde Allah’a vermemiz, elbetteki ruhumuzu doyurup ona kanış verir. Diyebiliriz ki iç yapımızı tatmin eden, bizi ol-gunlaştırıp topluma daha çok yararlı hale getiren bu ibâdet, İslâm’ın bu alanda sunduğu feyizlerden sadece biridir. Maddî kirlerden temizlenmek, biteviye sürüp giden bir hayat düzeninden sıyrılmak, ruhumuzun tazelen­mesi, dimağımızın dinlenmesi için son derece gereklidir. Bundan dolayı Peygamberimiz (A.S.) Efendimiz her yıl Ramazan ayının son on gününü itikâf niyetiyle Mescid’de geçirirdi. Vefat edinceye kadar buna devam et­miş ve böylece bunu önemli bir sünneti olarak ümmetine bırakmıştır. Ken­disine peygamberlik verilmeden önce de bu ihtiyacı için için duymuş ve zaman zaman Hira dağına çekilerek mağarada tam bir ruh safiyeti içinde Allah’a kulluk etmenin yüksek ve derin zevkini tatmaya çalışmıştır.

İhtiyaçların çoğaldığı, maddenin daha çok rağbet bulduğu yirminci asrın son yarısında insan ruhu bu tür ibâdetlere daha çok muhtaçtır. Günlük hayatın eziei ve üzücü cenderesi altında ezilen bir insana, ibâdet ekmek, su ve hava kadar lüzumludur. Kendini ibâdet dışında bırakanların çoğu ruhî bunalım geçirmekte ve bir kısmı da bozulan sinir sistemiyle baş-başa kalmaktadır. Uzun yıllardan beri ilim adamları, psikologlar ve dok­torların çoğu dinle ilgilenmedikleri için ibâdetin insan ruhuna neler kazan­dıracağını bilmemektedirler. Ruhî bunalımları, sinir sistemi bozukluklarını ekonomik sıkıntılara ve bazı tatminsizliklere bağlamakla hiç bir bunalım ciddî ölçüde tedavi edilememiş, şifâ verici ilâcın kaynağına inilememiştir.

Benzer Konular:

Cevapla