Kabir azabı nedir ?
İnanışları gereği bazı insanlar gömülmüyor. Örneğin hindular ölülerini yakıp küllerini, Ganj nehrine bırakıyor. Peki kabir azabını gömülmeden nasıl çekecekler?
Cevap:
Kabir: Mezar, ölen kimsenin toprağa gömüldüğü yer. Çoğulu “kubûr” dur.
İnsan, ruh ve bedenden meydana gelen bir canlıdır. Ruhun yaratılışı bedenden öncedir. Buna göre insan hayatının devreleri dörde ayrılabilir. Birincisi, yaratıldığı zamandan bedene ruh üfleninceye kadar ruh devresi.
Kur’an-ı Kerîm’de ruhların topluca yaratılmasından sonra Cenâb-ı Hakk’ın ilk uyarı ve tebliği şöyle ifade edilir: “Hani Rabbin, Âdemoğullarından, onların sulhlerinden zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine şahit tutmuş; ben sizin Rabbiniz değil miyim? demişti. Onlar da; evet rabbimizsin, şahit olduk, demişlerdi. İşte bu şahitlendirme, kıyamet günü; bizim bundan haberimiz yoktu dememeniz içindi” (el-A’raf, 7/172). İkinci safha, dünya hayatıdır. Doğumla başlar, ölümle sona erer. Dünya hayatının amacı, kimin nasıl fiil ve hareketlerde bulunacağını denemek, sonuçları tesbit etmektir (bk. el-Mülk, 67/2, el-Bakara, 2/155). Üçüncü safha, kabir hayatı olup, ölümle başlar, kıyamet gününe kadar devam eder. Dördüncü safha ise, kıyametin kopmasıyla sonsuza kadar sürecek olan ahiret hayatıdır.
Kabir hayatı, bir bakıma ahiretin giriş kapısı ve başlangıcı sayılır. Ölen kimse, ister kabre defnedilsin, yırtıcı hayvanlarca parçalansın; ister ateşte yanıp külleri savrulsun ya da denizde kaybolsun, onun için kabir hayatı başlamış olur. Münker ve Nekir melekleri kabir sorgulamasını yapar. Rabbini, peygamberini ve dini sorar. Bu sorgudan sadece peygamberler ve çocuklar muaftır.
Ehl-i Sünnet inancına göre, kâfirlere ve bazı günahkâr müminlere kabir azabı vardır. Kabir, iman ve salih amel sahipleri için Cennet bahçelerinden bir bahçe; kâfirler için de Cehennem çukurlarından bir çukurdur. Kabir hayatının, azap şeklinin mahiyeti hakkında, âlimler ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir. Azabın ruha, bedene veya her ikisine birlikte yapılması, sonucu değiştirmez. Çünkü salih amel sahibi insanlar kabirde güzel bir hayat yaşarken, kâfirler, büyük bir sıkıntı ve ızdırap içinde bulunacaklardır (Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi, terc Şerafeddin Gölcük, İstanbul 1980, s. 235, 237: es-Sâbûnî, Mâtürîdî Akaidi, terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 185; Taftazânî, Şerhu’l-Akaid, s. 251; Tirmizi, Kıyâme, 26; Müslim, İman, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, Beyrut 1972, III, 29).
Kabirdeki ölü cennetlik (said) bir kimse ise, onun ruhu Cennet’e gider, eğer günahkâr ve cehennemlik (şâkî) ise, Cehennem’in yanına gider. Bir kısım ruhlar da berzah’ta bulunurlar ki, burası ne Cennet ne de Cehennem’dir.
Bazı âlimlere göre, saidlerin rûhu Cennette olmakla birlikte kabirleriyle olan bağlantıları kesilmez. Bu irtibat özellikle cum’a gecesi ve gündüzü ile cumartesi gecesi güneş doğuncaya kadar, pek canlı bir şekilde devam eder. Saidlerin ruhları dünya haberlerini izleme imkânı bulabilirler Vefat edip yeni gelenlere dünyadan haber sorarlar. Kendilerini ziyarete gelenlerin selâmını duyarlar, hatta izin verilirse, selâma karşılık vermeleri de mümkündür (ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terc. Kâmil Miras, Ankara 1985, IV, 504, 505)
Kabirlerin hazırlanışı:
Kabir hazırlanırken şu hususlara dikkat edilmelidir Kabir, bir adam boyu veya göğüs hizasına kadar kazılır. Ölüyü daha iyi koruyacağı düşüncesiyle kabir daha derin açılabilir. Toprak sert ise kabrin kıble tarafına bir lahd (oyuk) açılır. Eğer lahd açılmakla toprak göçecek kadar yumuşak olursa o zaman kabrin ortasında ölünün sığacağı kadar bir yer açılır ve oraya defnedilir.
İslâm müctehidleri ve fakihleri, kabirlerin kireç ve benzeri ile yapılmasının, kendi toprağına ilâve edilerek yükseltilmesinin, üzerine kubbeli bina yapılmasının, taşına övücü veya kadere sitem edici kelimeler yazılmasının caiz olmadığı konusunda görüşbirliği içindedir. Buna karşılık kabrin, yerden bir-iki karış yükselmesi, şeklinin deve hörgücü gibi olması, kerpiçle yapılması, kabrin baş tarafına bir taş konulması ne ölünün isminin yazılmasında bir sakınca görülmemiştir. Ancak kabrin üstüne mescit gibi bina inşa edilerek buranın mabed edinilmesi hadisle yasaklanmıştır.
Hz. Âîşe (r.a), Resulullah (s.a.s)’ın son hastalığında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah, Yahudi ve Hristiyanlara lânet etsin, Onlar, peygamberlerinin kabrini mabed haline getirdiler.” Hz. Âîşe diyor ki: “Eğer bundan korkulmasaydı, Hz. Peygamberin kabri dışarıdan belli olacak şekilde yapılacaktı” (Buhâri, Cenâiz, 916). Peygamberin ve Hz. Âîşe’nin ifadelerinden; kabrin dış şekli üzerinde titizlikle durulmasının ve bazı yasaklar konmasının sebebinin tevhit inancını korumak ve insanların şirke düşmelerini önlemek olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer yandan İslâm dini, israfı yasaklamıştır. israf, malın lüzumsuz yere ve ölçüsüz harcanması, sarfedilmesi demektir. Aç, çıplak, ilaçsız, tahsilsiz. eşsiz, işsiz, muhtaç müslümanlara yardım etmek yerine, büyük masraflarla heybetli, süslü ve masraflı kabirlerin bina edilmesi israf sınırları içine girebilir.
Cenaze için namaz kılındıktan sonra cemaatle birlikte yaya veya ihtiyaç olunca araç vasıtasıyla kabristana gidilir. Derince ve uygun boyda açılan kabre cenazeyi gömmek farz-ı kifayedir. Cenazeyi taşıyanlar gibi kabre indirenlerin de; “Bismillah ve ala milleti Resulullah” demeleri müstehabtır.
Ölü, kabirde yüzü kıbleye gelmek şartıyla sağ yanı üzerine yatırılır. Sonra kefenin düğümleri çözülür. Kabrin tahtası dizildikten sonra kürekle veya elle üzerine toprak atılır. Kabrin üstünü biraz yükseltmek menduptur. Toprak pekişsin diye kabrin üzerine su serpilebilir.
Kabir azabı.
Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek; “Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir: Dinin nedir?” diye sorarlar. İman ve güzel amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet kapıları açılır ve Cennet kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler. Onlara da Cehennem kapıları açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir. Müminler nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu yaşarken, kâfir ve münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir (bk. ez-Zebîdî, Tecrîdi Sarih, terc. Kamil Miras, Ankara 1985, IV 496 vd.).
Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede; “Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun” (el-Mümin, 40/46) buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır. Peygamber efendimiz; “Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder” (İbrahim, 14/17) ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır (Buhârî, Tefsîr, sure: 14).
Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir.
Bunlardan bir kaçı şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: “Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur” (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur” (Tirmizî, kıyamet, 26).
Başka bir hadiste de şöyle buyurur: “Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: “Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?” O da şöyle cevap verir. “O, Allah’ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O’nun kulu ve elçisidir. Bunun üzerine melekler; Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik”, derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: ” Yat ve uyu ” derler. O da; “Aileme gidin de durumu haber verin” der. Melekler ona; “Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et” derler. Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: “Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?” Münâfık da şöyle cevap verir: “Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum. Melekler ona; “Böyle diyeceğini zaten biliyorduk” derler. Daha sonra yere “Bu adamı alabildiğine sıkıştır” diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder” (Tirmizi Cenâiz 70).
Kur’an’da şehitlerin kabir hayatıyla ilgili olarak şöyle buyurulur: “Allah yolunda öldürenleri, sakın ölüler sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar” (Âlu İmrân, 3/169), “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Bilâkis onlar dirildirler. Fakat siz farkında değilsiniz.” (el-Bakara, 2/154).
Kabir azabının yalnız ruha mı, yoksa bedene mi, yahut da her ikisine mi yapılacağı konusu bilginler arasında tartışmalıdır. Bu azabın hem rûha, hem de bedene yapılacağı görüşü tercihe şayandır. ancak azabın niteliği hakkında fazla bilgi yoktur. Rûhun gerçeği üzerinde de görüş ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre ruh lâtif (ince, şeffaf, nüfuz kabiliyeti olan) bir cisimdir. Yaş ağaca suyun nüfûzu gibi bedene nüfûz etmiştir. Allah, rûh cesette kaldığı sürece hayatı devam ettirmeyi âdet kılmıştır. Ruh cesetten çıkınca ölüm hayatı ortadan kaldırır. Başka bir görüşe göre de, ruh ceset için güneşin ışıkları gibidir. Mutasavvıflar bu görüşü benimsemişlerdir. Ehl-i Sünnete mensup bir topluluk, gülsuyunun güle sirâyet ettiği gibi, rûhun da bedene sirâyet eden bir cevher olduğunu söylemişlerdir (Aliyyu’l-Kâri, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul 1979, s. 259). Ayette şöyle buyurulur: “De ki ruh, Rabbimin bildiği bir iştir. Size bu konuda pek az bilgi verilmiştir” (İsrâ, 17/85).
Ebû Hanife’ye göre, peygamberler, çocuklar ve şehitler kabir sorusu ile karşılaşmazlar. Ancak Ebû Hanîfe kâfirlerin çocuklarına kabirde soru sorulması, Cennete girmeleri ve onlarla ilgili benzeri bazı soruları cevapsız bırakmıştır (Alliyü’l-Kâri, a.g.e, s. 252-253).
Benzer Konular:
Answers ( 2 )
Kabir azabı Kişi öldükten sonraki yemekte kadar bekleyeceği yerde imanına ve ameline göre göreceği cezadır
kabir azabı kafirlere ve çok büyük günah işlemiş olan Müslümanlara durumuna göre cezalandırılırlar kimi Cennet bahçelerinden bir bahçede bekler kimi cehennem çukurlarından bir çukurda bekler Allah cümlemizi Kabir azabından ve kabir fitnesinden muhafaza eylesin
Kabir Azabı Nedir ve Ne Zaman Başlar?
Kabir azabı, İslam inancına göre, ölen kişinin ruhunun kabirde geçirdiği bir tür azap veya rahattır. Ölümden sonra kabre konan kişi, kıyamet gününe kadar bir geçiş dönemi olan kabir hayatına başlar. Kabir, aslında hem bir dinî hem de metafiziksel bir anlam taşır; ölen kişinin ruhu burada sorguya çekilir ve ruhsal durumuna göre ya nimet ya da azap yaşar. Bu süreç, kişinin inancı ve yaptığı amellerle doğrudan ilişkilidir.
Kabir azabının ne zaman başladığı, ölen kişinin durumuna göre değişir. İslam âlimleri, kabir azabının, kişinin toprağa konulması ile başladığını belirtirler. Kabre konan kişinin ruhu, Münker ve Nekir adlı melekler tarafından sorguya çekilir: “Rabbin kimdir?”, “Peygamberin kimdir?” ve “Dinin nedir?” gibi sorular sorulur. Eğer kişi doğru cevaplar verir, imanını ve güzel amellerini kabul ettirirse, kabri genişler, ışıkla dolar ve kabir hayatı huzurlu bir hale gelir. Ancak eğer kişi kâfir veya münafık ise, kabri daralır, karanlık olur ve azap başlar.
Kabir azabının başlangıcı şunlarla ilişkilidir:
Münker ve Nekir Sorgusu: Kabre konulduktan hemen sonra, ölü, bu melekler tarafından sorguya çekilir. Kişi doğru cevap verirse, azap başlamaz. Fakat yanlış cevap veren veya cevapsız kalan bir kişi kabir azabını yaşamaya başlar.
Ölümün Sonrası: Kabir azabı, kişinin ölümünden sonra başlar. Bu, kişinin gömülmesinden ya da ruhunun bedenden ayrılmasından hemen sonra gerçekleşir. Kişinin kabir hayatı devam ederken, ruh sürekli olarak sorulara ve durumuna göre bir yargı sürecindedir.
Kabir Azabının İçeriği:
Müminler: İman eden ve iyi işler yapan kişilere, kabirlerinde nimetler verilir. Kabirleri genişler, ışıkla dolar ve kabir hayatları huzurlu olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kabirleri “Cennet bahçelerinden bir bahçe” olarak tanımlamıştır.
Kâfirler ve Günahkâr Müminler: İman etmeyen veya büyük günahlar işleyenler için kabir, Cehennem çukuru gibi dar ve karanlık bir yer haline gelir. Kabir azabı, onların ruhlarını ve bedenlerini etkileyebilir. Kabirleri sıkıştırılır, onlara acı ve ızdırap verilir.
Hindular ve Diğer İnançlar: Hindular gibi bazı toplumlar ölülerini yakıp küllerini denize bırakırken, İslam inancına göre yine kabir azabı söz konusudur. İslam inancında, kişi toprağa gömülmese de (yani külleri denize savrulsa da), onun ruhu kabir hayatına başlar ve azabını ya da nimetini çeker. Kişinin fiziksel bedeninin kaybolması, ruhsal durumunu etkilemez; ruh yine de sorguya çekilir.
Kabir Azabına Sebep Olan Günahlar: İslam inancında, kabir azabının nedenleri arasında büyük günahlar yer alır. Özellikle şirk, zina, hırsızlık, yalan söylemek, gıybet yapmak gibi büyük günahlar kabir azabına yol açabilir. Ayrıca, iman etmeden ölen bir kişi ya da hayatı boyunca Allah’ın emirlerine uymayan bir kişi de kabir azabına uğrar.
Sonuç olarak, kabir azabı, ölülerin bir sonraki âlem olan ahiret hayatına geçmeden önce, ölümden sonra geçirdikleri geçiş döneminde karşılaştıkları bir cezadır. Kişinin inancı, amelleri ve yaşam şekli bu azabın şekli ve şiddetini belirler.