Paylaş
Kalu bela, Bezm-i elest ne demektir?
Question
Bezm-i elest ne demektir? Gerçekte vuku bulmuş mu dur? Yoksa temsilî bir anlatım mıdır?
Bezm-i elest, Farsça bir terkiptir, “sohbet meclisi” anlamına gelmektedir. Arapça’da ise “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabinın gerçekleştirildiği ve ruhların “Evet sen bizim Rabbimizsin” diye cevap verdikleri ezeli bir meclis demektir. Bu mecliste Allah Teâlâ ruhlarla bir sözleşme yapmıştır. Söz konusu sözleşmeden “Kıyamet gününde, bizim bundan haberimiz yoktu, demeyesiniz diye Rabbin âdemoğullarından, onların bellerinden (sulplerinden) zürriyetlerini (mikro zerreler halinde) çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler” (A’râf 7/172) âyetinde bahsedilmektedir. Ancak bu sözleşmenin hakikat mi yoksa bir temsil mi olduğu hususunda ittifak yoktur. Bazı âlimlere göre bu olay temsil değil hakikattir, bazılarına göre de hakikat değil temsildir. Hakikat görüşü, rivayet geleneğinde ağırlıklı olarak kabul edilen ve söz konusu hadiseyi fiilen ve somut olarak gerçekleşmiş bir hadise olarak telakki edip bunun üzerinden çıkarımlar yapanların görüşüdür. Müfessir Âlûsî (ö.1270/1853) bunun Ehl-i hadis ve sûfîlerin bütününün görüşü olduğunu kaydetmektedir. (Bkz. Rûhu’l-me’ânî, IX, 103).
Temsil olduğunu savunanlar ise Allah Teâlâ’nın ilgili âyette, varlık delillerini ve tüm insanları fıtratlarının başlangıcında Tevhid inancını ve İslâm’ı algılayabilecek kabiliyette yaratıp bunu temsil yoluyla (sembolik olarak) anlattığını öne sürmektedirler. Bir başka deyişle sanki Yüce Allah hakikate götürecek tüm varlık ve birlik delillerini oluşturup, insanı da söz konusu hakikati idrak edebilecek donanımla yarattıktan sonra temsili olarak onu buna şâhit tutmuş tur. Elest bezmi hadisesinin temsîlî anlatım olarak değerlendirilmesi başlangıçta Mu’tezile ekolünce ortaya atılmış olsa da, Mâtüridi gibi önemli Sünni bir âlim tarafından da benimsenmiş ve giderek ağırlıklı görüş halini almıştır. (Bkz. Te ‘vilâtu’l-Kur’ân, VI, 104).
Bize göre de bu âyette insanoğlunun aslî karakteri, varlık öncesi konumunda onunla Allah arasında yapılmış olan bir sözleşme ile tasdik edilmiştir, ancak bu tamamen bir temsilden ibarettir. Zira burada ele almış olduğumuz âyet bir taraftan insanların, babalarının sulplerinden yaratılıp Allah’ı tanıma duygu ve kabiliyetiyle donanımlı bir hâle getirildiğinden, diğer taraftan da kendisine bahşedilen bu üstün meziyetten dolayı Allah’ın varlığını ve birliğini itiraf ettiğinden söz etmektedir. Yani kısaca âyet bize temsilen şunu anlatmaktadır: Allah Teâlâ varlığına ve birliğine dair insanoğluna deliller sundu. İnsan da kendisine verilen akıl ve basiret sayesinde buna tanıklık etti. Böylece Allah sanki onları kendi kendilerine şahitlik ettirerek: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediğinde, onlar da: “Evet, sen bizim Rabbimizsin, senin birliğini tasdik konusunda kendi kendimize şa hitlik ettik” diye cevap vermiş oldular. Dolayısıyla söz konusu âyet ne ruhlar âleminden ne insanın ilk yaratılışından ne de büluğa erdiği esnada karşılıklı diyalog şeklinde gerçekleşen bir antlaşmadan söz etmektedir. Onun ortaya koyduğu tablo, tamamen temsili bir tarzda insanın, üzerine yüklenen sorumluluğunu kendisine verilen donanım sayesinde yerine getirebileceğini ifade etmektedir. Buna göre Allah Teâlâ’nın insanı şahit tutarak ondan söz alması, insanın psikolojik muhtevasını kendi varlık ve birliğini tanıyacak kapasitede yaratması anlamına gelmektedir. O halde âyetin metni mecâzî bir anlatım içeriyor demektir. Nitekim başka âyetlerde de buna benzer ânlatımlara rastlamak mümkündür. Meselâ “Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin’! Dedi. İkisi de ‘İsteyerek geldik’ dediler” (Fussilet 41/11) âyetinde de sembolik bir anlatım söz konusudur. Çünkü âyetteki “İsteyerek geldik” sözü mecâzen yaratılışın her alanında olduğu gibi göklerin ve yerin yaratılmasında da Allah’ın iradesinin geçerli olduğunu ifade etmektedir. O halde bu da bir temsili ifade demektir. Kaynak: 88 soru cevap kitapları
BENZER KONULAR:
Answer ( 1 )
KÂLÛ BELÂ
“Söylediler, dediler.” anlamına gelen “ قالو ا “ fiili ile olumsuz soruya olumlu cevap vermek için kullanılan ‘ بلى) ‘ evet) edatından oluşmuş bir ifade olan “Kâlû belâ” ( قالوا بلى (tabiri el-A‘râf sûresi 172. âyet-i kerîmede geçmektedir. Nitekim Bekir Topaloğlu ve İlyas Çelebi tarafından kaleme alınan Kelâm Terimleri Sözlüğü’nde kâlû belâ “insanoğlunun ilk yaratılışı sırasında Allah’ın ‘Ben sizin rabbiniz değil miyim?’ şeklindeki hitabına ruhların verdiği olumlu cevap” şeklinde tanımlanmıştır.
Süleyman Uludağ tarafından hazırlanmış olan Tasavvuf Terimleri Sözlüğünde ise kâlû belâ ile ilgili şunlar söylenmiştir: “Hak Teâlâ insanlardan çok evvel onların ruhlarını yaratmış ve sormuş, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Elestü bi-Rabbiküm)’ Onlar da ‘Evet öyledir.’ demişler (kâlû belâ).”
Böylece Allah’la kulları arasında bir sözleşme yapılmış; kullar Allah’a ahit ve söz vermişlerdir. Buna bezm-i elest, ezeldeki meclis ve ahit denir. “Ne zamandan beri Müslümansın?” sorusunun cevabı “Kâlû belâ’dan beri”dir.