Paylaş
Kulak hırsızlığı nedir
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Kulak hırsızlığı
Size bir sorum var.ibadetlerimi yapmaya ve zikirde olmaya ve dualar la rahatlamaya calisiyorum.enerjim yüksek.yatip uyuyorum sabah namazdan sonra .Daha sonra uyanınca yatağımda taanidigim insanlarin komşuların akrabaların seslerini konuşmalarını düşüncelerini kendi seslerinden duyuyorum.bunun için herhangi bir özel çabam yokken.Bu neden oluyor.ve hicr süresi 18.ayette kulak hırsızlığından bahsediyor.ben tedirginim.acaba enerjim veya ruhum bilmiyorumki acaba insanların yanında durup ne konuştuklarını mı dinliyip bana getiriyor.ben gunahmı giriyorum.cevabiniz varmı.fikriniz yada bilginiz varmı bu konuda.simdiden teşekkürler ediyorum.
Cevap:
Hicr süresi 16-17-18 ayetlerin tefsirinde Putperestlerin, yukarıda (6-7 ve 15. âyetlerde) özetle fakat çok net bir şekilde bildirilen Hz. Peygamber ve İslâm dini karşısındaki inkârcı ve inatçı tutumlarının temelinde iki önemli sebep bulunmaktadır: Putlarının tanrı olduğu iddialarının reddedilmesi, âhiret inancının getirilmiş olması. Nitekim Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu, ısrarla savunduğu ve yerleştirmeye çalıştığı iman esaslarının başında tevhid inancıyla âhiret inancının geldiği, bu iman esaslarını kanıtlamak için pek çok delil ortaya konduğu görülmektedir. İşte, 6-7 ve 15. âyetlerde putperestlerin inkârcı ve inatçı tutumları hakkında özetle bilgi verildikten sonra konumuz olan âyetler kümesinin ilk üçünde Allah’ın birliğini ve kudretinin sınırsızlığını ifade etmek üzere gökle ilgili, bunları takip eden âyetlerde arzla ilgili, 26. ve devamındaki âyetlerde de insanın yaratılışıyla ilgili kozmolojik deliller sıralanmakta; daha sonra âhiret hayatından söz edilmektedir.
16. âyetin metnindeki burûc kelimesinin tekili olan burc (burç), sözlükte “yüksek köşk” anlamına gelmektedir. Ayrıca kalelerin kulelerine burç denildiği gibi, klasik astronomi terimi olarak güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takım yıldızından her biri için de burç kelimesi kullanılmaktadır (bilgi için bk. Kürşat Demirci-İlhan Kutluer, “Burç”, DİA, VI, 421-424).
Kelime Kur’ân-ı Kerîm’de dört defa çoğul şeklinde geçmektedir, 85. sûreye de Burûc adı verilmiştir. Bu âyetlerin birinde “kale burcu” (enNisâ 4/78), konumuz olan âyetin de dahil olduğu diğerlerinde ise “yıldız kümeleri” veya “takım yıldızları” anlamında kullanılmıştır. Grek astronomi geleneğinin İslâm dünyasındaki etkisinin başladığı dönemlerden itibaren kaleme alınan eski tefsirlerin çoğunda buradaki burçlar genellikle “ayın ve güneşin menzilleri” şeklinde açıklanmakta ve bilinen on iki burcun adları sıralanmaktadır (meselâ bk. Kurtubî, X, 14; Şevkânî, III, 142). Ancak daha önceki yorumlarda burûc kelimesi kısaca “yıldızlar” diye açıklanmıştır (bk. Taberî, XIV, 14; İbn Kesîr, IV, 446).Begavî’nin Meâlimü’t-tenzîl’inde “büyük yıldızlar” olarak yorumlanır (III, 45). Astronomi biliminin ortaya koyduğu yeni veriler dikkate alınarak kelimeyi “yıldız kümeleri” veya “takım yıldızları” şeklinde karşılamak daha isabetli görünmektedir. Böylece bir yandan semanın pek çok yıldız kümeleriyle donatılması, bir yandan bunların muhteşem estetik görünüşü, gerçeği görebilen ve güzelliğin arkasındaki anlamı kavrayabilenler için Allah’ın ortaksız varlığını ve kudretinin mükemmelliğini gösteren açık seçik kanıtlardır. İnsanın, bunları bilip görürken hâlâ inkârcılıkta direnmesi akıl ve iz‘anla bağdaşabilir mi?
Anlamlarını açık seçik kavramak ya çok güç veya imkânsız olduğu için “müteşâbihât” grubuna giren 17-18. âyetler hakkında klasik tefsirlerde bazı yorumlar yapılmış, güvenilirliği kuşkulu olan rivayetlere dayanılarak bazı ayrıntılar verilmiştir (meselâ bk. Taberî, XIV, 14; Kurtubî, X, 15-17). Ancak bir gayb, bir sır olan vahiy ile ilgili bu âyetlerin tam olarak anlaşılabileceğini söylemek güçtür; bununla birlikte burada –vahyin Allah tarafından korunduğunu bildiren 9. âyetle de bağlantılı olarak– vahyin korunmuşluğuna dikkat çekildiği söylenebilir. Bu çerçevede şu hususlara işaret edildiği de düşünülebilir: Allah’ın dilemesi dışında hiçbir güç gayb ilmine ulaşamayacak; –müşrik Araplar’ın hurafeden başka bir şey olamayan inançları dolayısıyla ileri sürdükleri gibi– kâhinlik ve büyücülük için kullanmak maksadıyla metafizik âlemdeki saklı bilgileri öğrenmeye kalkışan bazı şeytanî güçler bulunsa bile, bunlar başarılı olamayacaklar; bunlar, “parlak bir ışık” diye ifade edilen, mahiyetini bilemediğimiz bir ışıkla –belki bir ateş topuyla– engelleneceklerdir. Câhiliye döneminde Arap kâhinleri, kendilerinin özel cinleri ve şeytanları bulunduğunu, bunların kendilerine gökten haberler getirdiğini, bu sayede gaybı bildiklerini iddia ederlerdi. Hatta bu yüzden putperestler Kur’ân-ı Kerîm’i bir kâhin sözü, dolayısıyla Hz. Peygamber’i de kâhin olarak nitelemeye kalkışmışlar, fakat Allah Teâlâ bu iddiayı açıkça reddetmiştir (Tûr 52/29; Hâkka 69/42). Konumuz olan âyetlerin de bu tür hurafeye dayalı iddialara bir cevap teşkil ettiği anlaşılmaktadır.
Benzer Konular:
Answer ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
İstirsak-ı Sem (Kulak Hırsızlığı) nedir?
Sözlükte “gizlice almak, çalmak” mânasındaki serak (serika) kökünden türeyen ve aynı anlamı taşıyan istirâk ile “işitmek, işitme duyusu, kulak” mânasındaki sem’ kelimelerinden oluşan istirâk-ı sem’ (istirâku’s-sem’), “gizli sözlere kulak kabartıp dinlemek” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “srḳ” md.; Fîrûzâbâdî, el-Ḳāmûsü’l-muḥîṭ, “srḳ” md.). Şeytanlarla cinlerin semâdan haber öğrenmek için kulak kabartmaları Kur’ân-ı Kerîm’de bu terkiple ifade edildiği gibi (el-Hicr 15/17-18) sadece sem’ kökünün türevleriyle de anlatılmıştır (eş-Şuarâ 26/210-212; es-Sâffât 37/7-10; el-Cin 72/8-9). Hadislerde de aynı terkip “şeytanların kulak hırsızlığı yapması” anlamında kullanılmıştır (Müsned, II, 14; Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6, “Tefsîr”, 15/34, “Cihâd”, 174; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 13). Kur’an sözü edilen âyetlerde, şeytanların kulak hırsızlığı yaparak bazı sözler kapmak suretiyle elde ettikleri bilgileri kendilerine yakın buldukları kâhin vb. kişilere naklettiklerini, bu şekilde onları etkilemeye çalıştıklarını bildirmekte, ancak üzerlerine parlak ve yakıcı alevler yöneltildiğini, yıldızlar fırlatılarak taşlandıklarını, böylece göğün şeytanlardan korunduğunu, onların yüce sakinler topluluğunu (mele-i a’lâ) dinleyemediklerini, bu husustaki her teşebbüste oradan atıldıklarını haber vermektedir. Hz. Peygamber de meleklerin göklerde olup bitenleri kendi aralarında konuşurken kulak hırsızlığı yapan şeytanların duydukları haberleri yüzlerce yalan katarak kâhinlere ulaştırdıklarını söylemiştir (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6; “Tefsîr”, 15/1; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 13). Diğer bir rivayete göre de Resûl-i Ekrem’e kâhinlerin gaybdan haber verdiği yolundaki iddianın esası sorulunca, “Kâhinlere ait beyanların hiçbir değeri yoktur” şeklinde cevap vermiş, “Fakat söyledikleri bazan doğru çıkıyor” denmesi üzerine de, “Bunlar kulak hırsızlığı olup cinlerin yüzlerce yalanla beraber kâhin dostlarına fısıldadığı sözlerden ibarettir” buyurmuştur (Buhârî, “Ṭıb”, 46; “Tevḥîd”, 57; Müslim, “Selâm”, 122-123).
İnsanlarca algılanamayan şeytan ve cin türünden varlıkların gayb âleminden haber öğrenmeye çalışmalarının Hz. Peygamber döneminde devam edip etmediği konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Ebû Abdurrahman el-Herevî ve Mâverdî’nin de içinde yer aldığı bazı âlimlere göre haber hırsızlığı onun devrinde de sürmüş, ancak nübüvvet öncesinde olduğu kadar serbest şekilde yapılamamış, istirâk-ı sem’a katılan şeytan ve cinler şihâba (bir nevi ışınlanma) mâruz kalmıştır (Mâverdî, s. 101-103; Kurtubî, X, 10; Süyûtî, Laḳṭü’l-mercân, s. 171). İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre ise bu hırsızlık Resûl-i Ekrem’in nübüvvetinden itibaren ortadan kalkmıştır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de, cinlerin kulak hırsızlığı yapmak için daha önce gökte tutunup kalacak yer buldukları halde nübüvvetten sonra alev huzmeleri ve güçlü kuvvetli koruyucularla karşılaştıkları belirtilmiştir (el-Cin 72/8-9). Muteber hadis kitaplarında yer alan rivayetler de bu hususu teyit etmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, 72/1; Müslim, “Ṣalât”, 149; Tirmizî, “Tefsîr”, 72).
Peygamberlere melekler vasıtasıyla gönderilen vahyin, melekler gibi gayb âlemine mensup olup onların bazı yeteneklerini taşıyan şeytan ve cin türünden varlıklar tarafından tahrif edilmesi, istikametinden saptırılması (krş. el-Hac 22/52-53) veya kâhinlerin şahsında vahyin alternatiflerinin üretilmesi mânasına gelen istirâk-ı sem’ bütün vahiyler için söz konusudur. Bu hususa yer veren beş âyetin dördünde şeytanların, yüksek topluluğun kendi arasındaki konuşmalarına vâkıf olamadıkları, kulak hırsızlığı yapmak isteyenlere de delip geçen parlak bir ışığın (şihâb) engel olduğu haber verilmektedir. Cin sûresindeki âyetlerde ise (72/8-9) Hz. Muhammed’in nübüvvetle görevlendirilmesinden sonra daha önce kulak hırsızlığı yapabilen cinlerin artık bundan tamamen menedildiği belirtilmekte, bu husus hadislerde de yer almaktadır (Buhârî, “Tefsîr”, 72/1; Müslim, “Ṣalât”, 149). İstirâk-ı sem’a dair âyetlerin üçünde konu kozmolojik oluşum ve düzen içinde zikredildiği halde (el-Hicr 15/16-18; es-Sâffât 37/6-10; el-Mülk 67/3-5) bazı müfessir ve hadis şârihlerinin olayın Hz. Peygamber’den önce vuku bulmadığını söylemeleri, istirâk-ı sem’ tabirinin Câhiliye şiirinde bulunmadığı iddiasını bunun delilleri arasında zikretmeleri, hem ilgili âyetlerin örgüsü hem de Arap edebiyatı tarihi açısından isabetli bulunmamıştır (Taberî, XXIII, 26; Kurtubî, X, 10-12; XV, 66; XIX, 12; Süyûtî, el-Ḫaṣâʾiṣü’l-kübrâ, I, 278; krş. Müslim, “Selâm”, 124; Tirmizî, “Tefsîr”, 34).
İstirâk-ı sem’a dair âyetlerde yer alan şeytan ve cin ile şihâb ve mesâbîh kavramlarının mahiyeti hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Fahreddin er-Râzî ile Kādî Beyzâvî, Mülk sûresindeki âyette yer alan “şeyâtîn” kelimesinin “kâhinler ve müneccimler” mânasına da gelebileceğini ifade etmiş, bu durumda aynı âyetteki “rücûm” kelimesinin “onların zan ve kuruntuları” anlamında kullanıldığını söylemişlerdir (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXIX, 60; Envârü’t-tenzîl, IV, 298). Elmalılı Muhammed Hamdi bu telakkiyi biraz daha destekleyerek nakletmiş, müneccim ve kâhinlerin telkinlerini parlak bir ışık gibi etkisiz hale getiren şihâbların Resûl-i Ekrem ile ashabının yolundan giden âlimlerin olabileceğini belirtmiştir (Hak Dini, VII, 5202-5206). Ömer Rıza Doğrul (Tanrı Buyruğu, II, 421, 699, 869) ve Muhammed Esed (Kur’an Mesajı, II, 516-517) şeytanların gaybdan haber verme iddiasında bulunan astrologlardan, şihâbların da bunların başarısızlığı ve hayal kırıklığından ibaret olduğunu ifade etmiştir. Ömer Rıza Doğrul, istirâk-ı sem’ konusuna açık şekilde yer veren ve bunun için cin kavramını kullanan Cin sûresindeki âyetlere (72/8-9) yeni bir açıklama getirmezken Muhammed Esed cinlerin, küstah ve kibirli yahudilerin kendilerini Allah’ın seçilmiş toplumu olarak görmelerine bir atıf olabileceğini ve astrolojiyi araç olarak kullanmalarına işaret sayılacağını söylemiştir (a.g.e., III, 1196).
İstirâk-ı sem’ âyetlerinin -biri hariç- kâinatın yaratılışını konu edinen âyetler arasında zikredilmesi göz önünde bulundurulduğu takdirde, “yanan ateşten yükselen güçlü ve parlak alev, uzayda oluşan ateş” (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Şihâb” md.) anlamına gelen şihâb kelimesine “gerçeği temsil eden peygamber ve onun yolundan giden âlimler” veya “astrologların başarısızlığı” mânası vermek isabetli görünmemektedir. Buna bağlı olarak Mülk sûresinde “bir nevi taş” anlamına gelen recm (rücûm) kelimesini “zan ve tahmin” şeklinde yorumlamak da zayıf bir ihtimal derecesinde kalır. İstirâk-ı sem’ âyetlerinde geçen şeytanlarla kâhin, müneccim ve medyum arasında münasebet kurulması konunun temel esprisiyle uyum halindedir. Zira şeytanlar ve cinler, Hz. Peygamber’den önce kulak hırsızlığıyla elde ettikleri bilgi kırıntılarını kâhin ve müneccimlere telkin ediyorlardı. Âyetlerin dördünde kulak hırsızlığı şeytana nisbet edilirken Cin sûresinde ona atıf yapılmamakta ve semâ haberlerini dinleme olayı cinlerin ifadesi olarak nakledilmektedir. Bunu, şeytanın kulak hırsızlığı yoluyla elde ettiği bilgileri insan türüne, cinlerin de kendi türlerine telkin ettikleri şeklinde açıklamak mümkündür (bk. KARÎN).
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
.