Paylaş
Kur’an i Kerim göre melekler ve görevleri
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
KUR’AN-I KERİM’E GÖRE MELEKLER
MELEKLERİN MAHİYETİ VE MELEKLERE İMAN
İslâm Dini’nin iman esaslarından biri de meleklerin varlığına inanmaktır. Bu esasa, İslâm’ın istediği şekilde inanabilmek için, konunun, ayetlerden ve sahih hadislerden hareketle ortaya konulması gerekir. Aksi takdirde inançlarımızı safsata ve hurafelerin pisliğinden kurtaramayız. Binâenaleyh “melek” kelimesinin sözlükte ifade ettiği mananın, terim olarak kullanıldığı mahiyetin, eski dinlerdeki melek inananın ve İslâm Dini’ndeki öneminin, öncelikle ele alınması iyi olur.
a- Melek Kelimesinin Kökü Ve Manası
Arapça’nın önemli klasik sözlüklerinde “melek’ ve “melâike” kelimeleri hakkında birçok iştikak bilgileri verilir ve kelimelerin hangi kökten türediği, ne manalara geldiği uzun uzun anlatılır. Bu bilgileri şöylece özetleyebiliriz:
“Melek” kelimesi, “melâike” kelimesinin tekilidir [1][5] ve “mel’ek” kelimesinin hafifletilmiş şeklidir. “Mel’ek” kelimesindeki hemzenin hazfedilerek, kelimenin “melek” şeklinde telaffuz edilmesinde icmâ edilmiştir. Bu hali ile kelime, “elûke” masdarından “mefal” vezninde[2][6] sıfat-ı müşebbehedir.[3][7] Kisâî, bu kelimenin aslının, “elûk” masdarından “me’lek” olduğunu söyler.[4][8]
Yine bu kelime hakkında şöyle bir açıklama daha yapılır: “Me’lek” kelimesi “risâlet”, yani elçilik (postacılık-aracılık) anlamındadır. Lâm harfi ileri alınıp, hemze harfi geri bırakıldı, yani yer değiştirdiler ve kelime “mel’ek” şekline girdi. [5][9] Sonra kolay telaffuz edilsin diye ve çok kullanılan bir kelime olduğu için hemze de atıldı ve kelime “melek” şeklini aldı.[6][10] Çoğul yapıldığı zaman, atılan bu hemze geri getirilerek “melâiketü” veya “melâik” denilir.[7][11] “Melâiketü” kelimesinin sonundaki “te” harfi, cem’i müennes olduğu için ve te’kid ifade etmek üzere getirilmiştir. Bu sadedde İbnu’s-Sikkît “Melâiketü kelimesi, “mel’eketü”nün çoğuludur.” Der. [8][12]
Râgıb el-Isfahânî, “Bazı araştırmacılar, melek kelimesinin “mülk” kökünden türemiş olduğu görüşündedirler.” Der.[9][13] Ebû Hayyân da “Melek kelimesinin başındaki mim harfi zâid olmayıp, kelimenin asıl harflerindendir.” diyerek ona yakın bir görüş ileri sürer. Melek kelimesinin, kuvvet-kudret anlamına gelen “mülk” kökünden türemiş bir isim olduğu iddiası, meleklerin kuvvet sahibi varlıklar oluşundan kaynaklanmaktadır.[10][14]
Çoğu dilcilerce melek kelimesinin kökü kabul edilen “e-le-ke”- “ye’-lü-kü” fiili, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, “elçilik yapmak” anlamına gelir.[11][15] Araplar, “Onun elçilik görevini üstlendi.” manasında, “İste’leke me’leketehû.” derler. İbnü’l-Enbârî, “Elekî ilâ fülânin.” ifadesi “Beni ona elçi olarak gönder!” manasındadır. “Elekenî.” ifadesi de “Elçim ol.” manasındadır.” Der.[12][16]
Müsteşriklerden Macdonald melek kelimesinin Sâmice eski bir kelime olduğunu; “melâik” kelimesinin de bunun “cem’i mükesser”i olduğunu söyler ve İbrânice asıllı olduğunu söyleyenleri pek doğru bulmadığını ifade eder.[13][17] Müsteşriklerin Kur’ân’daki önemli kelimeleri, özellikle İbranice, Arâmice ve Sâmice gibi dillere nisbet etme gayretleri, Kur’ân-ı Kerîm’i, Allah Teâlâ’dan gelen orijinal bir kitap saymayışları ile ilgilidir ve biraz art niyetli bir çabadır.
Bizim bütün bu açıklamalardan çıkaracağımız netice şudur: Melek kelimesi, öz olarak “elçilik-postacılık-aracılık” ve “kudret” manalarını taşımaktadır. Bundan dolayı Allah Teâlâ, bu kelimeyi; kulları, peygamberleri ve diğer yaratıkları ile kendi arasında elçilik-habercilik görevini yapan ve kainattaki hadiselerin meydana gelmesi için verilen görevleri yerine getiren bir çeşit güçlü-kuvvetli yaratıklarına isim olarak vermiştir. Zaten Kur’ân-ı Kerîm’de, çoğu âyette, meleklerden, aynen peygamberler gibi, “rasûl” ve bunun çoğulu olan “rusul” diye sözedilmektedir. Bunlar, “elçi” ve “elçiler” manasınadır. Aynı zamanda bu kelimeler, meleklerin esas vazifelerinin, elçilik olduğunu da gösteriyor. Bu elçilik bazan Allah Teâlâ ile peygamberler arasında, bazan da Allah Teâlâ ile diğer varlıklar arasında oluyor. Onlar, ileride de görüleceği gibi, peygamberlerin yanısıra, çeşitli varlıklara vahiy getiriyor; kainattaki hadiseleri, Allah Teâlâ’dan aldıkları emirler çerçevesinde yürütüyor ve böylece aracılık-elçilik vazifesini çok değişik şekillerde yerine getiriyorlar.
Ferrâ, “O Kur’ân bir öğüttür (…) çok şerefli, kıymeti yüce ve tertemiz sahifelerdedir. Kıymetli, sevgili ve takva sahibi seferenin ellerindedir.” [14][18] âyetlerindeki “sefere”nin, Allah ile peygamberleri arasında vahiy seferleri yapan melekleri anlattığını söylemiştir. Zaten, “sefaret” de, elçilik manasında kullanılan bir kelimedir.[15][19] Binâenaleyh bu da melek ve rasûl kelimelerindeki temel mana olan elçilik ile meleklerin, esas görevlerine işaret etmektedir.
b- Meleklerin Mahiyeti
Birçok dinin inananları, meleklerin var olduğunda ittifak etmişlerse de mahiyetleri, yani nasıl bir varlık oldukları konusunda değişik görüşler ortaya atmışlardır. Bazıları meleklerin, bir yer tutan varlıklar olduğunu, bazıları da, uzayda yer tutmayan, bedensiz nefisler, yani ruhlar olduğunu söylemişlerdir. Onların uzayda yer tutan varlıklar olduğuna inanan bazı putperestlere göre, melekler, mutluluk veya mutsuzluk verme özelliğinde olan yıldızlardaki bir hakikattir. Bunların iddiasına göre, yıldızlar, konuşan-diri varlıklardır ve onlardan mutluluk verenler rahmet melekleri, mutsuzluk verenler ise azap melekleridir.[16][20] Bu inanç, yıldızlara tapan Sâbi’iler’e ait olsa gerek.
Eski felsefecilere göre ise “Melekler, ruhları ile kâim cevherler olup, kesin olarak yer tutan varlıklar değildirler. Onlar mahiyetleri itibariyle, insan ruhlarından farklıdırlar; daha bilgili, daha kuvvetlidirler. Bir kısmı, ruhumuzun bedenimize bağlılığı gibi, feleklerin ve yıldızların kütlelerine bağlıdır. Bazıları ise, feleklerin yönetimi ile ilgili olmayıp, ma’rifetullah’a, O’nun sevgisine dalmış olup, Allah’a tâat ile meşguldürler. Bunlar mukarreb meleklerin taa kendileridir. Bunların gökleri yöneten meleklere nisbeti, gökteki meleklerin biz insanlara nisbeti gibidir”. Bazı felsefeciler bu iki cinse ilaveten, yeryüzünün çeşitli işlerini yöneten, daha aşağı bir melek çeşidinin daha bulunduğunu söylemişlerdir.[17][21]
Bu hususta, İslâm âlimleri de farklı açılardan tarifler yapmışlardır.[18][22] Mesela kelâm âlimlerinden Taftazânî’nin bu inancı özetleyen tarifi şöyledir: “Müslümanların çoğu meleklere, “Çeşitli şekillerde görünen, meşakkatli işlere güç yetirebilen, Allah katında kıymetli, devamlı ibadet edip, Allah’a itaattan ayrılmayan, erkeklik ve dişilik ile nitelenemeyen latif cisimli varlıklardır.” diye inanırlar”.[19][23] Muhammed Kanburi el-Antâkî de yazma olarak bulunan risalesinde, birçok İslâm âlimi gibi, hemen hemen Taftazânî’nin tarifini yaparak şöyle der: “Melekler, nûrânî, cisim bulanıklıklarından uzak, cinsiyeti olmayan, çeşitli şekillerde görünmeye muktedir, zor işlere gücü yeten, ilimde kemal sahibi, günahlardan uzak, devamlı itaat ve ibadette olan varlıklardır”.[20][24] Bu, Ehl-i Sünnet’in kabul ettiği ve Kur’ân âyetlerinin açık manası ile sünnete uygun tariftir. Filozofların tarifine göre ise “Melekler, nüfûs-ı natıkadan, yani insan ruhundan farklı, bilgi ve kuvvetçe de insanlardan ileri mücerred (soyut) cevherlerdir”. [21][25] Alûsî buna şunları ilave eder: “Bazı filozoflar, melekleri, “Felekleri harekete getiren feleklerin nefisleri, yani ruhlarıdır.” diye tarif etmişlerdir.[22][26] Hak Dini Kur’ân Dili’nde bilhassa İslâm filozoflarının melekler hakkındaki görüşleri şöyle özetlenmiştir: “Melekler, ne mekan tutan varlıklardır, ne de cisimdirler. Mücerred cevher olmaları hasebiyle, insan ruhuna benzerse de mahiyeti ondan farklıdır. Aralarındaki nisbet (yani fark), güneş ile güneş ışığının farkı gibidir. Meleklerin cevher olduklarında akıl sahihleri ittifak etmişlerdir.[23][27] İhtilaf, meleklerin mekan tutan varlıklar mı, mücerred varlıklar mı olduğu hususudur”. Bu ihtilafta felsefeciler, meleklerin mekan tutmayan varlıklar olduğunu; kelâm âlimleri ise aksini iddia etmişlerdir.[24][28]
İbn Hacer el-Heytemî, Cüveynî’den naklen “Melekler, nurdan meydana gelmiş varlıklardır. Bazı kimseler meleklerin, basit nûrânî varlıklar olduğunu söylüyorlar. Bazı kimseler de meleklerin, anâsır-ı erba’adan yani maddenin dört temel unsuru olan su, toprak, ateş ve havadan meydana geldiğini, ama bu karışımda nurun, yani ateş unsurunun fazla olduğunu iddia ediyorlar.” der.[25][29]
Muhammed Abduh’un has talebesi Muhammed Reşid Rıza, kendilerinin selef yolunda olduğunu uzun uzun anlattıktan sonra, melek konusunda önce selefin kesin değil de muhtemel görüşünü veriyor: “Selef, yani İslâm’ın ilk nesilleri olan sahabe ve tâbi’in melekler hakkında şöyle inanır: Melekler, var oldukları ve bazı işleri Allah Teâlâ tarafından bize haber verilmiş yaratıklardır. Bundan dolayı onlara iman etmek bize vacib olmuştur. (Onların mahiyetini araştırmak bize düşmez…)”. Buna selefin muhtemel görüşü diyoruz; çünkü seleften,gelen bir rivayete dayandırılmaksızın, sahabe ve tâbi’în’in inanç konularındaki genel tutumlarından çıkarılmıştır. Reşid Rıza işte bu tahmininden sonra üstadı Abduh’un şu sözünü nakleder: “Birçok insan, meleklerin cevherini, esas maddesini araştırıyor ve onların mahiyetini öğrenmek için gayret sarfediyorlar. Aslında sır olan bu konuyu bilmeye Allah’ın muvaffak kıldığı insanların sayısı çoktur. İşin doğrusu ise selefin yaptığı gibi, hakikatini araştırmaksızın, gayb âleminin varlığına inanmaktır. Çünkü insanları, bunları araştırıp bulmakla mükellef tutmak, hemen hemen güç yetmeyecek şeyle mükellef tutmak gibidir.” [26][30]
Ebu’l-Bekâ, “Külliyâf’ında, meleklerin çeşitli şekillere girmesinden bahsederken “Melekler, nûrânî varlıklardır; parçalarının birbirine yaklaşarak kesafet kazanması ile, bir insan kadar olur ve Cebrail (a.s)’in sahabeden Dıhye (r.a) şekline girdiği gibi, insan şekline girebilirler. Sonra yaratılışlarından hiçbir şey kaybetmeden asıl şekillerine dönebilirler.” der.[27][31] Böylece meleklerin mahiyetleri ile ilgili bir yöne işaret eder. Muhammed Reşid Rıza aynı noktaya temas ederek “Müslümanlara göre melekler, latif cisimlerden yaratılmışlardır ve kesif cisimlerin şekillerine girmeye muktedirdirler. Onların böyle farklı şekillere girmesi, suyun ince buhar, kalın buhar, kar, buz ve sıvı hâllerde bulunabilmesi gibidir. Aradaki fark, suyun, bu şekillere, gayr-i ihtiyari olarak-istemeden girmesi; meleklerin ise, kendilerine Allah Teâlâ’nın verdiği, madde âlemine tesir edici güç sayesinde, ihtiyari olarak-isteyerek girmeleridir”.[28][32] Meleklerin, özellikle insan şekline girmesine ileride tekrar temas edeceğiz.
Süleyman Ateş hocamıza göre de melek, tamamen soyut ruhtur, yoğunluğu olmayan varlıktır. Ruhun hiçbir maddi özellik almayıp, ancak belli bir şekle sokulmasıyla, melek yaratılmıştır. Hiçbir maddi yönü olmadığı için, kötülüğe eğilimi yoktur. Hadis-i şerifte bildirildiğine göre nurdan yaratılmışlardır.[29][33] Günümüzün anlayışına yaklaştırmak maksadı ile, bu nura, saf ışın veya enerji diyebiliriz. Nûrânî varlıklar olan melekler, hayal ve vehim olmayıp, gerçek, yüksek sıfatlara sahip, gözle görünmez kutsal varlıklardır.[30][34] Meleklerin rüzgardan yaratıldığı da söylenmiştir. Bu iki görüşü birleştirmek için Fahreddin Râzî, “Onların bedenleri rüzgardan, ruhları ise nurdan yaratılmıştır.” der.[31][35]
Meleklerin mahiyeti ve yaratılmış oldukları madde ile ilgili olarak söylenenler aşağı-yukarı bu gibi şeylerdir. Aslında bundan önce ve bundan sonra konuyla ilgili olarak ve de âyetlere dayanarak söyleyeceklerimizin hepsi, bu mahiyeti ortaya koymaya ve melekler hakkında nasıl bir inanca sahip olmamız gerektiğini anlatmaya yöneliktir.
c- Meleklere İmanın Gerekli Oluşu
Allah Teâlâ, kullarına, inanılması gerekli olan esasları kısaca bildirirken
“O Peygamber de, mü’minler de, kendilerine Rablerinden indirilene iman ettiler. Herbiri, Allah’a, O’nun. meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı…” [32][36] buyurmaktadır. Bu âyet indiği zaman Hz. Peygamber (a.s) “Bunlara inanmak şarttır. buyurmuştur.[33][37] İlim ve irfan ehlinden olan büyük zatlar “Bu âyet, iman esaslarını toplayan bir özettir; mükelleflerin bilmesi ve inanması gereken şeyleri bildirmek için inmiştir.” demişlerdir.[34][38]
Bizi bu noktada ilgilendiren, âyetteki “(O’nun) melekleri” ifadesidir. Bu ifadeden anlıyoruz ki meleklerin varlığına inanmazsak mü’min olamayız. Bu iman, Âlûsî’nin tefsiri ile, “meleklerin ma’sum, yani günah işlemez, tertemiz, Allah’a hiç isyan etmez, Allah tarafından emrolundukları şeyleri bütün güçleri ile yerine getiren varlıklar olduğu” şeklinde olmalıdır.[35][39]
İman edilmesi gereken şeylerin âyetteki sıralanışı içinde meleklerin yeri, onlara imanın önemini göstermektedir. Bu sıranın, Allah isminden sonra, “kitablar ve peygamberler”den önce oluşu, meleklerin, Allah Teâlâ ile peygamberler arasında elçilik-habercilik yaptıklarına, Allah’ın kitablarını getirmede aracı olduklarına; bir diğer ifade ile vahiy getirme görevlerine işaret eder mahiyettedir”.[36][40]
Nisa Sûresi’nde, meleklerin varlığını kabul etmeyenler açık bir şekilde kâfir ve sapık olarak nitelendirilmiştir:
“Kim Allah’ı, meleklerini, kitablarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederek kâfir olursa, hiç şüphesiz ki uzak bir sapıklıkla sapıp gitmiştir.”[37][41], yani hidâyet yolundan, doğru yoldan çıkmış ve çok uzaklaşmıştır.[38][42]
Allah Teâlâ’nın bu ve benzeri âyetlerde bildirdiği hususlardan herhangi birine inanmamak-diğerlerine inanılsa da- insanı inkâr bataklığına sokar; Allah katında geçerli ve doğru iman sayılmaz. Binâenaleyh melekleri inkâr etmekle, imanın esaslarından diğer herhangi birini inkâr etmek arasında fark yoktur. Ayrıca melekleri inkâr eden kimse, dolayısıyla vahyi, ilahi kitabları, peygamberliği, ruhları ve kıyameti inkâr etmiş olur.[39][43]
İman, bütünüyle ibadetten önce geldiğinden dolayı, müslüman için öncelikli bir öneme sahiptir. Nitekim Cenâb-ı Allah âyette şu sıralaması ile bunu en güzel şekilde anlatmaktadır:
“(Namazda, ibadet yaparken) yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz birr, yani iyilik-hayır değildir. Fakat birr, yani gerçek iyilik ve hayır, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, (sonra bu imanı ile birlikte) mala olan sevgisine rağmen malını (Allah için) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmış yolculara, dilenenlere, köle (ve esirleri) kurtarmaya verebilen; namazını dosdoğru kılan, zekatını veren; söz verdiği zaman sözünde duran; sıkıntıda, hastalıkta ve savaşta sabır ve metanet gösterenlerin yaptığı iyiliklerdir. İşte dosdoğru olanlar ve gerçek muttakîler bunlardır”.[40][44] Kur’ân’ın bunun gibi birçok âyetinde sıralama “iman + ibadet” şeklinde yapılmak suretiyle, imanın temel olduğuna işaret edilmiştir.
Meleklere imandan bahsedilirken elbette kasdedilen, onların var ve âyetlerin anlattığı özelliklere sahip olduklarına inanmaktır; yoksa güçlü-kuvvetli varlıklar diye onlara ibadet edip, onları Allah’a ortak koşmak değildir. Bundan dolayı peygamberler kesinlikle insanlara böyle bir telkinde bulunmamışlardır. “Hiçbir insana yakışmaz ki Allah ona kitap, hüküm ve peygamberlik versin de, sonra o kalksın insanlara “Allah’ı bırakıp, bana kullar olun.” desin. Aksine o ancak “Öğrettiğiniz kitab ve okuduğunuz şeyler gereğince Rabbe halis kullar olun.” der ve size “Melekleri ve peygamberleri tanrılar edinin.'” diye de emretmez…” [41][45] Meleklerin ve peygamberlerin tanrı edinilmesinin küfür olduğunu bildiren bu âyet, Mekke müşriklerinin, Hz. Peygamber (a.s)’e “Sana ibadet mi edelim istiyorsun?” demeleri üzerine gelmiştir ve Allah Teâlâ onlara, peygamberinin, insanları kendine ve meleklere ibadete çağırmasının ve meleklerin tanrı olduğunu iddia etmesinin mümkün olmadığını haber vermiştir.[42][46]
Arapların bir kısmı meleklere tapıyor [43][47] ve “Biz o meleklere sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” diyorlardı.[44][48] Yine onlar, “Melekler, Allah katında kıymet ve itibar sahibi varlıklardır.” diye putlarına, hayallerine göre melek şeklini veriyorlar ve bu sayede meleklerin, kendilerini Allah’a yaklaştıracağını umuyorlardı.[45][49] Bu yanlış karşısında Allah Teâlâ da şöyle buyuruyor:
“Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatları bile hiçbir şeye yaramaz…” [46][50] Aynı şekilde yardımlarını umarak meleklere ibadet etmenin ne büyük bir sapıklık ve yanlışlık olduğunu beyan için, kıyamet günü mahşer meydanında bütün mahlukat toplandığı zaman, Allah Teâlâ meleklere “Bunlar mı size tapıyorlardı?” dediğinde onlar, “Seni tenzih ederiz (ey Rabbimiz)! Bizim yârimiz onlar değil, Sensin. Onlar (bize değil) cinlere tapıyorlardı ve çoğu o cinlere iman ediyorlardı.” cevabını vereceklerdir. [47][51]
d- Diğer Bazı Dinlerde Melek İnancı
Dünya insanla tanıştığı günden bu yana, ilki İslâm olan ve zaman zaman ilahi vahiylerle düzeltilen, bazan da insanların düşünce ve arzularından çıkan ve hiçbir ilahi tarafı olmayan sayısız din görmüştür. İlahi olan, ilahi iken bozulan ve insanlar tarafından uydurulsa da ilahi dinlerden bazı motifler almış olan bütün dinlerde, değişik şekillerde de olsa bir “melek” inancı bulunmaktadır.
[1][5] İbn Manzur, 10/496; Zebidî, 7/182; Taberî, 1/155; Şurkavî, s. 164.
[2][6] İbn Manzur, 10/496; Zebidî, 7/182-183; Isfahanı, s. 24; Ebu’l-Bekâ, s. 625.
[3][7] Tahânevî, 2/1337.
[4][8] İbn Manzur, 10/496; Zebidî, 7/182; Taberî, 1/155; Isfahanı, s. 24.
[5][9] Tahânevî, 2/1337; İbn Manzur, 10/496; Zebidî, 7/182.
[6][10] İbn Manzur, 10/496.
[7][11] Zebidî, 7/182
[8][12] Zebidî, 7/182; Tahânevî, 2/1337; Ebul-Bekâ, s. 625.
[9][13] Isfahânî, s. 719.
[10][14] Zebidî, 7/104,182.
[11][15] Zebidî, 7/182.
[12][16] Zebidî, 7/182.
[13][17] Macdonald, “Melek maddesi”, 7/661.
[14][18] Abese: 80/11,16.
[15][19] Râzî, 22/506-507.
[16][20] Râzî, 1/232
[17][21] Râzî, 1/234.
[18][22] Âlûsî, 1/218; Ebu’l-Bekâ, s. 625.
[19][23] Taftazanî, 2/199.
[20][24] Kanbur, s. 3b.
[21][25] Ebu’l-Bekâ, s. 625; Kazvînî, s. 52.
[22][26] Âlûsî, 1/219
[23][27] Elmalılı, 1/305. Ayrıca krş. Tahânevî, 2/133.
[24][28] Elmalılı, 1/305; Tahânevî,-1/1338.
[25][29] Heytemî, s. 124.
[26][30] Rızâ, M. Reşid, 1/254.
[27][31] Ebu’l-Bekâ, s. 626.
[28][32] Rızâ, M. Reşid, 7/316.
[29][33] Müslim, Zühd, 60 (4/2294); Müsned, 4/153.
[30][34] Ateş, Süleyman, İnsan ve İnsanüstü, s. 19-21.
[31][35] Râzî, 6/263.
[32][36] Bakara: 2/285.
[33][37] Alûsî, 3/67
[34][38] Sirâcüddin, s. 10.
[35][39] Âlûsî, 3/68.
[36][40] A.g.e., a.y.; Rızâ, M. Reşid, 2/113.
[37][41] Nisa: 4/136.
[38][42] İbn Kesir, 2/414.
[39][43] Rızâ, M. Reşid, 2/113.
[40][44] Bakara: 2/177.
[41][45] Al-i İmran: 3/79,80
[42][46] Taberi, 3/235; Alusi,3/208.
[43][47] Âlûsî, Mahmud Şükri, 2/232.
[44][48] Taberî, 27/37.
[45][49] Âlûsî, Mahmud Şükri, 2/197.
[46][50] Necm: 53/26.
[47][51] Sebe’: 34/40,41.
BENZER KONULAR:
Answer ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Kur’an-ı Kerim’de meleklerin çeşitli görevleri anlatılmaktadır. İslam inancına göre, melekler Allah’ın yaratıkları olup insanlar tarafından görülemeyen, Allah’ın emirlerini yerine getiren varlıklardır. İşte Kur’an-ı Kerim’de meleklerin bazı görevleri:
Cebrail (Cibril): Cebrail, Allah’ın emirlerini peygamberlere ileten en önemli meleklerden biridir. Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahiyleri getirmesiyle tanınır.
İsrafil: İsrafil, kıyametin kopması için Allah’ın emriyle sura üfleyecek olan melektir. Bu üfleme ile kıyamet başlar.
Mikail: Mikail, Allah’ın rızık ve bereketin dağıtımından sorumlu melektir. O, bitki örtüsünün büyümesi, yağmurun yağması ve doğal dengenin korunması gibi işlerle ilgilenir.
Azrail: Azrail, insanların ruhlarını ölüm anında alan melektir. Ölüm anında insanların canlarını teslim alır ve ruhlarını Allah’a iletir.
Münker ve Nekir: Münker ve Nekir, kabir hayatında insanlara sorular soran meleklerdir. Kabir azabının bir parçası olarak insanların iman ve amellerini sorgularlar.
Kiramen Katibin: Kiramen Katibin, insanların amellerini kaydeden meleklerdir. İnsanların hayatları boyunca yaptıkları iyilik ve kötülükleri detaylı bir şekilde kaydederler.
Bu sadece bazı meleklerin görevlerini kısaca açıklamaktır. Kur’an-ı Kerim’de daha birçok melek ve görevleri anlatılmaktadır. Melekler, Allah’ın emirlerini yerine getiren, insanlara rehberlik eden ve evrenin düzenini koruyan varlıklardır.