Kuran neden 23 yılda indirilmiştir ?

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Kuran-ı Kerim

peygamber efendimizin yaşadığı dönemde ki insanlar seneden seneye ayetlerden haberdar oldukları için mantıken daha salaş bir islam dini yaşamış oluyorlar. çünkü peygamberinde bir elçi olduğu gerçeğinden şaşmamalıyız oda ayetler geldikten sonra halka insanlara bildirir

bu sene yalan söylemeyin

diğer sene zina etmeyin gibi şeyler olduğunu zannımca düşünerek daha rahat bir din daha az kuralları olan bir din görmüş oluyorum peki ya biz şuan ki insanlar olarak bu bir haksızlık adaletsizlik değilmidir ?

bunu düşünmemin sebebide şudur bir örnekle nitelendiricek olursam o zaman yaşandımı yaşanmadımı bilmeyerek veriyorum örneğimi o zaman örneğin 60 yaşında olan bir insanın 2 senede gelen ayetlerden haberdar olduğunu varsayarsak ve islamı ve peygamberi kabul etti ve o 2 senelik tüm gelen bildirileri ayetleri harfiyen hayatına uyguladığını farz edelim ve ömrünün sonu geldiğini hayatını kaybettiğini düşünelim peki bu sahabeyle benimle aramda koca bir dengesizlik olduğu ortaya çıkmış olmuyor mu ? çünkü ben 23 senelik tüm ayetlerden toplanmış bir kurandan sorumluyum herhangi bir ayeti yerine getirmezsem cezalandıralacağım ortadadır. Sahabe diğer ayetlerden sorumlu olmayacağına göre ne bir sevabı ne de bir günahı olacaktır bu bir haksızlık değilmidir ?

Cevap:

Kur’ân-ı Kerim’in yirmi üç senede indirilmesinde çeşitli hikmetler vardır. Kur’ân-ı Kerim’in nâzil olduğu dönem, insanlığın olgunlaşmaya doğru ilerlediği bir dönemdir. Onun için en son ve en mükemmel Peygamber gelmişti. Onun cemaatinin yapacağı şey, o gün en ileri, en yetişkin seviyeye gelme, mükemmellik merdivenlerini son basamağına kadar kat etme, medenî milletlere muallimlik yapma işi idi. Halbuki o güne kadar onların yapageldikleri kötü ahlâk ve fena huylar ruh ve damarlarına öylesine işlemişti ki, bunları teker teker söküp atmak; ayrıca yerlerine yüksek ahlakı, güzel huyları getirip yerleştirmek ayrı ayrı işlerdi. Kur’ân bir anda bütün emirleri ile birden gelip onların karşılarına dikilseydi, altından kalkamazlardı.

Günümüzden misâl verecek olursak; bir kısım sigara, içki müptelası veya sokaklarda gezme hastası, yahut kahvede oturma alışkanlığı olan kimseler düşünelim. Bunların başlarını kesseniz ve “Arkadaş, kahveye gidersen öleceksin.” deseniz, o yine bir takım bahaneler ileri sürerek gidecektir. Eğer bir gün kahveye gitmeyip evde kalsa, evinde bir köşeye oturacak, üf-üf edecek ve fırsat bulunca da kahvenin yolunu tutacaktır. Çünkü alışageldiği hayat şekli değişmiştir. Halbuki o, lüzumlu olmayan basit bir adetini terk etmiştir.

Şimdi bir de, sigara tiryakisini ele alalım; nikotik olmuş bir adama diyorsunuz ki: “Vücuduna zararlı olan bu sigarayı terk et. Çünkü senin sigara içmen yavaş yavaş intihar etmek gibidir. Sanki elindeki hançeri birdenbire değil de yavaş yavaş sinene saplıyor ve âheste âheste intiharı tamamlamış oluyorsun.” Hatta bunu bir hekime anlattırsanız, yâni doktor dese ki: “Sigarada, hiçbir fayda olmadığı gibi, şöyle şöyle, zararları da var.” bu adam sigarayı terk etmek için bir hayli tereddüt geçirecektir. Bırakın onu, bildiği halde doktorun kendisi de vazgeçmiyor ya…

Bir de alkolik kimseyi ele alınız; adam mest olmuş, iç alemi başkalaşmış. O kadar ki, bir adım daha atsa kendinden aşağı tabakadaki mahlûklara benzeyecek. Şimdi bu kimseye birden: “İçkiyi bırak” demek, “fıtratını değiştir” demek gibi olacaktır.

Böylesine, insanların huy haline gelmiş ve damarlarına işlemiş âdetleri, kötü ahlakdan binlerceye çıkarınız ve sonra Kur’ân’ın inişindeki zamanın geniş tutulmasını düşününüz…

Evet dikenleri kesip evvela çapa yapıyor, kötü şeyleri tahliye edip temizliyor. Sonra süslemeye başlıyor. Yani kötü huyları onların ruhlarından çıkararak, âli huyları getirip yerleştiriyor ve kısa denecek bir zamanda binlerce iş yapıyor. Buna göre biz, Kur’ân-ı Kerim’in yirmi üç senede indirilmesini çok sür’atli buluyoruz. Bediüzzaman Hazretlerinin de dediği gibi: “Haydi, yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar! O zâtın o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?” İşte, hodri meydan!

İçkiden binlerce yuvanın yıkıldığı meydandadır. Yeşilay Cemiyeti her sene konferanslar vermektedir. Bu işi genişleterek ilköğretimden yüksek tahsile kadar götürmektedir. Buna karşılık acaba kaç kişi içkiyi terk etmektedir. Buyurun üniversite, bütün profesörleriyle seferber olsun, bir sene çalışsınlar acaba yirmi adama içkiyi terk ettirebilecekler mi? Şayet başarabilirlerse, bunu onlar hesabına çok büyük muvaffakiyet sayacak ve Efendimiz’in (sav) icraatının yanına altın yazılarla yazıp asıvereceğiz. Heyhat, o bir kere olmuştu! Dost-düşman, o sûrette ikincisini imkansız görüyor.

Evet, yirmi üç sene çok seridir; bu yüzden de, Kurân’ın yaptıkları mucizedir. İnsanlık, Efendimiz’in (sav) yirmi üç senede kat ettiği mesafeyi binlerce senede kat’edememiş; kat’edemez de…

Kur’an-ı Kerim bir taraftan böyle kötü huyların binlercesinin kaldırılmasını hedef almış, diğer taraftan da kaldırılan bu kötü huyların yerini Kur’anın yüksek ahlaki düsturları ile donatmak, ziynetlendirmek vazifesini hedeflemiş ve bütün bunları kimseyi örselemeden, törpülemeden, ürkütmeden, ruhlarını rencide etmeden onlara kabul ettirmiş. Ortaya attığı bir çok meseleyi o kadar çeşitli safhalardan geçirip tatbikat sahasına getirmiştir ki; bugün onların birkaçının pratik hayata hâkim olması için daha bilmem ne kadar yirmi üç seneye ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu yirmi üç sene, süreye ihtiyaç duyulan bir kısım emir ve yasakların, o günün insanının kabullenip benimsemesi için gerekli olan bir zamandı ve belli şeylerin derece derece kaldırılması, onların yerlerine de belli şeylerin yerleştirilmesi için bu süreye ihtiyaç vardı. Meselâ, bu süre zarfında üç dört devrede içki yasaklanmış, iki devrede kız çocuklarına yapılan zulümler kaldırılmış; darma dağınık kabile hayatı, bir iki hamlede halledilmiş ve kabileler arasında birlik temin edilerek kitleler toplum hayatı şuura yükseltilmiş, böylece kendilerine bir cemiyet teşkil etme liyâkati kazandırılmıştır ki, bütün kötü huyların atılması, onların yerlerine yüksek ahlakın getirilip oturtulması gibi çok çetin icraatlarla mümkün olabilmiştir. Bundan dolayı da daha uzun zamana ve mehile ihtiyaç hasıl olmuştur.

Ayrıca görüyoruz ki, bizim hayatımızda, “Şu sene şartlar şöyle gitti, bundan dolayı şöyle bir sosyal denge ve düzen gerekiyor.” deyip gelecek sene şartların değişeceği hesap edilerek, plân elâstikiyeti ona göre ayarlanıyor; daha sonraki senelerin şartlarına göre, detaylardaki değişmelerin dizaynı yapılıyor: derken zamanın akıcılığı ve eşyanın tabiatına uygunluk aranarak yaptığımız şeylerin sürekliliğini temine çalışıyoruz. Bunun gibi saadet devrinde de, müslümanlar tıpkı bir ağaç gibi büyüyor âheste âheste yeni şartlara adapte oluyor ve fıtrî olarak gelişiyorlardı. Müslümanlığa hergün yeni katılımlar, ısınmalar oluyor, yeni yeni fikirler, şuurlar kazanılıyor; onlara alıştırmalar yapılıyor ve derken fertler, sosyal fertler haline geliyordu. Bunlar yavaş yavaş oluyordu ama; bütün olmalar âhenk içinde birbirini takip ediyordu. İşte, bu seyr içindeki çeşitli safhalar, ebedlere kadar devam edecek olan İslâm hakikatının mikro planda, zaman boyutuna ait bütün hususiyetlerini aksettiren bir ayna oluyordu.

Bu, yirmi üç senede değil de, birden bire yapılmak istenseydi, bir ölçüde o bedevî cemiyet bu işe dayanamayacak ve ölecekti. Bunu, şuna benzetebiliriz. Meselâ: bir insan güneşe maruz kaldığı zaman, cildinde değişmeler olur. Soğuk memleketlere götürüldüğü zaman da bu defa ona göre bir takım küçük küçük değişmeler meydana gelir, ama katiyyen 20 mutasyon ağırlığında ciddi bir değişiklik birden olamaz. Olsa, bu türlü seri fizikî değişmelerde canlı öldüğü gibi, bunda da öyle olur. Bu tıpkı 1 (bir) atmosfer basınç altında duran birinin birden bire 20 bin fitlik bir irtifaya çıkması gibi bir şey olur ki, insan orada hemen ölüverir. O noktaya uçaklar dahi çıkarken, oksijen maskeleri ve sâire ile sizi ihtiyatla çıkarıyorlar.

İşte böyle birden 20 bin fit irtifaa yükselmek nasıl öldürüyor; öyle de hayat anlayışı, aile anlayışı, ferd anlayışı sıfır derecede olan bir cemiyete, birden bire, Kur’ân inip aynı günde hemen: “İşte hükümler ve kanunlar, tatbik edin. Bu kitaptaki hükümlerin hepsini eksiksiz yaşayın.” diye karşılarına çıksaydı, o cemiyetten hiç kimse bunu kabul etmezdi. Çünkü bu, birden bire cemiyetin 20 bine fite yükselmesi demekti ki o cemiyet buna dayanamayacaktı. Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’in, hükümlerini insanlara yirmi üç senede getirmesi, yavaş yavaş, adım adım telkin etmesi, insan yaratılışına uygunluğun gereğidir ve insanın yapısına da en uygun olanıdır.

İnsanı kâinattan ayıramayacağımıza göre, onu kâinatın içindeki hadiselerin seyrine göre ele alma mecburiyetinde olduğumuzu ve onu kâinattaki gelişmelerin dışında değerlendiremeyeceğimizi, kabullenme mecburiyetindeyiz. Kâinatta nasıl ki, bazı gelişmeler yavaş yavaş ve basamaklar şeklinde oluyor ve kanunlar o doğrultuda hareket ediyor, insanın olgunlaşma ve terakkisi de, aynı şekilde olacaktır. O ilerlemenin zembereği, esası ve prensipler mecmuası olan Kur’ân-ı Kerim de, işte bu esasa binaen yirmi üç senede nâzil olmuştur.

Allah’ın (cc) hikmeti bu süreyi 23 yapmış… Bu 24 de olabilirdi, 25 de. Nebiler Sultanının (sav) mukaddes hayatları 63 yıl olacakmış. yirmi üç sene sonra hayatına, nübüvvetten hatime verilecekmiş, vahiy de sona erecekmiş. Ama 64 sene olurdu, vahiy de 24 seneye çıkardı. Biz de onu, aynı hikmet çerçevesi içinde kabul ederdik.

Gerçeği yalnız Allah bilir.

Benzer Konular:

Cevapla