Kur’anda Hacdan Nasıl Söz Edilmektedir?

Question

Kur’an Ve Hac

Kuranda Hacdan Nasil Soz Edilmektedir

SORU: Kur’an hacdan nasıl söz etmektedir. Hadiste bildirildiği üzere hac, İslâm’ın üzerine kurulduğu beş temelin sonuncusudur. Kur’an da sözlerin en doğrusudur. Zira o Allah kelâmıdır; ne önünden, ne arkasından bâtıl gelmez. O hakîm ve hamîd olan Allah katından inmiştir. O halde Kur’an’ın hac konusunda ne dediğini bildirir misiniz?

CEVAP: Arabça’da -ki o aynı zamanda Kur’an’ın dilidir- Hac, her hangi bir kayıt sözkonusu olmaksızın kastetmek manasına gelir.

Bazı dilciler, hac kelimesinin çok büyük bir şeyi kastetmek veya büyük bir şeyi çok çok kastetmek anlamına geldiğini söylemişlerdir.

Hac kelimesinin bir diğer anlamı da bir yere çokça gidip gelmektir. “Beytullah’ı haccetmek” ifadesinde bu mana vardır. Çünkü insanlar her sene Beytullâh’a varıp onu kast ederek ziyaretine gitmektedirler.

Bunun içindir ki fıkıh âlimleri: “Hac, ibadet etmek maksadıyle Beytullah’ı kastetmektir” demişlerdir.

İçinde hac kelimesi bulunan zilhicce ayına, hac vakti olduğu için bu isim verilmiştir. veya arefe günüdür. Tercih edileni bayramın birinci gününün hacc-ı ekber olmasıdır. Bayramın birinci gününde haccm farzları ve görevleri sona ermektedir. Hacılar bu günde Mina’da haccm vaciblerini ve sünnetlerini tamamlamak üzere toplanmaktadırlar. Hacc-ı ekber (ki büyük hac anlamınadır) denmesi farz olan haccı küçük hac olan umreden ayırmak içindir.

Tercih edilen görüşe göre hac, hicretin dokuzuncu yılında farz olmuştur.

Hac kelimesi Kur’an’da birden fazla yerde geçmektedir. Kur’an’da hacdan en çok söz eden sure Hac ve Bakara sureleridir.

Bakara suresinde ilk olarak şu ayette hac’dan söz edilmektedir:

Biz beyt’i (Kabe’yi) toplanma yeri ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namazgah edinin.

İbrahim ve İsmail’e: “Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun!” diye emretmiştik. (Bakara/125)

Bu âyet-i kerime Kur’an sureleri içerisinde hacdan söz eden ayetlerin başında gelmektedir. Aynı surede yine Kabe’den söz edildiğini görüyoruz:

(Ey Muhammedi) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. (Bakara/144)

Bu ayette Kabe’nin müslümanların kıblesi olduğu bildirilmektedir. Kabe Hz. İbrahim’in de kıblesidir. Hz. Muhammed İbrahim’in dini olan tevhid’e çağrıda bulunmak ve (tamamen unutulmuş bulunan bu dini) diriltmek üzere gelmiştir. Sanki bu ayet, Medine’ye hicretten son-ra tekrar Mekke’ye dönüleceği ümidini içeren bir yönlendirme idi. vünkü Mekke, Kabe’nin bulunduğu şehirdir. Bu ayetten sonra hac görevleri ile ilgili iki yerin adının geçtiği; Safa ile Merve’den söz eden âyetin inmesi ile bu ümit daha da ziyadeleşti. Bu ayet şudur:

Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah’ın nişaneleridir. Her kim hacceder veya umre yaparsa onları tavaf (sa’y) etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkiyle bilir. (Bakara/158)

Bu ayette görüldüğü üzere Kur’an haçta yapılan ibadetten “Allah’ın nişanları” olarak söz etmektedir. Bilindiği üzere nişan önemi olan bir şeye veya yere denmektedir.

Aynı surede tekrar hac bahsine dönülüyor ve şöyle buyuruluyor:

Sana hilâlleri soruyorlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. (Bakara/189)

Allah’ın iradesi, insanların ve haccm vakit ölçüsünü hilâllerle belirlemeyi dilemiştir. Zira hilâllerle vakit belirlemek, hesap işlerini bilene de bilmeyene de kolay olur. Şehirli ve köylü kolayca aya bakarak zamanı tayin eder. Vakitler, tabiatta gördüğümüz, sürekli değişen ve yenilenen gece ve gündüz ile ilgili kanun ile bağlantılıdır.

Cenab-ı Hakk’ın iradesi, muazzam hac farizasını sırf Allah’a ibadet için tevhid üzerine kurulan ilk yapı ile bağlantılı kılmıştır.

Al-i Imran suresinde buyuruluyor ki:.

Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (ibadethane) Mekke’deki (Kâbe)dir. Orada apaçık nişaneler, (aynca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren güvende olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse bilmelidir ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Al-i İmran/96-97)

Kabe’yi aziz ve celil olan Allah kendisine ibadet edilmesi için belirlemiştir. Kabe’yi yapan Hz. İbrahim ve oğlu İsmail ile torunu Mu-hammed’dir. Torun da babasının ve dedesinin dini üzere idi. Kıblesinin de onların kıblesi olması tabiidir.

Akla ilk gelen şudur ki zaman bakımından ilk olmak, peygamberlerin ibadet için yaptıkları ibadethaneler arasında şerefte de ilk olmayı gerektirir.

Peygamberler tarihinden bildiğimize ve rivayetlerden öğrendiğimize göre Kabe’den daha önce yapılan ibadethane yoktur.

Hz. Peygamber’e yeryüzünde ilk yapılan ibadethanenin hangisi olduğu sorulduğunda: “Önce Mescid-i Haram (Kabe), sonra Mescid-i Aksa yapılmıştır” buyurdu. “İkisi arasında ne kadar zaman var?” sorusuna da “Kırk yıl” cevabını vermiştir.

Bu evi (Kabe’yi) Hz. Allah mübarek kılmış, yeryüzünün bereketini oraya akıtmıştır. Her ne kadar ekin bitmez bir vadide ise de her çeşit meyve ve nimet orada bulunur. İnsanların kalbi oraya âşıktır. Hac ve umre için uzak ve yakından yaya ve binitli olarak Kabe’ye gelirler. Namazda yüzlerini oraya dönerler. Gece ve gündüzün her bir saatinde insanlar namaz ibadeti için yönlerini Kabe’ye çevirirler. İşte bu Hz. İb*rahim’in duasının sonucudur. Kur’an bu duayı şöyle bildirmektedir:

Ey rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ailemden bir kısmını senin Beyt-i Harem’inin (Kabe’nin) yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve meyvelerden bunlara rızık ver. Umulur ki bu nimetlere şükrederler. (İbrahim/37)

Allah Teâlâ hiç kimseye gizli kalmayacak şekilde bu en eski eve (Kabe’ye) birtakım nişaneler koymuştur. Şöyle ki:

a. Orada Makam-ı İbrahim vardır.

Yani Hz. İbrahim’in Allah’a ibadet edip namaz kılmak için durduğu yer bellidir.

b. Oraya giren güvenlik içerisinde olur.

Tüm Arab kabileleri Allah’ın evi dendiği için bu beyt-i şerife say-S1 göstermişlerdir. Oraya giren bir eziyete ve saldıraya uğramaktan korunmuş ve güvence içinde olmuştur.

c. Gücü yetenlere Kabe’yi haccetmelerini insanlara farz kılarak Hz. Allah beyt-i şerifinin şanını yüceltmiştir.

Hz. İbrahim’den ve Hz. Muhammed’den bugüne kadar asırlardan beri Kabe’yi ziyaret edip haccetmeye devam etmektedirler.

Bilindiği üzere hac, gücü yeten herkes için İslâmî bir farizadır. Hac, Hz. İbrahim’in davetinden beri ilahî ve insanî bir fariza olmuş ve Hz. Allah Mescid-i Haram’ı insanlara açık tutmuştur. Kur’an bundan söz ederken: “Allah, Kabe’yi, o saygıya layık evi insanların belini doğrultmaya sebep kıldı” (Maide/97) buyuruyor.

Cenab-ı Hak Kabe’den engelleme girişimini kâfirlerin ve günahkarların işi saymıştır. Kur’an’da buna şöyle işaret ediliyor:

İnkar edenler, Allah’ın yolundan ve bütün insanlar için (Kıble) yaptığımız Mescid-i Haram’dan (insanları) alıkoymaya kalkanlar (şunu bilmeliler ki) kim orada (böyle) zulüm ile haktan sapmak isterse, ona acı azaptan tattırırız. (Hac/25)


Cenab-ı Hak, kâfirlerin mescid-i haram’a gelmek isteyen mü’min-leri engellemelerinin kötülüğünü bu ayette ifade etmektedir. Kabe’ye gelenlerle Mekke’de oturanlar arasında bir fark gözetilmiyor. Bazı âlimler şöyle diyorlar: Mekke’ye gelen hacıların rahatça ev bulup orada ibadet etmek üzere vakit geçirebilmesi için Mekke evlerinin kiraya verilmesi yahut mülk edinilmesi ve varislere geçmesi haramdır. Eve ihtiyaç duyan bulduğu evde oturur. Eve ihtiyacı olmayan (buna rağmen elinde ev varsa) oraya başkalarım oturtur. Hatta sahabeden bazılarının şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Mekke’de yiyecek maddelerinin karaborsacılığını yapmak inkarcılıktır.”

Harem-i şerifin bir özelliği de şudur ki orada, bir kötülük yapmaya karar veren kimse, o kötülüğü yapmasa da bundan dolayı cezalandırılır.

İbn Kesir az önce geçen Hac/25 ayetinin sonundaki “haktan sapana azap tattırılacağı” ifadesine dair bir takım rivayetlere yer vererek, Kabe’de gıybet etmek, yemin etmek, karaborsacılık yapmak bir çeşit haktan sapmaktır, diyor. Daha sonra şunları söylüyor: Bu rivayetler bunların bir çeşit sapıklık olduğunu gösteriyorsa da mesele bundan daha geneldir. Kabe’de yapılacak hatadan dolayı cezalandırılma ifadesi “sıradan cezalandırmadan daha ağır bir durum olduğu hususunda bir çeşit uyarıdır.

Bunun içindir ki Ebrehe ve adamları filleriyle Kabe’yi yıkmaya yöneldiklerinde Cenab-ı Hak üzerlerine sürü sürü kuşlar göndermişti de, bu kuşlar onların üzerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atmışlardı. Bu taşlar fil ashabını yenik ekin sapı gibi paramparça etmişti. Dikkat edilirse onlar henüz Kabe’yi yıkmamışlardı. Sadece yıkmak istiyorrardı. Demek oluyor ki Kabe’de kötü bir şey yapmaya niyet etmek, cezalandırılmak için yeterlidir.

Bunun içindir ki Hz. Peygamber şöyle buyurur:

Bu beyt’e (Kabe’ye) bir ordu savaş açacak. Beydâ denilen yere geldiklerinde, ordu yere batacaktır.

Kur’an hacdan söz ederken bize onun dünya çapında bir ibadet olduğunu anlatmaktadır. Zira hac çağrısına icabet eden, bu ibadete katılan ve Kabe’de toplanan insan sayısı öylesine çoktur ki başka hiç bir ibadette böylesine bir insan topluluğu bir araya gelmez. İnsanların bu ibadette toplanma yerleri Kabe’dir. Kabe ilk yapılan ibadethanedir. Bereket ve nişaneleri olan bir yerdir. Bu farizaya yapılan davet -Kur’an’daki ifade ile “insanlar arasında haccı ilan et.”- (Hac/27) Hz. İbrahim tarafından yapılan davettir. Bu daveti yapan sıradan bir insan, hiçe sayılan biri veya önemsiz bir kişi değildir. Daveti yapan peygamberler babası İbrahim HahTur-Rahman’dır. Onun yaptığı bu davete uzak yerlerden, dünyanın doğusundan ve batısından gelip icabet ediyorlar. Vatanlan, cinsleri, durumları değişik olmasına rağmen akın akın Kabe’ye geliyorlar. Zira orada onları birleştirecek, güçlendirecek ve şereflendirecek bir unsur var. O unsur, gökleri ve yeri ayakta tutan Allah’a, dünya ve ahiretin rahmanına, mahlukatın yaratıcısına, herkesi rızıklandırana ve Beyt-i Atîk’in rabbine olan îmandır.

Bu muazzam kalabalık rablerinin emrine uyarak, kendileri için hazırlanan faydaları görmeye koşar. Burada faydalar çoktur; kimisi maddî, kimisi manevî olmak üzere çeşitlidir.

Kur’an bu hususa şöyle işaret ediyor:

Bir zamanlar İbrahim’e Beytullah’ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): “Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut. İnsanlar arasında haccı ilan et ki gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yollardan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait bir takım yararlan görmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları (kurban kesmeleri) için sana (Kabe’ye) gelsinler. Artık ondan (kurbandan) hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin!

Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve o eski evi (Kabe’yi) tavaf etsinler.” (Hac/26-29)

Bu ayetleri inceleyince şunları görüyoruz:

Allah Teâlâ kendisine dost edindiği İbrahim’e beyt’ini (Kabe’yi) Allah adına yapmasını ve onu şirkten ve oraya layık olmayan şeylerden temizlemesini emrediyor.

Kabe’yi ziyaret edecekler, orada namaz kılıp secde ve rükû yapacaklar için hazırlamasını istiyor.

İnsanları hacca çağırmasını, gücü yettiğince olanca sesi ile ilanda bulunarak hacca davet etmesini istiyor.

Her şeye kadir olan Allah çok eski zamanlarda olmasına rağmen, davetin insanlar arasında duyulup yayılmasını takdir ediyor.

Allah’ın verdiği muvaffakiyetle Hz. İbrahim’in davetinden herkes haberdar oluyor.

Netice itibariyle kimisi yaya kimisi binitli olarak uzak yakın yerlerden Kabe’ye koşuyorlar. Din ve dünyayla, ahiret ve buradaki hayatla ilgili ıay dalarını görmeye, belli günlerde Allah’ın verdiği kurbanlık rızıkları Allah’ın adını anarak kurban etmeye koşuyorlar.

Ayette geçen “belirli günler”den maksat, zilhicce ayının onuncu günü (ve devamındaki günler) olan bayramdır. Bu günler tekbir getir-nıe, Allah’ı anma ve O’na hamd etme günleridir. Bu günler yılın en faziletli günleridir.

Artık kestiğiniz kurbanlardan kendiniz de yeyin, yoksul ve fakirlere de yedirin. İhramlıyken terden ve uzun yolculuktan dolayı vücudunuzda oluşan kirleri iyice temizleyin. Bir adakta bulunmuş iseniz adağınızı yerine getirin. Sonra da yeryüzünde Allah’a ibadet için yapılmış olan dünyanın en eski beytini (Kabe’yi) tavaf edin.

Kur’an-ı Kerîm bunun peşinden hacla ilgili görevler için şeâir tabirini kullanıyor -ki şeâir nişane demektir- ve bunlara saygı gösterilmesini istiyor. Bu saygının, imanlı gönüllerin takvası olduğunu ve ih-las alametlerinden bir alamet olduğunu bildiriyor. Hac için gerekli olan kurbanlık hayvanların yararından söz ediliyor. Hac vakti gelip kurban edilinceye kadar bunların sütünden yararlanma dünyevi bir yarar, kurban edildiği zaman, Allah’a ibadet edilmiş olacağından bu da dinî bir faydadır. Buna işaretle Hac suresinde şöyle buyuruluyor:

…Her kim Allah’ın şeâir’ine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasmdandır. Onlarda (kurbanlık hayvanlarda) belli bir süreye kadar sizin için bir takım yararlar vardır. Sonra onların varacakları yer, eski evdir (Kabe’dir). (Orada kurban edilirler.) (Hac/32-33)

Bu ayetin devamında kurbanlıkların yararına işaretle şöyle buyurulur:

Biz büyükbaş hayvanları da (develeri de) Allah’ın (dininin) şe-air’inden (işaret ve alâmetinden) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde ön ayaklarından biri bağlı olarak ayakta dururlarken üzerlerine Allah’ın adını anınız (ve kurban ediniz.) Yan üstü yere düştüklerinde ise artık (canı çıkmış olacağından) onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.

Kur’an-ı kerimi öğrenmek, okumak ve uygulamak

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Answer ( 1 )

    0
    2022-05-16T17:07:29+03:00

    Hac ibadeti İslam’ın beş şartından birisidir. Hac ibadeti müslümanlara hicretin 9. yılında farz kılınmıştır. Kur’an’da hacdan nasıl söz edilmektedir? sorusuna şu ayeti örnek verebiliriz;

    İbrâhim’i Beytullah’ın bulunduğu yere yerleştirdiğimizde de şöyle demiştik: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükûa ve secdeye varanlar için evimi tertemiz tut.

    İnsanlara hac ibadetini duyur; gerek yaya olarak gerekse yorgun argın develer üzerinde uzak yollardan gelerek sana ulaşsınlar.

    Böylece kendileri için faydalı olan şeyleri açık seçik görsünler ve Allah’ın onlara rızık olarak verdiği, belirlenen günlerde kesecekleri kurbanlık hayvanlar üzerine O’nun adını ansınlar. Artık onlardan hem kendiniz yiyin hem sıkıntı içindeki yoksulları doyurun.

    Sonra kalan hac fiillerini tamamlayıp temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler ve o kadîm evi (Kâbe) tavaf etsinler.”

    Yapılması gereken işte budur. Kim Allah’ın koyduğu yasaklara saygı gösterirse bu, rabbi katında kendisi için çok hayırlı olur. Size vahiy ile (haramlığı) bildirilenlerin dışındaki hayvanları yemeniz helâl kılınmıştır. Öyleyse pislikten yani putlardan uzak durun ve asılsız sözden de kaçının. (Hac Suresi/26-30)

Cevapla