Kuranda Karun’un Hikayesi

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

KĀRÛN, MALINA GÜVENDİ ve KİBRİNE YENİK DÜŞTÜ

“Kārûn Mûsa’nın kavmindendi. O, (gücüne dayanarak) onlara haksızlık etmekteydi. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını güçlü kuvvetli bir ekip bile zor taşırdı. Halkı ona şöyle demişti: ‘Sakın şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana iyilikte bulunduğu gibi, sen de insanlara iyilikte bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas 28/76-77)

إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَأَتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُورِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوا بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ (٧٦) وَابْتَغِ فيما أتيكَ اللهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِنُ كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ

إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ (۷۷)

Hz. Mûsa’nın gönderildiği toplumda farklı tabakaların olduğu ilgili âyetlerden anlaşılmaktadır. İsrailoğulları haksızlığa uğramış bir kitleyi oluşturuyordu. Bunlar köleleştirilmişti. Diğer taraftan ekonomik gücü elinde bulunduran, lükse batmış insanlar da vardı. İsrailoğullarından olsa da Kärûn bunların başını çekenlerden biri idi. Kārûn kıssasının özü şu iki ayette gayet beliğ ve veciz bir şekilde özetlenmiştir: “Kārûn Mûsa’nın kavmindendi. O, gücüne dayanarak onlara haksızlık etmekteydi. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını güçlü kuvvetli bir ekip bile zor taşırdı. Halkı ona şöyle demişti: ‘Sakın şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” Kārûn, Yüce Allah’ın kendisine verdiği malı infak edip ihtiyacı olanlara vermemiştir. Aksine o, zenginliğinin kendisine güç kattığını düşünerek bununla övünmüştür. Tefsir kaynaklarında Kārūn’un, Hz. Mūsa’nın akrabalarından biri, hatta amcasının oğlu olduğu belirtilir. Hz. Mūsa’nın kavminden olmasına karşın Firavun ve Hâmân’ın yanında olmuştur. Kärûn önceleri Hz. Mûsa’ya iman etmiş, ona gelen vahyi de çok iyi öğrenmiştir. Ancak daha sonra Hz. Mūsa’nın karşısında yer almış ve küfre düşmüştür.

Kārûn’un Hz. Mûsâ’nın getirdiği dine karşı çıkma noktasına nasıl geldiği hakkında farklı görüşler öne sürülmüştür. Bazı müfessirler onu mal-mülk hırsının yoldan çıkardığını aktarır. Bir kısım müfessirlerin verdiği bilgiye göre de onu makam hırsı ve kıskançlık inkâra sürüklemiştir. Şöyle ki, Hz. Mūsa’ya peygamberlik, kardeşi Hz. Hārūn’a da bir peygambere yardımcılık görevi verilince, Kärûn onları kıskanmıştır. Bunun üzerine Kārûn, Hz. Mūsa’ya, “Bütün işler sizin elinizde, bana hiçbir imkân verilmedi” demiş ve karşı çıkmıştır. Bütün bu yorumların birleştiği nokta Kārûn’un hırslı ve kibirli biri olduğudur. Rivayetlere göre, Kärûn bunu giydiği gösterişli elbiselerle dış görünüşüne de yansıtmıştır.”

Kārün’un Hz. Mûsa’nın getirdiği vahye karşı çıkması âyette şöyle ifade edilmektedir: “Andolsun biz Mûsa’yı âyetlerimizle ve apaçık bir kanıtla Firavun, Hâmân ve Kārûn’a gönderdik; ama onlar, ‘O bir yalancı, bir sihirbaz!’ dediler. Bu âyet, Hz. Mūsa’nın karşısına çıkan üç ayrı kişilikten bahsetmektedir. Bunların özellikleri kısaca şöyle açıklanabilir: Başta kendisini insanların ‘En Yüce Rabbi olarak ilan eden hükümdar kimliği ile Firavun vardır. Onun danışmanı ve veziri ise Hâmân’dır. Bu üçlünün ekonomik gücü de Kärûn’dur. Kārûn, zenginliğini sürdürmek adına halkını köleleştiren Firavun’un yanında yer almış, malını da Firavun’un zulmüne destek için kullanmıştır. Kısacası Firavun, Hâmân ve Kärûn, Hz. Mūsa’nın tevhid mesajına karşı duran bir kötülük ittifakıdır. Fakat Allah Teâlâ’nın elçisine ve vahyine savaş açmış bu azgın insanlar, daha dünyada iken cezalarını bulacaklardır.

Tefsirlerde Kärûn’un serveti ve bunu nasıl kazandığı hakkında ayrıntılar içeren ve bir kısmı efsanevî nitelikte çok sayıda rivayet vardır. Kur’ân diğer kıssalarda olduğu gibi bu detaylara girmez. Çünkü onun esas amacı, tarihî bilgi vermek değil, insanların dinî ilke ve değerleri benimsemeleri ve onlara bağlanmalarıdır. Dolayısıyla Kur’ân, Kārûn’un kendi gücüne aldanarak hangi yanlışlıklara kapıldığı konusu üzerinde durur. O, dillere destan zenginliği sebebiyle kibre gömülmüş, fakirleri ve düşkünleri gözetmemiş ve haksızlıklara sapmış biridir.

Tefsirler, ilgili âyetlerde Kārûn’un zenginliğini anlatmak üzere kullanılan mefâtih ve künüz kelimeleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Onun servetinin büyüklüğünü ve çokluğunu anlatan künüz, kenz kelimesinin çoğulu olup “hazineler” demektir. Mefâtih ise miftah kelimesinin çoğuludur ve “anahtarlar” anlamına gelir. Künûz kelimesiyle Kärûn’un yığın yığın malları, mefátih ile de bunların saklandığı hazinelerin anahtarları kastedilmiştir.” Rivayetlere göre hazinelerin anahtarları, bir parmak kalınlığındaki deve derisinden yapılmıştı. Kārûn yolculuğa çıkarken bu anahtarları altmış katıra yükleyerek¹2 veya güçlü kuvvetli kırk kişiye taşıtarak beraberinde götürürdü. Müfessir Razî (ö. 606/1210) ise Kur’ân’da sadece anahtarların çok olduğunun belirtildiğine işaret eder ve detaya girmenin pek uygun olmadığı yorumunu yapar.

Kārûn’un hazinelerinin anahtarlarını taşıyan insanlar, Kur’ân’da ‘usbe kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu kelime on ilâ kırk kişi arasındaki topluluğu ifade eder. 15 Kur’ân’da Hz. Yûsuf’un on kardeşinden bahsedilirken de ‘usbe kelimesi kullanılmıştır. 16 Bazı müfessirler buradan hareket ederek, hazinelerin anahtarlarını taşıyanların on kişi olabileceğini söylemişlerdir.” Gerek ilgili âyet gerekse bunun
üzerinde yapılan yorumlar, Kärûn’un zenginliğinin ne denli büyük olduğunu açıkça göstermektedir.

Kärün kıssası hakkında tefsirlerde çokça rivayet ve bilgi vardır. Ancak bunların bir kısmı gerçek olamayacak kadar abartılıdır. Râzî, bu rivayetleri eleştirerek şu güzel ilkeyi ortaya koymuştur: “Aslında bu tür rivayetler åhåd haberlerdir ve dolayısıyla kesinlik ifade etmez. Üstelik bunlar çoğunlukla birbiriyle çelişen anlatımlardır. En iyisi, Kur’ân’da anlatıldığı kadarıyla yetinip diğer ayrıntıları, gaybı bilen (Allah’a) havåle etmektir.”

Dünya sevgisi ve mal sevdası Kārûn’un bütün benliğini kaplamıştı. Fakir ve düşkünlere karşı sorumlulukları olduğunu, yaptıklarından, sahip olduklarından ve harcamalarından Yüce Allah’a hesap vereceğini unutmuştu. Bu sorumlulukları kendisine hatırlatıldığında, kibirlenerek “Bu serveti sahip olduğum bilgi sayesinde ben elde ettim.” diyerek cevap vermişti. İşte onun en büyük hatalarından biri bu idi. Çünkü bunların Allah’ın bir iyiliği olduğunu, bu sebeple O’na hamdetmek ve şükretmek gerektiğini unutmuştu. Oysa bütün servetini de, onu kazanmasını sağlayan bilgi ve meziyeti de veren Cenâb-ı Allah’tan başkası değildi.

Kur’ân ayrıntı vermese de Kārûn’un sözünü ettiği bu “bilgi”nin ne olduğu konusunda müfessirler farklı bilgiler aktarmıştır. İbn Abbas (ö. 68/687-88), Kārûn’un servetini, kimya bilgisi sayesinde altın üreterek elde ettiğini söylemiştir. Bazı müfessirler de onun ticareti çok iyi bildiğini ve bu serveti ticaret yaparak kazandığını düşünmektedirler. Başka bir grup müfessir ise, Kärûn’un define bulma bilgisinden yararlanarak veya Tevrat bilgisini kazanca dönüştürerek bu serveti elde ettiğini söylemişlerdir.”

Sahip olduğu nimet ve imkânları kendi tecrübe ve becerisine bağlamak aslında kibrine kapılan ve kendi kendini yeterli gören inkârcı insanın bir özelliğidir. Nitekim bu durum Kur’ân-ı Kerîm’in başka bir yerinde şöyle ifade edilmektedir: “İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır; sonra ona katımızdan bir nimet verdiğimizde, ‘Bunu ancak bir bilgi sayesinde elde ettim.’ der. Böylesi insanlar, kendilerine sunulan nimetleri, kendi çabalarıyla elde ettiklerini sanmış, kullandıkları aklı ve becerileri Yüce Allah’ın verdiğini unutmuşlardır. Kārûn da “Şayet Allah, benim üstünlüğümü
bilmeseydi ve benden hoşnut olmasaydı, bana bu malı vermezdi.” diye düşünmüş olmalıdır. Böylece kendisinin Allah Teâlâ katında da üstün olduğunu iddia etmiştir. Benzer anlayış Mekke Müşriklerinde de vardı. Nitekim onlar ahirette de ayrıcalıklı olduklarına ve azap görmeyeceklerine inanıyorlardı. Kendilerine orada mal ve evlåt verileceğini iddia ediyorlardı.

Kur’ân, Kārûn’un gösterişçi ve kibirli tutumu karşısında çevresindekilerin tepkilerini de aktarır. Kārûn’un servetini ve ihtişamını gören halkın tepkisi iki şekilde olmuştur. Bunlar bize dünya malı karşısında iki farklı hayat algısını anlatmaktadır. Allah katındaki sonsuz nimet ve eşsiz güzellikleri unutmayanlarla dünya ötesini görmeyen ve geçici dünya nimetlerinin cazibesine kendini kaptıranlardır. Birinci grupta olanlar hakikat bilgisine sahip olanlardır. Dolayısıyla Kārûn’un göz kamaştıran zenginlik ve ihtişamına aldanmayanlardır. Bunlar dünyanın cazibesine kapılmaz, şeref ve yüceliğin dünyanın mal ve makamında değil, Allah’a bağlanmakta olduğuna inanırlar. Nitekim bu kimseler, sahip oldukları hakikat bilgisiyle Kārûn’un davranışlarındaki yanlışlığı görüp onu şöyle uyarmışlardır: “Sakın şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiği nimetler ile âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana iyilik ettiği gibi, sen de insanlara iyilikte bulun. Yurdunda bozgunculuk çıkarmaya çalışmal Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez. “26 Ayrıca ilim sahibi bu kişiler, Kārûn’a özenen halka da gerçek zenginliğin Cenâb-ı Hakk’ın vereceği ödül olduğunu hatırlatan nasihatlerde bulunmuşlardır: “… Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlar için Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir, ”

Hayata iman ve kulluk penceresinden bakanlar, Kārûn’a şu beş uyarıyı yapmışlardır: Şımarma, âhiret yurdunu kazanmaya bak, dünyadan da nasibini unutma, iyilik yap, dirliği ve düzeni bozacak işler peşinde koşma. Onlar, Kārûn’a Allah’ın rızasını amaçlaması öğüdünü vermiştir. Nasihatteki “Ahiret yurdunu kazanmaya bak…” ifadesi, dünya hayatının geçiciliğini ve âhiretin kalıcılığını hatırlatmaktadır. Oysa Kārûn, dünya malına tapar hâle gelmiş, âhireti unutmuş, infaktan kaçınmıştır. Âyetin sonunda “Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” buyrulur. Bununla da Kārûn elindeki gücünü kullanarak yaratılıştaki düzeni bozup değiştirmeye kalkışma konusunda uyarılmıştır.
İnanmış kişilerin öğüdünde yer alan “… dünyadan nasibini unutma…” ifadesi, dünyanın göz ardı edilmemesi gerektiğini ve dünyadayken yapılması gerekenleri yapmayı vurgular. Bu kişilerin ifadelerinden, dünya âhiret dengesinin ölçülerini de öğreniyoruz. Bu da ne dünyayı biricik gaye görmek ne de dünyadan el etek çek mektir. Aksine dünyanın imkânlarından helâl ölçüler çerçevesinde istifade etmek, ama bütün faaliyetlerde âhireti göz önünde bulundurarak ahlâki yönden yücelmeyi hedeflemektir. İnsan malından harcama yetkisine sahiptir. Ancak bu, ona israf etme veya fakirlere yardımdan kaçınarak cimrilik etme hakkı vermez. Nitekim İsrå süresi 29. âyet ölçüyü şöyle belirlemiştir: “Eli sıkı olma, ölçüsüzce eli açık da olma; sonra kınanacak, kendi kendine hayıflanacak duruma düşersin!” Yani Yüce Yaratıcı, insanlardan, kendilerine verilen nimetlerden infak ederek yoksulların hakkı olanı vermelerini istemektedir. Onun için âyetin devamında Kārûn’a “Allah’ın sana iyilik ettiği gibi, sen de insanlara iyilikte bulun.” diye nasihat edilmiştir. Böylece dünyalık nimetlerin Rabbimizin bir lütfu olduğu hatırlatılmış, bu iyilik karşısında, ona şükrün gereği olarak muhtaçlara infak etmesi emredilmiştir.

Kendilerinden ilim verilenler diye bahsedilenler, Allah’ın gönderdiği vahyi içeren Tevrat’ı okuyarak ondan yararlanan ve öğrendiklerini hayatında uygulayan inanmış insanlardır. Allah peygamberleri aracılığıyla insanlara kulluğun gereği olarak öğrenmeleri gereken bilgileri gönderir. Peygamberler de o bilgileri tebliğ edip açıklar ve uygulayarak insanlara öğretirler. İnsanların bir kısmı, kendilerine öğretilen doğruları bildiği hâlde uygulamazlar. Kur’ân’da onlar kitap yüklü eşeklere benzetilmektedir. Bir kısmı da bu bilgilerin gereğini yerine getirirler. İşte âyette ‘kendilerine ilim verilenler’ diye bahsedilenler, Allah Teâlâ’nın buyruklarını yerine getiren insanlardır.

Kārûn’un göz kamaştıran zenginlik ve ihtişamına aldanmayan birinci gruptaki kimselere karşın, onun mal varlığına imrenen ve onun yerinde olmayı isteyen ikinci gruptakiler ise Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle tasvir edilir: “Kārün gösterişli bir şekilde kavminin karşısına çıkardı. Dünya hayatını arzulayanlar, ‘Keşke Kärûn’a verilenin bir benzeri bize de verilseydi! Doğrusu o çok şanslı!’ derlerdi.” Ayette belirtilenleri anlatan rivayetlerden biri şöyledir: Bir gün Kärûn, en güzel elbiselerini giyip tüm süslerini takınmıştı. Kendisi gümüş eyerli beyaz bir katıra, yanında kırmızı elbiseler giymiş ve çeşitli ziynetlerle süslenmiş beyaz tenli üç yüz câriye de beyaz katırlara
binmişti. Arkasında da dört bin binekli bulunuyordu. Kārün bu şekilde, Hz. Müsa ve çevresinde onun öğütlerini dinleyen insanların yanına geldi. İnsanlar Kärûn’u görünce, gösteriş ve ihtişamı karşısında büyülendiler. Hz. Mūsa, Kārûn’a, “Sen neden böyle yapıyorsun?” diye sordu. Kārûn, “Mûså! Sen benden peygamberlikle üstün kılınmışsan, ben de sana dünya zenginliği ile üstün kılındım” diye cevapladı. Yani Kārûn, Hz. Mūsa’ya olan kıskançlığını, malını mülkünü gösteriş malzemesine dönüştürmek suretiyle ortaya koymaya çalışmıştı.

Kaynak: Hayat Rehberi Kuran Diyanet

https://www.arapcadua.com/kategori/peygamberimizin-dualari/

BENZER KONULAR:

Answer ( 1 )

    0
    2024-11-16T19:00:51+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    KÂRÛN: MALIN VE KİBRİN YIKICI AĞI

    İnsanın dünya yolculuğu, nice imtihanlarla bezenmiştir. Kimi yoklukla sınanır, kimi ise bollukla. Bolluğun, insanın kalbini en az yokluk kadar ağır bir sınavla tarttığı unutulmamalıdır. Bu bağlamda, Kur’an’da geçen Kārûn’un hikayesi, malına güvenip Rabb’ine sırt dönenlerin hazin akıbetini gözler önüne serer. Kārûn’un kıssası, servetini ve makamını yücelten insanın, kibir bataklığında nasıl boğulabileceğini etkileyici bir şekilde anlatır.

    Kārûn’un Serveti ve Kibirle Gelen Felaket

    Kārûn, Mısır’da yaşayan İsrailoğullarından biri olup, Hz. Musa’nın kavmindendi. Ancak o, halkı arasında bir zenginlik abidesi olarak tanınırdı. Kur’an’da onun hazinelerinin anahtarlarının dahi güçlü adamlar tarafından zor taşındığı ifade edilir. (Kasas, 28/76) Bu betimleme, onun sahip olduğu malın ve servetin büyüklüğüne dikkat çeker. Ancak Kārûn’un hayatındaki en büyük problem, bu servetin ona Allah tarafından bir emanet olarak verildiğini unutarak, kendisine atfetmesiydi.

    Kibirli sözleriyle halkına meydan okuyordu: “Bu servet, bana kendi bilgim sayesinde verilmiştir.” (Kasas, 28/78) O, malına duyduğu güvenin sarhoşluğunda, kendisini Allah’ın nimetlerinden müstağni görüyordu. Oysa dünya malı, insana sadece bir emanet olarak verilmiş ve nasıl kullanıldığı ahirette sorguya çekileceği bir sınav olmuştur.

    Öğütlere Kulak Tıkayan Bir Kalp

    Kārûn’un halkı, ona defalarca nasihat etti. “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah sana iyilikte bulunduğu gibi sen de iyilikte bulun ve yeryüzünde bozgunculuk yapma.” (Kasas, 28/77) Ancak onun kalbi, kibirle katılaşmıştı. Göz kamaştırıcı zenginliği, onu insani değerlerden ve Rabb’ine olan kulluk şuurundan uzaklaştırmıştı.

    Kārûn, bu öğütlere aldırış etmeksizin servetini halkın önünde sergiledi. İhtişamlı alayını gören kimileri ona hayranlıkla baktı, kimileri de onun gibi olmayı diledi. Ancak iman ehli olanlar, bu duruma aldanmadılar ve Kārûn’un kibirle yoğrulmuş akıbetinden Allah’a sığındılar.

    Yerin Derinliklerine Gömülen Kibir

    Sonunda Kārûn, kibriyle sınandığı yerde hüsrana uğradı. Allah, onun ve hazinelerinin bulunduğu yeri yerin derinliklerine gömdü. O, ne malını ne de çevresini yanına alabilmişti. Dün zenginliğinin gölgesinde küçümsediği halkın arasında, bugün adı bir ibret olarak anılır olmuştu. Allah, bu kıssayı Kur’an’da şu sözlerle noktalar: “Ona Allah’tan başka yardım edebilecek kimseler de olmadı ve o, kendisini savunabilecek durumda değildi.” (Kasas, 28/81)

    Mal ve Mülkün Geçici Doğası

    Kārûn’un hikayesi, dünya malına duyulan güvenin ve kibirle süslenen bir hayatın nasıl yok olup gittiğini anlatan bir ibret tablosudur. Malın, mülkün, makamın ve servetin insanı mutlak kurtuluşa götürmediği, aksine bu nimetlerin bir imtihan aracı olduğu apaçık bir gerçektir.

    İnsanoğlu, sahip olduklarıyla sınanır. Malını Allah yolunda kullanmayan, onu kibirle süsleyen ve halkın faydasına sunmayan bir kimse, tıpkı Kārûn gibi hem dünyada hem de ahirette büyük bir kayba uğrar. Kur’an’ın diğer ayetlerinde sıkça vurgulandığı üzere, dünya hayatı geçicidir; asıl ödül, ahiret yurduna yönelip Allah’ın rızasını kazanmaktır.

    Son Söz

    Kārûn’un hikayesi, bir uyarı ve ders niteliğindedir. Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeyen, onları yalnızca kendine mâl eden ve bu nimetleri insanlara karşı bir üstünlük aracı olarak kullananların, Kārûn gibi yıkıcı bir sona sürükleneceği unutulmamalıdır.

    Servet, insanın elini ve kalbini süsleyen bir emanet iken, kibir bu süsü karartan bir kirden başka bir şey değildir. Öyleyse bizler, Kārûn’un kıssasını rehber alarak, Allah’ın verdiklerine şükredip, onları doğru yolda kullanmayı ve kibirden uzak durmayı kendimize şiar edinmeliyiz. Zira mal geçicidir, ama iman ve takva ebedi kazançtır.

Cevapla