Paylaş
Mahlukatın Yaratılışı
Question
Mahlukatın yaratılış sırrı ve arayış
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir hadisinde geçtiğine göre, Ebû Hureyre: “Mahlukat hangi şeyden yaratıldı?” diye sorunca, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sudan…” diye cevap verdi. Bu hadis, suyun bütün mahlukatın aslı ve maddesi oluşuna delalet eder. Yani, mahlukatın tamamı ondan yaratılmıştır.
Müsned’de nakledilen başka bir hadise göre Ebû Hureyre radiyallahu anhu: der ki:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Seni gördüğüm zaman mutlu oluyorum ve içim ferahlıyor. Bana her şeyden haber ver.” dedim. O da buyurdu ki: “Her şey sudan yaratıldı.”
İbn Cerir ve başkalarının, İbn Mes’ud radiyallahu anhu ile seleften bir taifeden: “Mahlukatın ilki sudur.” diye söylediklerini rivayet etmişlerdir.
Cüzecani, isnadıyla Abdullah Ibn Amr’dan rivayet ettiğine göre ona, yaratılışın başlangıcı hakkında bir soru soruldu. O da soruya şöyle cevap verdi:
“Topraktan, sudan, çamurdan, ateşten, karanlıktan.” Bunun üzerine ona: “Bu zikrettiklerin ilk neyden yaratıldı?” denildi. O da: “Su menbâindan.” diye cevap verdi.
Allah subhanehu ve teala, göklerin ve yerin yaratılmasından önce suyun mevcut olduğunu, Kitâb’ında haber vermiştir. Allah subhanehu ve teala şöyle buyuruyor:
“Gökleri ve yeri altı günde yaratan odur. Arşı da su üzerinde idi.”
Sahih-i Buhârî’de geçen bir hadiste, İmran bin Husayn radiyallahu anhu’nun rivayet ettiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Allah vardı ve ondan önce (başka bir rivayette onunla beraber) hiçbir şey yoktu. Arşı su üzerinde idi. Her şeyi zikre (levh-i mahfuz) yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı.”
Sahih-i Müslim’de geçen bir hadiste, Abdullah İbn Anr radiyallahu anhu’nun bildirdiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce, mahlukatın kaderlerini (miktarlarını) takdir etti. Arşı da su üzerinde idi” buyurmuştur.
İbn Cerir ve başkalarının rivayet ettiklerine göre İbn Abbas demiştir ki:
“Allah azze ve celle’nin arşı su üstünde idi. Diğer mahlukattan önce suyu yarattı. Mahlukatı yaratmak istediğinde sudan bir duman çıkarttı. Duman, suyun üzerinde yükseldi. Sudan yüksek olduğundan sema diye isimlendirildi. Sonra suyu kuruttu. Ardından onu bir yer hâline getirdi. Sonra onu ayırıp yedi yer kıldı. Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi. Bu duman, suyun nefes alıp verdiği nefesinden meydana geldi. Sonra onu tek bir gök olarak yarattı. Sonra onu birbirinden ayırarak yedi gök yaptı. “67
Vehb’den gelen rivayet de şöyledir:
“Arş, daha gökler ve yer yaratılmadan önce su üzerinde idi. Allah subhanehu ve teala gökleri ve yeri yaratmak istediğinde bir avuç dolusu saf sudan aldı. Sonra avucunu açmasıyla ondan duman yükseldi. Sonra onu iki günde, yedi gök olarak takdir etti. Sonra sudan bir miktar çamur aldı ve onu Ka’be’nin bulunduğu yere koydu; sonra onu yayarak yeryüzü hâline getirdi,”
Bazıları: “Allah subhanehu ve teala, ilk önce yeri yarattı. Sonra göğü yarattı. Semayı yaratmasından sonra yeri yaydı.” demiştir.
Denildi ki: “Allah subhanehu ve teala yer ve göklerin gibi sert yapıda yeşil bir zümrüt yarattı. Sonra azameti ile ona baktı. O da hemen eridi. Yani, eriyip suya dönüştü. Bundan dolayı su, daima bu heybetinin etkisiyle titrer. Bunun ardından Allah subhanehu ve teala denizden bir buhar yükseltti. Şu âyette zikredilen duman budur: “Sonra duman hâlinde olan göğe yöneldi.” Semayı dumandan, yeri ise sudan yarattı. Dağları da suyun dalgalarından halk etti.”
Vehb der ki:
“Allah’ın yarattığı ilk şey karanlık bir yerdir. Sonra bir cevher yarattı. O da bu mekânı aydınlattı. Ardından cevhere, heybetli bir nazarla baktı. O da hemen suya dönüştü. Ondan da buhar ve köpük yükseldi. Allah, buhardan gökleri, köpükten de yerleri yarattı.”
Abdullah İbn Amr’ın rivayetine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah azze ve celle mahlukatı karanlıktan (karanlıkta) var etti. Sonra nurundan onların üzerine attı. İşte bu nur, kime isabet ettiyse o, hidayete erdi. Nurun isabet etmediği ise dalalette kaldı.”70
Ömer bin el-Hattap Ka’b el-Ahbar’a: “Allah’ın mahlukattan ilk yarattığı şey nedir?” diye sordu. Ka’b: “Allah kalemsiz ve divitsiz (mürekkepsiz) bir yazı yazdı. Zebercet, mercan ve yakut olan o yazı şöyledir: “Ben Allah’ım. Benden başka ilah yoktur; tekim, ortağım yoktur. Muhammed rasûlümdür. Rahmetim, gazabımı geçmiştir.” Ka’b sözüne şöyle devam etti: “Kıyamet günü Allah subhanehu ve teala bu yazıyı çıkaracak ve hemen ardından ateşten, cennetliklerin adedinin iki misli insan çıkarıp cennete koyacaktır.”
Selman ve Abdullah İbn Amr demişlerdir ki:
“Allah’ın yüz rahmeti vardır. Bunların her biri sema ile yerin arasını dolduracak kadar geniştir. Dünyada bulunanlara tek bir rahmetini indirmiştir. Cinler, insanlar, gökteki kuşlar, denizdeki balinalar (büyük balıklar), havada bulunan her şey, yerdeki canlılar ve haşerat onunla birbirine merhamet eder. Doksan dokuz rahmeti de katında tutmuştur. Kıyamet günü bu rahmetini indirecek ve katındaki kullarına bununla rahmet edecektir.
Bu konuyla ilgili rivayetler çoktur. Bunların tamamı gökler ile yerin sudan yaratıldığını beyan ediyor. Suyun yaratılan ilk mahluk olup olmadığı hakkındaki ihtilaf da meşhurdur. Ebû Hureyre’nin hadisi bütün mahlukatın ana maddesinin su olduğuna delalet eder. Kur’an da bütün hayvanların ana maddesinin su olduğunu beyan eder. Allah subhanehu ve teala şöyle buyuruyor:
“Canlı olan her şeyi sudan yarattık.”
Allah subhanehu ve teala başka bir âyette buyuruyor ki:
“Allah, her canlıyı sudan yarattı.”
Sudan muradın, canlıların yaratıldığı nutfe olması, iki açıdan doğruya isabet etmekten uzaktır:
Birincisi: Nutfe, mutlak olarak su diye isimlendirilmez; ancak mukayyed olarak kullanıldığında su adını alır. Şu âyetlerde geçtiği gibi:
“Atılan bir sudan yaratıldı. O, sırt ile göğüs kafesi arasından çıkar.”
“Sizi dayanıksız bir sudan yaratmadık mı?”
İkincisi: Canlılardan sirke, meyve kurdu ve bunlar gibi nutfesiz üreyen bazıları vardır. Bütün canlılar nutfeden yaratılmış değillerdir.
Kur’an, hareket eden ve canlı olan bütün mahlukatın sudan yaratıldığına delalet eder. Böylece bütün canlıların aslının mutlak su olduğu bilgisi veriliyor. Şu âyet bu anlatılanlarla çelişmez:
“Daha önce de cinleri zehirli, kavurucu ateşten yarattık.”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Melekler nurdan yaratıldı.” Ebû Hureyre radiyallahu anhu’nun hadisi, nur ve ateşin aslının su olduğunun delilidir. Aynı şekilde Adem aleyhisselam’ın yaratıldığı toprağın aslı da
sudur. Adem aleyhisselam balçıktan yaratıldı. Balçık, su karışımı olan topraktır. Daha önce geçen İbn Abbas ve başkalarının naklettiği rivayette geçtiği gibi, toprak sudan yaratılmıştır. Mukatil, suyun nurdan yaratıldığını iddia etmiştir. Ancak Ebû Hureyre’nin bu hadisi ile başkalarının rivayet ettiği hadislere göre bu görüş merduttur. Ateşin sudan yaratıldığı inkâr edilemez. Allah azze ve celle kudretiyle yeşil ağaçta ateşi ve suyu bir araya getirmiştir. Bunu, yeniden diriltme kudretinin delillerinden kılmıştır.
Materyalistler şöyle demiştir: Su, buhara; buhar, havaya; hava da ateşe dönüşür. Ama en doğrusunu bilen Allah’tır.
BENZER KONULAR:
Answer ( 1 )
Mahlukatın Yaratılış Sırrı ve İnsanlığın Arayışı
İnsanoğlu varlık âlemine gözlerini açtığından beri, yaratılışın sırrını ve mahlukatın hikmetini anlamaya çalışmıştır. Bu derin mesele, hem ilahi vahyin rehberliğinde hem de aklın sınırlarında izah edilmeye çalışılmıştır. Kur’an-ı Kerim, mahlukatın yaratılışı ve varlık sebebi üzerine insana yol gösteren en önemli kaynaklardandır. Allah (c.c.), çeşitli ayetlerde insanı düşünmeye, tefekkür etmeye ve varlık âlemini incelemeye davet eder.
Allah Teâlâ’nın, tüm mahlukatı belirli bir hikmet ve denge içinde yarattığını Kur’an’da açıkça ifade eder:
Bu ayet, yaratılışın hiçbir şeyin tesadüfen var olmadığını, her varlığın Allah’ın belirlediği bir düzen, amaç ve hikmet üzere yaratıldığını vurgular. Yaratılış, Allah’ın sonsuz ilminin, kudretinin ve rahmetinin bir tecellisidir. Tüm varlıklar, O’nun varlığını ve birliğini işaret eden birer ayettir.
İnsan ve Yaratılışın Anlamı
İnsan, mahlukatın en şerefli varlığı olarak yaratılmıştır:
Bu ayet, insanın yaratılışındaki özel durumu ifade eder. İnsana akıl, irade ve ruh gibi yüce özellikler verilmiştir. Ancak bu üstünlük, insana bir sorumluluk da yüklemiştir. İnsan, varlık âlemine bakarak Yaratan’ını tanımak ve O’na kulluk etmekle yükümlüdür. Nitekim Kur’an’da bu amaç şöyle belirtilir:
Bu ibadet, sadece belirli ritüellerle sınırlı değildir; aynı zamanda insanın yeryüzünde adalet, merhamet ve hikmet üzere bir yaşam sürmesiyle de ilgilidir. İnsan, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir ve bu sorumluluğu yerine getirmekle yükümlüdür.
Yaratılışı Anlamaya Çalışmak
Yaratılış sırrını anlamaya çalışırken, insanoğlu iki yoldan ilerler: vahiy ve akıl. Vahiy, insana doğru bir rehberlik sunar ve onu yaratılışın hikmetine yönlendirir. Akıl ise, bu rehberlikle evreni, doğayı ve mahlukatı inceler. Bilimsel gelişmeler ve teknolojik ilerlemeler, Allah’ın kudretinin delillerini gözler önüne serer. Ancak akıl, vahiyden bağımsız kaldığında, yaratılışın anlamını tam olarak kavrayamaz.
Allah, insanı yaratırken ona bir “arayış” duygusu yerleştirmiştir. İnsan, bu dünyada hep bir mana ve hakikat arayışı içindedir. Kalp, Allah’ı anmakla huzur bulur:
Bu arayış, insanın fıtratında olan bir duygudur ve bu duygu insanı ahirete, sonsuz hayata hazırlar. Yaratılışın sırrını anlayan bir insan, kendisini Yaratan’a teslim ederek huzur bulur.
Mahlukata Karşı Sorumluluk
İslam, mahlukata karşı merhametli olmayı emreder. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), mahlukata iyi davranmanın, bir müminin imanının gereği olduğunu şu hadisle dile getirmiştir:
Bu, yaratılış sırrını kavrayan bir insanın yalnızca Allah’a değil, O’nun yarattıklarına karşı da sorumlu olduğunu gösterir. İnsan, çevresine, hayvanlara, doğaya ve tüm mahlukata adalet ve şefkatle yaklaşmalıdır. Çünkü her varlık, Allah’ın yaratma sıfatının bir eseridir.
Sonuç
Mahlukatın yaratılış sırrı, Allah’ın varlık âlemine koyduğu düzen, denge ve hikmeti anlamakla ilgilidir. İnsan, bu sırra yaklaştıkça Allah’a kulluk bilincini geliştirir ve hayatını anlamlandırır. Bu dünyadaki varlığımızın, Allah’ı tanımak, O’na ibadet etmek ve mahlukata şefkatle muamele etmek gibi yüce bir gayesi vardır. İnsan, bu sırrı çözmeye çalışırken, hem ahirete hazırlanır hem de bu dünyada daha anlamlı bir yaşam sürer.