Paylaş
Maide 67. ayetin tefsiri “Ey Resul Rabbinden sana indirileni tebliğ et” ne demek
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Ey peygamber rabbinden sana indirileni tebliğ et
Maide suresi 67. ayette “Ali’nin müminlerin mevlası” olduğu hakkında bilgi verir misiniz?
Hz. Peygambere Vahyi Tebliğ Emri, İnsanlardan Korunması Ve Kitap Ehli’nin Onun Peygamberliğine İmana Davet Edilmeleri
67- Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer yapmazsan onun risaletini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Muhakkak ki Allah, kâfirler güruhunu hidayete erdirmez.
68- De ki: “Ey Kitap Ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni dosdoğru tatbik etmedikçe hiç bir şey üzerinde değilsiniz.” Andolsun ki Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyleyse o kâfirler güruhu için üzülme.
69- Doğrusu iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler ve Hristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe iman edip salih amel işleyenlere hiç korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.
Maide suresi
İNİŞ SEBEBİ – Nüzul Sebebi
- ayet-i kerime olan: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.” ayetinin nüzulü ile ilgili olarak Ebu’ş-Şeyh İbni Hayyân, Hasan-ı Basrî’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: “Muhakkak Allah benimle bir risalet göndermiştir. Ben bu risaleti gereğince yerine getirmek takatini kendimde bulamadım. İnsanların beni yalanlayacaklarını da iyi bildim. (Rabbim) Bana ya tebliğimi yaparım veya azaplandırılırım diye tehdidde bulundu ve: “Ey peygamber Rabbinden sana indirileni tebliğ et.” buyruğu nazil oldu.
İbni Ebî Hatim de Mücâhid’den şöyle dediğini nakletmektedir: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et!” ayet-i kerimesi nazil olunca şöyle buyurdu: “Rabbim ben yapayalnızım, onlar da hepsi benim aleyhime bir araya geleceklerdir, bunu nasıl yapabilirim?” Bu sefer: “Eğer yapmazsan onun risale-tini tebliğ etmemiş olursun.” buyruğu nazil oldu.
Hâkim ve Tirmizî de Aişe (r.a.) den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Peygamber (s.a.) şu: “Allah seni insanlardan korur.” buyruğu nazil oluncaya kadar muhafız ile korunurdu. Bu buyruk nazil olunca başını çadırdan çıkartıp şöyle dedi: “Ey insanlar! Haydi gidiniz, Allah beni korumasına almış bulunuyor.” Suyutî, hadis-i şerifteki ayet-i kerimenin geceleyin nazil olmuş leylî ve Hz. Peygamber yatakta yatıyorken üzerine nazil olmuş firaşî bir ayet olduğuna delil olduğunu söyler.
İbni Hibbân, Sahîh’ inde Ebu Hureyre’in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) yolculukta iken sabahı edecek olursak, en büyük ve en geniş gölgeli ağacı ona bırakırdık. O da o ağacın altında konaklardı. Bir gün bir ağacın altında konakladı, kılıcını da o ağaca astı. Adamın birisi gelip kılıcını aldı ve: “Ey Muhammedi Bana karşı seni kim koruyabilir?” dedi. Resulullah (s.a.) da: “Beni sana karşı Allah koruyacaktır. Kılıcı koy” dedi, o da kılıcını yerine koydu. Bu sefer: “Allah seni insanlardan korur.” buyruğu nazil oldu.
İbni Merdûveyh de İbni Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.)’a: “Semadan üzerine inmiş en ağır ayet hangisidir?” diye soruldu. O da şöyle buyurdu: “Hac mevsiminde Minâ’da bulunuyordum. Arap müşrikleri ile kim oldukları bilinmeyen insanlar etrafıma toplandı. Cebrail üzerime inerek: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.” ayetini indirdi. Ben de Akabe’nin yanında ayağa kalkıp: “Ey insanlar, dedim, Rabbimin risaletini tebliğ etmek için size cennetin verilmesi karşılığında bana kim yardımcı olur? Ey insanlar, lâilâheillallah deyin ve benim Allah’ın size gönderdiği rasulü olduğumu kabul edin, felah bulursunuz. Size cennet verilecektir.” Hz. Peygamber buyurdu ki: “Ne kadar erkek, kadın ve çocuk varsa hepsi toprak ve taş atmaya başladılar.” Bu dinini terketmiş bir yalancıdır” dediler. Birisi bana görünüp [“Şöyle dedi: Ey Muhammed, eğer sen Allah’ın Rasulü isen bunlara beddua etmek zamanın gelmiştir. Tıpkı Nuh’un kavminin helaki için beddua ettiği gibi.” Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’ım! Kavmimi hidayete ilet. Çünkü onlar bilmeyen bir topluluktur. Sana itaat konusunda beni tasdik etmeleri için onlara karşı bana yardım et. Bu sefer amcası Hz. Abbâs geldi ve onu ellerinden kurtarıp uzaklaştırdı.
Süyutî, anlatılanın bu ayet-i kerimenin Mekkî olmasını gerektirse de, zahirin bunun böyle olmadığını gösterdiğini söyler.
Râzî şöyle der: Şunu bil ki, bu gibi rivayetler her ne kadar çok olsa dahi, evlâ olan bunları Yüce Allah’ın Hz. Peygambere Yahudi ve Hristiyanların hile ve tuzaklarına karşı güvenlik ve teminat verdiği şeklinde yorumlanması, ona onlara hiç bir şekilde aldırmadan, açıktan açığa tebliğini yapmak emrini vermiş olduğu şekilde anlaşılmasıdır.
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Tebliğ ayeti: Peygamber takiyye olmak üzere dine dair bazı hususları gizlemiştir, diyenlerin görüşlerinin reddolunduğuna ve bu iddiada bulunan Rafızîlerin kanaatlerinin batıl olduğuna delil olduğu gibi, Hz. Peygamberin din ile ilgili herhangi bir hususu gizlice ve sır olmak üzere tevdi etmesinin de söz konusu olmadığına delildir. Çünkü buyruğun anlamı zahiren: “Sana indirilenlerin tümünü tebliğ et”‘ şeklindedir.
İbni Abbâs şöyle der: Buyruğun anlamı; Rabbinden sana indirilenlerin tümünü tebliğ et; eğer ondan herhangi bir şey gizleyecek olursan sen onun risale-tini tebliğ etmemiş olursun, şeklindedir.
İşte bu Peygamber (s.a.)’e de bir edebi öğretmek olduğu gibi onun ümmetinden ilim taşıyıcılarına da şeriatinden herhangi bir şeyi gizlememeleri gerektiği hususunda bir tehdiddir. Şanı Yüce Allah peygamberinin, vahyinden herhangi bir şeyi gizlemeyeceğini de zaten biliyordu.
“Allah seni insanlardan korur.” ayet-i kerimesi, Hz. Peygamberin peygamberliğine delâlet etmektedir. Çünkü Yüce Allah onun masum (korunmuş) olduğunu haber vermektedir. Allah’ın masumiyetini teminat altına aldığı kimsenin, Allah’ın kendisine vermiş olduğu emirlerden herhangi bir şeyi terketmesi düşünülemez.
“Muhakkak ki Allah kâfirler güruhunu hidayete erdirmez.” buyruğu da şunu göstermektedir. Kâfirlerin hayra muvaffak olması, mutluluğu elde etmesi, Allah tarafından engellenmiştir. Onlar kâfir olduklarından ötürü Allah’ın rahmeti de kendilerinden engellenmiştir.
“De ki: Ey Kitap Ehli!” ayeti de Yahudi ve Hristiyanların hakikatte Tevrat, İncil ve Kur”ân-ı Kerîm’de bulunan hükümler gereğince amel etmedikleri sürece din adına gerçek bir şeye sahip olmadıklarının delilidir. Onlar bu kitaplarda bulunanlar gereğince amel edip Muhammed (s.a.)’e iman etmedikçe ve bu iki kitabın (yani Tevrat ve İncil’in) kendilerine farz kıldığı ameli ifa etmedikçe, dinden herhangi bir paya sahip değildirler.
Allah kâfir olanın küfrüne küfür; tuğyanına tuğyan katar. Yani onun haddi aşmasını, ileri gidip aşırıya gitmesini daha da artırır.
Bu ayet-i kerimeden Müslümanın alacağı ibret şudur: Müslüman Kufân-ı Kerîm’in gereklerini yerine getirip onun hidayetiyle hidayet bulmadıkça, çizdiği sınırlara bağlı kalmadıkça, din adına kayda değer herhangi bir şeye sahip olamaz.
“Doğrusu iman edenler, Yahudiler ve Sâbiîler…” ayet-i kerimesi de Kitap Ehli’nin Allah’ın dinini gereği gibi uygulamadıklarına işaret etmektedir. Çünkü onlar Allah tarafından indirilmiş kitapların naslarmı korumadıkları gibi, sahip oldukları kitap bilgisini de zahiri üzere bırakmadılar. Aksine onları tutarsız bir şekilde tevil ettiler. Allah’a ve ahiret gününe iman etmediler, salih ameller işlemediler.
Tefsirul Munir
Dini tebligat olmazsa akil ile Allah bilinmez görüşü hangi mezhebe aittir
Answer ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Maide 67. ayetin Tefsiri/Açıklaması
Yüce Allah rasulü Muhammed (s.a.)’e risalet sıfatıyla hitap ederek Allah’ın üzerine indirdiklerinin tümünü tebliğ etmesini emretmektedir. O da bu görevini en mükemmel şekliyle ifa etti. Risaleti tebliğ etti, emaneti tamamıyla yerine getirdi. Ümmete samimi olarak nasihat etti. Allah ona verilebilecek mükâfatın en hayırlısını versin. Buhârî bu ayet-i kerimeyi tefsir sadedinde Hz. Âi-şe’nin rivayet ettiği şu hadisini nakletmektedir: “Sana bir kimse Muhammed’in Allah’ın indirdiğinden herhangi bir şey gizlediğini söyleyecek olursa, kesinlikle yalan söylemiş olduğunu bil. Çünkü Yüce Allah: “Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et.” buyurmaktadır.” Bunu Müslim, Tirmizî ve Nesaî de böylece rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim’de de yine Hz. Âişe’den şöyle dediği nakledilmektedir: “Kur’ân-ı Kerîm’den eğer Muhammed herhangi bir şey gizleyecek olsaydı şu: “Allah’ın açığa çıkartacağı şeyi içinde gizliyordun. İnsanlardan çekmiyordun. Halbuki Allah’tan korkman daha yerinde idi.” (Ahzab, 33/37) ayetini gizlerdi.”
Ayet-i kerimenin anlamı şudur: Ey Rabbinden bütün insanlara bir risaleti tebliğ etmek üzere gönderilmiş rasul! Rabbinden sana indirilenlerin tamamını tebliğ et. Bu konuda hiç kimseden korkma, sana hoşlanmayacağın bir şeyin gelip erişmesinden de çekinme.
Eğer sana indirileni derhal tebliğ etmeyecek ve seninle gönderileni insanlara eksiksiz ulaştırmayacak olursan -belli bir süreye kadar onu gizlemek şeklinde dahi- olsa sen insanlara tebliğ görevini yerine getirmemiş olursun. Nitekim Yüce Allah: “Peygambere tebliğ etmekten başka bir şey düşmez.” (Mâide, 5/99) buyurmaktadır.
Peygamberler Allah’ın kendilerine indirilenlerden herhangi bir şeyi gizlemekten masum olmalarına rağmen, risaletin bir kısmını gizlemenin tamamını gizlemek gibi değerlendirilerek, ona verilen tebliğde bulunma emrinin: “Eğer yapmazsan…” buyruğu ile tekid edilmesindeki hikmet; tebliğ edilmesi gereken herhangi bir şeyi ertelemeyi içtihadı ile tespit etmesinin caiz olmaksızın tebliğin kesin ve kaçınılmaz bir şey olduğunu Hz. Peygambere bildirmektir.
İnsanlar açısından bunun hikmeti ise, bu gerçeği nass ile bilmeleri ve bu hususta herhangi bir anlaşmazlığa düşmemeleridir.
Resulullah (s.a.) da üzerine Kur”ân’dan ne indirildiyse derhal bütünüyle tebliğ etmiştir. Buhârî şöyle der: “ez-Zuhrî dedi ki: Risâlet Allah’tandır. Tebliğ ise rasulün görevidir, öylece kabul etmek de bize düşen görevdir. Onun ümmeti risaleti tebliğ ettiğine, emaneti eksiksiz yerine getirdiğine şahitlik etmiştir. Veda haccı gününde irad ettiği hutbesinde çok büyük bir kalabalık arasında bu konuda onların şahitliklerini de almıştır. Orada ashabından yaklaşık kırk bin kişi vardı.” Müslim’in Sahîh’ inde Câbir b. Abdullah’dan sabit olduğu gibi: Resulullah (s.a.) o günkü hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Şüphesiz ki sizlere benim hakkımda soru sorulacaktır. Ne diyeceksiniz?” Hazır bulunanlar: “Senin gerçekten tebliğ ettiğine, emaneti eksiksiz ödediğine, ümmete nasihat ettiğine şahitlik edeceğiz.” Hz. Peygamber de parmağını semaya doğru kaldırıp onların üzerine indiriyor ve bu arada: “Allahım, tebliğ ettim mi?” diyordu.
İmam Ahmet, İbni Abbâs’m şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) Veda haccmda şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Bu gün ne günüdür?” Onlar: “Bu gün haram (saygıdeğer) bir gündür” dediler. Hz. Peygamber: “Bu belde ne beldesidir?” diye sordu. Onlar: “Bu belde haram bir beldedir.” dediler, yine Hz. Peygamber: “Bu belde ne beldesidir?” diye sordu. Onlar: “Bu belde haram bir beldedir.” dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Şüphesiz mallarınız, kanlarınız ve ırzlarınız bu gününüzün hürmeti gibi, bu beldenizdeki ve bu ayınızdaki hürmet gibi birbirinize haramdır.”
Sonra bunu birkaç defa tekrarladı, arkasından parmağını semaya kaldırarak: “Allahım tebliğ ettim mi?” sözünü de birkaç defa tekrarladı. Ahmed şöyle der: İbni Abbas der ki: Allah’a andolsun, o bunu aziz ve celil Rabbine vasiyyet olmak üzere (söylüyordu). Sonra (Peygamber -s.a.-) buyurdu ki: “Dikkat edin, hazır bulunan hazır bulunmayana tebliğde bulunsun. Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler olarak geri dönüş yapmayınız.”
Daha sonra Yüce Allah, peygamberine onu insanlara karşı koruyup himaye edeceğine dair teminatını açıkça ilân etmektedir. Yani ona suikast yapılmasına, öldürülmesine karşı koruyup, düşmanlarına istediklerini gerçekleştirme imkânı vermeyeceğine dair teminat vermektedir. Ebu Talib’in ölümünden sonra müşrikler Dârul-Nedve’de Hz. Muhammed (s.a.)’i öldürmeyi kararlaştırmışlar ve buna teşebbüs etmişlerdi. Yüce Allah ise onu korumuş ve o Medine’ye hicret etmişti. Hicretten sonra Yahudiler de bir suikast teşebbüsünde bulundu. Onun korunacağından maksat, ölüme karşı korunacağıdır. O bakımdan Mekke’de, Taifte müşriklerin eziyetlerine, hicretten sonra Uhud günü de yüzünün yaralanıp ön küçük azı dişinin tanVmaaına bakılarak., tuna itiraz ©«üieme^.
Tirmizî, Ebu’ş-Şeyh İbni Hayyân, Hâkim, Ebu Nuaym ve Beyhakî, birkaç sahabe-i kiramdan şunu rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.) bu ayetin nüzulünden önce Mekke’de bekçiler tarafından korunuyordu. Hz. Abbâs da onu koruyan kimseler arasında idi. Bu ayet-i kerime nazil olunca Resulullah (s.a.) koruyucu edinmeyi terketti. Yine rivayet edildiğine göre Ebu Tâlib, Resulullah (s.a.) ile birlikte dışarı çıktığı takdirde onu koruyacak kimseleri gönderirdi. Bu: “Allah seni insanlardan korur.” buyruğu nazil oluncaya kadar böyle devam etti. Bu buyruktan sonra yine birisini koruyucu olarak göndermek isteyince: “Amcacığım , muhakkak Allah beni korumaya almıştır, senin göndereceğin kimselere ihtiyacım yoktur.” dedi.
Enes (r.a.)’ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.)’ı Sa’d ve Huzeyfe bu ayet-i kerime nazil oluncaya kadar koruyorlardı. Bu ayet nazil olunca başını deriden yapılmış çadırından dışarı çıkartarak: “Ey insanlar! Artık gidebilirsiniz, Allah beni insanlara karşı korumuştur.” buyurdu.
Mekke’de inmiş bulunan bu ayet-i kerimenin Medine’de kendilerine tebliğde bulunmakla yükümlü kılındığı Kitap Ehli’ne tebliği ihtiva eden buyruklar arasında korunmuş olması, Resulullah (s.a.)’ın müşriklerin eziyetlerine maruz kaldığı gibi Kitap Ehli’nin eziyetlerine de maruz kaldığına delâlet etmesi içindir, Allah da onu her iki kesimden de korumuştur.
Denildiğine göre bu ayet-i kerime Uhud vakasından sonra nazil olmuştur. Buna delil de Yüce Allah’ın: “Muhakkak ki, Allah kâfirler güruhunu hidayete erdirmez.” buyruğudur. Yani Allah, onlara gerçekleştirmek istedikleri suikast için imkân vermeyecektir.
Vakıada ise ayet-i kerimenin daha genel bir anlamı vardır; o da şudur: Sen tebliğ et, dilediğini hidayete iletecek ve saptıracak olan da Allah’tır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onları hidayete iletmek, sana düşen bir iş değildir, fakat Allah dilediğini hidayete iletir.” (Bakara, 2/272); “Şüphesiz sana ancak tebliğ düşer, hesap(lannı görmek) ise Bize aittir.” (Ra’d, 13/40).
Daha sonra Yüce Allah, bütün insanlara oldukça önemli bir gerçeği açıklamaktadır. O da şudur: Bir dine mensup oluş, onun gereğince amel edilmedikçe bir fayda sağlamaz. “De ki: Ey kitap ehli… dosdoğru tatbik etmedikçe hiç bir şey üzerinde değilsiniz.” Yani ey Muhammedi Kitap Ehli’ne (Yahudi ve Hristiyan-lara) de ki: Sizler Tevrat’ı ve İncil’i emrolunduğunuz katıksız tevhid ve salih amel gibi hususlarıyla onlarda yer alan Muhammed (s.a.)’e ve onun şeriatına iman gibi hususların gereğini yerine getirmedikçe Rabbinizden size indirilene, yani Allahü Teâlâ’nın kendisiyle dini tamamladığı Kur’ân-ı Azim’e ve risaletiy-le bütün peygamberlerin risaletlerini sona erdirdiği Muhammed’in risaleti gereğince amel etmediğiniz sürece, siz din adına bir şeye sahip olamazsınız.
Daha sonra Yüce Allah önceki ayet-i kerimede «64. ayet) sözünü ettiği bir hususu tekrarlamaktadır: O da Yüce Allah’ın Kurân-ı Kerimin Kitap Ehli’n-den pek çok kimsenin, ancak onların yalanlamakta aşırıya gitmelerini ve küfürlerine küfür katmalarından başka bir şeylerini artınnadığına dair yemin etmesidir. Buna sebep ise atalarından miras olarak aldıklar, taassupları, kin ve kıskançlıklarıdır: “İçlerinden kıskanarak…” (Bakara. 2109 bunu yapmalarıdır. İnsafla ve her türlü etkiden soyutlanarak düşüniney: ınnt.al etmeleridir. O halde sen kâfirler topluluğuna üzülme! Yani ey Mufaarmnei Tuğyanlarının, azgınlıklarının ve küfürlerinin artmasından dolayı onlar :;ır. urulne. kederlenme. Çünkü bunun zararı kendilerine aittir, sana değil Sana inan edenlerin varlığı ise, onlara ayrıca gerek bırakmaz.
Hiç bir ortağı bulunmayan bir ve tek Allah’a, kitapîanna ve peygamberlerine iman eden, onlar arasındaki bir azınlığa gelince: Kur’ân-ı Kerim boyleler.-nin hidayetlerini, doğru yol üzere sebatlarını ve mutluluklarını artırır.
Bu önemli gerçeğin açığa çıkartılmasından sonra Kur’ân-ı Kerîm bütün insanlar için genel bir kanun koymaktadır ki o da: “Doğrusu iman edenler…” yani Allah’ı ve rasulünü tasdik eden Müslümanlar ile Mûsâ (a.s.)’ya tabi olan, Tevrat’a sahip olan Yahudiler, bütün dinlerin dışında kalan Sâbiîler ve Mesih (a.s.)’e uyan Hristiyanlar arasından kim Allah’a, peygamberlerine ve ahiret gününe sahih ve samimi bir şekilde iman eder, salih bir amel işlerse işte onlar için Kıyamet günü azabından yana ebediyyen bir korku yoktur ve onlar hiç bir zaman bizatihi dünya ve nimetleri dolayısıyla, ahirette de kendilerine isabet edecek herhangi bir şeyden dolayı kederlenmeyecek, üzülmeyecekler. Aksine bunlar nimetlerle dolu olan Naîm cennetlerinde olacaklardır