Medine toplumunun özellikleri

Question

Hz.Peygamber’in (s.a.v) İnşa Ettiği İslam Toplumunun Temel Unsurları

MEDİNE’DE DENGELİ ve HAYIRLI BİR ÜMMET OLUŞTU

“İşte böylece, siz insanlara şahit (ve örnek) olasınız, Peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık. Biz bu yöneldiğin kıbleyi özellikle Resûl’e uyanlarla sırt çevirenleri açıkça ayırt edelim diye belirledik. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelecektir. Allah imanınızı asla zayi edecek değildir. Çünkü Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Bakara 2/143)

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتى كُنْتَ عَلَيْهَا إِلَّا لِ اللهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللَّهَ اللهُ وَمَا كَانَ وَإِنْ كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلَّا عَلَى الَّذِينَ هَدَى بِالنَّاسِ لَرَؤُفٌ رَحِيمٌ (١٤٣)

Müminler bütün varlıklarını Mekke’de bırakarak, dinleri için Medine’ye hicret etmişlerdi. Medineli ensar da onları bağırlarına basmıştı. Mal-mülk ve evlat sevgisi onları doğru bildikleri yoldan, Allah’a itaatten alıkoymamıştı. Kur’ân’ın inmesiyle başlayan iman, ahlâk ve erdem yolculukları, onları, mümin kardeşlerini kendilerine tercih edebilecek bir seviyeye getirmişti. Ebû Hüreyre’nin aktardığına göre bir gün Hz. Peygamber’e birisi geldi ve açlıktan güçsüz kaldığını söyledi. Allah Resûlü (sas) kendi evinde içecek bir miktar sudan başka bir şeyin bulunmadığını öğrenince, “Kim bu adamı bu gece misafir eder?” diye sordu. Ensardan Ebû Talha: “Ey Allah’ın Elçisi! Onu ben misafir ederim.” dedi ve evine götürdü. Onun evinde de çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktu. Hanımına: “Öyleyse çocukları bir şeyle avut ve uyut. Misafirimiz eve geldiğinde lambayı düzeltiyormuş gibi yaparak söndür. Ona, kendimiz de yiyormuş gibi gösterelim.” dedi. Nihayet sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu. Ebů Talha (ra) ve eşi karanlıkta yiyormuş gibi yaptılar ve o gün aç uyudular. Bir rivayete göre “Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.” âyeti bu olay üzerine indi.

Hz. Peygamber (sas) Medine’ye hicret edince muhacirler ile ensar arasında bir kardeşlik bağı (muâhát) kurmuştu. Bu kardeşliğin hedefi, Müminler arasında yardımlaşma, nasihatte bulunma ve hediyeleşmeyi sağlamaktı. Böylece Müslümanlar Medine’de güçlü bir yapıya kavuşmuş oldular. Bu, Allah’ın Medineli Müminlere bahşetmiş olduğu büyük bir lütuftu: “Müminlerin gönüllerini birleştiren de O’dur. Dünyanın bütün servetini de harcasan, onların gönüllerini birleştiremezdin fakat Allah onların aralarını düzeltti. O izzet ve hikmet sahibidir.” Allah’ın lütfu sayesinde Medineli Müslümanlar, muhacirleri bağırlarına bastılar; ellerindeki her şeyi onlarla paylaşmak istediler. Onları kendilerine tercih ettiler (îsâr).

Hz. Peygamber’in Medine’de yaptığı ilk uygulamalardan birisi de mescid inşa etmesiydi. Mescidin yapımına başta Resûlullah (sas) olmak üzere bütün Müslümanlar gerek maddî gerekse beden güçleriyle katkıda bulundular. Mescidin arka kısmına evi olmayan fakir kimseler için bir bölüm eklendi. Buraya daha sonra Suffe, orada kalanlara da Ashâb-ı Suffe denildi. Mescit, aynı zamanda eğitim faaliyetlerinin yapıldığı, devlet işlerinin görüşüldüğü ve yabancı ülke elçilerinin kabul edildiği bir yerdi.

Peygamber Efendimiz, Müminlerin selâmı yaygınlaştırmalarını istemişti. Nitekim Kur’ân’da da Müminlere, kendilerine selâm verenlere misliyle veya daha güzeli ile karşılık vermeleri emredilmişti. 142 Selâmın, insanlar arasındaki kardeşliğin pekişmesi ve yaygınlaşmasına olan katkısını Resûlullah (sas) şöyle vurguladı: “Allah’a yemin olsun ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!” Yüce Allah selâmın ötesinde hasta olanların ve yakın akrabaların ziyaret edilmesiyle bağların sıkı tutulmasını emretti. Fakir ve yardıma muhtaç olanlarla ilgilenilmesini, Allah’ın kendilerine lütfettiklerinden muhtaçlara da pay ayrılmasını istedi.
Müslümanların Medine’de güçlü bir toplum olarak yer tutmasını istemeyenler de vardı. Yahudiler Medine’de gittikçe güçlenen Müslümanları çekemiyor, içten içe onları zayıflatıcı ve yıkıcı faaliyetlerde bulunuyorlardı. Bu konuda Müşriklerle iş birliği yapmaktan çekinmiyorlardı. Özellikle kıble yönünün Kudüs’ten Mescid-i Harâm’a doğru döndürülmesinden sonra düşmanlıkları daha da şiddetlenmişti. Yahudiler Müminleri dinlerinde şüphe ve fitneye düşürmek için ikiyüzlülük ediyorlardı. Oysa Kur’ân, ellerinde bulunan kitaplarını doğrulayıcı olarak gelmişti. Onlar Hz. Peygamber’i ve Kur’ân’ı gözden düşürebilmek için, Kur’ân ile aynı gerçekleri dile getiren kitaplarını tahrif etmekten bile çekinmemişlerdi. Bu amaçla Tevrat’ın içeriğini Müminlerden gizlemek istediler. Müminlere karşı alaycı, kibirli, sinsi, sözünde durmayan, yalancı, hasetçi ve inkârcı bir tutum sergilediler. Ancak Yahudilerin içinde az da olsa hakikatlere karşı duyarlı, Allah’a ibadet eden, adaletli ve Müslümanlara karşı samimi insanlar da vardı. Yahudi olan Beni Nadir ve Kurayza kabileleri Hz. Peygamberle yaptıkları anlaşmalara uymadıkları ve Müşriklerle iş birliği yaptıkları için Müminler onlarla savaşmak zorunda kalmış, sonuçta birer birer Medine’yi terk etmişlerdir.

Mekkeli Müşriklerin devam eden düşmanlığı ve saldırganlığı bir dizi savaşın yapılmasına sebep oldu. Hicret gerçekleşene kadar Müminlere savaş izni verilmemişti. Hicretten sonra, zulme uğramaları ve yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaş izni verildi. 160 Bunlardan Bedir, Uhud ve Hendek/Ahzab büyük savaşlardı (gazve). Bir de küçük çaplı ordu birliklerinin keşif ve gözetleme amaçlı (seriyye) yaptıkları askerî seferler vardı. Müşrikler inanmadıkları gibi, Müminleri de inançlarından döndürmek için çalışıyorlardı. Kur’ân ise din konusunda zorbalık yapmanın ve Müslümanları dinlerini bırakmaya zorlamanın, adam öldürmekten de beter olduğunu bildiriyordu. Diğer yandan savaşın, kesinlikle dinde zorlamanın aracı olmaması gerektiği bildirildi. Aksine savaş, zorbalığın yeryüzünden kaldırılması için bir araç olarak görülmeliydi. Müşriklerle yapılan savaşlarda aşırıya gidilmemesi emredildi. Ayrıca tarafsız olan, aralarında anlaşma bulunan veya teslim olanların üzerine varılması yasaklandı. Meşru gerekçeler oluştuğunda Müminlerin genç-ihtiyar, zengin-fakir, yaya-süvari hep birlikte savaşa katılmaları emredildi. Bu konuda ancak mazereti olanları Allah’ın affedeceği belirtildi. Müslümanların kendi aleyhine olacak şekilde Kâfirlerle ortak hareket etmesinin, asla câiz olmayacağı dile getirildi. Müslümanların dost ve yardımcısının, Allah, Resûlü ve diğer Müminler olduğu ifade edildi.

Mekkeli Müşrikler ve Yahudilerden ayrı olarak, Medine’de Müminlere karşı bir başka tehdit unsuru daha vardı. Bunlar Münafıklardı. İman etmiş gibi davranıyorlar ama aslında İslâm’a düşmanlık besliyorlardı. Sözde kendilerini gizliyorlardı. Ancak Allah Teâlâ onları çok iyi biliyordu. Hz. Peygamber (sas) de onları, davranışlarında ve konuşmalarında ortaya çıkan nifak alâmetlerinden fark edebiliyordu. İnanmadıkları hâlde ağızlarıyla “İnandık.” derler, sözde Allah’ı ve Müminleri aldatmaya kalkışırlardı. Müslümanlarla alay etmek için fırsat kollar, onları aşağılayan imalarda bulunurlardı. Düşmanlıklarını daha etkili olarak yürütmek için bir karargah kurma kararı aldılar. Niyetlerini gizlemek için de sözde mescid inşa ettiler. Açılışını da Hz. Peygamber’den istediler. Allah Teâlâ Hz. Peygamber’i vahiy ile bilgilendirerek Münafıkların planlarını ve sinelerinde gizledikleri düşmanlıklarını ortaya döktü. Mescid-i Dırår adıyla bilinen bu karargâhı Hz. Peygamber yıktırdı ve onların Müminler üzerine kurguladıkları planları bozdu. Münafıklar, Müminlerin Müşrikler ve Yahudilerle olan savaşlarında her zaman gizli bir şekilde ve haince düşmanla iş birliği yaptılar. Savaşlara katılmamak için türlü bahaneler getirdiler; savaşa katılsalar bile ya kaçmak için bahane aradılar veya Müminlerin dirençlerini kırmak için türlü yollara başvurdular.

Müminler, Medine’de iç ve dış tehditlere karşı sürekli uyanık kaldılar. Birbirlerine iyiliği emredip kötülüklerden alıkoydular. Mekkeli Müşriklerle yapılan Hudeybiye Barış Antlaşması, Müslümanların dinlerini rahat yaşamaları, kolayca anlatmaları ve İslam’ın geniş kitlelere yayılması bakımından büyük bir fetih oldu. Yüce Allah bunun hemen peşinden Müminlerin pek çok ganimet elde etme imkânı buldukları Hayber’in fethini nasip etti. Kısa bir süre sonra da Hicretin sekizinci yılında Müminler Mekke’nin fethiyle onurlandılar. Allah’ın yardımı ile fetih neticesinde insanlar gruplar hâlinde İslâm’a girdiler. Yine de Müslümanların iman ve cihadla imtihanları devam etti. Zorlu Tebük Seferi’nde yakıcı yaz sıcağının altında 1000 kilometre gittiler, 1000 kilometre geri döndüler. Büyük sıkıntılarla karşılaştılar. Tebük Seferi, İslâm’ın geniş bir coğrafyaya yayılan bir din olmasının yollarını açtığı gibi, gerçek Müminlerle ikiyüzlü davrananları ayıran yeni bir sınav olmuştu. Huneyn Savaşı’nda ise Müminler, büyük bir imtihan verdiler. Ancak Allah’ın ve meleklerin yardımıyla zafere erişip büyük ganimetler elde ettiler. Kusuru olanları da Allah affetti Aslında onlar sadece iyi günde değil en zor günde de Allah’ın emrine âmâde kalmış, Resûlullah’ın yanından hiç ayrılmamışlardı. Onun için Tebük gibi en meşakkatli seferde, Hudeybiye ve Mekke’nin Fethi gibi ağır imtihanlarda, Huneyn gibi dehşetli çarpışmalarda hiç arkalarına bakmadan beraberce mücadele etmiş ve Allah’ın rızasını kazanmışlardır.

Müminler güzel ahlâk ve davranış sahibi insanlardı. Mekke’de imanları için bedel ödemiş, Medine’de İslâm’ın istediği örnek toplumu inşa etmişlerdi. 154 Onlar Allah’ın kendilerinden razı olduğu insanlardı. Kur’ân’ın rehberliğinde ve Hz. Muhammed’in önderliğinde yirmi üç yılda ortaya çıkan Müminler topluluğu, tarihin en güzide toplumlarından birisiydi. Onların sergilediği hayat hem Allah’ın hem de insanların razı olduğu bir hayattı. Kur’ân, böyle bir hayatın insanın yaşadığı her zaman diliminde gerçekleşebileceğini müjdelemiştir.

Mekke ve Medine dönemlerine topluca bakıldığında, her iki dönemde de Müslümanların içinden geçtiği zorlu süreçlerde gelen vahiyler, aynı zamanda Kur’ân’ın nasıl bir Müslüman şahsiyeti inşa etmek istediğini de ortaya koymaktadır. Buna göre iman, sadece Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayı değil, Allah’a güvenmeyi de ifade eder. Dolayısıyla Müminler Allah’a iman eden ve O’na tereddütsüz güvenen kimselerdir. Sadece iman etmekle kalmayıp imanlarının gereğini yerine getirenlerdir.

İslâm davetiyle, Resûl-i Ekrem’in önderliğinde yeni bir nesil doğmuştu. Bu nesil, dünyada iken Allah’ın rızasına mazhar oldukları kendilerine müjdelenen ve åyetlerde defalarca övgülere muhatap olan ilk Kur’ân neslidir. Onların hayatı, ideal Müslümanlığın örnekliğini ortaya koyar. İslâm’ın iman, ibadet ve ahlâkla ilgili temel değerleri ilk önce onların hayatında somutlaştı. Onlar Kur’ân vahyinin sadece sözlerini değil, öngördüğü hayatı da yaşayarak bizlere ulaştırdılar. Böylece onların hayatı, kıyamete kadar İslâm’ın yayılıp insanlarla buluşmasının yöntemini bizlere öğretmiş oldu. Onlar Allah yolunda maldan candan fedakârlık yaptılar, gerektiğinde hicret ve cihad ettiler, mahrumiyet ve zorluklara katlandılar. Tabii, bütünüyle özveriye dayanan bu hayatın, Rabbimize sevgiyle ve korkuyla derinden bağlanmak ve hayatı her daim O’na hesap vermek bilinciyle yaşamak gibi sağlam bir arka planı vardır. Yine bu hayatta coşku ve gayret, nefis terbiyesi, merhamet ve nezaket, insanların iyiliğini istemek, sabır, affetmek, kötülüğe karşı iyilik ve adalet erdemleri vardır. Kur’ân’ın ilk Müslüman toplumla ilgili şahitliği âyette şöyle ifade edilir: “Muhacirlerin ve ensarın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar. Onlara, sonsuza dek hep içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük bahtiyarlık işte budur.

Kaynak: Hayat Rehberi Kuran Diyanet

BENZER KONULAR:

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Answer ( 1 )

    1
    2024-11-17T10:00:35+03:00
    This answer was edited.

    Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Medine’de inşa ettiği İslam toplumu, insanlık tarihine ışık tutan önemli bir modeldir. Bu toplum, Kur’an-ı Kerim’in rehberliğinde, Allah’ın rızasına uygun bir şekilde inşa edilmiştir. Medine toplumunun özellikleri ve temel unsurları, İslam ahlakının ve hukukunun pratiğe dökülmüş bir şeklidir.

    Medine Toplumunun Temel Özellikleri

    1. Tevhid İnancına Dayalı Bir Toplum: Medine toplumu, Allah’ın birliğine (tevhid) inanan, bu inancı hayatın her alanına yansıtan bir ümmetti. Tevhid, toplumsal birlik ve beraberliğin temelini oluşturuyordu. Bu toplumda her işin merkezinde Allah’a kulluk bilinci vardı.
    2. Adalet ve Eşitlik: Hz. Peygamber (s.a.v.), her bireyin hukukunu gözeten, zengin-fakir, güçlü-zayıf ayırt etmeyen bir adalet anlayışını hayata geçirmiştir. Herkes, hukuki ve sosyal haklar açısından eşitti.
    3. Kardeşlik ve Dayanışma: Muhacirler (Mekke’den hicret edenler) ve Ensar (Medineli Müslümanlar) arasında “muahat” (kardeşlik) kurulmuş, böylece yardımlaşma ve dayanışma en üst seviyeye çıkmıştır. Ensar, malını ve evini Muhacirlerle paylaşarak örnek bir dayanışma göstermiştir.
    4. Dini ve Kültürel Çeşitliliğin Yönetimi: Medine’de Müslümanlar, Yahudiler ve diğer gruplar bir arada yaşıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.), toplumsal huzuru sağlamak için Medine Vesikası’nı hazırladı. Bu vesika, farklı din ve grupların barış içinde yaşamasını sağlayan bir anayasa niteliğindeydi.
    5. Ahlaki ve Manevi Eğitim: Medine toplumunda ahlak, ibadet ve güzel davranışlar teşvik edilirdi. Zekat, infak, sabır, şükür ve affetmek gibi değerler bireysel ve toplumsal hayatın merkezindeydi.
    6. Kadın ve Aile Hakları: Hz. Peygamber, kadınların ve çocukların haklarını koruyarak, aileyi toplumun temel taşı olarak inşa etti. Kadınlar İslam toplumunda sosyal hayata aktif katılabiliyordu.
    7. İlim ve İstişare: Medine toplumu, bilgiye ve öğrenmeye çok önem veren bir toplumdu. Ayrıca, önemli kararlar alınırken istişare (şura) yapılırdı.
    8. Barış ve Hoşgörü: Hz. Peygamber (s.a.v.), savaş yerine barışı tercih eden bir liderdi. Medine’de barış ortamını korumak için herkesin haklarına saygı gösterilmesi sağlanmıştır.

    Medine’de Dengeli ve Hayırlı Bir Ümmet Oluşumu

    Kur’an-ı Kerim, Müslüman toplumu “vasat ümmet” (orta yol toplumu) olarak tanımlar:

    “İşte böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki insanlara şahit olasınız…”
    (Bakara Suresi, 143)

    Medine’de bu ilkeye uygun bir ümmet inşa edilmiştir:

    • Denge: Dini, sosyal ve ekonomik hayat arasında denge kurulmuştur. Ne tamamen dünyevi ne de sadece uhrevi bir yaşam benimsenmiştir.
    • Hayırda Öncü Olmak: Müslümanlar, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir ümmet olarak teşkilatlandırılmıştır.
    • Birlik ve Beraberlik: Medine toplumu, farklı unsurların barış ve güven içinde birlikte yaşayabildiği bir toplumdur.

    Medine Toplumunun Modern Dünyaya Mesajı

    Medine modeli, günümüzde de İslam toplumlarının ilham kaynağı olmalıdır. Adalet, kardeşlik, ahlak, dayanışma ve hoşgörü gibi temel ilkeler, toplumsal barış ve huzurun anahtarıdır. Hz. Peygamber’in Medine’de gerçekleştirdiği bu örnek toplum, İslam’ın evrensel mesajının pratiğe dökülmüş bir hâlidir

    En iyi cevap

Cevapla