Paylaş
Mescid
Question
Mescid Nedir? Mescitlerin Tarihi
Mescid, Sözlükte secde edilen yer anlamına gelen “Mescid”, terim olarak, müslümanların topluca namaz ibadetini ifa etmelerine tahsis olunmuş mekânı ifade eder. Secde namazın rükünleri arasında çok özel bir yere sahip bulunduğu (Bk. Secde) ve namaz ibadetini sembolize eden bir fiil olduğu için, namaz kılmaya ayrılmış mekan bu fiile nisbet edilerek anılmıştır. Mescidin çoğulu ıvmesâcid”dir. Gerek Kur’ân-ı Ke-rîm’de gerekse hadislerde mesacid kelimesi tekil ve çoğul şekliyle birçok yerde geçer. Sözlükte toplayan, biraraya getiren anlamına gelen “cami”‘ kelimesi başlangıçta yalnız cuma namazı kılınan büyük mescidfer için kullanılmıştır. Hatta bu, “el-mescidü’l-câmi'” (büyük cemaatleri- toplayan mescid) tamlamasının kısaltılmış şeklidir. Hz. Peygamber zamanından beri bayram ve cenaze namazı kılınan yerler için “musalla” kelimesi de kullanılagelmiş-tir. Yol boylarında üstü kapatılmaksızın inşa edilen mescidlere namazgah denir (farsça olan bu kelime de namaz kılınan yer anlamına gelir).
Kur’ân-r Kerîm’de (Al-i imrân 3/96) insanlar için yapılan ilk mabedin (“beyt”) Mekke’deki (Kabe) olduğu bildirilmiştir. Bunu ilk kez bina eden kişinin Hz. Âdem olduğu rivayet edilmiştir. Öte yandan bir hadisi şerifte yeryüzündeki ilk mescidin Mescid-i Haram, ikincisinin de Mescid-i Aksa olduğu ifade edilmiştir (Buhârî, Enbiyâ, 40). Hz. Muhammed (s.a.) Mekke’de peygamberlik görevini ifaya başladıktan sonra zaman zaman müşriklerin çirkin davranış ve baskılarına rağmen Mescid-i Haram’da Haceri Esved ile Rükni Yemânî arasında namaz kılıyordu. Ayrıca Daru’l-Erkam’a taşındıktan sonra burada müslümanlara cemaat namazı kıldırıyordu. Hz. Ömer müslüman olduktan sonra müminler Mescid-i Haram’da açıkça namaz kılmaya başladılar. Bazı rivayetlerden Hz. Peygamber’in Yesrib’e (Medine’ye) hicret etmesinden önce de burada mescidler yapıldığı anlaşılmaktadır. Rasûlullah, tebliğ görevinin İkinci dönemini geçirdiği Medine’ye varmadan buraya iki mil uzaklıktaki Küba’da bir mescid inşa ettirmiştir ki, burası günümüze kadar müslümanlar için önemli bir ziyaret yeri olmuştur (Bk. Mescid-İ Küba). Rasûlullah Medine’ye ulaşınca devesinin ilk çöktüğü
boş arsayı satın alarak buraya müslümanlar için ayrı bir kudsi değere sahip olan üçüncü mescidi inşa ettirmiştir. Hz. Peygamber’in bu mescidlerle ilgili hadisi şerifinin anlamı şöyledir: “Ancak üç mescid için yolculuk yapılın Biri Mescid-i Haram, biri Mescid-i Aksa, diğeri benim mescidimdir” (Buhârî, Mescİd-i Mekke, 1, 6; Müslim, Hac, 74). Daha sonra müslümanların sayısı artınca Hz. Peygamber’in emir ve teşvikiyle gerek Medine’nin mahallelerinde gerekse çevredeki kabilelerin oturdukları yerlerde mescidler yapıldı. Bu arada müslümanlığı kabul eden bazı kabilelerin eski mabetlerinin yerine mescid yaptıkları bilinmektedir. Böylece, İslâmiyet’in gittiği her yerde mescid yapımına büyük önem verildiğinden, büyük, küçük, sade ya da görkemli sanat eseri özelliği taşıyan binlerce mescid ve cami inşa edilmiş, bu yöneliş ve çabaların ürünü olarak İslâm sanatları ve mimarisinin göz kamaştırıcı örnekleri ortaya çıkmıştır.
Mescidler tevhid inancının sembolü olan Kabe’nin birer şubesi mesabesinde olduğundan buralarda yalnız Allah’a ibadet edilir. Allah’a ortak koşarak sapık inançlara kayan müşrikler Kabe’nin içine ve çevresine 360 put yerleştirmişlerdi ve Allah ile birlikte bu putlara da tapmaktaydılar. Kur’ân-ı Kerîm’de mealen “Mescidler yalnız, Allah’a aittir, buralarda Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın” (el-Cin 72/18’ buyurularak bu sapık inanç reddedilmiş, mescidlerde yalnız Allah’a kulluk edilip yalnız O’ndan yardım dilenebileceği vurgulanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de mescidler Yüce Allah’ın nurunun aydınlattığı yerler olarak anılmış {en-Nûr 24/3546), Hz. Peygamber de, Allah’ın adının anıldığı, kendisine badet edilen mekanlar olması sebebiyle Lescidlerin Allah katında en sevimli yerler olduğunu belirtmiştir (Müslim, Mesâcid, 52).
Hz Peygamber “Bütün yeryüzü bana mescid yapıldı” (Buhârî, Teyemmüm, 1, Salât, 56; Müslim, Mesâcid, 35) buyurarak İslâm’da ibadetin belirli mekanlara sıkıştırılmış olmadığına dikkat çekmiş olmakla birlikte, vakit namazlarının cemaatle kılınmasının önemi üzerinde ısrarla durmuştur. Bu namazların evlerde ve benzeri yerlerde de cemaatle kılınarak cemaat sevabı alınabileceği kabul edilmekle beraber, cami ve mescidlerle kılınması daha faziletli görülmüştür. Cuma namazının ise cemaatle kılınması şarttır; yine İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre bayram namazları da ancak cemaatle kılınabilir (Bk. Bayram, Cemaat, Cuma). Kadınlar cemaatle yükümlü olmamakla beraber-başka bir dini kuralı ihlal etmeden- cemaate katılmaları halinde cemaat sevabını elde ederler. Hz. Peygamber’in kadınların mescide gitmelerini engellememek gerektiğine ilişkin emir ve tavsiyeleri bulunmaktadır.
Mescidler müslümanlar arasında birlik ve beraberlik ruhunu pekiştiren mekanlardır. Buraların müslümanları bölme amacı için kullanılması Kur’ân-ı Kerîm’de şiddetle kınanmış ve münafıkların bu maksatla inşa «tikleri mescid “Mescid-i Dırâr” şeklinde anılmıştır.
Mescidlerin ve camilerin asıl fonksiyonu toplu ibadet yapmalarına sağlama olmakla beraber, başlangıçta bu mekanlar eğitim öğretim merkez’e devlet yönetimiyle ilgili bir çok faaliyetin icra edildiği mahaller olarak da kullanılmıştır. Tarih boyunca mescid ve camilerin, ilmî, kültürel, sosyal, adlî, askerî ve İdarî faaliyetlerle ilgili fonksiyonları konusunda değişik uygulamalar bulunduğundan, bu yapıların sosyal hayata etkilerinde de farklılıklar görülmektedir. Fakat fonksiyonlarının çok sınırlı tutulduğu yer ve dönemlerde dahi mescid ve camilerin toplum hayatı ve sosyal yapı üzerindeki etkileri büyük olmuştur. İslâm dininin inanç ve ibadetle ilgili esaslarının Özlü bir ifadesi olan ezanın her gün beş kez ilanı da, mescid ve camilerin fonksiyonlarını güçlendiren önemli bir uygulamadır.
Mescidler tevhid inancının sembolleri olup, bu yapıların inşası birçok âyet ve hadisin de delaletiyle müminlere özgü bir ayrıcalık olarak kabul edilmiştir. Allah’a inanmayanların mescidlerde Allah’a kulluk edilmesine engel olucu tavırlarına ve bu davranışın en büyük haksızlık olduğuna Kur’ân-ı Kerîm’de işaret edilir (el-Bakara 2/114; et-Tevbe 9/17). “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve sadece Allah’tan korkan kimseler imar ederler” (et-Tevbe 9/18) mealindeki âyette ve konuya ilişkin hadislerde geçen imar etme ifadesi İslâm bilginlerinin çoğunluğu tarafından hem bu mekanların inşası ve maddi anlamda bakımı hem de İbadet etme, Kur’ân-ı Kerîm okuma, ilim Öğrenme ve öğretme gibi manevi anlamda ihyası olarak anlaşılmıştır. Bir beldede oturanların ihtiyacını karşılayacak kadar mescid inşası genellikle farzı kifaye olarak ve mutlak olarak ele alındığında mescid yapma veya yaptırma mendup olarak nitelendirilir. İslâm bilginleri, mescid yapımında kullanılacak maddelerin dinen necis (pis) kabul edilmeyen nesnelerden olması gereği üzerinde durdukları gibi, buralara girecek kişilerin maddi ve hükmi kirlilikten arınmış olmalarının hükümlerini de geniş bir biçimde ele almışlardır. Özetle, cünüp, hayız ve nifas halindeki kişilerin gusül abdesti almadan mescide girmeleri haramdır; fakat Hanbelî mezhebine göre cünüp kişinin abdest alarak mescidte bulunması caizdir. Bu durumda olmayan kişilerin de mescide abdest alarak girmeleri mendup, abdestiz girmeleri mekruh olarak nitelendirilmiştir. Mescidin alt ve üst katlan için hüküm böyle olmakla beraber, mescide bitişik fakat dışarda kalan revak ve avlu gibi mekanlar cünüp kişi bakımından mescide dahil sayılmamıştır. Gayr-i müslimlerin mescide girmeleri caizdir; bu, onların İslâmiyeti daha yakından görüp tanımalarına vesile olur. Şâfiîler’e ve Han-belîler’e göre Gayr-i müslimler mescidlere ancak izinle girebilirler. Mâlikîler’e göre ise bu kişilerin mescide girmesine müsaade edilmez. Mescid-i Haram’a ve Harem bölgesine girmeleri konusunda farklı mezhep görüşleri vardır.
Mescid ve camilerin belirli fonksiyonlara göre ayrı İsimle anılan Özel bölümleri vardır. Namaz kıldırırken imamın durduğu yere “mihrap”, hutbe okunan yere “minber”, vaaz verilen yere “kürsü” (veya vaaz kürsüsü), ezan okunan yere “minare” (arapçada yaygın şekliyle “mi’zene”) denir. Ayrıca bazı camilerde “müezzin mahfili”, abdest almak üzere “şadırvan”, cemaate vaktinde yetişemeyenler İçin “son cemaat mahalli”, sultanların inşa ettirdikleri camilerde sultan ve maiyetindekiler için yapılan “hünkâr mahfili” bulunur.
Cami ve mescidlerde imamın sesinin daha iyi işitilmesi İçin ses yükseltici cihaz kullanılmasında sakınca yoktur. Mescid ne kadar büyük olursa olsun imam ile imama uyanlar arasında fasıla olması imama iktidanın sıhhatine engel değildir. Mescidin alt ve üst katları arasında kapı veya menfez aracılığıyla irtibat varsa alt kattaki cemaatin üst kattaki imama ya da üst kattaki cemaatin alt kattaki imama uyması geçerlidir. Aralarında bu tarz bir irtibat olmaksızın sadece hoparlör aracılığıyla irtibat sağlanıyorsa bakılır. Eğer cemaat karışıklık olmaksızın düzgün bir şekilde imamı takip edebiliyorlarsa namaz geçerli olur, aksi halde olmaz. Mescidin dışındaki mekanlarda imama uymanın geçerli olması için arada dünya işlerinin görüldüğü genel bir yolun bulunmaması ve cemaatin imamı düzgün bir şekilde takip imkanına sahip olması gerekir.
Mescide girildiğinde “tahıyyetü’lmescid” niyetiyle iki rekat nafile namaz kılınması genellikle sünnet olarak nitelendirilir. Mescid ve camiler toplu ibadet yerleri olduğundan buralara çirkin kokuların yayılmasına sebebiyet verecek şekilde gitmekten veya cemaati rahatsız edecek davranışlarda bulunmaktan sakınmaya özen gösterilmesi gerekir.
Cami ve mescidlerin inşa amacı dışında kullanılması, yıktırılması veya satılması caiz değildir. Fakat bir yerleşim birimini müslümanların terketmesi halinde buradaki mevcut mescid ve camilerin hükmü konusunda farklı görüşler ortaya konmuştur. İslâm Konferansı Teşkilatı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi, Amerika Birleşik Devletlerindeki müslümanlardan gelen sorulara cevap teşkil eden Üçüncü Dönem al nolu kararında (1116 Ekim 1986 Amman), yararlanılamaz duruma gelen veya müslümanların tamamen terkettikleri bir yerde kalan ya da Gayr-i müslimlerce el konmasından endişe edilen mescidin satılabileceği fakat bunun satım parası ile mescid edinilmek üzere başka bir yer satınalınması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca aynı kararda, ihtiyaç duyulduğu takdirde cemaatle namaz kılmak üzere kilise kiralanabileceği, heykel ve resimlere doğru namaza durulmamasına dikkat ederek ve bunlar kıble yönünde ise üzerini örterek burayı mescid olarak kullanmanın caiz olduğu ifade edilmiştir.
Hz. Peygamber müminlere kabirleri mescid yapmayı yasaklamıştır. Nitekim Hz. Ayşe’den rivayet edilen, bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Allah yahudilere lanet etsin: Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edinmişlerdir” (Buhârî, Salat, 48, 52; Cenâiz, 96; Müslim, Mesâcid, 19, 20, 21). Haris en-Necrânî’den yapılan bir rivayete göre de Rasûlullah vefatından beş gün Önce şöyle buyurmuştur: “Dikkatli olun! Sizden önceki kavimler peygamberlerinin ve iyi kabul ettikleri kulların kabirlerini mescid edinmişlerdi. Sizler sakın kabirleri mescid edinmeyin. Ben size bunu yasaklıyorum” (İbn Ebi Şeybe 2/376; Müslim, 2/6768). Başka bîr hadiste kabirlere doğru namaz kılınmaması uyarısında bulunmuştur (Müslim, Cenaiz, 33). Bu hadisler ışığında İslâm bilginleri kabirler üzerine mescid inşa etmeyi İslâmî öğretile-re aykırı buldukları gibi, özellikle yasaklama sebebinin açıkça gerçekleştiği durum-larda, yani kabre tapınırcasına saygı duyma neticesinde bu uygulamanın yapılması hallerinde haram bir fiilin ve büyük günahtan birinin işlenmiş olacağına hükmetmişlerdir. Rasulullah’ın defnedildiği yer ise esasen kendi odası olup daha sonra Mescid-i Nebevi’nin içine alınmıştır ve Osmanlılar tarafından kabri şerifin üzerine yeşil bir kubbe (Kubbei Hadra) yapılmıştır. Bu uygulama tapınma fikrine dayalı olmayıp Hz. Peygamber’e olan sevgi ve saygının bir eseridir.
Kaynak: İslamda inanç ibadet ve günlük yaşam ansiklopedisi
Cevapla