Müminler hayatlarını Allah’ın hükümlerine göre yaşarlar

Question

MÜMİNLER HAYATLARINI ALLAH’IN BUYRUKLARINA GÖRE DÜZENLER

“Ey iman edenler! Rükû edin, secdeye kapanın, Rabbinize kulluk edin, dünya ve âhiret için faydalı işler yapın ki kurtuluşa eresiniz. Allah yolunda, gerektiği gibi cihad edin. Sizi O seçti ve size din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi; ceddiniz İbrâhim’in dininde olduğu gibi. O size hem daha önce hem de bu Kur’ân’da “Müslümanlar” adını verdi ki Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Haydi, namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. Sizin mevlânız (sahibiniz) O’dur. O ne güzel mevlâdır ve ne iyi yardımcıdır.”
(Hac 22/77-78)

يا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (۷۷) وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهُ هُوَ اجْتَبيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِلَّةَ أبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمِيكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِنْ قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلوةَ وَأتُوا الرَّكُوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَيكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ (۷۸)

Evs ve Hazrec kabileleri Medine’de yaşayan Kahtânî asıllı iki kardeş kabileydi. Bir yandan Yahudilere karşı varlık mücadelesi verirken diğer yandan da kendi aralarında bitmeyen savaşlar sonucu oldukça fakir ve güçsüz düşmüşlerdi. Akabe’de Hz. Peygamber (sas) ve onun İslâm’a olan davetiyle tanıştılar. İslâm’ın inananlara hayat veren prensipleriyle, her iki kabile arasında, daha önce imkânsız gibi görünen sağlam bir kardeşlik tesis edilmiş oldu. Böylece Evs ve Hazrec, Yahudiler karşısındaki birliklerini sarsılmaz bir şekilde gerçekleştirmeyi başardılar.

Şüphesiz bu, Allah’ın onlara sunduğu büyük bir nimetti. Kur’ân bunu şöyle beyan eder: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.

Mekke’deki 13 yıllık mücadelenin ardından Mekkeli Müslümanlar da Medine’ye hicret ettiler. Onların imanı ve içten bağlılığı Kur’ân’da şöyle betimlenmiştir: “Hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğratılanların, savaşanların ve öldürülenlerin, işte onların günahlarını elbette örteceğim. And olsun ki, Allah katından bir mükâfat olarak onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. İmanları için hicret etmek, Müslümanların Allah’a olan güven ve itaatinde onları ayrıcalıklı kılmıştı.

Mekke döneminde iman kalplere iyice yerleştikten sonra Medine döneminde, Mekke’de inenlere ilâveten ibadet ve insanlar arası muamelelerle ilgili hükümler gelmeye devam etti. Allah Teâlâ bu emir ve yasaklarıyla Müminleri iman ve ahlâken olgunlaştırmak istiyordu. Nitekim abdest ve guslü tarif eden âyetin sonunda bunu ifade ederek şöyle buyurmuştur: “… Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat O sizi tertemiz kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz. Yani ibadet ve Allah’a itaatle insanlar maddi ve manevî olarak temizlendikleri gibi nice nimetlere de mazhar olurlar. Yine Allah, kendisini çok zikreden, ibadetlerle sabah akşam yücelik ve eşsizliğini dile getiren kullarını “karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için onlara rahmetiyle lütuflarda bulunduğunu bildirir. Meleklerinin de Müminler için dua ve istiğfar ettiğini haber verir. Evlilikle ilgili hükümleri açıkladıktan sonra da şöyle buyurur: “Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek, günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hakkıyla bilmektedir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Mekke’de Müslümanlara baskı ve şiddet uygulayan Müşrikler Medine’de de onları rahat bırakmadılar. Mekke’de on üç yıl Müşriklerin ezā ve cefalarına sadece sabır ve tahammülle göğüs geren Müslümanlara Medine’nin ilk yılında artık savaşmaları için izin verildi. Bedir’de Allah Resûlü’nün rehberliğindeki Müslümanlar bu azgın ve zalim toplulukla ilk kez savaşmak durumunda kaldılar. Çünkü onlar sırf “Allah!” dedikleri ve Allah’ın dinini yaşamaya çalıştıkları için yurtlarından çıkarılmışlardı. Müşriklerle Bedir’de karşı karşıya gelen Müslümanlar 313 kişi iken, Müşrikler 1000 kişi idiler. Son derece zor bir savaş oldu ama Müminler Allah’ın ve meleklerin de yardımıyla büyük bir zafer elde ettiler. Bu savaş, hem sayılarının azlığı, güçsüzlükleri hem de fakirlik ve yoksullukları sebebiyle ilk Müminler topluluğu için oldukça zor bir sınavdı. Bu âdeta bir varlık yokluk mücadelesi idi. Hayatları pahasına bu savaşa katılan Müminler tam bir samimiyet testinden geçmişlerdir. Nitekim daha sonraları onlar hep hayırla anılmış ve “Bedir Ashâbı” olarak nitelendirilmişlerdir. Zulme karşı kazandıkları bu zafer, Allah’a ve Peygamber’e olan bağlılıklarının daha bir pekişmesine, iman ve İslâm yolunda olgunlaştırıcı bir tecrübe kazanmalarına sebep olmuştur. 100 Bu zaferin ardından bir yıl sonra bu kez Müslümanlar Müşriklerle Uhud’da karşılaştılar. Bu kez Müslümanlar 1000, Müşrikler yine onların üç katı yani 3000 kişi idiler. Bu savaş da Müminlerin ileriye dönük farklı tecrübeler kazanmalarına sebep olmuştur. Büyük bir savaş oldu. Müminler bu savaşta büyük bir sınav verdiler. Savaşı kazanmaya doğru giderken, dağılan müşrik ordusunun toparlanmasıyla çok zor anlar yaşadılar. Elbette ki bunlar sebepsiz değildi. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasından alınacak dersler vardı. Birincisi, Allah Resûlü’nün (sas) talimatlarını uygulama konusunda gevşeklik göstermek. İkincisi de ganimete, dünya malının peşine düşmektir. Bazı gönüllerde dünyalığa ve ganimete olan eğilim sebebiyle savaşın kaderi değişmişti. Müminler 70 şehit verdiler, bir o kadar da yaralıları vardı. İnen âyetler olan biten bu hadiselerin, yapılan hataların bir sonucu olduğunu ve bu yolla gerçek Müminlerin diğerlerinden ayrılıp ortaya çıktığını bildiriyordu. 105 Allah’ın indirdiği hükümlere uyarak olgunlaşan Müslümanlar her yönden diğer toplumlara örnek olmuşlardır. Bu durum âyette şöyle belirtilir: “İşte böylece, siz insanlara örnek olasınız, peygamber de size örnek olsun diye sizi ölçülü, dengeli bir ümmet yaptık. ”

Müslümanlar söz, fiil ve hâllerinde daima Allah Resûlü’nü örnek alıyorlardı. Bilhassa Hendek Savaşı gibi zor zamanlarda onun sabrını, vatan savunmasını, Allah yolundaki gayretini ve kurtuluşu Rabbinden bekleyişini izliyorlardı. Bunu Rabbimiz onlara şöyle emretmişti: “İçinizden Allah’ın lütfuna ve âhiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır. Çünkü Hz. Peygamber (sas) ahlâkını Kur’ân ile olgunluğa erdirmişti. O bir sözünde “Beni Rabbim terbiye etti ve ne güzel terbiye etti. ” demişti. Hz. Aişe, kendisine Hz. Peygamber’in ahlâkını soranlara, “Siz Kur’ân okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’ân idi.” diyerek aynı gerçeğe işaret etmişti.

Bu çerçevede Kur’ân, Müminler’in Allah’a karşı saygı ve sorumluluk bilincinde olmaları gerektiğini bildirdi. O’na yönelip bağışlanma dilemelerini istedi. Ayetler yardıma muhtaç olanlara karşı duyarlı olmalarını öğütleyerek varlığın asıl sahibinin Allah olduğunu belirtiyordu. Fakirlikten korkmadan, Allah’a güvenerek fakirlere ve İslâm’ın güçlenmesi uğrunda malını harcayanlara Allah’ın yenisini vereceğini söylüyordu. Allah’ın dinini yaymak için zor zamanlarda malından ve canından infak edenlerin üstünlüğünü bildiriyordu. Kur’ân, zekâtını vermeden servet biriktirmenin bir Müslümanın şahsiyetine yakışmadığını, böyle yapanların akıbetinin hayırlı olmayacağını belirtti. Bu sebeple Müminler sahip oldukları şeylerden ihtiyaç sahiplerine infakta bulundular. Zira kişi sevdiği şeylerden infak etmedikçe iyilik sahibi olamazdı.

Kur’ân-ı Kerîm “Yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz?” ifadesiyle Müminlere söylem ve eylem birliğini, özü sözü bir olmayı telkin etti.” Müminler başta Allah ile yapılan iman anlaşması olmak üzere bütün anlaşmalara ve verilen sözlere sadık kaldılar. Yeminlerini tuttular, konuştukları zaman sadece hakikati dile getirdiler. Bir Mümin, kendisinin veya akrabalarının aleyhine bile olsa, zengin fakir olduğuna bakmaksızın, geçmişe dayalı bir hesaplaşma söz konusu olsa dahi sadece doğruyu söylemelidir. Bu durumda bile âdil olmak, emaneti yerine getirmek ve şahitliği doğru yapmak Müminlerin asli vasıflarındandır. Zira iman edenler çetin bir hesabın görüleceği âhireti hesaba katar ve davranışlarını bu bilinçle Allah’ın rızası doğrultusunda şekillendirirler. Kardeşlik hukukunu korur, her konuda birbirlerine yardımcı olurlar. Ensar ve muhacirlerin kardeşliğini örnek alırlar. Allah anıldığında kalpleri titrer, başlarına gelen zorluklara sabrederler, namazlarını özenle kılarlar ve kendilerine verdiği rızıklardan Allah yolunda harcarlar. Rızıklarını helal ve temiz olacak şekilde temin ederler. Çünkü Allah Teâlâ, Müminlerin güzel ahlâk ile donanmalarını istemektedir.

Kur’ân-ı Hakîm, Müminlerin hayatını düzene koymak için bazı yasaklar da belirlemiştir. Örneğin Allah’a, Peygamber’e ve emanetlerine (dinlerine) karşı ihanet etmemeleri, din konusunda istismarda bulunmamaları emredilmiştir. Masum bir cana kıymaları ve hırsızlık yapmaları yasaklanmıştır. İçki ve kumarı bırakmaları, harama bakmamaları, zina ve fuhşiyatın her türlüsünden uzak durmaları istenmiştir. Yeryüzünde sosyal düzeni bozacak eşkıyalık ve bozgunculuk gibi davranışlardan kaçınmaları emredilmiştir. İnsanlar arası ilişkileri bozan gıybet, lakap takma, alay etme, başkalarının sırlarını araştırma gibi davranışlar yasaklanmıştır.

Kaynak: Hayat Rehberi Kuran Diyanet

BENZER KONULAR:

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Answer ( 1 )

    1
    2024-11-17T10:02:33+03:00
    This answer was edited.

    Evet, bu ifade İslam inancının temel bir ilkesini ortaya koyar. Müminler, hayatlarını Allah’ın koyduğu hükümlere göre düzenler ve bu doğrultuda yaşamaya çalışırlar. Bu, İslam’ın teslimiyet ve itaat anlayışını ifade eder. Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünneti, müminlere hayatlarının her alanında rehberlik eder. Bu bağlamda şu hususları vurgulayabiliriz:

    1. Kur’an ve Sünnet Rehberliği:
      Müminlerin rehberi Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in sünnetidir. Allah, Kur’an’da şöyle buyurur:
      “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.” (Nisa, 4/59).
      Bu ayet, müminlerin hayatlarında ilahi buyruklara uymanın önemini belirtir.
    2. Hükümlere Göre Yaşamak:
      İslam, müminlerin ibadetlerinden sosyal ilişkilerine, ticaretlerinden ahlak kurallarına kadar her alanda uyulması gereken kurallar koyar.
      “Kim Allah’a ve Resulü’ne itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salihlerle beraberdir.” (Nisa, 4/69).
    3. Teslimiyet ve İtaat:
      İslam kelimesi “teslim olmak” anlamına gelir. Bu teslimiyet, Allah’ın hüküm ve buyruklarına tam anlamıyla boyun eğmeyi içerir.
      “Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, mümin bir erkek ve mümin bir kadın için, artık kendi işlerinde başka bir yolu seçme hakkı yoktur.” (Ahzab, 33/36).
    4. Allah’a Yakınlaşma:
      Müminler, Allah’ın emirlerini yerine getirerek ve yasaklarından sakınarak Allah’a yakınlaşmayı hedefler. Bu, hem dünyada hem de ahirette huzura kavuşmanın yoludur.
      “Kim bir iyilik yaparsa ona, yaptığı iyiliklerin on katı verilir. Kim de bir kötülük yaparsa sadece onun misliyle cezalandırılır.” (En’am, 6/160).
    5. Ahlaki ve Sosyal Hayat:
      Müminler, ibadet hayatlarının yanı sıra ahlaklarında ve sosyal ilişkilerinde de Allah’ın hükümlerine göre hareket eder. Adalet, merhamet, doğruluk gibi değerler, müminlerin hayatlarının merkezindedir.
      Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Müslüman, elinden ve dilinden diğer insanların emin olduğu kişidir” buyurarak, bu ahlaki yaşamı özetlemiştir.

    Sonuç olarak, müminler hayatlarını Allah’ın hükümlerine göre düzenlerler ve bu ilkelere bağlı kalmaya gayret ederler. Bu teslimiyet, onların hem dünya hem de ahiret saadetlerini kazanmasına vesile olur. Allah’ın rızasını gözetmek, müminin en temel hayat gayesidir.

    En iyi cevap

Cevapla