Paylaş
Mu’tezile’nin Tarihçesi
Question
Mutezile Mezhebinin Tarihi Mutezile nedir? Mutezile mezhebinin temsilcileri
Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve sonrasında Hz. Ali’nin halife seçilmesi ile birlikte Ali-Muaviye çekişmesi başlamış, kısa bir zaman içinde Müslümanlar siyasi mülahazalar sebebiyle savaşmak durumunda kalmışlardı. Savaşlarda Müslümanların birbirlerini öldürmeleri “kebire” (büyük günah) meselesini gündeme getirmişti. Daha öncesinde Hariciler, büyük günah işleyen bir Müslümanın cehennemlik olduğunu, Mürcie grubu ise söz konusu Müslümanın dini akıbetini Allah’a havale ettiğini açıklamıştı. İşte böyle bir dönemde II. (VIII.) yüzyılın başlarında Basra’da, büyük günah işleyen kişi hakkında Hariciler’le Mürcie’nin ileri sürdü-ğü görüşlere karşı Vâsıl b. Ata (ö.131/748) ve Amr b. Ubeyd’in (ö.144/761) farklı bir teori ortaya koymalanyla Mu`tezile ekolünün tarih sahnesine çıktığı kabul edilir.
Emevi yönetiminin bazı uygulamaları Vasıl ve taraftarlarınca eleştirilmeye başlandı. Başlangıçta Müslüman olanlardan cizye alınmazken bu uygulamanın hazine gelirlerinin azalmasına sebep teşkil ettiği gerekçesiyle Emevi valilerinin Horasan’da ihtida edenlerden cizye toplaması Mu`tezililer’in tepkisini çekmişti. Mu`tezile mensupları, fiili olmasa da sözlü olarak Emevilerin uygulamalannı eleştirmiş, ancak Hariciler gibi açık tavır da almamışlardı. Yöneticilerden uzak duran Vasıl, İslam dünyasının çeşit-li bölgelerine gönderdiği davetçilerle birçok taraftar kazanmıştır. Vasıl’ın ölümünden sonra kayın biraderi Amr b. Ubeyd (ö.144/761) hareketin önderliğini üstlendi. Siyasi konularda Vasırdan farklı düşünceler taşıyan Amr, faaliyetlerini Basra ve Bağdat’la sınırlı tuttu. İkinci Abbasi halifesi Ebü Ca’fer el-Mansür’un (ö.158/775) yakın arkadaşı olmasına ve ona birçok tavsiyede bulunmasına rağmen siyasi tarafsızlığını korumayı başardı. Ancak bazı Mu`tezililer, Muhammed b. Abdullah en-Nefsüzzekiyye isyanına katılmıştı. Halife, isyana destek veren bu Mu`tezilileri takip altına almış, bir bakıma i’tizal görüşünün yayılmasını kısıtlamıştı. Bu itibarla, Amr döneminde Mu`tezIle’nin yeterince yaygınlaşmadığı söylenebilir. Harunürreşid’in (ö.193/809) iktidara gelmesiyle Mu`tezililer yeniden itibar görmeye başladı. Mu`tezill alimlerin bilgisine ve ikna gücüne önem veren halife, bazılanm tebliğ ve irşat için Çin’den Bizans’a kadar uzanan geniş bir bölgeye davetçi olarak gönderdi. Bu durum Mu`tezile’nin içteki pozisyonunu daha da kuvvetlendirdi.
Me’mun’un iktidara gelmesiyle birlikte (218/833) ekolün yıldızı parlamış, âdeta altın dönemini yaşamıştır. Halife, Araplara ve İranhlara karşı Türklerden, Ehl-i Hadis ve Şia’ya karşı Mu`tezililer’den istifade etme siyaseti gütmüştür. Mu`tezile alimleri, Me’mun’un iktidarda olduğu dönemde sarayda gerçekleştirilen ilmi tartışmalann vazgeçilmez gözdeleri olmuş ve böylece Ab-basi sarayında nüfuz elde etmişlerdir. Başta Bişr b. Mu’temir (ö. 210/825) olmak üzere dönemin önde gelen Mu`tezili alimleri halifeyi etkileyerek mezheplerini sarayın resmi ideolojisi hali-ne getirmeyi başardılar. Kısa bir zaman içinde Mu`tezili fikirler, devletin de destek vermesi ile sarayda, ilim meclislerinde ve siyasi sahada belirgin hale geldi, hatta devletin resmi mezhebi oldu. Bu bağlamda tevhit esasının bir gereği olarak tartışılan ü”halku’l-Kur’an” meselesi, Me’mun döneminden itibaren devletin resmi politikası haline dönüştü ve Kur’an’ın mahluk olduğunu kabul etmeyenler baskı görmeye (mihne) başladı. Bu politikanın izlenmesinde vezir Ahmed b. Ebü Duad’ın (ö. 240/854) ismi ön plana çıkmaktadır. Me’mun döneminde başlayan mihne” siyasetinin halife Mu’tasım (ö. 227/842) ve Vasık (ö. 232/847) dönemlerinde de aynen devam ettirildiği bilinmektedir. Ancak Mütevekkil halife olunca (ö. 247/861) devletin Mu`tezile’yi des-tekleme siyasetine son verdiği gibi, Mu`tezili alimlere de sınırlama getirmiş, bir bakıma onlan tasfiye etmiştir. Öte taraftan devletin gücünü kullanarak kendi mezhebi anlayışlannı halk arasında zorla yaymaya çalışan Mu`tezile mensuplarına karşı aşın bir nefret de ortaya çıkmıştı. Teoride ferdin hürriyetini savunan Mu`tezile’nin uygulamada baskıcılığa destek vermesi onun çöküşünü hızlandırmıştı. Öte yandan Matüridi ile Eş’arrnin Sünni kelam ekollerini kurmaları Mu`tezile için ağır bir darbe oldu, bundan sonra Mu`tezIle zaman zaman kendini toparlasa da varlığını uzun süre müstakil olarak devam ettiremedi. Abbasilerin güç kaybedip Şii Büveyh oğullanna mahküm olmalan (320/932) ve özellikle ikinci Bûveyhi hükümdan Adu-düddevle’nin Mu`tezili alim ve devlet adamı Sahib b. Abbâd’ı vezir yapması üzerine Mu`tezile yeniden ilgi ve alaka görmeye başladı. Kendisi de bir Mu`tezili olan vezir Sahib, kadılık vazifelerine Mu`tezili âlimleri atadı. Nitekim Kâdi Abdülcebbar da bu dönemde kadılkudatlığa tayin edilmiştir. Böylece Mu`tezile mezhebi yeni bir canlılık kazandı. Fakat Sahib b. Abbâd’ın ölü-münden sonra Mu`tezilIler tekrar gözden düştü, Abbasi Halifesi Kadir-Billâh’ın kendilerine cephe almasıyla çöküşleri hızlandı. Gazneli Mahmud’un Büveyhi yönetimine son vermesi üzeri-ne (420/1029) Mu`tezill alimler tamamen hamisiz ve Horasan bölgesine göç etmek zorunda kaldılar. Gaznelileri mağlup eden Selçuklulann Bağdat’ta kontrolü ele alması, Abbasiler nezdin-de Selçuklular’ın itibannın artmasına ve Mu`tezile’nin yeniden canlanmasına sebebiyet vermiştir. Çünkü Tuğrul Bey’in veziri Kündüri (ö.456/1064), aşın bir Mu`tezile taraftanydı. Bu ekole mensup âlimleri önemli mevkilere getirdi, bid’atçı olarak nite-lenen 400 civanndaki Sünni âlimi de Selçuklu sınırlarının dı-şına çıkardı. Ancak Kündürrnin görevden alınmasıyla birlikte (456/1064) Mu`tezile’nin siyasi desteği sona erdi. Alparslan’ın – • – mi.,arnflınıfiık çürgüne gönderilen Sünni-Eş’ari âlimlerin geri dönmesini sağladı ve bunla adına medreseler açtırdı. Nizâmülmülk’ün verdiği bu destekle Mu`tezile büyük bir darbe alırken Eş’arilik kuvvetlendi. Ayn_ ca devlet desteğini arkasına alan Cüveyni ve Gazzâil gibi Sün-ni otoritelerin yönelttiği tenkitler sonucu Bağdat ve civarında tutunamayan Mu`tezililer, Horasan ve Hârizm bölgelerine göç ettiler. Burada Mu`tezili gelenek özellikle Cârullah ez-Zemahşerl (ö. 538/1144) tarafından devam ettirildi. Zemahşeri, el-Keşşâf adlı tefsiriyle sadece Mu`tezilIlerin değil Sünnilerin de takdirini kazandı.
Sonraki dönemlerde Mu`tezile, Sünni dünyadan silikleşmişse de tamamen yok olmamış, daha önce Vasıl devrinde Zeyd b. Ali, Me’mün döneminde Kasım b. İbrahim er-Ressi (ö.246/860) ta-rafından başlatılmış olan Mu`tezile-şia yakınlığı Yemen Zeydiliği ve kısmen İmamiyye içinde varlığını sürdürmüştür.
Benzeri konular:
Answer ( 1 )
Mutezile Mezhebinin Tarihi
Mutezile, 8. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmış olan ve özellikle İslam düşüncesinde akılcı bir yaklaşım benimseyen bir mezheptir. Mutezile, kelam (İslam teolojisi) alanında önemli bir okul olmuştur ve özellikle akıl ve özgür irade gibi konularda derinlemesine düşünceler geliştirmiştir. Mezhebin adı, Arapça “i’tزال” (ayrılmak) kelimesinden türetilmiştir ve bu da onların, dönemin diğer akidelerinden (özellikle Hicaz’da yaygın olan Ehl-i Sünnet akidesinden) ayrı bir yol izlediklerini ifade eder.
Mutezile Mezhebinin Temelleri ve Felsefesi
Mutezile’nin temel ilkelerinden bazıları şunlardır:
Tevhid (Allah’ın Birliği): Mutezile, Allah’ın birliğine büyük bir vurgu yapar ve Allah’a hiçbir ortak koşulamayacağını savunur. Bu, onların akılcı bakış açılarıyla uyumlu bir görüştür.
Adalet (Adaletin Mutlaklığı): Mutezile’ye göre, Allah mutlak adalet sahibidir ve insanlar, Allah’a karşı sorumludur. İnsanlar özgür iradeye sahiptir ve bu yüzden iyilik ve kötülükten sorumludurlar.
İnsan Özgürlüğü ve İrade: Mutezile, insanın kendi iradesine sahip olduğunu ve sorumluluğunu kabul eder. Bu özgür irade anlayışı, onları, kaderci bakış açılarına karşı bir duruş sergilemeye yönlendirmiştir.
İman ve Amel: Mutezile’ye göre, iman sadece kalp ile değil, aynı zamanda doğru davranışlarla (amel) pekiştirilmelidir. Amel (iş) de imanın bir parçasıdır ve imansız iyi bir davranış da olamaz.
İlkelerin Akılcı Temellendirilmesi: Mutezile, dini ve teolojik konularda akılcı bir yaklaşımı savunur. İslam’ın temel inançları, akıl yoluyla anlaşılmalı ve açıklanmalıdır. Bu, onlara göre, özellikle ilahi emirler ile ilgili hakikatlerin akıl ve mantıkla uyumlu olması gerektiği anlamına gelir.
Mutezile Mezhebinin Kurucuları ve Temsilcileri
Mutezile mezhebinin kurucusu, Wasil ibn Ata (ö. 748), aynı zamanda mezhebin ilk temsilcisi olarak kabul edilir. Wasil ibn Ata, Bağdat’taki ünlü Hasan el-Basri okulunda eğitim aldıktan sonra, kendi görüşlerini ifade etmeye başlamış ve Hasen el-Basri’nin öğretilerinden ayrılarak, Mutezile hareketinin temellerini atmıştır. Bu nedenle, Wasil ibn Ata’nın ismi genellikle Mutezile mezhebinin kurucusu olarak anılır.
Mutezile mezhebinin önde gelen temsilcileri arasında şunlar yer alır:
Wasil ibn Ata (ö. 748): Mutezile mezhebinin kurucusu ve ilk temsilcisidir. Akıl ve özgür irade konularında önemli görüşler ileri sürmüştür.
Amr ibn Ubayd (ö. 761): Wasil ibn Ata’nın öğrencisi olan Amr ibn Ubayd, Mutezile düşüncesini daha da geliştirmiş ve bu görüşleri Bağdat’tan daha geniş bölgelere yaymıştır.
Al-Jahiz (ö. 868): Mutezile’nin en ünlü düşünürlerinden birisidir. Özellikle zooloji ve edebiyat alanındaki eserleriyle tanınsa da, onun teolojik ve felsefi katkıları da büyüktür. Akıl, hikmet ve doğa yasaları ile ilgili yaptığı çalışmalar Mutezile düşüncesini etkileyen önemli katkılardandır.
Abu’l-Huzayl al-Allaf (ö. 850): Mutezile’nin daha sistematik bir şekilde geliştirilmesine katkıda bulunan önemli bir düşünürdür. Özellikle iman ve kader üzerine yaptığı çalışmaları ile tanınır.
Al-Maturidi (ö. 944): Maturidilik mezhebinin kurucusudur ve Mutezile ile bazı ortak görüşlere sahip olmakla birlikte, Ehl-i Sünnet’in bir temsilcisi olarak kabul edilir. Ancak Mutezile’ye yakın görüşler geliştirmiştir.
Mutezile Mezhebinin Etkisi ve Gerilemesi
Mutezile mezhebi, özellikle Abbâsîler döneminde, halifelerin desteklediği bir düşünsel okul olarak önemli bir güç kazanmıştır. Halife Me’mun (ö. 833), Mutezile’yi desteklemiş ve Kelam ile felsefe arasındaki sınırları belirleyerek, Mutezile düşüncesinin resmi ideoloji haline gelmesine zemin hazırlamıştır. Me’mun’un döneminde, felsefi ve teolojik akılcılık ciddi bir güç kazanmıştır.
Ancak zamanla, özellikle Hanefi ve Şafiî fıkıh okulları gibi daha gelenekçi ve ilahi emirlerin mutlak kabulüne dayalı anlayışlar güç kazandı. İmam Eş’ari (ö. 936) ve İmam Maturidi gibi düşünürler, Mutezile’ye karşı, akılcılıkla dini dogmaların uyumlu olması gerektiğini savunan alternatif sistemler geliştirdiler. Sonuç olarak, Eş’arilik ve Maturidilik, Ehl-i Sünnet düşüncesinin baskın mektepleri haline geldi.
Mutezile’nin Bugünkü Durumu
Mutezile, tarihsel olarak önemli bir mezhep olsa da, günümüzde pratiği büyük ölçüde azalmıştır. Bununla birlikte, Mutezile’nin akılcı yaklaşımı, modern İslam düşüncesinde, özellikle din ile bilim ilişkisi üzerine yapılan tartışmalarda hala etkili olmuştur. Mutezile’nin özgür irade, akıl ve adalet gibi kavramlar, çağdaş İslam düşünürleri tarafından bazen yeniden yorumlanmakta ve özgür düşüncenin gelişmesine katkıda bulunmaktadır.
Sonuç
Mutezile, İslam’ın teolojik ve felsefi düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir. Akıl ve özgür irade gibi temel konularda ortaya koyduğu derinlemesine düşünceler, özellikle İslam’ın doğuş döneminde büyük bir etki yaratmıştır. Mutezile’nin etkisi, İslam düşüncesindeki akılcı yaklaşımı savunması ve dini öğretileri akıl yoluyla temellendirmesi açısından büyük olmuştur, ancak zaman içinde, diğer mezheplerin etkisiyle gerilemiş ve günümüzde yalnızca tarihsel bir perspektif olarak varlığını sürdürmektedir.