Paylaş
Ölüm neden sevilmez
Question
Ölümü Sevmemek
Dünya sevgisi ve ölüm korkusu
SORU: Pek çok kimsenin ölümden hoşlanmadığını görmekteyiz. Acaba niçin böyledir? Allah’ın şu ayetine rağmen ölümden hoşlanmamanın hükmü nedir?
Fakat siz ahiret daha hayırlı ve ebedi olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz. (A’lâ/16-17)
CEVAP: İslâm’ın öğretilerinden anlıyoruz ki ölüm, kısa bir uyku halidir. Peşinden uzun ve ebedi bir hayatın başlangıcı gelir. Hz. Allah şu âyette ölümü uykuya benzetmiştir. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır; ölümüne hükmettiği canı ahkoyar, Ötekini belirli bir vakte kadar bırakır. (Zümer/42)
Hz. Peygamber, buna yakın bir manayı şu hadisi ile ifade ediyor:
Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki kesinlikle uyuduğunuz gibi ölecek, uyandığınız gibi Ölümden sonra diriltileceksiniz.
Ölüm, her gün tekrarlanan ilâhi bir kanundur. Bununla beraber insanlar ondan hoşlanmıyor, korkuyor ve ölümle karşılaşmaktan çekiniyorlar. Bunun çeşitli sebepleri vardır:
1. Allah’a kavuşulduğunda işlenen günahlara ceza verilecektir. İşte bu, Allah’a kavuşmayı sağlayan ölümün sevilmemesine sebep olmaktadır.
2. Hayat sevgisi, uzun emel beslemek ve aşırı ümitli olma da ölümden hoşlanmama sebebidir. Hz. Peygamber şu hadisinde buna işaret buyurmuştur:
Yaşlı kimseler iki şeyi sevmek hususunda gençtirler: Uzun ömürlü olmak ve mal sevgisi.
Râşit halifelerin beşincisi sayılan âdil halife Ömer b. Abdül Aziz bu manada şunları söylüyor: “Nefsim aşırı derecede istekli bir yapıya sahipti. Her istediğini elde ettiğinde daha büyüğünü arzu ederdi. Artık dünyadan istediği bir şey kalmayınca ahireti arzu etmeye başladı.” Ömer b. Abdül Aziz, nefsi ahireti arzu etmeye başlayınca ona hazırlanmaya ve onun uğrunda çalışmaya koyuldu. Bundan sonra ahireti ve Allah’a kavuşmayı sağlayan ölümü, merhaba diyerek karşılayacak hale geldi.
3. İnsanların ölümden korkmasının bir sebebi de ölüm ve ölüm sonrası için az hazırlanmak ve dünya hayatına aldanmaktır. Zira insan sağlıklı ve kuvvetli olduğu zaman dünya kendisini aldatır. Kendisine öyle gelir ki hali vakti yerinde, ne isterse bol bol elde etmektedir. Sanki o, ecelinin bir zamanla sınırlı olduğunu, ne vakit geleceğinin belli olmadığını, kendisini gözetip durmakta olduğunu bilmez veya bilmezlikten gelir.
4. Bir diğer sebep, insanlar üzerinde sonsuza kadar hakim olma arzusudur. Bu noktadan hareketle bu arzu ve duygusunu ifade etmek üzere servet toplar, saraylar yaptırır ve ailesini, taraftarlarını çoğaltır. Hayata sıkı sıkıya sarılmayı gerektiren ne varsa yapar. Bu durumdaki insan bir ikilem içindedir; ya öldükten sonra dirilmeye inanır veya bunu inkar eder. Öldükten sonra dirilmeye inananlardan ise ahirete iyice hazırlanamadığı için ahirete göçmekten korkar. Öldükten sonra dirilmeye inanmıyorsa, bu kimse inanandan daha çok ölümden korkar. Zira ölümün her şeyi sona erdirdiğini sanır. Ulaşmayı hayal ettiği ve gayreti içinde olduğu ebediliğin ölümle biteceğini vehmeder.
Oysa İslâm dini ebedilik problemini en güzel ve en doğru biçimde çözmüştür. İslâm dini, bağlılarına ölümün geçici bir hayattan ebediyyet hayatına geçiş olduğunu öğretmiştir.
İslâm dininin kitabı Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır:
Gerçek hayat âhiret yurdundadır. Keşke bilmiş olsalardı? (Anke-but/64)
Sonsuzluk heveslileri, ebedi olmayı bu manada düşünmüş olsalardı, ulaşamayacakları halde dünyada ebedi kalma kuruntusunu gerçekleştirmeye uğraşmak yerine, bu problemi çözmüş olurlardı.
Kur’an bu gerçeğe şöyle işaret ediyor:
Onlardan her biri arzu eder ki bin sene yaşasın. Oysa ki uzun yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaştırmaz. (Bakara/96)
Ömür ne kadar uzasa, ecel ne kadar geç gelse, ahireti ihmal eden kişi, kendisini yaptığı kötülüklerin cezasını görmek üzere sürekli azaba götürecek dünyadaki son gününden korkar.
Bu noktadan baktığımızda eski dönemlerdeki büyüklerin, ölümü hatırlama ve hatırlatma hususunda gösterdikleri titizliğin sebebini daha iyi anlıyoruz. Zira ölümü hatırlamak ve hatırlatmak hatırlatana da kendisine hatırlatılana da ölümle karşılaşmaya hazırlanmayı öğretir. Ölüme güzel bir şekilde hazırlanınca ne ölümün kendisinden ne de ona kavuşmaktan korkmak diye bir şey kalmaz. Hz. Peygamber şöyle buyurur:
Allahım! Yaşamak benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat. Eğer vefat etmek benim için hayırlı ise ruhumu al.
Hz. Peygamber’in bu hadisi hayata veya ölüme aldırış etmeksizin Ömür sürmemek gerektiğini gösteriyor. Burada titiz bir şekilde üzerinde durulacak şey, hayırlı olanı; gerek dünyada, gerekse ahirette hayırlı olanı istemektir.
Bir diğer hadislerinde Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: Allahım! Ben sana kavuşmayı seviyorum. Sen de bana kavuşmayı sev.
Hz. Peygamber’in bu duası onun rabbine kavuşmaya hazırlandığını gösteriyor.
İslâmiyet’in ilk yıllarındaki müslümanlar, hayır üzere oldukça ölüme aldırış etmemeyi ifade eden şairlerin aşağıdaki sözlerini parola edinmişlerdi.
Müslüman olarak ölsem
Hiç mi hiç aldırış etmem.
Ne tarafıma düşersem düşeyim!
Yeter ki ben Allah yolunda öleyim!
Demek ki müslüman ölürken imanla öldükten sonra hiç bir şeye aldırış etmemelidir. Kur’an’m şu ayeti de müslümana bunu telkin ediyor:
Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak vefat edin. (Al-i İmran/102)
Hz. Ömer’in rabbine yönelttiği ve hayatının son günlerinde sık sık tekrarladığı duada dahi aynı manayı görmekteyiz. Hz. Ömer duasında şöyle diyor:
Allahım! Yaşlandım, gücüm zayıfladı. Problemlere çözüm yolları azaldı. Tebamın sayısı çoğaldı. Bir ihmâle düşmeden, sorumluluğum altında olanların hakkını zayi etmeden ruhumu al. Allahım! Bana, yolunda şehit olmayı nasip eyle. Vefatımın Peygamber’inin şehrinde gerçekleşmesini lutfeyle.
İnsanın nefsine öğüt veren böyle bir ortamda ölüm için güzel hazırlıklar yapılır. Artık ortada ne Ölüm korkusu ne de Allah’a kavuşmaktan çekinmek kalır. Böyle bir derece Allah’ın hayırlı kullarının ulaşmak için gayret sarfettikleri bir derecedir.
Dünyası ahiretine hazırlanmaya engel olanlar, hevâ ve hevesleri, dünyevî arzulan kendilerini oyalayanlar bu dereceye ulaşamazlar.
Şimdi soruda zikredilen ayete gelelim: Enterasandır ki bu ayetin geçtiği surenin başında, -bu sure A’lâ süresidir- iki ayet vardır. Bu ayetler sembolik birer öğüttür. Bu öğütlerden ibret alan kimse dünyayı ahirete tercih etmez. Buna bağlı olarak da ölümden korkmaz. Cenab-ı Hak bu ayetlerde buyuruyor ki:
O Allah ki topraktan yeşil otu çıkarıp sonrada onu kapkara ve kupkuru bir hâle getirmiştir. (A’la/4-5)
Bu iki ayet açık bir şekilde ifade ediyor ki bitkileri ve ekinleri yer yüzünde bitirip yetiştiren, yemyeşil bir hal aldıktan sonra onları kupkuru yapan, daha sonra da onu kapkara bir köpük seli haline getiren Allah’tır.
Aslında bu ifadeler hayatın nasıl başladığını, gelişip mükemmel-leştiğini, sonra da yok olup gideceğini kinaye yoluyla anlatmaktadır. Bundan sonra gelen ayetlerde ise şöyle buyuruluyor:
Ahiret hayatı daha iyi ve ebedi olduğu halde siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. (A’la/16-17)
Sanki şöyle denmek istenmiştir: Yaşadığınız dünya hayatı bitki ve otların yaratılıp var edilişine benzer. Bu hayat ot gibi çabucak yok olur. Gerçekten sonsuz olan hayat ahiret hayatıdır. Ahiret hayatı en hayırlısı ve ebedi olandır.
BENZER KONULAR:
Answers ( 1 )
ÖLÜM GERÇEĞİ
Allah’tan başka her şey ölümlüdür. İçinde yaşadığımız şu kâinatta can taşıyan her varlık ölecek, sevinçler ve üzüntüler son bulacaktır. Ölümden sonraki yeni hayatta, herkes dünyada yaptığının karşılığını görecektir. Nitekim Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Her nefis ölümü tadacaktır Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz Ancak bize döndürüleceksiniz ” (1)
Yüce Rabbimiz dünyayı, müşteriyi aldatmak için allanıp pullanan, cazip şekillerde sunulan, alındıktan sonra da hiçbir değeri olmadığı görülen bir mala benzetiyor. Dünya böylesine değersiz, ölüm de kaçınılmaz bir gerçek olduğuna göre, aklı başında olan kimse hayatını boşa harcamaz.
Cennetle müjdelenen on sahabi arasında yer alan Hz Ömer’in, yüzüğünün kaşına,“ Ölüm sana nasihat olarak yeter, ey Ömer!” (2) hadis-i şerifini yazdırmış olması ibret verici ve ilgi çekicidir
Ölüm gelmeden önce ölüm için hazırlık yapmayı hidayet alameti sayan Peygamber Efendimiz, Abdullah b Ömer’in omzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle hitap eder: “Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol Kendini mezarlıktakilerden kabul et ” (3)
Ömür su gibi akıp gitmektedir İnsan her an yavaş yavaş ölüme yaklaşmaktadır Ahiret hazırlığı için tanınan süre geçip tükenmektedir. Bu gerçekleri bilen mümin, kulluk görevlerini doğmayacak bir günün sabahına bırakmaz.
Ölümün, ebedî hayatın bir başlangıcı olduğuna inanan bir insan ebedî hayatı kazanmak için hazırlık yapma ihtiyacı duyar.
Peygamber Efendimizin şu hadis-i Şerifi kendisi için bir hayat rehberidir: “Cenazeyi, ailesi, malı ve ameli olmak üzere üç şey uğurlar Bunlardan ikisi geri döner, bir tanesi kalır ailesi ve malı geri döner, ameli yanında kalır ” 4
Kısaca ifade etmek gerekirse; Allah’tan başka bütün yaratılmışlar fanidir. Bu sebeple, bir gün mutlaka bu hayata veda edeceğimizi bilelim. Ölüm ötesi hayata hazırlıklı olalım. Ebedi hayatımızın sermayesi olan ömrümüzü çok iyi değerlendirelim.
Sözlerimi bir ayet mealiyle bitiriyorum.“Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise muhakkak Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hala akıllanmayacak mısınız?” (5)
—————————————-
1-Enbiya, 21/35
2-Tecrid-i Sarih Tercümesi, ıv, 288
3-Buhari, Rikak 3
4-Buhari, Rikak, 42
5-En’am, 6/32
Neden ölümden hoşlanmıyoruz ve kendimizi hiç bir zaman hazır hissetmiyoruz?
(وَلَا یَتَمَنَّوۡنَهُۥۤ أَبَدَۢا بِمَا قَدَّمَتۡ أَیۡدِیهِمۡۚ وَٱللَّهُ عَلِیمُۢ بِٱلظَّـٰلِمِینَ)
Onlar, elleriyle yaptıkları yüzünden onu (ölümü) asla arzulamazlar. Allah zalimleri bilendir.
[Cuma suresi 7]
Acaba en son ne zaman ölüme hazırdık?
Allah’ım, geliyorum, gelmeye hazırım, dedik?
Yapmayı planladığımız işler yüzünden mi ölümden hoşlanmıyoruz?
Yoksa yaptıklarımız yüzünden mi ölüme hazır hissetmiyoruz?
Acaba dünyamızı mamur edelim derken ahiretimizi harap ettiğimizden olabilir mi?
Mamur bir dünyadan harap bir dünyaya gitmek hoşumuza gitmiyor olabilir mi?
Yapıp ettiklerimiz yüzünden, Rabbimize bakacak yüzümüz olmasa gerek!
Çok sevdiğimiz Rabbimize kavuşmayı acaba ne kadar arzuluyoruz? Hadi arzulamak doğru olmayabilir. Acaba kendimizi hazır hissediyor muyuz? Gel kulum, denilirse, geliyorum der miyiz?
Ah şu yapıp ettiklerimiz!
Hem de kendi elimizle…
Kendi dilimizle…
İşte bu yüzden ona kavuşmayı bile arzulayamaz oluyoruz…
Murat Padak