Paylaş
Ötenazinin dinen hükmü Nedir
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
ÖTANAZİ (İslamda Ötenazi hükmü)
Ötenazinin islamdaki yeri
Ötenazi, Tedavisi mümkün olmayan hastalıklarda hastayı acı ve ağrı vermeden öldürmeye denir.
Grekçe ‘de “güzel ve kolay ölüm” anlamına gelen ötanazi, terim olarak yaşadığı acı ve sıkıntılardan dolayı hayatını sürdürmek istemeyen hastaların tıbbî bir destek ile öldürülmesi veya tedavisine son verilmesi yoluyla ölümüne yol açılması anlamına gelir. Çeşitli kriterler dikkate alınarak sınıflandırılan ötanazi temelde dört kısma ayrılır: Aktif, pasif, istemli ve istemsiz. Aktif ötanazi, hastanın, acısını dindirmek ve kısa sürede acısız bir şekilde ölmesini sağlamak üzere doğrudan ilaç şırınga edilerek öldürülmesidir. Sürdürülmekte olan tedavinin durdurulması veya gerekli tedavinin hiç başlatılmaması yoluyla ölüme sebebiyet verilmesine ise “pasif ötanazi” denilir. Bu işlemler, hastanın talebiyle gerçekleştiğinde “istemli ötanazi”, hastanın talebi olmadan gerçekleştiğinde “istemsiz ötanazi” adını alır.
XX yüzyılda ötanazi tartışmaları özellikle Batı dünyasında bireysel hakların savunulması, özürlü kimseler ve hastalar ayıklanarak insan ırkının islahını hedefleyen öjenik akımının yaygınlaşması, tıp alanında ileri teknoloji ürünü aletlerin kullanılması ve hastaların kendilerini etkileyen kararlarda doğrudan rol almak istemeleri gibi gelişmeler sonucu yoğunlaşmış; bilhassa Belçika, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde başlayan ötanaziyi yasal hale getirme hareketleri ile ötanazi taraftarlarının sayısı giderek artmıştır.
Hayata bakışla yakın bir ilişkisi olan ötanazi ile ilgili tartışmalarda, hayatın niteliğinin mi, yoksa dokunulmazlığının mı ön planda olması gerektiği üzerinde durulur. Ötanazi taraftarlarına göre hayatın niceliğinden çok niteliği önemlidir, o halde tedavi edilemeyen hastalıklar dolayısıyla sürekli acı ve istirap içinde insan onuruna uygun bir nitelik taşımayan hayatı yaşamak anlamsızdır. Ötanazi lehine ileri sürülen bu yaklaşım İslam inancıyla asla bağdaşmaz. Dünya hayatıyla birlikte âhiret hayatını da dikkate alan İslam’a göre, en güzel şekilde yaratılmış olan insanın hem onuruna uygun bir şekilde dünya hayatını yaşaması hem de âhiret hayatını dikkate alması esastır. Bu sebeple hayatın sona ermesiyle sonuçlanan ötanazi, İslam’ın varlık, dünya ve âhiret anlayışıyla birlikte değerlendirilmelidir. İslam’a göre kaçınılması ya da giderilmesi imkânsız acı, sıkıntı, dert ve felaketler, insanın bu dünyada tâbi tutulduğu imtihanın bir parçasıdır ve sabırla karşılanmalıdır. Böyle hareket eden bir müslüman, çektiklerine karşılık âhirette en güzel şekilde mükafatlandırılacaktır. Nitekim bir âyette, “Elbette sizi birtakım korkularla, biraz açlıkla, mal, can ve ürünlerden bir miktar kaybettirmek suretiyle imtihan edeceğiz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (el-Bakara 2/155) buyurulmaktadır. Bu mânayı destekler şekilde Hz. Peygamber, kendisine veba hastalığı hakkında sorulduğunda onun Allah’ın kullarından dilediğine gönderdiği bir azap olduğunu, mümin bir kimse için rahmet vesilesi kılındığını ve sevabını Allah’tan umarak sabreden kimseye şehit sevabı verileceğini bildirmiştir (Buhârî, “Kader”, 15).
Ötanazi taraftarları, “otonomi” şeklinde ifade edilen, kişinin kendi canı üzerinde söz sahibi olması gerektiği düşüncesini savunurlar. Otonomi fikri, ilk dönemlerden itibaren intihar ve ölümü seçme ile ilgili tartışmalarda etkili olmuştur. Modern dünyadaki gelişmelerin etkisiyle, yaratıcıdan bağımsız bir anlayışla doğayı, toplumu ve kaderini belirlemek isteyen insanoğlu, bu anlayışın bir yansıması olarak ölümüyle ilgili karar verme hakkına sahip olduğu düşüncesini daha da derinleştirmiştir. İslam’a göre ise, insan geniş bir özgürlük alanına sahip olmakla birlikte, bu mutlak bir özgürlük değildir. Hayatı bitirme söz konusu olduğunda; insana canı veren Allah olduğu gibi, alacak olan da ancak Allah’tır. Nitekim Kur’ân-1 Kerim, “Sizler, seferde iken ölen veya savaşırken şehit düşen kardeşleri hakkında, “Yanımızda olsalardı ölmez ve öldürülmezlerdi’ diyen kâfirler gibi olmayın. Neticede bu düşünceyi Allah onların kalplerinde pişmanlık haline getirecektir. Dirilten de, öldüren de Allah’tır. Allah yaptıklarınızı görmektedir” (Âl-i İmrân 3/156) buyurarak, hayat ve ölümün ilahî kudretin hüküm ve yetki alanında bulunduğunu hatırlatır (bu anlamı destekleyen diğer âyetler için bk. el-Hicr 15/23; Kāf 50/43; en-Necm 53/44). Hz. Peygamber de bu yetki alanının ihlal edilmesi endişesiyle, “Sizden biriniz kendisine (hastalık gibi) bir zarar isabet etmiş olmasından dolayı sakın ölümü temenni etmesin! Eğer temenni etmek zorunda kalırsa, ‘Allahım! Yaşamak benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, ölmek benim için hayırlı olduğu zaman da beni öldür! desin” (Buhâri, “Merdâ”, 19) buyurmuş, ölümü temenni etmeyi dahi hoş karşılamamıştır.
İslam açısından ötanazi ile ilgili hükümler, çeşitleri dikkate alınarak şu şekilde sıralanabilir:
Aktif Ötanazi
Hayatını sona erdirmek üzere hastaya dışarıdan müdahaleyle gerçekleşen aktif ötanazi, biri hayatına son verilen kişi, diğeri ötanaziyi uygulayan yani başkasının hayatına son veren kişi olmak üzere iki açıdan ele alınabilir. Bir hastanın ne kadar acı çekerse çeksin hayatına son verilmesini istemesi, yani aktif ve istemli ötanazi, İslamî açıdan intihar kapsamına girer. Kişinin kendi hayatına son vermesi, İslam’ın temel amaçlarının başında gelen nefsin korunması ilkesiyle çelişir ve bu konudaki ilahî emirlerin ihlal edilmesi anlamı taşır. Başta öldürmeyi yasaklayan genel nitelikli âyet ve hadisler ile yukarıda zikredilen âyet ve hadisler olmak üzere birçok âyet ve hadis, aktif ve istemli ötanazinin haramlığına delalet eder. Mesela Kur’ân-1 Kerim’de, “Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” (el-Bakara 2/195), “Kendinizi öldürmeyin” (en-Nisâ 4/29) buyurulmaktadır. Hadislere bakıldığında, intiharın şiddetle kaçınılması gereken, affedilemeyecek ölçüde büyük bir suç ve günah olduğu anlaşılır (Buhârî, “Cenâiz”, 84, “Edeb”, 44, “Kader”, 5; Müslim, “Imân”, 175-177). Hz. Peygamber, kişinin, Allah’ın bir emaneti olan kendi canı üzerinde tasarrufta bulunamayacağını, büyük acı ve istiraplar içerisinde kıvranan insanlar için bile intiharın meşru bir yol olmadığını gerek geçmiş ümmetlerden gerekse kendi sahâbîleri arasından bazı örneklerle anlatmıştır (Buhârî, “Cenâiz”, 84, “Cihad”, 77, “Megāzi”, 39). Konuyu değerlendiren İslam âlimleri de, âyet ve hadislere uygun bir şekilde, istemli aktif ötanaziye giden yolu tamamen kapatmışlardır (bk. İNTİHAR).
Gerek hastanın isteğiyle (istemli ötanazi), gerekse böyle bir talep ve onay olmaksızın (istemsiz ötanazi) aktif bir müdahale ile hastanın hayatına son veren kişi cinayet işlemiş olur. Zira kişinin kendi canı üzerinde tasarruf hakkını kabul etmeyen İslam, insanın haksız yere öldürülmesine de kesin bir şekilde karşı çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de, “Öldürülmesini Allah’ın yasakladığı canı haklı bir gerekçeye dayanmadan öldürmeyin” (el-İsrâ 17/33), “Kim, cana kıymayan veya yeryüzünde fitne fesat çıkarmayan birini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de bir kimsenin hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir” (el-Mâide 5/32) buyurularak, haksız yere öldürme herhangi bir ayırım gözetilmeksizin yasaklanmış ve öldürmenin ne derece büyük bir günah olduğu vurgulanmıştır. Bir başka âyette bir mümini kasten öldüren kimsenin cezasının cehennem olduğu, orada ebediyen kalacağı, Allah’ın gazabına, müminlerin lanetine ve büyük bir azaba uğrayacağı bildirilmiştir (en-Nisa 4/93). Hz. Peygamber de Vedâ hutbesinde, “Bu günün, bu ayın ve bu beldenin nasıl dokunulmazlığı varsa, kanlarınız da aynı şekilde dokunulmazdır” (Buhârî, “Hac”, 132) buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber, haksız yere bir cana kıymayı kişiyi cennetten mahrum bırakacak büyük günahlardan biri, dünyanın sonunun gelmesinden daha ağır bir fiil, âhirette insanların öncelikli olarak yargılanacağı bir günah olarak nitelendirmiştir (Buhârî, “Diyât”, 1; Tirmizi, “Diyât”, 7-8; İbn Mâce, “Diyât”, 1, 32).
Konuyla ilgili âyet ve hadisleri dikkate alarak kasten başkasının hayatına son vermeyi değerlendiren İslam âlimleri, bir kişinin öldürülmesini büyük günahlar arasında saymışlar, böyle bir fiili işleyenin de kısasen öldürüleceğine hükmetmişlerdir. Eğer katil, öldürdüğü kişinin kendi isteği üzerine bu fiili işlemişse, o kimsenin büyük bir günah işlemiş olacağı konusunda âlimler görüş birliği içindedir. Bu kişinin dünyevi cezası konusunda ise farklı yaklaşımlar vardır; Mâlikîler ve bazı Şâfiîler bunun kısas gerektirdiği, Hanefiler ise kısasın maddi tazminata (diyet) dönüşeceği kanaatindedir.
Pasif Ötanazi
Pasif ötanazi, hastanın bir müddet daha yaşamasını sağlayan yaşam destekleyici tedaviyi sona erdirerek veya tedaviyi başlatmayarak hastayı ölüme terketmektir. Hasta açısından bakıldığında, tedavi ümidi varken ölümü tercih etme anlamı taşıyacak şekilde hastanın önceden ya da -bilinci yerindeyse hastalık anında pasif ötanaziyi istemesi intihar kapsamına girer. Buna karşılık, tedavinin başarı imkânının ortadan kalkması, hastaya olumlu bir katkısının kalmaması, başarı imkânı belirsiz yeni tedavi türlerinin denenmek istenmesi gibi durumlarda, hasta tedavinin ya da tedaviye başlanmamasını talep edebilir.
Tedaviden tamamen ümit kesilmeyen hallerde pasif ötanaziyi uygulayan doktorun durumu, bir kişiyi aç ya da susuz bırakarak ölümüne yol açma türünden olaylara benzetilmiştir. Buna göre, hastanın isteği bulunmaksızın ve tedaviden az da olsa ümit varken pasif ötanaziyi gerçekleştiren doktor, İslam hukukçularının çoğunluğu açısından, öldürme kastı taşıdığı için, kasten adam öldürme suçu işlemiş olur; dünyada kısasen öldürülmeyi, âhirette ise azabı hak eder. Pasif ötanaziyi gerçekleştiren doktorun öldürme kastı yoksa, görevini ihmali sebebiyle günah işlemiş olur, ancak dünyevî ceza olarak kısas edilmek yerine diyet ödemek durumunda kalır. Çoğunluğun görüşünden farklı olarak, Ebû Hanîfe’ye göre, dolaylı öldürme olarak değerlendirilebilecek pasif ötanazide, kasıt olsa da olmasa da, kısasa değil diyete hükmedilir. Doktorun, hastanın bir talebi olmasa da gereksiz hale geldiği ve hiçbir şekilde faydalı olmadığı durumlarda tedaviyi durdurması ise, ona herhangi bir sorumluluk getirmez.
Yoğun bakımdaki hastaya uygulanan tedavinin sonlandırılması ise ancak doğal ölümün ya da beyin ölümünün gerçekleşmesi ile meşruiyet kazanır. Ölümün ve tedavinin sonlandırılması konusu, İslam İşbirliği Teşkilatı’na bağlı İslam Fıkıh Akademisi’nin 1986 yılında Amman’daki toplantısında karara bağlanmıştır. Buna göre, bir kişinin kalp ve solunum fonksiyonları tamamen durup hekimler tarafından geri dönüşün artık imkânsız olduğu belirtildiğinde ya da uzmanlar tarafından beynin bütün fonksiyonlarının kesin olarak durduğuna ve beynin çözülmeye başladığına karar verildiğinde o kişi ölmüş kabul edilir ve bu durumda şahsın ölümüne bağlı bütün hukukî sonuçlar gerçekleşir. Bu şekilde doğal ölümü ya da beyin ölümü gerçekleşmiş, geri dönüş ümidi kalmamış bir kimsenin yaşam destekleyici üniteden ayrılması ya da yaşamı destekleyen diğer uygulamalara son verilmesi dinî bir sakınca içermez.
Aktif ve pasif ötanazinin dışında doktor, zorunlu olarak veya talep üzerine acı ve istıraplarını hafifletmek amacıyla hastaya verdiği ilaçların hastanın yaşam süresini kısaltmasından (dolaylı ötanazi) dolayı sorumlu olmaz. Öldürücü niteliği olan ilacı doktorun önermesi ya da alınması için uygun ortamı oluşturması (intihara yardım) yoluyla bu niteliğini bilerek alması durumunda, hastanın sorumluluğu intihar kapsamına girer. Doktor ise intihara yardım ederek günah işlemiş, kısas ya da diyet olmasa da yönetici veya hâkimin belirli kurallar çerçevesinde takdir edeceği bir ceza (tâzir) ile bu dünyada cezalandırılmayı hak etmiş olur.
Hz. Peygamber ölüm dışında her şeyin tedavisinin olduğunu söyleyerek hastaları tedavi olmaya teşvik etmiştir (İbn Mâce, “Tıb”, 1). Bununla birlikte her hastalığın tedavisinin gereklilik derecesi aynı değildir. Nitekim İslam İşbirliği Teşkilatı’na bağlı İslam Fıkıh Akademisi’nin 9-14 Mayıs 1992 tarihli kararında, kişilere göre tedavinin hükmünün farklılık arzedeceği belirtilerek şu hususa dikkat çekilmiştir: Tedavi, terki halinde can veya organ kaybı yahut hastalığın başkasına bulaşması söz konusu ise vâcip, terki halinde sadece bedenî zaafa maruz kalınacaksa mendup, bedenî zaafa uğrama tehlikesi de yoksa mübah, yan etkileri asıl hastalığı aşan riskler taşıyorsa mekruhtur (bk. TEDAVİ).
Temel İslam Ansiklopedisi
BENZER KONULAR:
- islamda ve diğer dinlerde intihar edenin hükmü
- Büyü intihara sebep olur mu?
- Stres Ve İntihar
- Cana Kıymak Ve İntihar
- Yaşamak Güzeldir İntihar Felakettir
- Tümünü görüntüle.
–
Answers ( 2 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Ötenazi iyileşme umudu olmayan bir hastayı acı vermeden öldürmeye denir bu bazı alimler tarafından caiz görülse de tarihte 10 sene boyunca beyin ölümü gerçekleştiği halde iyileşen ve yaşamaya devam eden insanlar olduğuna göre caiz olduğuna inanmıyoruz
bir insanın ben artık yaşamayacağı kararına varılabilir fakat yine de binde bir ihtimal bile olsa çektiği acıdan dolayı ölüme terk etmemeli ileride yaşama ihtimalinden dolayı hayatına son verilmemelidir
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Ötenazi beyin ölümü gerçekleşen bir hastanın fişini çekmek caiz mi diyanet fetvası
Din İşleri Yüksek Kurulu konuyla ilgili mütalaasında; “Yaşam destek ünitesine bağlı bir kişi; beynin kesin olarak bütün fonksiyonlarını yitirdiğine ve bu durumdan geri dönüşün artık imkansız olduğuna uzman tabiplerce karar verilmesi şartıyla yaşam destek ünitesinden çıkarılabilir” diyerek beyin ölümünü ölüm olarak değerlendirmiştir (Din İşleri Yüksek Kurulu, 14.12.2006 tarihli mütalaası).
Nitekim Mecmau’l-Fıkhi’l-İslâmî başta olmak üzere İslam dünyasının önemli fetva kurulları da beyin ölümünü “ölüm” olarak kabul etmiştir (Karârâtu ve Tavsiyâtu Mecmei’l-Fıkhi’l-İslâmî, BAE, 2011, Karar no: 17 (5/3), s. 114-115)