Paylaş
Peygamber efendimizin doğumu hakkında kısa bilgi
Question
Hz. Peygamber’in Doğumunun Hatırlattıkları
Soru: Hz. Peygamber’in doğumunu anıyoruz. Sürekli tekrarlanan bu anma törenleri münasebetiyle bir müslümanın zihninde hangi düşünceler canlanır?
Cevap: Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a) doğduğu gün, bu yetim ve fakir çocuğun gelecekte insanlığı ıslah edeceğini ve kainatın efendisi olacağım kim tahmin edebilirdi?
Hz. Muhammed (s.a) de her doğan çocuk gibi ağlayarak dünyaya geldi. Onu dünyaya getiren kadın mal ve mevki yönünden diğer kadın-
lardan daha farklı birisi değildi. Başlangıcından itibaren Allah’ın takdiri ve gözetimiyle kuşatılmış olan yüce Peygamber’in doğumunu allayıp pullamaya ve süsleyip püslemeye ihtiyaç yoktur. Nice doğumlar vardır ki onun vukuunu müjdeciler ilan eder, onun için kurbanlar kesilir, toplar atılır, törenler düzenlenir ve daha pek çok beşeri saygı vasıtalarına başvurulur. Bütün bunlara rağmen ve bütün bunlardan sonra gerçekte ve Allah katında hiçbir değer ifade etmeyen basit bir şey olarak kalır.
Nice çocuklar vardır ki insanlar uykuda iken veya hayatın meşgu-liyetleriyle boğuşurken, davulsuz, zurnasız, ilansız veya törensiz dünyaya geliverirler. Bu çocuğun doğumundan dünyadakilerin haberi olmasa bile gökler mutluluk duyar ve yüce ufuklardaki melekler sevinir. Yeryüzündeki güneş ve yıldızların ışıklan coşar, taşar. Kainattaki gerçekler, varlık alemindeki sırlar onun sayesinde ortaya çıkar. Hazırlanan bu gerçekler, bir müddet sonra onun tarafından saf ve temiz kaynağından bardak bardak/ayet ayet insanlara sunulur..
Buna dair vereceğimiz en güzel misal, -hatta bu misali Allah vermiştir- efendimiz Muhammed Mustafa’dır (s.a).
Efendimiz Hz. Muhammed (s.a) gönüllerde din duygusunu yeşertmek ve yeryüzünde (yeni bir) toplum kurmak için gelmiştir. Bu, dinde bilinmesi zaruri olan bir gerçektir. Bu konuda tereddüt eden kimse cahillik etmiş olur. Bunu inkar eden kimse müslüman değildir. Hz. Muhammed’in gönüllerde yeşerttiği din, tevhid ve temizlik dinidir, kardeşlik ve insanlıktır, düzgün bir karakter ve güzel bir ahlaktır, maddi şeyleri değil, ruhi şeyleri ön planda tutan, menfaat bağını değil gönül bağını tercih eden ve hayatta bütün gayretini ortaya koyup sonra herşeyiyle Allah’a teslim olan, geceleyin bir rahip/abit vasfına, gündüz ise bir süvari azmine bürünen temiz bir ruhtur.
Efendimiz Hz. Muhammed (s.a) her yerde şeytanla mücadele etmek için gelmiştir. Şeytan, sadece büyük tağut İblisten ibaret değildir. Bilakis şeytan, varlık alemindeki hertürlü kötülükle kendisini ifade eder. Şeytan bazen tapıcısmı sapıklık ve putperestliğe teşvik eden bir put olarak ortaya çıkar, sahibini kendisine esir eder, bu sebeple aklı ona hizmet etmez, rabbine ve kendisine güvenmez. Bazen mal biriktirmek
şeklinde kendisini gösterir ve mal biriktirmek peşinde koşanı Allah’a değil, paraya tapar hale getirir. Bazen kişiyi şerefli ve namuslu bir insan olmaktan uzaklaştıran günahkar bir kadın şeklinde kendini gösterir. Bazen kişinin ahlakını bozan hain ve fasık bir arkadaş şeklinde kendini gösterir. Bazen aldatıcı bir makam ve mevki olarak ortaya çıkar, aklını çelip peşine takarak kişinin itibarını yerlerde süründürür. Veya bunların dışındaki diğer kötülükler şeklinde kendisini ifade eder. İşte İslâm Peygamber’i (s.a) bu şeytanların hepsiyle mücadele etmiştir.
Hz. Peygamber ibadet/kulluk alanındaki şeytanla mücadele etmiş ve insanları çok sayıdaki ilahlara değil tek bir ilaha kulluğa davet etmiştir. Onları putperestlik ve şirkin bayağılığından tevhidin saflığına yükseltmiştir. Kuruntu ve hurafeler meydanındaki şeytanla mücadele etmiş, taşlarla, kum ve putlarla falcılık, kahinlik yapılmasına ve uğursuzluk inancına karşı savaş açmış, cehalet ve körlük şeytanının gaflet içindeki gönüllerde canlandırıp onları batıl ve yalanlara kul ettikleri hurafelerle mücadele etmiştir. Bu konuda yaptığı en Önemli iş akla değer vermesi ve onun şanını yüceltmesidir. Bize nakledildiğine göre o şöyle demiştir:
Aklını çok çalıştır ki Allah’a olan yakınlığın artsın.
İnsanın akıl gibi yüksek bir kazancı olamaz. Akıl, sahibini hidayete/iyiliğe, doğruluğa ulaştırır, fenalıktan alıkoyar. Aklı olgunlaş-madıkça kişinin imanı tam olmaz, dini de düzgün olmaz
Akıl, kalpte bir nurdur, onunla hak ve batılı birbirinden ayırır.
Hz. Peygamber şehvet ve lezzetler meydanındaki şeytan ile de savaştı. Ümmetine yiyecek ve içeceğinde nasıl dengeli olacağını, bayağı/süfli arzularından nasıl vazgeçebileceklerini, nefs ve bedenin aşın isteklerine nasıl gem vuracaklarını öğretti. Böylece onlar sanki insanlar arasında sakin sakin dolaşan melekler gibi olacaklar, kalpleri Allah korkusuyla dolacak, bu korku ve saygı onları nefsani arzu ve heveslerin esiri olmaktan kurtaracaktır.
Gerçek müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki zekatı verirler. Ve onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu cariyeler hariç. Bunlarla ilişkilerinden dola-yı kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar haddi aşan kimselerdir. Yine onlar ki emanet ve ahitlerine riayet ederler. Ve onlar ki namazlarına devam ederler. İşte asıl bunlar varis olacaklardır. Firdevse varis olan bu kimseler, orada ebedi kalıcıdırlar. (Mü’minûn/1-11)
Hz. Peygamber mal ve ekonomi alanındaki şeytanla da savaşmıştır. Bu alan, uzun uzun konuşulacak bir alandır. Burada kısaca da olsa bu konunun üzerinde durmak gerekir.
Bir toplumda bir tarafta sefalet içerisinde fakirler diğer tarafta aşırı zenginler bulunduğu zaman o millet büyük bir mutsuzluk ve huzursuzluğa maruz kalır. Bir toplumun istikrar bulması ve toplum fertleri arasındaki sevgi ve şefkat ruhunun hakim olması için asgari bir geçinme düzeyinin bulunması, zenginlerinin lüks ve israflanyla bu düzeyin çok çok üstünde olmaması, fakirlerinin de açlık ve mahrumi-yetleriyle bu düzeyin çok çok altında olmaması gerekir. Biz bununla mutlak bir eşitliği veya totaliter olmayan bir kominizmi sınıflar arasındaki yakınlaşmayı ve dengeyi kastediyoruz. İslâm Peygamberinin yaptığı da budur.
O fakirliği lanetleyip onun şeytanlarına savaş açtığı gibi israfı da lanetlemiş, onun şeytanlarıyla da savaşmıştır. O gelip ümmetin içinde zengini de fakiri de görmüştür. Bu sebeple iyilik yapmayı ve sadakayı teşvik etmiş ve ümmetine rabbinin şu ayetini okumuştur:
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! Bu paralar cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanlan ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki: “İşte bu, kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!” (Tevbe/34-35)
Hz. Peygamber insanlara yardım etmeyi teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur:
Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu müddetçe Allah da o kulun yardımmdadır.
Sadaka emri isteğe bırakılmamış, bilakis zekat vermek bir farz/mecburiyet haline getirilmiş, bu farzı inkar eden kimse kafir sayılmış ve vermeyenlerle de savaşümıştır.
Mallarında isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışsa belli bir hak tanıyanlar.. (Meâric/24-25)
Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin, Devşirilip toplandığı gün de hakkını verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez. (Enam/141)
Bütün bunlarla beraber Hz. Peygamber’in bazı ekonomik uygulamalarında aşırı zenginlik ve küfre düşürücü fakirlik sebebiyle sosyal ilişkilerin bozulmaması için sınıflan birbirine yaklaştırma yolunda basiretli adımlar attığını görürüz… Medine’ye hicretinin akabinde Medi-neli Ensar’ın kendilerine ait yurtlarının, akarlarının, mallarının ve düzenli geçim vasıtalarının bulunuduğunu dolayısıyla onların bir zenginlik, rahatlık ve gıpta edilecek maddi bir istikrar içinde olduklarını görmüştür. Muhacirler ise, yurt ve mallanndan çıkartılmış ve daha önceki geçim vasıtalarını kaybetmiş bir topluluktur. Onlar her ne kadar Ensar kardeşlerinden yardım ve destek görmüşlerse de onların seviyesine yaklaşabilmeleri için maddi durumlarının düzeltilmesine ihtiyaç vardır. Rasûlullah (s.a) yaptığı pratik ve başarılı uygulamalarla bunu gerçekleştirmiştir.
Hz. Peygamber’in hayatını anlatan siyer kaynakları bize şunları söylemektedir: Nadiroğullarından elde edilen mallar tamamen Hz. Peygamber’e aitti (yani devletindi). Çünkü orası silah kullanılarak değil, barış yoluyla fethedilmişti. Hz.Peygamber bu malları muhacirler arasında taksim etti ve ihtiyaç sahibi iki kişinin dışında Ensar’a hiçbir şey vermedi.
BENZER KONULAR:
- Peygamber Efendimizin Doğumu
- Peygamber Efendimizin Doğumu Ve Çocukluğu
- Peygamber efendimizin doğumu hakkında kısa bilgi
- Peygamberimizin doğumu kısaca
- Peygamber (SAV)’in Örnek Aile Hayatı
- Tümünü görüntüle.
Answer ( 1 )
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (s.a.v), 20 Nisan 570 tarihinde, Mekke’de dünyaya gelmiştir. Doğum yılı, “Fil Yılı” olarak da bilinir, çünkü o yıl Yemen’den Mekke’ye gelen Ebrehe’nin fil ordusunun, Kabe’yi yıkma girişimi başarısız olmuştur. Annesi Amine bint Vehb, babası Abdullah bin Abdülmuttalib’dir. Babası Abdullah, Hazreti Muhammed doğmadan önce vefat etmiştir, annesi Amine ise o doğduktan sonra kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Hazreti Muhammed, yetim olarak büyümüştür ve çocukluk yıllarını dedesi Abdülmuttalib ve amcası Ebu Talib’in yanında geçirmiştir.